28 Şubat'ın bir yılı-Selahattin Erdem

28 Şubat 2015 günü Dolmabahçe’de HDP ve AKP heyetlerinin yaptığı ortak açıklama üzerinden tam bir yıl geçti. Açıklamayı yapan HDP heyeti, aynı zamanda HDP’nin İmralı heyeti idi....

28 Şubat 2015 günü Dolmabahçe’de HDP ve AKP heyetlerinin yaptığı ortak açıklama üzerinden tam bir yıl geçti. Açıklamayı yapan HDP heyeti, aynı zamanda HDP’nin İmralı heyeti idi. Bu heyetin kamuoyuna okuduğu açıklama ise demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü için Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın hazırladığı müzakere metniydi. AKP Heyeti de metni olumladığı ve ortak çalışmaya evet dediği izlenimi veriyordu. 

Aslında HDP Heyetinin okuduğu metin, İmralı’da ve dışarıda bir dizi tartışma sonucu hazırlanmış olan ortak metindi. Bu nedenle adına "Mutabakat Metni" dendi ve "Dolmabahçe Mutabakatı" olarak anıldı. Her ne kadar Tayyip Erdoğan’ın reddetmesi sonucunda AKP Heyeti sonunda sahip çıkmasa da, gerçek aslında buydu. Hatta PKK’nin bile kısmi itirazlarına rağmen, söz konusu metnin 28 Şubat günü kamuoyuna açıklanmasını bizzat Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan sağlamıştı. 

28 Şubat günü söz konusu mutabakat metni Dolmabahçe’de kamuoyuna açıklandığında barış ve demokrasinin geleceği yönünde ne kadar da güçlü bir iyimserlik ortaya çıkmıştı! Birçok çevre neredeyse "Artık bu işin bittiğini, Kürt sorununun çözülüp Türkiye’nin demokratikleşeceğini" derinden düşünür ve buna inanır hale gelmişti. Neredeyse ülkede bir bayram havası vardı. Yüzler gülüyor, insanlar bu işin nasıl ilerleyeceğini yüksek sesle tartışıyordu.

Şimdi söz konusu Dolmabahçe Mutabakatı üzerinden tam bir yıl geçmiş bulunuyor. Tarihi 28 Şubat Dolmabahçe Açıklamasının birinci yıldönümü yaşanıyor. Bugün "Daha bir yıl önce toplumsal ve siyasal hava bu denli barışçı ve de umutluydu" dendiğinde neredeyse kimse inanmıyor. Bugün yaşananların dehşeti altında insanlar bir yıl önceyi neredeyse hatırlayamıyor. Neredeeen nereye? Bir yıl içinde yaşananların belki de bir benzeri bulunmuyor.

Peki o denli barışa ve demokratik çözüme yakın olunan bir ortamdan bugünün dehşet tablosuna nasıl gelindi? İnsanlar böyle bir tehlikeyi neden göremedi veya eğer gördüyse neden önleyemedi? İşte böyle can alıcı soruları herkesin açıkça sorması ve tutarlılıkla cevaplar vermesi gerekiyor. 

Eğer bir yıl öncesinin o denli barışa yakın ortamından bugünün topyekûn savaşına nasıl gelindi, anlayamadık denilirse, tam doğru söylenmemiş olunur. Her şeyi zamanında ve yeterince gördük denilirse de doğru söylenmemiş olunur. Kuşkusuz bu gerçekleri görenler ve anı anına bilinçli yaşayanlar da vardı, kendi dar ve hayal dünyasında nereye götürüldüğünü göremeyecek kadar kör olanlar da vardı. Basit yaşayan insanlar elbette yarını göremezler. Bazen de yarını görse bile, insanın gücü yaşamı istediği gibi örmeye yetmemektedir. 

Kuşkusuz bir yıl öncesinden bugünü göremeyen koskoca bir toplum vardı. Belki de bu satırları okuyan herkes bu toplumun içinde yer alıyor. Ama bir yıl öncesinden bugünü gören insanlar da vardı. Elbette bu insanların başında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile Türk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan geliyor. Fakat bu gerçeği görmelerine rağmen görüşlerinin birbirine tam karşıt olması, mevcut gelişmeleri engellemek bir yana, bunun ortaya çıkaranı olmuşlardır.

Bir söz var, eğri oturup doğru konuşalım deniyor. Şimdi gerçekten eğri oturup doğru konuşmanın ve Sezar’ın hakkını Sezar’a vermenin zamanıdır. Her türlü engele rağmen, Dolmabahçe mutabakatının yaratıcısının ve ilan ettiricisinin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Önder Abdullah Öcalan bununla da yetinmemiş, adeta feryat edercesine "Eğer bu mutabakat işlemezse herkesi yakacak bir savaşın gelişeceği" konusunda açık uyarı yapmıştır. 

Arşivler ortadadır; açılıp bakılarak kimin ne söylediği ve ne yazdığı rahatlıkla bulunabilir. "Çözüm Sürecinin" devam ettirilmesi ve müzakere süreci biçiminde geliştirilmesi konusunda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın nasıl adeta çırpındığı ve elindeki tüm imkânları kullandığı görülebilir. Fakat içinde tutulduğu İmralı sistemi nedeniyle elbette imkânları sınırlıdır ve bu nedenle de bugünkü durumun ortaya çıkmasını engelleyememiştir. Kaldı ki her türlü eşiği aştığını ve diktatörlüğe ulaştığını sanan Tayyip Erdoğan’ın bilinen tutumu ve saldırıları karşısında engellemesi mümkün de değildir. 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın insan üstü çabayla çözüm sürecini ilerletme tutum ve çalışmasına rağmen, Türk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın hemen Newrozun ertesi günü Dolmabahçe Mutabakatını reddeden, çözüm sürecini bitiren, hatta İmralı ve Oslo görüşmelerini bile inkar eden açıklamalar yaptığını herkes bilmektedir. "Kürt sorunu yoktur" ve "Dolmabahçe açıklaması yanlıştır" diyerek süreci sona erdirdiği tartışmasız ortadadır.

Gerisi geçen bir yıldır Tayyip Erdoğan’ın ihtirasları temelinde ülke ve toplumun bugün içine sürüklendiği felakettir. Türkiye’deki durumu felâketten başka bir kelime ifade etmemektedir. Saddam ve Esad yönetimlerinin bile yapmadığı oranda şehirleri tahrip eden ve halkı katleden bir tutuma başka ne denir! Kuzey Kürdistan’daki soykırım Halepçe’yi de, Mahabat’ı da çoktan aşmıştır. Türkiye’yi bölünme noktasına getirmiş olan bir siyaset ve uygulama herhalde başka türlü izah edilemez. 

Bugünkü durumu herkesten çok Tayyip Erdoğan’ın yaratmış olduğu tartışmasızdır. Elbette içeride ve dışarıda suç ortakları da vardır ve hem de az değildir. 2015 yılı Mart sonunda çözüm sürecini bitiren Tayyip Erdoğan’ın kendisidir. Nisan'dan Haziran'a kadar çok sert bir seçim kampanyası yürüten yine odur. Bu konuda biraz esnek tutum alan AKP’yi adeta sertliğe kendisi yöneltmiştir. 7 Haziran seçim sonuçlarını kabul etmeyen ve işlemez kılan Tayyip Erdoğan’dır. Hükümet kuruluşunu kendisi engellemiştir. 24 Temmuz saldırısını kendisi hazırlamış ve başlatmıştır. 1 Kasım sivil darbesini düzenleyen kendisi olmuştur. Kürdistan’da bugün yürütülen soykırımın komutanlığını da Tayyip Erdoğan yapmaktadır.

Tayyip Erdoğan’ın bu süreci 2015 yılı Mart sonundaki açıklamalarıyla başlattığı tartışmasızdır. Bunu da 30 Ekim 2014 tarihli MGK toplantısının aldığı topyekûn özel savaş kararı temelinde yapmıştır. Hatta bu süreci 15 Eylül 2014 DAİŞ’in Kobanê saldırısıyla başlattığı da açığa çıkmıştır. 2014 Eylülü'nde hazırlanıp da 30 Ekim MGK toplantısında karar haline getirilen "Çöktürme Eylem Planı" bunu açıkça ifade etmektedir. Bugün uygulananın söz konusu bu plan olduğu tartışmasızdır. 

Bütün bunları gerçekler tam olarak bilinsin diye böyle yazma gereği duyuyoruz. Çünkü hala mevcut savaşı PKK’nin çıkarmış olduğunu söyleyenler var. Tabi eskisi gibi açıktan ve yüksek sesle söyleyemiyorlar, ama yine de sızlanarak da olsa böyle düşünüp söylüyorlar. Yine çözüm sürecini PKK’nin bitirdiğini iddia edenler var. Tarihe "Kürt soykırımcısı hükümet" olarak geçen Ahmet Davutoğlu Hükümetinin başta Cizre, Sur, Silvan, Silopi, İdil olmak üzere Kuzey Kürdistan kent ve kasabalarını tank ve topla harabeye çeviren uygulamalarını PKK ve halkın direnişine bağlayanlar var. Tüm bunların yanlıştan öteye kuyruklu yalan olduklarını bir kez daha göstermek için bunları yeniden yazmak istedik. 

Bir yılda Türkiye ve Kürdistan nereden nereye geldi?! Artık bir yıl öncenin hayal gibi de olsa barış ve çözümünden eser bile yok. Neredeyse hiç kimse anımsamıyor ve konuşmuyor bile. 28 Şubat Dolmabahçe açıklamasının birinci yıldönümünde yaşanan durumun iki boyutu var. Birincisi mevcut AKP Hükümetinin uyguladığı faşist terör ve soykırımdır ve insanlık suçu işleme temelinde bunlar yapılmaktadır. İkincisi ise, özyönetim ilânları temelinde Kürt halkının yerelden geliştirdiği öz savunma direnişidir ve Kürdistan’ın tüm kent ve kasabalarında yürütülen bu direniş bugün Cizre ve Sur direnişleriyle anılır hale gelmiştir.

Faşist AKP Hükümeti ve onun kara yüzlü çeteleri, Cizre’de yaralı insanları benzin döküp cayır cayır yakmasına rağmen, bir tanesini bile teslim alamamış ve bir tekine diz çöktürememiştir. Bu faşist çeteler, Cizre başarısızlığını Sur’da giderebilmek için her gün mikrofonlarla "Teslim olun" çağrıları yapmakta ve adeta Sur direnişçilerine yalvarmaktadır. Zaten bu yalvarmanın kendisi bile açık bir yenilgi durumudur. Dahası Sur direnişçileri de Cizre ve diğer kentlerdeki kahramanca direniş çizgisinde yürüyerek AKP faşizmini kazdığı hendeklere gömmeyi başaracaktır.

KAYNAK:YENİ ÖZGÜR POLİTİKA GAZETESİ