Sabır ve aşk işidir yazmak
Serhat’ın uzun kış gecelerinde babasından dinlediği hikayelerle yazma, yazarak derdini anlatma telaşına düşen Yazar ve Sinemacı İlham Bakır, eserlerinde Kürdistan gerçekliğine ilişkin toplumsal mesajlar veriyor.
Serhat’ın uzun kış gecelerinde babasından dinlediği hikayelerle yazma, yazarak derdini anlatma telaşına düşen Yazar ve Sinemacı İlham Bakır, eserlerinde Kürdistan gerçekliğine ilişkin toplumsal mesajlar veriyor.
Serhat’ın uzun kış gecelerinde babasından dinlediği hikayelerle yazma, yazarak derdini anlatma telaşına düşen Yazar ve Sinemacı İlham Bakır, eserlerinde Kürdistan gerçekliğine ilişkin toplumsal mesajlar veriyor. “Hikayeler biraz da yazarın kendisi ile yüzleşme yöntemidir” diyen Bakır, “Devrim ve sanat tutku olmadan gerçekleşmez. Yazmak sabır ve aşk işidir. Biz Kürtlerin yazacak çok şeyi var. Tutku ile sevgi ile birikerek ve emek vererek yazın” dedi.
Yazar ve Sinemacı İlham Bakır sorularımızı yanıtladı:
Yazma serüveniniz nerden başlıyor, kaynağına inebilir misiniz?
Bitlis’te Türk bir anne ve Kürt bir babanın çocuğu olarak dünyaya geldim. Babam bir yandan yaşama dair emek üretip, yaşamdaki en kutsal şeyin emek olduğunu öğretirken bir yandan da küçükken anlattığı hikayelerle beni yazmaya teşvik ediyordu. Ona çok şey borçluyum. Küçükken babamdan dinlediğim Mirza Mihemed hikayeleri yaşadığım dönemi, coğrafyayı ve babamı tanımlamama yardımcı oldu. Öte yandan bir Türk olan annemin çocuklarının cezaevine girmesi üzerine Kürt mücadelesiyle tanışarak bu mücadelenin kadın hareketinde yarattığı emeği sahiplenmesi üzerine yaşamımız tamamen değişti. Annemin mücadeleci, babamın emekçi kişiliği benim yaşama doğru ve ahlaki bir yerden dahil olmamı sağladı. İlk olarak Ege Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı eğitimi aldım. Daha sonra sinema ve tiyatro ile ilgilenerek drama ve sinema eğitimi aldım.
4 yıldır Diyarbakır’da yaşıyorum. Diyarbakır’a gelmem Kürtçe ile yeniden buluşmam ve yazmaya başlamamda çok etkili oldu. Edip Cansever’in çok sevdiğim bir dizesi vardır; “İnsan yaşadığı şehre benzer.”
Üniversite sürecinden bu yana bir yandan sinema ile uğraşırken diğer yandan da sürekli şekilde yazıyordum. Bu iki eylemin birbirinden çok farklı olduğunu düşünmüyorum. Mesela Yılmaz Güney çoğu zaman iyi bir sinemacı olarak nitelendirilir ancak o, iyi bir sinemacı olmasının yanı sıra çok iyi bir öykü yazarı ve degbêj’dir. Bildiğiniz gibi Yılmaz Güney’in sineması da dengbêj sinemasıdır. Yazdığım öyküler ve senaryoların çoğu Kürdistan’a yani bu coğrafyaya ait öykülerdi. İzmir’de durup Kürdistan’a dair yazmak ciddi problemler oluşturuyordu. Bu nedenle öykülerimi ait oldukları halkın içinde yazmak istedim ve Diyarbakır’a yerleşme kararı aldım. Kürtler çok tarihi bir direniş döneminden geçiyor. Bu anlamda karınca kararınca bu direnişin bir parçası olmak benim için çok onur verici.
Yazma fikri ya da ihtiyacı nasıl oluştu?
Babamın anlattığı hikayeler nedeni ile çok büyük bir okuma hevesi bulaştı. Bendeki okuma istemi ciddi bir hastalık gibiydi. Fazla imkanımız olmadığı için elimize ne geçerse okuyorduk. İyi bir okur olmadan iyi bir yazar olunamaz. Her şey bir kenara çok fazla yaralandığımızı düşünüyorum. Sadece fiziksel olarak değil; birey ve halk olarak da birçok anlamda yaralanmışız. Dilimiz, kültürümüz, bedenlerimiz yaralı. Psikolojik ve fiziksel olarak işkence tezgahlarından geçmişiz. Bu nedenle anlatma ihtiyacı duydum. Çünkü anlatmak insanın var olma şeklidir. Benim için okumak, yazmak, anlatmak, anlamak , film izlemek kendini var etme şekilleri. Yazarken çok büyük bir haz almanın yanı sıra sorumluluk duygusu da söz konusuydu. Bu halkın görmezden gelinemeyecek kadar devasa bir mücadelesi var. İşte biraz da bu mücadelenin içinde yer alabilmek için yazma ihtiyacı duydum.
Hangi tür kitaplar yazıyorsunuz?
Ben uzun yıllardır öykü yazıyorum ancak öykülerimi kitap olarak yayımlamak fikri çok da sıcak baktığım bir fikir değildi. Bu nedenle daha çok dergilere yazdım. Gazetelere ve dergilere yazdığım yazıların yanı sıra Fistana Sor adlı bir tiyatro oyunu yazdım. Fistana Sor’da kadının toplumdaki eril düşünce sistemine karşı var olma mücadelesini anlattım. Bir de Kış Kapısı adlı bir öykü kitabım var. Bu kitabı 4, 5 sene önce yazdım ancak yayımlamak noktasında hiçbir girişimde bulunmadım çünkü benim ilgilendiğim öykünün yazım aşamasıydı. Yazdıktan sonra aynı iştah ile yaklaşamıyorum. Belki biraz mahçubiyet ya da mütevazilik var bilmiyorum ama yayım kısmı beni çok ilgilendirmiyor. Bu nedenle uzun bir bekleme süresinin ardından yayımlanan kitabım hakkında insanlar neler diyecek diye merak etmiyor değilim. Daha önce var olmayan bu merak kitap yayımlandıktan sonra oluşmaya başladı o da kitabın büyüsü galiba.
Gelelim öykülerinizdeki konu ve kahramanların özelliklerine…
Kış Kapısı meteforik bir tamlama. Kapı, bir eşiktir. Bir yerden başka bir yere geçmek için kullanılan bir araçtır ancak bazen iki tarafa da geçemeyip arada kalırsınız. Bu nedenle 6 öyküm de arada kalmış karakterler barındırıyor. Kitabı oluşturan ve kitaba ismini veren Kış Kapısı hikayesindeki kadın karakter de bunlardan biri. Kahramanımız küçük yaşta zorla evlendirilmiş ve gelin olarak gittiği evin kapısından içeri girerken yüreğinde bir üşüme, titreme yaşamış dolayısıyla da o kapı onun için bir kış kapısı olmuş. Sonra genç yaşında kendinden yaşça büyük eşini kaybetmiş. Eşini kaybettikten sonra bir başka adama aşık olmuş o adam ile evlenmek istemiş ama evlenmesi durumunda da çocuklarından vazgeçmek zorunda kalmış; yani arada kalmış bir karakter. Yine Araf, hikayesindeki karakter ise siyasi fikirleri nedeni ile yurt dışına çıkmak zorunda kalmış ve mülteci hayatı onun için arafa dönüşmüş bir karakterimiz var. Gözaltı, işkence durumlarına maruz kalmış ve çıktıktan sonra da yaşamla gerekli bağı kuramamış. Bunun yanı sıra kendisine yardım etmek isteyen ve yaralarını saran kadına bir türlü yanaşamamış o aşkı yaşayamayıp arada kalmış. Zorla askere götürülmüş ve askerde tarafı olduğu hareket ile çatışmak zorunda kalmış, orada ateş etmemek üzere komutasındaki askerlere emir verip bu nedenle 12 yıl içeride kalmış çıktığında ise başka bir siyasi harekete dahil olan aşık olduğu kadını ölüm orucunda bedeni erimiş halde bulup bunun arada kalmışlığını yaşamış.
E tabi bu arada kalma durumu biraz da yazarla alakalı. Ben de kendimi arafta hissettim çünkü; ahlaki, politik ve insani olarak karşı olduğum bu sisteme uzak durmaya çalıştım fakat bunun karşıtı olan siyasi iradede yeterince söz sahibi olup gerekli yerlerde bir bütün olarak kendimi katamadım. Böyle olunca da iki yaşam arasında kaldım. Bu anlamda yarattığım her karaktere kendimden birer parça yükleyerek kendim ile yüzleştim. Bu da kendim ile başa çıkabilmem için bir yöntem. Böyle oluştu bu hikayeler.
Neden hikayeleriniz çoğunlukla kış mevsiminde geçiyor?
Evet bütün hikayelerde kış var gerçek ve meteforik anlamda kış. Kış iki anlamda önemli; birincisi biz hikayeleri kışın dinledik, İkincisi ise Bitlis gibi bir kış memleketinde büyüdüm. Kar çok iyi tanıdığım bir karakter benim. Yazdığım hikayelerden birinde Mehmet Sıddık karakteri babam. Babam da kışın kar küreyerek geçimini sağlardı. Bu anlamda da kış benim için başlı başına bir karakter benim hikaye kitabımda.
Yeni nesil yazarlar, sinamacı ve sanatçılarla ile ilgili izlenimleriniz neler? Eleştirileri ve önerilerinizi de alalım?
Yazar, şair, senarist ve diğer sanatçılar kafasındakini dışa vurmakta çok aceleci davranıyor. Böyle olunca da hikayeler bilinçte ve ruhta demlenmiyor maalesef. Devrim ve sanat tutku olmadan gerçekleşmez. Yazmak sabır ve aşk işidir. Aşkla yaklaşmayıp hemen bir ürün yaratmak istemek bu çağın en büyük hastalıklarındandır. Bu anlamda Kürtlere çağrım yazmalarıdır. Yazacak çok şeyimiz var. Tutku ile sevgi ile birikerek ve emek vererek yazın. Dönüp baktığımızda Kürtlerin son 40 yıllık devasa direnişi sırasında Maksim Gorki’nin Ana’sını aratmayacak güzellikte, hatta bu güzelliğin kat be kat üstünde hikayelerle doludur. Her Kürt kadını bir hikayedir. Ben sadece annemin hikayesini anlatmaya çalışsam 4 ya da 5 roman yazabilirim. Kürtler dünya üzerinde kimseye bahşedilmeyen müthiş bir konu ve hikaye bolluğuna sahiptirler. E tabi bunca Kürtlük barındıran hikayeyi Türkçe yazmak da çok yerinde olmaz. Bu nedenle Kürtçe yazmaya gayret etmeliyiz. Kürt olmanın -Kürtlüğü bir etnisite olarak değil tarih içerisinde oluşan bir kimlik olarak ele alıyorum- Kürtlüğün yaşayabilmesi ve dünya kültürüne katkı sağlayabilmesi için dili sahiplenerek yazmak gerekli bir adım. Her Kürdistanlıyı biriktirdiği hikayeleri Kürtçe yazmaya davet ediyorum.