‘Dağın edebiyatı, bir toplumun edebiyatıdır’

KCK Edebiyat Komitesi üyesi Nupelda Engin dağda edebiyat çalışmasının anlamı ve önemi, dayandığı değerleri ve bunun işleme boyutlarını değerlendirdi.

KCK Edebiyat Komitesi üyesi Nupelda Engin ile dağ edebiyatını konuştuk. Dağda edebiyat çalışmasının anlamı ve önemi, dayandığı değerleri ve bunun işleme boyutlarını değerlendiren Nupelda Engin “Edebiyat yaşamı anlatma biçimi. Dağda gerilla özlemini belki bir patikaya anlatabilir, ama bu patika gözünde canlıdır bir toprak parçası değil, üzerinden geçilip gidilen, bir yol değil, insanla o doğa parçası arasında bir ilişki var. Mesela hissini suya anlatabilirsin, ama bu sadece bir imge değildir. Canlıdır içinde hissettiğin bir şeydir” diye konuştu.

Edebiyata ilginiz ne zaman ve nasıl gelişti?

Edebiyata ilgim Alevi deyişlerini dinlemekle gelişti ve bu bende bir şekillenme yarattı. Sözcüklere anlam vererek bakma, anlamlı sözcükleri kafanda tutma dinlediğin türkünün senin duyguların ve yaşamının üzerinde etki oluşturdu. Küçükken dinlediğim deyişlerdeki sözlerin benim yaşamımda halen çok etkisi var. Örneğin; ‘insan- ı Kamil’ ‘Arif’ sözü, Alevi deyişlerini dinlediğinde içeriği çok doludur, çünkü felsefi yönü ön plandadır. Edebiyata ilgim yaşam biçimimden kaynaklanıyor. Henüz küçükken aile ortamının da yarattığı bir etkiydi. Özellikle kadınlar için, ama bu özendirme sadece devlet memuru olalım diye değildi, kadınların bilinçli olması, kadının oturduğu toplum, çevre içerisinde dinleniyor olması, ağırlığının olması gerektiğini öğretiyordu. Aslında benim küçük yaşta edebiyat ve edebiyatla yaşamın bağını ele almam buradan geliyor.

Çocukken en çok okuduğunuz ve etkilendiğininiz edebiyatçı kimdi?

Hangi edebiyatçıdan etkilendiniz dense, Pir Sultan Abdal diye cevap veririm. Benim gözümde çok büyük bir edebiyatçıdır, Pir Sultan Abdal. Bir deyişinin sözlerini burada paylaşmak istiyorum diyor “Şimdi bizim aramıza yola boyun veren gelsin, sevdasıyla kavgasıyla hakikati bilen gelsin kişi halden anlayınca hakikati dinleyince üstüne yol uğrayınca ayrılmayıp duran gelsin”. İnsan bu sözlerden hakkaniyeti öğreniyor. Bana kalırsa çok büyük bir edebiyatçıdır. Ben okul yaşamım içerisinde Ömer Seyfettin’e ve Türk milliyetçi yazarlara çok tepkili büyüdüm. Çünkü kitaplarını açıyordum, Türk milliyetçiliğiyle doluydu. Köy ortamında büyüdüm, ama okul için şehre gidiyorduk. Bana çekici gelen sol, solcu yaşamdı böyle hayallerim vardı, hatırlıyorum küçükken defterlerime yazardım “ben sosyalist bir kadın olmak istiyorum” diyordum. Mesela Che Guevera’yı okuduğumda günlerce aklımda kalırdı. Yine bizim süreçlerimiz de Rus yazarlar çoktu. Mesela Gorki’nin Ana kitabı, okuduğumuzda aklımızda kalıyordu. Vietnam savaşını anlatan kitaplar Rusya’daki devrim süreçlerini anlatan kitaplar bize daha yakındı ve daha çok kalıcı oluyordu. Türk yazarlarını çok okumuyordum. Çünkü yaşamları beni çok çekmiyordu, ama sol imajı beni çekiyordu.

Nasıl bir aile ortamında büyüdünüz ve kişilik şekillenmenizde nelere yol açtı?

Ailem kendilerini koruyan insanlardı. Kendi doğalarına görelerdi. Annem bir Alevi kadını olarak kuzuyla, koyunla konuşurdu, toprakla konuşurdu doğa ile bütündü. Ama o zaman bunlara çok anlam veremezdim. Şu anda diyoruz ki; doğa, insana emanettir. Ben Önderlikten doğa ile ilgili çözümleme dinlediğimde annemin doğa ile bütünleşmesi aklıma geliyordu. Annem şahsında yaşanan bu özellik, özünde Kürt kültürel özelliğidir. İçin de yaşadığı doğaya anlam verir ve onu hor görmez. Katıldıktan uzun bir süre sonra annemle konuştuğumda, bana ‘seni koruması için; dağa, taşa dua ediyorum derdi. Doğa inancı olan bir kadın, çevreyle ilgili yönü halen güçlü olan bir kadındı. Şehir yaşamında olsaydım, bunu anlamlandıramayabilirdim, yetiştiğim koşullara ve büyüdüğüm ortama anlam verme, dağ ortamında, gerilla koşullarında ve Önderlik ideolojisini anlamakla gelişti. Şu anda da edebiyat çalışması yapıyor olmam, yazı yazıyor olmam dağ koşullarının etkisiyle oluyor. Ama kökü biraz da türkülere ve deyişlere dayanıyor.

Seni PKK’ye çeken temel faktör neydi? Neden PKK?

Ezilmişliğin, Aleviliğin özünü PKK’de buluyordum. O nedenle ilk katıldığımda Önderlik benim gözümde büyük Pir Sultan’dı, yaşayan Pir Sultan Abdal’dı. Ama Pir Sultan denince bizde uyanan normal bir his değildi, yürüyen bir his anlatan, duyan, bir his içi, dışı bir olan his. Özellikle de bende bir Alevi kadın nasıl olmalı, nasıl yaşamalı arayışı çok güçlüydü. Bu nereden kaynağını alıyor, bulunduğun ortam içerisinde yalnızsın, o toplum senin toplumun değil, ben alevi ve Kürt bir kadındım, okulda ve günlük yaşamımızda bize Türk gibi bakıyorlardı, Türk gibi konuşmamızı bekliyorlardı, ama onun içinde kendimi bulamıyordum. O yüzden küçüklükten beri milliyetçiliği sevmiyorum ve benimsemiyordum. Lisedeyken de bu yaklaşımlardan dolayı Türklerin olduğu ortamlara gitmiyordum, öğrencilerin gittiği kafelerden uzak duruyordum ve okumayı tercih ediyordum. Saatlerce deyiş dinlemek için zaman ayırırdım. Pir Sultan’ı dinlerdim. Mahsuni Şerif-i dinlemeyi severdim. Babamın saza özel ilgisi vardı. Bizim ilgili olmamıza da severek yaklaşırdı. Bizde demek ki doğru bir şey yapıyoruz hissini uyandırırdı. Ben Maraş’ta büyüdüm, bu yöre Alevi katliamından geçmiş, Kürtçe dili çok etkin olmasa da evde Kürt kültürü köklü yaşanıyordu.

Dağa geldikten sonra daha çok neleri yazdınız?

Dağa geldiğimde de günlük tutuyordum. Daha çok girdiğimiz savaş süreçleri, bulunduğumuz ortamlar, şehit arkadaşlar ile ilgili hislerimi yazıyordum. Çünkü kadın gerillalar olarak ciddi aşamalardan geçiyoruz. Bunları yazıyordum. Biz burada yeni bir toplumu oluşturuyoruz. Yeni toplum demek yeni bir anlam dünyası demektir. Nasıl anlam veriyorsun bağın nedir, gücün nedir ulaşmak istediğin şey nedir, kendine nasıl anlam veriyorsun? PKK ile oluşan yeni bir toplum var, doğal olarak bu toplum içerisinde kendine anlam vermeye çalışıyorsun. Yazılarım bunların tümünü kapsıyordu. Ama ben yazar olayım edebiyatçı, olayım popüler olayım diye değildi, yaşadıkların, hissettiklerin, duyumsadıkların ve yapmak istediklerin bir anlam arayışı ve ifade biçimi oluyor edebiyat. Bu anlam bütünlüğü ile yazdığım ve yazmaya devam ettiğim çalışmalarım var.

Pratik sahadayken serbest bir dille şiir yazıyordum, kitap şeklinde değildi, ama parça, parça çıkıyor. “Bir Gün” diye bir şiirim vardı bir ayrılığı anlatıyor, bir arkadaştan ayrıldığımız süreci anlatıyordu. Şiirlerimde genelde özlemek var o dönemde. Çünkü kaldığımız alanlarda o dönemde bir arkadaşım şehit düştü, bu bizi etkiliyordu. Kaybettiğin birini özlemek, çok farklı bir duygu, bunun yanı sıra bazı arkadaşlar ile bir dünyayı paylaşıyorsun sonra o farklı bir sahaya gidiyor sen farklı bir sahaya. Gittiği sahada şehit düşebiliyor. Bu tür hislerimi anlatıyordum. Bunları 2008- 2011 yılında Zagros’ta hareketli ve eylemsel bir süreçte yazdım.

Bir edebiyatçı kadın gerilla olarak savaş ve edebiyatın bağını nasıl kuruyorsunuz?

Bizim yaşamımızda edebiyat ve savaş çok iç içe geçiyor. Edebiyat yaşamı anlatma biçimi. Yaşadığın her şeyi kendi toplumuna duyurma biçimi, yaşadıklarını kendi evreninle paylaşma biçimi, evrendeki insanın da doğa ile ilişkileri vardır. Mesela yürüdüğün patika ile bile bir ilişkin var. Edebiyat bunlarla kendini anlatma biçimidir aslında. Mesela özlemini belki bir patikaya anlatabilirsin, ama bu patika gözünde canlıdır bir toprak parçası değil, üzerinden geçilip gidilen, bir yol değil, insanla o doğa parçası arasında bir ilişkin var. Mesela hissini suya anlatabilirsin, ama bu sadece bir imge değildir. Edebiyat gerçek anlamda yaşamı ifade etme biçimi ise, bizim yaşadığımız savaş da Kürtler olarak kadınlar olarak kendimizi yeniden tekrardan var oluşumuza anlam verdiğimiz içindir. Özellikle önderlik ideolojisi temelinde kendimizi tekrardan cevaplandırmaya çalıştığımız, kendimize hedefler, amaçlar koyduğumuz anları yaşadığımız süreçlerdir, savaş süreçleri.

Yaşadıklarınızın yeterince dili olabiliyor musunuz?

Biz birçok şey yaşıyoruz ama yaşadığımız şeyleri anlatamıyoruz. Bu birçok arkadaşta da böyle yaşanıyor. Yaşadıklarımızı toplumumuza anlatabilsek, çok muazzam bir düzeydir ve derin anlamlara sahiptir. Örneğin; başaran PKK herkesin kafasında var, ama hangi yaşamla başarıyor. Dağda olmamız başarmamız için yetmiyor, savaşıyor olmamız, canımızı veriyor olmamız bile başarmak için yetmiyor. Bizi asıl başarılı kılan nedir? Özgür yaşama yakınlaştıran nedir? Bunları ciddi anlamda anlatma sorunumuz var muhakkak. Bu sorun edebiyatımızı yeterince işletemediğimizden de kaynaklı. Diğer yandan da acayip bir ikilem bence edebiyatı çok derinden yaşıyoruz. Ama bunu yapabilmek için kendinde hangi duyguyu kırman gerekiyor? Mesela kendine göreliği, benmerkezciliği, kendini esas alan düşünceyi kırman gerekiyor. Kendisini düşündüğü kadar karşısındakini düşünen insanı yaratman gerekiyor. Dağa geliyorsun ve doğa sana vahşi geliyor, ama ilişki kuruyorsun. Bu öğrenme sürecinden sonra görüyorsun ki; dağı, taşı her parçası seni koruyabiliyor. Aslında hissediyorsun, edebiyatını yaşıyorsun, bununla kendine bir külliyat oluşturuyorsun. Sistemin oluşturduğu egemen erkek kültürünü kırıp, yeni bir yaşamı oluşturuyorsun. Bu sistem başlı başına bir edebiyattır. O yüzden de bana göre her kadın edebiyatın kaynağıdır.

Edebiyat da yaratmak istediğiniz yeni bir şey var mı?

Önderliğin edebiyat konusunda ciddi bir külliyatı var. Bununla roman ve yazı yazılabilir, yaşanmışlıklar var. Tekrardan kurgulamaya, Kürt insanının tipolojisini tekrardan aramaya gerek yok, oluşmuş tipler çok fazla. Bu konuda koşullarımız yeterince elverişli değil, örgütlememizi tam sağlayamıyoruz. Çünkü halen savaş veren ve savunma sistemini güçlü inşa etmesi gereken bir örgütüz. Edebiyat açısından bu koşulların halen varoluşu dezavantajlar sağlıyor. Dışarıdan bir edebiyatçı gelip bizimle konuşturduğunda, belki çok şey anlatırız, ama kendi edebiyatımızı oluşturma noktasında çoğu zaman o vaktimiz bile olamayabiliyor. Biz kendi anlamımızı kendimiz bulalım, birileri bizi tarif etmesin, biz kendimizi tarif edelim. Bu noktada şunu görüyoruz; bizi çok yanlış tarif ediyorlar; çünkü bizim yaşadığımız ruhsal atmosferi yaşamıyorlar. Bizden haberleri, yok ama bizi yazmaya çalışıyor. Ama şunu biliyoruz ki; biz bu halkın gözünde bir değeriz, gerilla olarak bir anlamımız var. Aynı zamanda bir başarı gücüyüz, bunu biliyorlar ve bu düşüncelerle bizi yazmaya çalışıyorlar. Aslında mermi atan kadın olmak çok kolay bir şey değil, dışarıdan yazanlar daha çok atılan mermiyi tarif ediyorlar, ama o eller o tetiğe nasıl gidiyor, bunu yaşayamaz, hissedemez. O yüzden de bizi kolay yazıyorlar, yazarken de bizi doğrularımızdan kopuk ele alıyorlar. Biz önderlik ideolojisinin eserleriyiz. Hem bunu pratikleştiriyoruz, hem de uyguluyoruz. Bu uygulamalarımızla da bu ideolojiyi kendimizi yeniden şekillendiriyoruz. Zilan ve Arin Mirkan’lar bu felsefenin önemli bir uygulayıcısıdırlar. Bu felsefeyi kanıtlayan kişileridir. Bugün önderlik bunları yazıyor diye herkes benimsiyor değil, bu felsefe fedailerle kendisini herkese kanıtlıyor. O yüzden de bizim bunları anlatmamız ve edebiyatınız yapmamız gerekiyor.

Her yazabilen edebiyatçı olabilir mi, edebiyatçı olmanın ölçüsü nedir?

Bizde edebiyat yazım yeteneği değil yaşam yeteneğidir. Yani yaşamı güçlendirme, yaşamı derinleştirme yenilenen yaşamı anlamlandırma biçimidir. Anlama yeteneğidir. Ben bu konuda Kürt edebiyatçılarını da çok zayıf olduğunu düşünüyorum. Birçok Kürt edebiyatçısı var; halen bunları birleştiren yeteneği sahip değil. Örneğin Nasıl Yaşamalı sorusuna cevap olamıyorlar. Yeni oluşan yeni doğan kürdün nasıl yaşadığından fazla habersizler. Bu kürdün nasıl inşa edildiğinden habersizler. Yazarın nasıl yaşadığı bence çok önemlidir. Biz edebiyatın yaşamdan üretildiğini biliyor ve iknaayız. Mesela bir edebiyatçı kendini yeniden inşa etmeden, dağa gelmiş bir kadını anlatıyor, ama bir yandan da yaşamda kadınla kölece yaşıyor. Ben böyle bir edebiyatı da kalemi de reddediyorum. Benim o kaleme ihtiyacım yok. Mesela bir kalem Heval Zilan’ı anlatacaksa, Zilan’ın toplum için ifade ettiği değere saygılı olması gerekir. Bence bir yazar bunu yapamıyorsa yazmamalıdır. Bu bir ölçüt dür, çok güçlü edebiyatçı olmak, güzel yazı yazmak değil, iyi kalem kullanmak değil, önemli olan güçlü ve değerli yaşamaktır. O halkın ölçülerine göre yaşamaktır. Yeni yaratılan kadının değer biçimine göre yaşamaktır. Kürt edebiyatında bu konuda yüzeysellik var. Önderliğin oturttuğu değerlerin anlaşılmama durumu var. Biz bunu söylerken; demiyoruz Heval Zilan’ı yazan illa gerilla olur. Bunu böyle anlayanlar işin uzağında olan insanlardır. Bu benim için bir ölçüt dür Arin Mirkan’ı yazan bir insan Arin Mirkan’ın oluşturduğu değerlere saygılı olması lazım. Çünkü bunlar toplumun değerleridir. Önderlik mesela bir ölçü koyduğunda; demiyor bunu militan yapsın, bunu halk yapsın ölçü toplumsal ölçüdür ve geneli kapsıyor. Bu ölçüyü bizde toplumun insanları ile beraber oluşturuyor. Bu anlamda Kürt edebiyatçılarında ciddi ideolojik parçalanma var. Mesela ideolojisiz edebiyat arayışı toplum süz bir edebiyat arayışı gibidir.

Edebiyat hangi amaçlarla yapılmalıdır?

Edebiyat yapmak, kitap yazmak sadece maddi amaçlı yapılan, para kazanma teknesi olmamalıdır. Bir insan kitap yazıp bunun üzerinden yaşamını sürdürüyor olabilir. Bunu dışlamak açısından belirtmiyorum. Ama edebiyat çalışmasını bu derekeye indirmek, ciddi zayıflık ve toplum dışılıktır. Kimi PKK edebiyatı, dağ edebiyatı diye sınıflandırıyor. Bazıları dışardan bakınca şöyle düşünebiliyor: PKK bir edebiyat oluşturmuş, ona aitmiş gibi sınıflandırabiliyorlar. PKK’nin oluşturduğu edebiyat, bir Kürt edebiyatı kürdün kendi edebiyatıdır. Burada yaşayan insanlar olarak kendi ulusumuza, kendi öz benliğimize dönüşüm edebiyatını yapıyoruz. Özgürlük hareketi olarak, en büyük hedeflerimizden biri kendimiz olmaktır. Bizi kendimiz yapan şeyi korumaktır. Bizi biz yapan şey nedir? Önderliktir. Onu sonuna kadar koruyacağız, sonuna kadar onunla olacağız. Çünkü o bize kendimiz olma noktasında bir yol, açtı, edep açtı, terbiye açtı. Bunu kendisi yaşayarak, deneyimleyerek açığa çıkarttı. Bunun dışında kazandıracak bir tarz yok. Onun dışında yaşamı hissettirecek, bilinç yok, bilgelik yok benim geldiğim tarihe, aileye, soyuma vereceğim değeri o bana öğretiyor. Onun bilgeliği bu konuda güçlü, bu bir kadın alevi olarak ancak bana, savaşma gücü verebilir. Kendimi bu konuda savaştırabileceğim kadar, kendimi inşa etmeyi yeniden oluşturabilmeyi de öğreten bir insan bilgeliği öğretmenliğidir.

Pir Sultan Abdal’ı bu yaşamda nasıl yaşatıyorsun?

Biz kendi toplumsal özeliklerimizi dağda öğrendik, toplum içerisinde kalsaydım, Pir Sultan’ı belki de çocukluğumun güzel bir anısı olarak kalacaktı. Ama şu an da; Pir Sultan Abdal benim için bir yaşam biçimidir. Deyişleri her şeyi benim için felsefe biçimidir. Öğrendiğim hayattır, öğrendiğim kadar uygulamaya çalıştığım ve topluma anlatmaya çalıştığım bir hayattır. Bu konuda PKK sadece Kürt edebiyatını işlemiyor, burada çok evrensel edebiyat ve anlam gücüde var. Buda kendimiz olduğumuz oranda, tüm halkların insanları oluyoruz ve evrensel bir nitelik kazanıyoruz. Ne kadar kendi topraklarımız için çabalıyorsak, dünya içinde, evren içinde nasıl yaşamamız gerektiği noktasında da yol gösterici oluyor. İdeolojimiz sadece toplumsal değil, aynı zamanda evrenseldir de ve edebiyatımızla da uyumlu ve bütünlüklüdür.     

Temelde hangi edebi konulara yöneliyorsunuz?

Temelde ulaşabildiğimiz şehit arkadaşların yaşamlarını işliyoruz. Çünkü şehit bir arkadaşın yaşamı sadece gerilla yaşamı ile sınırlı değil, toplumu var, büyüdüğü aile ortamı var, gerilla yaşamında kaldığı süreçler ve yaşadığı şeyler oldukça fazladır. Bunları biraz toparlayıp, bir araya getirip arkadaşların anıları biçiminde yansıtmak istiyoruz. Aynı zamanda da biyografilerini, portrelerini oluşturma çabası var. Bu süreçte, bu çalışmaları yapıyorum. Bunun yanı sıra da yaşadığımız, içinden geçtiğimiz süreçleri öyküleştirme, anlamlandırdığımız kimi şeyleri şiir yolu ile ifade etme, bunun dışında kısa kısa denemelerimiz var. Dağda edebiyatın kurumsal çalışması, yeni bir çalışma. Bu çalışma nasıl olmalı, bilinci nasıl işlemeli, bunun teorisi nedir? Hem teorik, hem de pratik olarak yürüyen bir takım çalışmalar yapıyoruz. Bunun tarihsel kökenleri derin olsa da, dağla bütünleştirip, daha güncel boyutları ile taşırma durumu daha önemli oluyor.

Geliyê Tiyarê çatışmasını yazıyorsun olayın bir tanığı olarak, hem nesnel, hem öznel olmak nasıl bir duygu?

2011 yılında Geliye Tiyarê Devrimci Operasyonda şehit düşen 37 arkadaşın portreleri üzerine çalışma yapmıştım. Bu çalışmayı ilk yaptığımda bir edebiyat çalışması olarak yapmadım. Birlikte kaldığımız ve son olayda da kurtulanlardan olduğum için, şehadetlerinden sonra biraz onlarla kurduğum diyaloglar onların yaşamında, hissettiğim şeyleri yazdım. Ama şu an bunları öykü şeklinde yazmaya çalışıyorum. Bunun yanı sıra da olayın meydana gelme esnasını anlatacağım; 3 ciltlik kitap çalışması önümde var. Bunun amacı da, şudur: Bu arkadaşlar bunlardı, bunu yaptılar, şöyle konuştuk şeklinde, geriye kalmaları, benim içimde kalmasın mantığı üzerinden yazıyorum. Henüz bu kitap tam hazır değil. İsmi de “Unutulmasınlar” diye düşünüyorum. Olay sadece uçak saldırısından ibaret değil, buna karşı çok ciddi bir direnişte gösterdiler. Şehadetler çok ağır geldiği için, direniş boyutu çok gündeme gelmedi. O gencecik arkadaşlar nasıl bir direniş içerisindeydiler, destansı bir direniş yaşadık. Şu anda bile ifade etmeye çalıştığımda, olayın tüm korkunçluğu gözlerimin önünde çok canlı. Sonuçta üst üste şehadetler yaşandı. Yanında olan yaralı bir arkadaşının kurtulması için çaba veren bir arkadaş, saat sonra ya kendisi şehit düşüyordu, ya da yaralanabiliyordu. Bu kadar korkunç boyutları olan, ama bir yandan da PKK insanının asıl özü asıl cevheri orada gizliydi. Bunu ifade etmek biraz daha destansı bir dil istiyor. Birde onu anlamlandırarak açığa çıkartmak gerekiyor düz bir dille yazmak çok yetersiz kalacaktır.