Elif Güney babası Yılmaz Güney’i anlattı
AvEG-Kon’a bağlı Londra’da faaliyet yürüten GİK-DER Kültür ve Sanat Festivali bu sene Yılmaz Güney’e adandı. Festival kapsamında düzenlenen panelde Güney’in kızı Elif Güney Pütün, babasını anlattı.
AvEG-Kon’a bağlı Londra’da faaliyet yürüten GİK-DER Kültür ve Sanat Festivali bu sene Yılmaz Güney’e adandı. Festival kapsamında düzenlenen panelde Güney’in kızı Elif Güney Pütün, babasını anlattı.
Festival programı kapsamında düzenlenen panel, 15 Mayıs (Pazar) günü GİK-DER lokalinde gerçekleşti. Panele Yılmaz Güney’in kızı Elif Güney Pütün ve AvEG-Kon Eşbaşkanı Şafak Arabacı’nın konuşmacı olarak katıldı..
Babası Yılmaz Güney’in yaşamı ve geçmişi hakkında kamuoyunda yeterli bilgilerin bulunmadığını belirten Elif Güney şunları söyledi: “Yılmaz Güney’i, Yılmaz Güney yapan bilgiler sınırlı bilinir. Oysa onu Yılmaz Güney yapan onun zorluklarla donanmış yaşam koşullarıdır.
Babaannem, Muş Varto Cibran Aşiretindendir. Küçükken bir evlilik yapmış ve 2 çocuğu vardır. Ancak eşi üzerine kuma getirmiş ve bu duruma katlanamayan babaannem evi terk ederek Adana’ya yerleşmiş. Dedem ise Siverek’li Zaza’dır. O’da 16 yaşında bir kan davası yüzünden Siverek’i terk eder ve Adana’ya yerleşir. Birbirlerini orada tanır ve evlenirler. Yaşam koşulları çok kötüdür. Dedem bir ağanın yanında ırgatlık yapar. 1937 Nisan ayında babam Adana’da dünyaya gelir. Çok küçük yaşlarda (9) çalışmaya başlar. Irgatlık yapar, dana güder ama okulunda çok başarılıdır.
İLK DEVRİMCİ TOHUMLAR
Babam, dedemin ırgatlık yaptığı ağanın oğlu ile aynı sınıftadır. Ağanın oğlu çok başarısız, babam ise başarılıdır. Ağa bunu hazmedemez. İlk farkındalığı bununla yaşayan babamın devrimci ve komünist tohumları ilk o yaşlarda atılmış olur.
Bir süre sonra dedem de bir kuma getirir. Bunun üzerine babaannem Yenice köyünü terk ederek babamla birlikte Adana’ya gider. Babam o zamanlar henüz 12 yaşındadır. Evin geçimi onun omuzlarındadır. Bir sinemada çalışır, gazoz satar, 20-30 kiloluk film bobinlerini o sinemadan bu sinemaya taşır vb. Daha o yaşlarda halkın sinemalara yönelik tepkilerini not eder. Sinema aşkı da o tarihlerde başlar. 1950 yılında yani 13 yaşında Nazım Hikmet’in şiirleri ile tanışır. O şiirlerle birlikte, içine bir ateş düştüğünü söyler. Üstelik o yıllar Nazım’ın ve şiirlerinin yasaklı yıllarıdır.
BİRİKTİRDİĞİ HARÇLIKLARI İLE DÜNYA KLASİKLERİNİ OKUR
Yaşam koşullarının tüm zorluklarına rağmen O, biriktirdiği harçlıklarla dünya klasiklerini okur. 18 yaşına geldiğinde pek çok dünya klasiklerini artık hatmetmiştir.
18 yaşında “3 bilinmeyenli eşitsizlik sistemleri” adlı bir hikâye yazar ve bir dergiye gönderiyor. Dergi bunu yayımlar ve ilk komünizm propagandası davası bu hikâye nedeniyle açılır.
“Bana komünist diyorlar ama ben komünizm nedir bilmiyorum” diyen babam, TKP’yi ziyaret eder. Fakat sorularına orada da yanıt bulamaz. “Herkes yoksulluktan, sömürüden, ezilenden bahsediyor ama bunlarla nasıl başa çıkacağımızı anlatmıyor” der ve araştırma yapmaya devam eder. O dönem dair “Benim siyasal bir aidiyetim yoktu ama benim zaten hayat görüşüm siyasiydi” der o yaşlarda.
İLK FİLM VE İLK TUTUKLANMA
Yaşar Kemal’in Atıf Yılmaz’la birlikte senaryolaştırdıkları “Bu Vatanın Çocukları” filmi için oyuncu aranmaktadır. Yılmaz Güney’i çalışma setlerinde görürler ve aradıkları halk çocuğu görünümüne uygun bulurlar. Hem asistan, hem senaryo çalışan ve hem de aktör olarak ilk defa bu filmle sinemaya atılır.
1961 yılında komünizm propagandası nedeniyle açılan dava sonuçlanmış, 1,5 yıl hapis, 6 ay Konya’da sürgün cezası verilmiştir. Bir film çekimi sırasında gözaltına alınır ve tutuklanır.
O BENİM İÇİN BÜYÜK BİR DEVRİMCİDİR
Babamı, benim için büyük bir devrimci erkek yapan şeylerden biri O’nun, kabadayıların elindeki Konya pavyonlarından birinde şarkıcılık yapan annemi çekip çıkarması ve evlenmesidir. 1963 yıllarında, başka biri bunu yapmaz, yapamazdı.
SİNEMAYI MÜCADELENİN BİR PARÇASI YAPMA KARARI
Cezaevinde iken hem araştırmalarını sürdürür hem de çeşitli kararlar alır. Aldığı kararlardan biri de şudur: “Benim bir davam var ve ben iyi bir yönetmen olmalıyım ki, halkımın yaşadığı acıları, sorunları, çelişkileri filmlerimde verebileyim.”
Fakat sinema dünyası o kadar çirkin bir piyasadır ki tutunabilmek için çok şey yapmak zorunda kalır. 1966 yılında kendisiyle hesaplaşmaya başlar: “Ben kimim? Ne yapıyorum? Neye hizmet ediyorum? Benim bir davam vardı” diyerek “önce kendimden başlamalıyım, hangisi davama zarar verir, hizmetimi hangisi ilerletir bunların hepsini çözmeliyim ” sonucuna varır. 66’dan itibaren filmlerini özenle seçer.
70’li yıllarda siyasi bilinci daha da artıyor. Fakat hala siyasi bir aidiyet kimliği yoktur. Tüm devrimcilere yardım eder. Örneğin, 72 Mart ayında Mahir Çayan ve arkadaşlarını çatı katında saklar. Daha sonra bu nedenle tutuklanır ve 2 yıl Selimiye cezaevinde kalır.
72-74 yılları, bilimsel sosyalizmi öğrendiği yıllardır. “Sosyalist” olarak tanımlanan ülkelerde gerçek sosyalizmin yaşamadığını revizyonizmin olduğunu söyler. “Önderlik kavramında bir itaat var ve bu, bilimsel sosyalizme aykırı bir şey” der.
KÜRT KİMLİĞİNİ KONUŞTURMASI
68’in en önemli filmlerinden biri olan “Seyithan” filmi ile feodal ilişkiler anlatılır ve özellikle de Kürt kimliği ilk kez bu filmde çok ince bir biçimde işlenir. Daha sonra “Umut” ve “Arkadaş” filmleri ile başlayarak sansürlere tabi tutulan, davalar açılan politik filmler çıkarmaya başlar. “Endişe” filminde Kürt işçilerin gündelik hayatlarını anlatır. Bu dönemde çeşitli müdahalelerle karşılaşır ve daha sonra bilinen kaza –ki bunun bir provokasyon olduğu görüşü yaygındır- yaşanır.
SİNEMA YILMAZ GÜNEY’İN BİR KAVGA SİLAHIYDI
Yaşanan darbe ile birlikte çıkardığı filmlere 100 yılı aşkın cezalar verilir ve ülkeyi terk etmek zorunda kalır. 81 de Fransa’ya gider. Sağlığı iyi değildir ama zamanını daha iyi kullanmak için önemsemez. Tüm zorluklarına, olanaksızlıklara rağmen film çekimlerine devam eder.
Kısacası, Yılmaz Güney; sinemayı ve davasını ayrı yerlere koyan biri değildi. Aksine sinema, onun için bir kavga silahıydı.
AvEG-Kon Eşbaşkanı Şafak Arabacı’da, “Devrimci Anadolu’nun yetiştirdiği ender sanatçılardan biri” olarak tanımladığı Yılmaz Güney’in, “toplum için sanat anlayışını” sinemanın merkezine oturtarak yürüten bir sanatçı olduğu vurgulayarak, bu nedenle yeri zor doldurulur hale geldiğini belirtti.