Amed: Şengal dışarıdan değil öz yönetim ile idare edilir

KONGRA-GEL Başkanlık Divanı Üyesi Amed: "Şengal dışarıdan dayatmayla oluşturulan, onu katliamlarla yüz yüze bırakan, savunamayan bir yönetim değil kendi iradesi ile oluşturduğu öz yönetim ile yönetilebilir."

KONGRA-GEL Başkanlık Divanı Üyesi  Raperin Amed, ikinci yılını geride bırakan Şengal Katliamı'na ilişkin ANF’ye değerlendirmelerde bulundu.

KATLİAMLA HEDEFLENEN NEYDİ?

DAİŞ ile yapılan Şengal Katliamı'nda temel amaç olarak neyi işaret edebiliriz?

Başta Êzîdî toplumumuzun 74. Ferman olarak adlandırdığı 3 Ağustos 2014 Şengal Katliamı süresince katledilen kadın, çocuk, genç, yaşlı halkımız başta olmak üzere tüm engellere rağmen fedai bir ruhla toplu katliamı önlemek için fedai bir ruhla savaşarak şehit düşen Apocu militanları minnetle anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Onların getirmiş olduğu ruh Êzîdî toplumuna ışık oldu, iki yıl içinde yaşanan gelişmelerde kahraman şehitlerimizin yol göstericiliği belirleyiciydi.

Êzîdî toplumunun katliam ile yüzyüze olduğu değerlendirmeleri Rêber Apo tarafından 3 Ağustos 2014 öncesi de yapılmıştı, sonrasında da hareketimiz tarafından kapsamlı değerlendirmelerin yanı sıra tedbirlerin alınması konusunda da hazırlıklar yapılmaya çalışıldı.

Katliamın hangi amaçla yapıldığı sorusuna verilecek en iyi cevabın, Şengal'i savunmakla yükümlü olan fakat bunu yapmayan zihniyeti çözmekle olabileceğini düşünüyorum. İki ay öncesi DAİŞ ölüm çeteleri tarafından Musul'un işgali ile gelişen bir süreç başlatıldı. Musul işgaline ilişkin değerlendirmeler biliniyor, bunun ayrıntılarına girmek istemiyorum. Bu işgalin nasıl tezgahlandığı, içinde kimlerin yer aldığı, yaklaşık 4 milyon nüfusa sahip olan, her sokak ve caddesi Irak askerleri ve peşmergeler tarafından tutulan, kontrol noktaları olan bir şehir. Nasıl oldu da iki gün içinde işgal edilebildi... Bir pazarlık sonucu olduğu kesin, Şengal Katliamı söz konusu olunca KDP bu pazarlığın neresindeydi, diye sormak gerekir. Verilecek cevap ise tıpkı Musul gibi Şengal'in de teslim edilmesi ve Rojava Devrimi'nin ölüm çeteleri tarafından boğdurulmak istenmesiydi. Şengal Ortadoğu'nun orta yerinde Irak, Suriye ve Türkiye açısından stratejik bir konuma sahipti, Şengal'e hakimiyet Ortadoğu'ya hakimiyet anlamına geliyordu.  DAİŞ'in İslam devleti kurma sloganlarının sahte bir propagandanın ötesine geçmediği, uluslararası ve yerel güçlerin özellikle de AKP devletinin stratejik amaç ve hedeflerine hizmet eden paravan bir terör örgütü olduğunu bugün daha iyi görebiliyoruz.

KDP, Şengal halkının tarihi, toplumsal ve kültürel yapısı ile hiçbir değer yargısına hizmet etmediği ve tanımadığı gibi binlerce yıl ayakta kalan, varlığını koruyan kültür ve inançları yok etmekte, talan etmekte kararlı bir çete örgütü olduğu gerçekliğine bakılırsa Êzîdî toplumuna acımasızca yönelimini daha iyi anlayabiliriz. Şengal’i kolayca yutabilecekleri bir lokma gibi sunuldu. KDP'nin basit parti-aile çıkarları ve AKP ile olan kirli ilişkilerine kurban edildi, bunu söylerken birilerini suçlamak açısından belirtmiyorum; katledilen, kadın ve çocukları köle pazarlarında satılan, köklerinden sökülmek istenen bir topluma yaşatılanlar tarihe kara bir leke olarak geçecek bir gerçekliktir, inkâr edilmesi bu gerçekliği hiçbir biçimde değiştirmez, bunun vebali ağırdır ve mutlaka bunun hesabı sorulmalı.

Binlerce yıl tüm katliamlara rağmen dilini, kültürünü ve inancını koruyan ve bu temelde yaşam mücadelesi veren Êzîdî toplumunun tarihten günümüze Kürtlüğün ana kaynağı olduğunu belirten Rêber Apo, 'Êzîdîler biterse Kürtler de biter' demişti. Bu katliamla özünde Kürtlük bitirilmek istendi, yani Kürtlüğün bitirilmek istendiği son aşamaydı. Sonra Rojava, Bakur ve arkasından Başur gelecekti.

DAİŞ'i kim kontrol ediyor? Kimin hizmetinde?

Mevcut durumda DAİŞ adıyla Ortadoğu halklarının başına bela ettikleri ölüm çeteleri stratejik ortakların da kontrolünden çıkmış durumda, stratejik ortaklıklarda dengeleri bozarak yeni güç savaşlarını açığa çıkarmıştır. Bu savaşta ne çetelerin elinde bulunan Êzîdî kadın ve çocukları kurtarma, ne de bu savaşın mağduru olan toplumların eşit, özgür ve demokratik yaşam koşullarını oluşturma gibi bir hedef vardır; güç dengelerini yeniden oluşturma, buna göre kendilerini konumlandırma ve toplumu farklı yöntemlerle sömürme derdindeler. İki yıllık bu süreç gösterdi ki, Özgürlük Hareketinin KDP'ye rağmen Şengal'e müdahalesi bu planlarını büyük oranda boşa çıkarmıştır. Bunun için farklı yöntemlerle yarım bırakılan planlarını yaşama geçirmek isterken Özgürlük Hareketini engel olarak görüyorlar, bu engeli kaldırmak ve direniş ruhunu kırmak amacıyla ölüm çetelerini devreye koyarak soykırım uygulamalarını derinleştiriyorlar. Şengal'de olduğu gibi Bakur'da öz yönetim direnişlerine yönelimler de benzerdi. En son Qamişlo'daki katliamı da bunlardan ayrı ele alamayız. Tüm yönelimlere rağmen bugün Şengal'de iki yıl sonra açığa çıkan gelişmeler, katliamlarla sonuç alınamayacağının en somut örneğidir.

'SAVUNMA BİRLİKLERİ BÜYÜTÜLMELİ'

Bu iki yıl içerisinde Şengal'in özgürleştirilmesine dönük savunma birlikleri oluşturuldu, yine toplumsal inşa açısından meclisler oluşturuldu. Halk bu saldırılara karşı kendisini örgütleyerek direndi. Bu direniş Şengal'e dönük soykırımı boşa çıkarmaya yeterli mi?

Şengal'de halk savunmasız bırakıldıktan sonra devreye giren direniş güçlerinin Êzîdî toplumunu 3 Ağustos 2014’te planlanan toplu katliamdan kurtarması ve savunma birliklerini örgütlemesi büyük bir güvensizliği yaşayan Êzîdîler için bir ilki ifade ediyordu. Tarihten günümüze kadar gelişen tüm imha amaçlı saldırılara karşı varlığını koruma amaçlı direnişler sergilenmiş olsa da çok dağınık ve parçalı gelişmiş. Varlığını koruma ve katliamlarla yüzleşmemek için dünyanın dört bir tarafına dağılmış ve bir o kadar da parçalanmış bir toplum olma gerçekliği bulunmakla beraber her yerde farklı uygulamalarla da karşılaşan bir toplum olma gerçekliği var. Êzîdî toplumunun kendilerine ve çevrelerine karşı yaşadıkları tarihsel güvensizliği anlamak gerektiğini düşünüyorum.

Aile ve aşiret içinde komünal yaşam değerlerine en yakın ve kendi içinde belli bir örgütlülüğü olan bir toplum iken bunu genel topluma mal etme konusunda yetersiz kalmış. Yaşadıkları katliamların örgütsüzlükten kaynaklandığının farkında olsalar da yaşadıkları güvensizlik, bir araya gelme, kendilerini yönetme ve öz savunma birliklerini oluşturma düşüncesi ile hareket etmeyi engelleyen en önemli etken olmuştur. Özgürlük Hareketi müdahalesi ile bu güven ortamını önce oluşturdu. Elbette ki Rêber Apo’nun perspektifleri güven ortamını pekiştirdi.  İki yıl öncesine kadar da savunma güçlerine ya Irak ordusu ya da peşmerge güçleri içinde katılırken, bugün kendi öz gücüne dayalı savunma güçlerinin (YBŞ ve YJŞ) oluşturulması varlığını koruma ve katliamları boşa çıkarma açısından önemli olmakla beraber elbette ki yeterli değildir. Tüm Êzîdî toplumunun savunma gücü olarak Şengal’de örgütlenmiş olsa da Irak ve Güney Kürdistan sınırları içinde dağınık bir konumdalar, katliam tehlikesi geçmiş değil. Bunun için savunma birliklerinin büyütülmesi önemli olmaktadır.

'ÖZ YÖNETİME DAYALI ÖZEL STATÜ...'

Toplumsal inşa çalışmaları açısından da öyle olduğunu düşünüyorum. Katliama rağmen Şengal'i kendi mülkü sayan KDP tarafından tek parti yönetimi dayatmalarına karşı Êzîdî toplumunun söz, karar ve irade gücünü açığa çıkaracak Meclis çalışmalarının yaygın bir şekilde örgütlenmesi, toplumun eğitim, ekonomik, sağlık, hizmet vb. tüm ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeye gelmesi gerekir. Şengal'in Irak ve Güney Kürdistan nezdinde öz yönetime dayalı özel statüye kavuşması önemli; sürekli katliam tehlikesi yaşayan bir toplum olarak iradesinin bu temelde açığa çıkması gerekmektedir. Bunun için savunma ve örgütsel çalışmaların yanı sıra diplomasi çalışmalarının da önemi açığa çıkmaktadır. Bu anlamda iki yıllık süre içinde yürütülen çalışmalar bize şunu gösterdi; Şengal artık eskisi gibi yönetilemez, son süreçlerde KDP Başkanı'nın bir açıklaması vardı, "Şengal'de iki yönetim olmaz" demişti. Bu doğru bir tespit . Şengal dışarıdan dayatmayla oluşturulan, onu katliamlarla yüz yüze bırakan, savunamayan bir yönetim değil, kendi iradesi ile oluşturduğu öz yönetim ile yönetilebilir. Êzîdî toplumu Meclis ve komün örgütlenmelerini güçlendirerek dıştan dayatılan yönetim tarzını işlevsiz bırakarak, varlığına sahip çıkabileceğini yetersiz olsa da anlamış durumda. Şengal’in Ortadoğu'yu demokratikleştirmedeki rolü bundan sonra daha fazla açığa çıkacaktır. Katliamlara maruz kalan Êzîdî toplumu farklılıklara rağmen bu coğrafyada birlikte yaşanabileceğini gösterecektir.   

'KADINLAR, ERKEKLER KAÇSA DA DİRENECEK!'

Özellikle de bu soykırımdan etkilenen kadın ve çocuklar oldu? Halen DAİŞ'in elinde olan binlerce kadın pazarlarda satılıyor ve de öldürülüyor; buna karşılık kadınların askeri örgütlülüğü ve direnişi ile birçok kadın kurtarıldı. Şengal'de açığa çıkan kadın iradesini nasıl yorumluyorsunuz?

Doğal toplumun birçok özelliğini içinde barındıran Êzîdî toplumunda kadının farklı bir konumu sürekli olmuş. Tarihte birçok direnişçi kadının yaşadığı hatta toplumunu yönettiği örnekler de bulunmaktadır. Fakat yaşadıkları katliamlar ve Müslüman toplumlarla iç içe yaşamaları kendilerini koruma adı altında kadın konusunda zamanla tutuculaşan, ikinci plana iten, zaman zaman iradesini tanımayan bir topluma dönüşmesinin sonucu olarak da son katliamın en ağır bedelini kadınlar ödedi. Erkekler de bu katliamda bedel ödemiş olsa da savunmadan sorumlu olanların çoğunluğu ise kendini kurtarmanın derdine düşerek geride bıraktıkları kadın ve çocukları kurtarmaktan aciz bir durumu yaşadılar. Bu acıyı derinden hisseden bir toplum olmasından kaynaklı kadın iradesinin açığa çıkması önünde engel olabilecek gücü kendinde görmemesi olarak da değerlendirebiliriz.

Êzîdî kadınlarının doğal toplumdan edindikleri gizli gücün açığa çıkmasının sonucudur ki, hem savunma güçlerine, hem de eğitim-örgütleme çalışmalarına katılımları, bu anlamda iradelerinin tanınması için mücadele etmeleri yaşadıkları acı tecrübeler sonucu olmuştur. Şengal'de yaşanan acıların çiçeklenmesi kadın iradesinin açığa çıkmasıyla gerçekleşmektedir. Katliamın en ağır bedelini ödeyen Êzîdî kadınlarının umudu olan savunma güçleri ve örgütleme çalışmaları içinde yer alan kadınlar iki yıllık süreçte topluma yitirdiği güven duygusunu yeniden aşılama konusunda önemli rol oynamıştır. 3 Ağustos 2014 tarihinden sonra Şengal'deki kadınların "bundan sonra gelişecek saldırılarda erkekler kaçsa dahi biz kadınlar kalıp direneceğiz" söylemleri çok anlamlı olmakla beraber, erkek egemen zihniyetten de kaynaklı yaşadıkları acıların kısa bir özeti gibidir.  

‘RÊBER APO'NUN UYARI VE PERSPEKTİFLERİ BİLİNİYORDU'

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın "soykırım kıskacında rtler" belirlemesine karşılık, soykırım kıskacında özgürlük mücadelesi ile kendisini kurtaran Şengal gerçekliği var. Öcalan’ın geliştirmiş olduğu özgürlük mücadelesinden ilham alındığını söyleyebilir miyiz?

Daha önce de belirttiğim gibi, Rêber Apo Êzîdîlerin Kürt toplumunun ana kaynağı olduğunu, soykırımla yüz yüze olduğu gerçekliğini sürekli gündemleştirmekteydi. 2007 yılında Şengal'de 500 kişinin ölümüyle sonuçlanan patlamadan sonra da Êzîdîlerin soykırıma karşı kendilerini savunmaları gerektiğini belirtmişti. Musul işgalinden sonra ilk yönelimin Şengal'e olacağı öngörüsü gelişmiş, bu konuda Hareketimizin gerekli tedbirleri alması konusunda perspektifleri olmuştu. Êzîdî toplumunun da Rêber Apo’nun bu uyarı ve perspektiflerinden haberi oluyordu. Bunun için Şengal'de gelişen direnişin ilham kaynağı Özgürlük Mücadelesi ve özgürlük savaşçıları olmuştur, diyebiliriz. Mevcut durumda da KDP'nin dayatmalarına karşılık Özgürlük Hareketine bağlı güçlerin Şengal'den çıkmasını istemiyorlar. Rêber Apo'nun savaşçıları olarak gördükleri bu gücün Êzîdîleri katliamlara karşı koruyabilecek tek güç olduğunu söylediklerini biliyoruz. 

'BM ULUSLARARASI GÜÇLERLE TERS DÜŞMEK İSTEMİYOR'

Şengal'e dönük geliştirilen katliamdan iki yıl sonra BM Şengal'de yaşananları soykırım olarak kabul etti. Neden böylesi geç bir karar alındı? Yine karar alınmasına rağmen neden hâlâ uluslararası bir düzeyde yargı yolu açılmıyor?

Uluslararası kurumların da karar alma konusunda birçok dengeyi gözettikleri ve bağımsız olmadıklarını düşünüyorum. Bunun için karar alma süreci uzadı. BM'nin soykırım kararı alması Şengal'deki katliamın boyutlarını açığa çıkarmaya yetmez. Bu karar öncesi, soykırımı getiren sürecin ve buna neden olan güçlerin araştırılarak teşhir edilmesi gerekirdi. Fakat BM'nin bunu yapacak iradeye sahip olmadığını biliyoruz. Bağlı olduğu uluslararası güçlerin çıkarlarına ters düşmemek adına yargıya götürecek süreci de başlatamaz. Bu süreci Şengal halkı kendi iradesi ile başlattığı zaman sonuca ulaşabilir. Irak hükümetinin oluşturduğu bir komisyonla Musul'un işgaline ilişkin başlattığı bir soruşturma süreci gelişti, bu sürece ilişkin Maliki’nin soruşturma komisyonuna verdiği ifadeler dikkat çekiciydi, Musul'un düşürülme planlarının Hewlêr'de yapılan toplantıda yapıldığını söylemişti. İfadesi alınacaklar arasında bulunan Mesut Barzani’nin ifade vermediği, fakat Maliki’nin söylediklerini de yalanlamadığı ilginç bir gelişmeydi. Buna rağmen uluslararası kurumlar böylesi bir komisyon kurma ya da kurulan komisyondan bilgi alma ihtiyacı duymadılar. Bu durum bize gösteriyor ki, BM'nin aldığı kararın katliam suçu işleyenler yargılanmadan fazla bir önemi olmadığıdır. Êzîdî toplumunun örgütlü gücü katliam suçu işleyenlerden günü gelince hesabını sormasını bilecektir.