Kürt romanı ülkede daha canlı ve daha cesur

Kürt romanı ülkede daha canlı ve daha cesur

Oxford Üniversite’sinde Kürt edebiyatı üzerine öğretim üyesi ve araştırmacı olarak görev yapan Dr. Özlem Galip* Kürt edebiyat eleştirmenliğine nitelikli bir giriş yaptı.

Galip edebiyatın eve döndüğüne ilişkin fikirlere katılmıyor, ona göre evdeki yeni doğdu. Bu yüzden daha aktif daha canlı ve daha cesur. Dışardaki gibi yurtsuz, melankolik ve çekingen değil. O iddialarına bilimsel kanıtlar sunan yeterince elitist biri. Kürtlerin yakın zamanda çok iyi romanlar yaratacağına ilişkin iddiasının moral amaçlı değil, bir arz-talep meselesi olduğunu belirtiyor. Arzın ve talebin arttığı ortamda rekabetin doğal olarak başlayacağını, bunun da daha iyiyi yaratma çabasını doğuracağını söylüyor.

ANF’nin sorularını yanıtlayan Galip, Kürt edebiyatında kadın figürünün evrimini anlatırken “Las ve Xezal” destanındaki iki kadın figürü aşiretlerinin temsilcisi olarak öne çıktığını ve aşkları için cesurca savaştıklarını belirtiyor. Galip, öte yandan Kak Mir ve Kak Şeyh destanında ise kadınlar, berdellerle değiş tokuş edilen değersiz varlıklar olduğunu hatırlatıyor. Ona göre, modern dönemdeki Kadın, aşkın ve savaşın tam merkezinde yer alan güzel ve cesur bir figür.

-Amed ve İstanbul’daki roman yazarlığı ve yayıncılığına bakıldığında, Kürt edebiyatının eve döndüğü izlenimi ediniliyor. Bu doğru mu, Kürt Romanı Kürdistan’a dönüyor mu?

2000’lerin başından itibaren Kürdistan ve Türkiye’de Kürtçe edebi kitapların sayısında hızlı bir artış gözlenebiliyor. Yani Kürdistan’daki Kürtlerin Kürtçe diline ve edebiyatına olan ilgilerinde tam olarak yok olmasa da yasakların biraz yumuşamasıyla beraber büyük bir artış oldu. Özellikle yeni nesil Kürtlerin Kürt edebiyata karşı çok ilgili olduklarını söyleyebiliriz. Yayınevlerinin çoğalması ve genel dağıtım gibi olanakların oluşmasıyla beraber Avrupa Kürtleri kitaplarını basmak için Türkiye’yi ve Kürdistan’ı ayrıca tercih etmeye başladılar. Bu bağlamda hemen hemen her gün Kürtçe bir kitap yayınlanıyor diyebiliriz. Ama yine de Kürt edebiyatı dendi mi akla ilk sürgün gelir. Çünkü Kürt edebiyatı ve yayıncılığı hem ülke dışında başlamış hem de ülke dışında gelişim göstermiştir. Mesela, Bedirxan ailesinin yaşam öykülerine veyahut Sovyet Ermenistan’ındaki Kürtlere baktığımızda Kürt aydınları ve yazarları Kürt edebiyatına ve kültürüne ilişkin çalışmalarını hem sürgünde hep ülke dışında ortaya koymak zorunda kalmışlar. Yüzyıllardır sürgün ve göç, Kürtlerin bir yaşam şekli halini almış. 1980 darbesinden sonra bazı Kürt siyasi kişilikler için yeniden sürgün yolu göründü ve Avrupa’ya siyasi iltica da bulundular. Bu siyasi Kürtler de Avrupa’da ülke özlemini dindirmek için kendilerine Kürtçenin ve edebiyatının gelimine adadılar. Yani 1980’le birlikte diaspora Kürt edebiyatının gelişimi için önemli bir alan olmaya başladı.

Bu aşamadan sonra özellikle 1990’lı yıllarla birlikte İsveç’te çok ciddi bir entelektüel çaba ortaya çıkmaya başladı.  Firat Ceweri’nin editörlüğünde Nûdem dergisinin yayın hayatına başlamasıyla usta ve yeni yola çıkanların aynı sayfalarda buluşması bu dergiyi bir cazibe merkezi haline getirdi. Mehmed Uzun’un bazı romanlarının tefrika halinde burada yayınlanması, Fırat Cewerî, Hesenê Metê, Rojen Barnas, Mustafa Aydoğan, Silêman Demir, Mehemed Dehsiwar, Fawaz Hûsên, Emin Narozi gibi yazarlar Kürt edebiyatı için önemli eserler verdiler.  İsveç’te Kürt edebiyatının bu denli gelişmesinde İsveç devletinin sadece Kürtlere değil tüm göçmen halkların dillerine yönelik destekleyici yasalarının rolünü unutmamak gerekir. Halen daha Kürt kitaplarının yayını bakımından, Avrupa’da İsveç’in önüne geçebilmiş bir ülke yok.

Son yıllarda Kürtçenin birçok alanda serbestleşmesiyle birlikte daha önce sürgünde yaşayan ya da Türkiye ve Kürdistan dışında yayımlanan birçok eser, Türkiye ve Kürdistan’da yayımlanmaya başlandı. Yukarıda isimlerini zikrettiğimiz yazarlar dışında Türkiye, Kürdistan ve Avrupa ülkelerinde yaşayan Helîm Yûsiv, Jan Dost, Lal Laleş, Yaqob Tilermenî, Kawa Nemir, Şener Özmen, Adil Zozanî, İbrahim Seydo Aydoğan,  Arjen Arî, Ronî War, Hesen Huseyin Deniz, Berken Bereh ve daha birçok yazar ve şairin ürünleri Türkiye ve Kürdistan’da okuyucusuyla buluşabiliyor. Önümüzdeki senelerde Kürt yayıncılığının daha bir ivme kazanacağını düşünüyorum.

ÜLKEDE GELİŞEN EDEBİYAT DAHA CESUR

-Ülkede gelişen romanın, dil anlayışı ve karakterleri açısından nasıl değişiklikler var ve yurtdışında gelişen yazım ile ülkedeki roman arasında nasıl fark var?

Avrupalı Kürtler yine romanlarını yaşadıkları Avrupa ülkelerinde yazıyor ama bir kısmı kitaplarını artık İstanbul ya da Amed’deki yayınevlerinde yayınlanmayı tercih ediyor. Yani Avrupalı Kürtlerin romanlarında çarpıcı bir değişiklik yok.  Avrupa’daki Kürtçe romanlar ve Kürdistan’daki Kürtçe romanlar arasındaki farkı soracak olursanız çok fazla. Öncelikle bir nesil farkı var. Avrupalı Kürt yazarların büyük bir çoğunluğu 1950’lerde Kürdistan’da doğup 1980 askeri darbesiyle birlikte yurtdışına çıkmak zorunda kalmış sürgün siyasilerdir. Seçtikleri konulardan karakterleri biçimlendirmelerine kadar her konuda geçmiş siyasi hayatlarının ve askeri darbenin etkisi altında kaleme alıyorlar romanlarını. Daha çok otobiyografik ve biyografik eserler yazıyorlar. Oysaki Türkiye ve Kürdistan’daki Kürt yazarların büyük bir çoğunluğunu dinamik genç bir grup oluşturuyor. Birçoğu üniversitelerde edebiyat eğitimi almış; Batı edebiyatından haberdarlar. Yeni ve sıra dışı konulara değinmekten çekinmiyorlar. Bazı tabuları ve normları kırma da daha cesur olduklarını da söylemek mümkün. Bunun yanı sıra Türkiye ve Kürdistan’da yazılan romanlarda çatışmalı sürece doğrudan bir gönderme yapılırken, sürgün yazarlar, daha çok savaşın kişide bıraktığı etkiler üzerinde durur. Bu da savaştan fiziksel açıdan uzaklaşmanın, yazarların hikâyelerinin kurgularını da etkilediğini gösterir. Sürgün karakter, daha çok siyasal ve edebi kurumsallaşmanın içindeyken, bu imkân ve kaynaklardan yoksun Türkiyeli karakterler, daha çok sıcak savaşın içinde yer alırlar. Kitim, Hevî Her Dem Heye, Qerebafon, Kurê Zinarê Serbilind, Evîn û Şevat, Gava Ku Masî Tî Dibin, Gava Heyatê gibi romanlar, savaşı militanlar veya peşmergeler gözünden anlatırken,  Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık, Geç Bir Sonbahardı, Birini Öldüreceğim gibi romanlar ise, savaşın kişide bıraktığı etkilere odaklanır.

Avrupa’ya sürgün gitmiş ya da İstanbul’a göç etmiş yazarların romanlarında,  topraklarını terk etmenin ağırlığı altında ezilen karakterler görülür. Geç Bir Sonbahardı ’da Selim, Ferda’yı Avrupa’ya kaçmakla suçlar. Reş û Spî’de Robîn, kaçtığı için arkadaşlarının öldürülüp hapse atıldığını düşünür. Ona geri dönüp bir şeyler yapması gerektiğini söyleyen yaşlı bir adamın siluetini görür roman boyunca. Merhum Mehmed Uzun’un Aşk Gibi Aydınlık, Ölüm Gibi Karanlık romanındaki Kevok, ismi verilmeyen yazarı ve onun gibileri kaçmakla suçlar. Bu bağlamda Avrupa Kürtlerinin romanlarında sürgün olmanın ve mevcut siyasi atmosferi beğenmemelerinden ötürü daha karamsar bir dil kullanıldığı söylenebilir.

DIŞARDA YARATILANLARDA YURTSUZLUK DUYGUSU VAR

-Siz yazarların sürgünde olmasından yola çıkarak roman kahramanlarını analiz ettiğinizi ve bu kahramanların kendilerini Kürdistan’a ait hissedip hissetmediklerini incelemeye çalıştığınızı belirtiyorsunuz. Bu çok ilginç bir nokta, hangi sonuçlara ulaştınız? 

Öncelikle yurtsuzluk ve sürgün olma duygusunun Kürt edebiyatında çok önemli bir yer tuttuğunu belirtmek gerekir. Daha önce belirtmiştim Avrupa’da yazılmış Kürt romanlarının hem toplumsal hem de özel manada biyografik özellikler taşıdığı söylenebilir. Yazarlar kendi yaşamlarından kesitleri, özellikle sürgünlük ve göçmenlik temaları çerçevesinde kullanıyorlar. Böylece yazar, karakterler üzerinden kendi özlemlerini, beklentilerini de dile getirirken,  bu minvalde çeşitli sorular sordurur karakterlerine. Onlar da şöyle sıralanabilir: Olur da bir gün yurdumuza dönseydik ne olurdu acaba? Nasıl karşılanırdık? Geride bıraktığımız çocukluğumuzun yıllarına ait hatıraları görebilir miydik? O hayata alışabilir miydik? Ve en önemli soru olarak da biz acaba şimdi nereye aitiz ya da bir yere ait miyiz? Yazarlar genel olarak bu soruları sorarak okuyucunun karakterlerle ve dolayısıyla yazarla empati kurmasının yollarını ararlar. Bunda elbette, Kürtlerin yüzyıllardır sürgün ve zorunlu göçe tabi tutulmaların da payı yüksektir. Birçok romanın biyografik özellikler taşıdığı daha önce belirtmiştim ve bu yüzden de Kürt yazarların kendi hayatlarından kesitleri romanlarında görmek mümkün. Bunun dışında ülkeden yazan yazarların romanlarında da, göç ve göçmenlik olgusu sık sık işleniyor. Benim doktora tezimde ulaştığım en ilginç sonuçlardan birisi de budur. Yazarlar burada kendilerini bir anlamda “iç sürgün” olarak görmektedirler. Bu yazarların karakterleri de bir şekilde topraklarını bırakıp daha uzak bir kente göç ederler. Karakterlerde, göçmenlik hissiyatı çok yaygındır. Kendi topraklarından ayrılır ayrılmaz, göçmenlik ve sürgünlük psikolojisi yaşarlar. Yabancı topraklarda memleket özlemiyle yanıp tutuşurlarken yıllar sonra döndükleri topraklarda, yabancı ve izole edilme hissiyatlarından kurtulamazlar.  Göçmenliği ve sürgünlüğü ele alan hemen hemen her yazarda, dönüş sancılı ve hayal kırıklıklarıyla dolu olmaktadır. Kısacası sürgündeki karakterler, yurtlarına hep bir gün geri dönme umuduyla yaşarlar ve bulundukları ortama uyum sağlamakta güçlük çekerler. Geriye döndüklerinde de çoğunlukla hayal kırıklığına uğrarlar. Yani kısacası Kürdistan’da yazılmış romanlarda bile sanki sürgün romanlarınkine benzer ağır bir yurtsuzluk, sürgünlük ve göç durumu var. Bu da Kürtlerin statü problemlerinden, halen maruz kaldıkları baskılardan ötürü kimlik sorunsallarından kaynaklanıyor. Yani kendi topraklarında yaşamak bile bazen kişi de göçmen duygusu uyandırabiliyor.

KADININ İHMAL EDİLŞİ EDEBİYATA YANSIDI

-Kürt romanın da kadın karakterler konusundaki fikirlerinizin ilginç olacağını düşünüyorum. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Kadınlara ilişkin sessizlik ve ihmalkârlık kendini edebiyatta da gösteriyor. Kürt edebiyatında kadınlara ilişkin verilerin eksik olmasının nedenleri, gerek birçok tarihi belgelerin günümüze kadar ulaşmaması gerekse bu konu üzerine akademik veyahut popüler bir araştırmanın yoksunluğu olarak sıralanabilir. Her ne kadar kurmaca edebiyattan ziyade tarihi bir belge olarak kabul görse de Kürt kadınlarına gönderme yapan ilk eser 1597 yılında Bitlis emiri Şemseddin Han’ın oğlu Şeref Han tarafından yazılan Şerefname’dir. Farsça olarak yazılan Şerefname genel anlamda Kürt emirlikleri üzerine tarihi bir kronoloji sunarken merkezine almasa da kısmi olarak yer yer kadınlara değiniyor. Kadınların toplumdan izole hayatlarına ve çok eşlilik kültüründen ötürü ezilmişliklerine ve yok sayılmalarına değinerek aslında bir nevi eleştirel bir yaklaşımda bulunuyor. Akabinde 17. Yüzyılda gezi notları ile bilinen Türk gezgin Evliya Çelebi’nin yazılarında Kürt kadınlarına rastlanıyoruz. Çelebi’nin notlarında Kürt kadınlarının pazara bile gitmesi yasakken kadınlar birçok sosyal ortamda yok sayılıyorlar. Evliya Çelebi’nin Kürt kadınları üzerine yazdıklarını abartı olarak düşünenler olsa da Çelebi’nin betimlemelerine karşı çıkan yazılara çok daha sonraları rastlıyoruz.

Örneğin 19. yüzyılın ortalarında Doğubayazıtlı Molla Mahmut Beyazıdi’nin Kürt kadını betimlemeleri, kırsal bölgelerde göçebe olarak yaşayan kadın tipolojisini oluşturma çabasında. Evliya Çelebi’den farklı bir porte çiziyor Beyazıdi. Beyazıdi’nin 1858 yılında yazdığı Kürtlerin gelenekleri ve yaşam şekilleri üzerine olan kitabında göçebe Kürt kadınları her yerde erkeğin yanında yer alabilen bağımsız birer birey konumda çalışkan ve savaşçı bir yapıya sahipler. Yani Kürt kadını yeri geldiğinde kocasına boyun eğen becerikli bir eşken yeri geldiğinde savaş meydanlarında savaşacak tam bir direnişçi. Yerleşik hayata geçmiş Kürt kadınları göçebe Beyazıdi’ye göre Kürt kadınlarının gösterdiği direnişe sahip olmasalar da Kürt kadınları genel anlamda üretimin içinde olan sosyal bireyler. Ancak ‘kadın namustur’ inanışı o dönemde de kadının hayatını zindan ederken bazen kadınların hayatına mal olan bir anlayış.

Batılı gezginlere ve araştırmacılara rağmen Kürt kadınları komşu oldukları Arap, Fars ve Türk kadınlardan daha fazla özgürlüğe sahipken köyde yaşayan Kürt kadınlarının şehirlerde yaşayanlara nazaran daha çok inisiyatif sahibi olup üretimin içerisinde doğrudan yer alıyorlar. Yazılı Kürt edebiyatının temelini oluşturan sözlü Kürt edebiyatında yani destanlarda da Kürt kadınlara ilişkin çelişkili durumlar dikkat çekiyor. Örneğin Las ve Xezal adlı destanda iki kadın figürü aşiretlerinin temsilcisi olarak öne çıkarken aşkları için cesurca savaşırlar. Öte yandan Kak Mir ve Kak Şeyh destanında ise kadınlar, berdellerle değiş tokuş yapılan değersiz varlıklar niteliğinde. Ancak genel anlamda Kürt destanlarının büyük bir çoğunluğunda, kadınlar birbirlerine kavuşamayan aşk hikâyelerinin başkahramanları olarak karşımıza çıkarlar. Mem ve Zîn, Zembîlfiroş ve Derwêşê Evdî buna sadece bir kaç örnek. Bu tarz aşk temalı destanlarda kadınlar, genellikle büyüleyici güzellikleriyle tasvir ediliyor.

Kürt edebiyatı dendi mi Kürt klasik şairlerine değinmeden olmaz. Kürt şiiri için çok önemli birkaç isimden söz edilecek olursa, Elî Herîrî, Melayê Cizîrî, Melayê Bateyî, Mele Perîşan ve Feqiyê Teyran sayılabilir. Medreselerde yetişen bu çok önemli şahsiyetler, Arapça ve Farsça eğitim görmelerine rağmen Kürtçe şiirler ve divanlar yazmışlardır. Hatta denilebilir ki Ehmedê Xanî’den önce Kürt dilinin yazınsal değerinin farkına varan ve bunu milliyetçilik derecesinde savunan kişi Melayê Cizîrî’dir. Melayê Cizîrî’nin şiirlerinde tasavvufi konular ve imgeler başat olmasına rağmen, şiirlerinin temel teması aşktır. Şair evrende var olan güzelliği ilahi bir güzelliğin simgesi olarak isler. Aşkta da aynı mecrada ilerlemiş̧ ve Selma’ya yani sevdiği kadına duyduğu aşk zaman içinde öze duyulan aşka dönüşmüştür. Yani Kürt edebiyatında kadına olan aşk her dönemde vardır.

Cegerxwîn ise geride bırakılan yüzyılın en önemli sairlerindendir. Hâlâ da öyledir. Yüzlerce şiirden oluşan on divanı, birçok öyküsü, Kürt kültürü ve tarihi üzerine araştırmaları, sözlük çalışmaları vardır. İlk şiirlerini daha çok yurtseverlik ve ulusal meseleler üzerine yazdı. İmamlık döneminde çıktığı yolculuklarda Kürtlerin uğradığı zulmü gördü. Onların gündelik hayatlarında karşılaştıkları zorlukları, köylüyü, ağaların zulmünü; Kürtlerin mertliğini, yiğitliğini, savaşçı yapısını şiirlerinde islerken kadınları da hep öne çıkardı.

Modern Kürt edebi eserlerde Kürt ulusal mücadelesinin etkisinin çok yoğun olduğunu belirtmek gerekir. Bu bağlamda savaşın ve zulmün gölgesindeki hayatlar anlatılır. Kadın, aşkın ve savaşın tam merkezinde yer alırken hem güzel hem de cesurlar. Örneğin kimi Kürt romanlarda cesur bir gerilla olarak karşımıza çıkan kadın imgesi, kimi romanlarda sözünden sakınmayan hakikatli ve fedakâr bir annedir. Yani aslında kadınlar Kürt edebiyatında bir şekilde hep yer aldı da kadınlar, bağımsız bireyler olmaktan ziyade ya kahramanın kardeşi, annesi, esi, sevgilisi veya âşık olunan kişi olarak çıktı karşımıza. Bu minvalde akan romanlarda bazı istisnalar da söz konusudur. Birini Öldüreceğimdeki Diana, Ask Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karalık’taki Kavak, Bavfileh’teki Nadyazîn ile Leyla Figaro’daki Leyla hariç, birçok kadın mücadele etmekten yoksun, pasif ve çaresiz çizilmişlerdir. Savaşın en çok etkiledi kadınlar olmasının yanı sıra, toplumun onlara dayattığı normlarla istemedikleri bir yasam sürerler. Politik sebeplerden ötürü sevdiğine kavuşamayan bir genç kız, ya da oğlunu dağda yitiren bir anne. Her iki senaryoda da hem iç hem de dış̧ savaşta en çok ezilen, horlanan ve baskı gören yine kadınlardır.

ROMANDA ARZ TALEP ARTIŞI REKABETİ ARTIRACAK

-Bir söyleşinizde Kürtlerin yakın zamanda çok iyi romanlar yaratacağını söylüyorsunuz, bunu hangi gelişmelerden yola çıkarak iddia ediyorsunuz?

Öncelikle yasakların hafiflemesiyle beraber Kürtçe yayıncılığı çok arttı. Arzın ve talebin arttığı ortamda rekabet doğal olarak başlar ve yazar daha iyi yazmak için farklı çabalar içerisine girer. Daha önce konu ve biçim ne olursa olsun Kürtçe yazmak yeterliydi çünkü amaç edebiyat yoluyla Kürtçe dilinin geliştirmekti. Ancak artık bu yeterli değil. Sadece Kürtçe yazmanın değil ayrıca iyi bir eser yazmanın önemli olduğu bir ortam oluşmaya başladı. Bu koşullarda elbette kalite artar. Artıyor da. Kürt yazarları artık daha çok okumak, daha çok araştırmak durumundalar. Son dönemlerde yazılmış Kürt romanlarındaki sıra dışı konu ve formlara bakılacak olursa Kürt romancılığındaki gelişim devam edeceğe benziyor.

-Türkçe yazan Kürt yazarlar konusunda bir tartışma yarattınız. Farklı bir konsept oluşturmak gerektiğini vurguladınız. Bu konsept konusundaki fikirleriniz hangi düzeyde?

Verdiğim konferanslarda ve yaptığım konuşmalarda en sık karşılaştığım soru, Kürt edebiyatına neden sadece Kürtçe ile yazılmış romanları dâhil ettiğimdi. Yani bazı kişilere göre Türkçe yazan Kürt yazarları da Kürt edebiyatı kisvesi altında düşünmek gerekiyor. Yaşar Kemal gibi; Suzan Samancı gibi. Aslında Kürt olmanın yapılan edebiyata birebir etkisi olmayabilir. Nice Kürt yazarları var ki eserlerinde Kürtlüklerine dair herhangi bir ibareye rastlamıyorsunuz. Ancak her iki dilde yani hem Türkçe hem Kürtçe yazan yazarların eserlerinde durum biraz farklıdır. Eserlerinde diller arası bir geçiş yâda iki kültüre ait motiflerin bir kitapta toplanması söz konusu olabiliyor. Ben her defasında bir edebi eserine ya Türk edebiyatıdır ya da Kürt edebiyatı diye keskin ayrımlarla yaklaşmamak gerektiğini vurguluyorum. Hem Türk edebiyatını hem de Kürt edebiyatını kapsayan yeni bir konsept oluşturmamız gerekiyor. İngilizce yazan Hintli yazarların tartışıldığı ayrı bir edebi platform var örneğin. Salman Rushdie İngiltere’de büyüyen ve İngilizce yazan bir Hintli yazar. Hiç bir edebi eleştirmen veyahut okur, Rushdie’yi İngiliz edebiyatı kategorine koymaz. Hem Hint hem de İngiliz kültürünü ve yazınını birleştirmiş yazarlar,  Anglo-Indian konseptiyle tanımlanırlar. Bizim de benzeri bir konsept oluşturmamız gerekiyor.

-Kürt edebiyatı için eleştirmen ihtiyacı ve bu konudaki çabaları nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Kürt edebiyatı büyük bir hızla gelişirken aynı şey ne yazık ki eleştiri dünyası için geçerli değil. Eleştiri bazen yazarın politik görüşlerine göre şekillenirken bazen de çok sığ analizlerle geçiştiriliyor. Derinlemesine bir analizden yoksun eleştiri yazılarıyla karşılaşıyorum. Bir yazarın illa ki iyi bir eleştirmen de olması gerekmiyor. Kürt edebiyatı eleştirmenlerine baktığımızda bu kişilerin aynı zamanda edebi yazarlar olduğunu görüyoruz. Hâlbuki eleştiri başlı başlına ayrı edebi mecradır. İllaki eğitiminin alınmasına gerek yok ancak bir eseri eleştirirken dikkat edilen bazı hususlar vardır. Örneğin bir roman incelendiğinde kullanılan sembol ve alegorilere, izlenilen temalara, karakter tasvirlerine bakılır. Bu tarz elementleri teker teker incelemeden bir roman iyidir ya da kötüdür demek yeterli olmaz. Elbette ki eleştirinin kalitesi yine edebiyatının kalitesinin artmasıyla mümkün olacaktır. Dünyanın her yerinde Kürt edebiyatına ilgili iyi eğitimli ve dili iyi kullanan o kadar çok genç gördüm ki her şey yeterli koşulların oluşması meselesi olduğunu düşünüyorum. Bu yüzdendir ki anadilde eğitim şarttır. Aksi takdirde Kürt edebiyatı elit bir kesimin elinde kalıp halkın genelinden kopar.

Dr. Özlem Galip*,  1982 yılında Şırnak’ta doğdu. Selçuk Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamladı. İngiltere Metropolitan Üniversitesi’nde “Edebiyat ve Modernizm” üzerine ikinci yüksek lisansını yaptı. Exeter Üniversitesi Kürt Çalışmaları Bölümü’nde Kürtçe roman üzerine doktora çalışmasını tamamladı. Şimdi Oxford Üniversite’sinde Kürt edebiyatı üzerine öğretim üyesi ve araştırmacı olarak görev alıyor. İstanbul’daki Sel Yayınları’ndan 2010 yılında  Abidin Parıltı ile birlikte Kürt Romanı Okuma Kılavuzu adlı kitabı yayınlandı. Imagining Kurdistan: Identity, Culture and Society (Kürdistan’ı Hayal Etmek: Kimlik, Kültür ve Toplum) adında İngilizce kitabı İngiliz yayınevi I.B. Tauris tarafından önümüzdeki yıl yayınlanacak. Dr. Galip, ABD, Barselona ve İsrail başta olmak üzere birçok ülkede Kürt romanı üzerine konferanslar verdi.