Gürer: Kürdistan’da toprak reformu ile alternatif ekonomiye başlanabilir

Kürdistan kentlerinde ilan edilen öz yönetimleri değerlendiren akademisyen Çetin Gürer, devletin, uluslararası ve neoliberal güçlerin özerk bölgelerin elde edeceği kazanımları sürekli yok etmek isteyeceğine dikkat çekti.

Kürdistan kentlerinde ilan edilen öz yönetimleri değerlendiren akademisyen Çetin Gürer, devletin, uluslararası ve neoliberal güçlerin özerk bölgelerin elde edeceği kazanımları sürekli yok etmek isteyeceğine dikkat çekerken, hukuki bir “statü”nün hem birlikte yaşamanın hem de özerkliğin sürdürülebilirliğinin en önemli gereklerinden olduğunu belirtti.

Gürer, Kürdistan’da en büyük toprak ağasının devlet olduğuna dikkat çekerken, ilan edilen öz yönetimlerle birlikte atıl durumda tutulan toprakların işletilmesi ve dağıtılmasıyla komünal, kolektif bir temelde toprak reformu ile alternatif bir ekonomiye başlanabileceğine dikkat çekti.

İlk "demokratik özerklik" doktora tezinin sahibi ve Bir Yurttaşlık Heterotopyası: Demokratik Özerklik kitabının yazarı olan Dr. Çetin Gürer, özerklik ve öz yönetimin savaş ve şiddetin kaynağı olmadığını, bizatihi bu kaynağı yok etme ve ortadan kaldırma araçları olduğunu belirtirken, özerklik ve özyönetimin şiddete kaynaklık eden bir potansiyelinin kesinlikle söz konusu olmadığını vurguladı.

Gürer, devlet, uluslararası ve neoliberal tekellerin uyguladığı şiddetin, özerklik ve öz yönetim talebi isteğini tamamen bastırıp yok edemeyeceğini dile getirerek, “Hatta öyle ki uygulanan şiddetin boyutu, özerklik taleplerinin güçlenmesinin yanı sıra ayrılma ve bağımsızlık taleplerinin de aynı ölçüde artmasına yol açabilir” dedi.

‘SAVAŞ BİLİNÇLİ YÜRÜTÜLÜYOR’

Günümüzde ve tarihte, şiddet, çatışma ve savaş koşulları ile özerklik, özyönetimin arasında ters orantılı bir ilişki olduğunu belirten Gürer, sürekli şiddet ve savaşın, genel olarak güçlü, demokratik ve işleyen bir özyönetimin veya özerkliğin güç kaybetmesine ve istikrarsızlığına yol açtığını söyledi.

Gürer, devlet ve neoliberal tekellerin sürekli şiddetine açık olan özyönetim ve özerklik yönetimlerin bir biçimde istediği toplumsal, siyasal ve ekonomik ideali gerçekleştirmede doğal olarak başarılı olmakta zorlanacağını ifade ederek, şunları aktardı: “Kazanımları bu güçler tarafından sürekli yok edilmek istenir. Alanı ve etkisi daraltılmak, sınırlanmak istenir. Bu bakımdan ulusal veya uluslararası hukuk zemininde yasal bir statüye henüz kavuşmamış özerk yönetim bölgelerinin, devlet, uluslararası güçler ve neoliberal tekellerin doğrudan veya dolaylı saldırısına açık olması maalesef ki özerkliği ve öz yönetimi istikrarsız, kırılgan kılar. Bu nedenle hukuki bir ‘statü’ hem birlikte yaşamanın hem de özerkliğin sürdürülebilirliğinin en önemli gereklerinden biridir. Günümüzde, on yıllardır başarıyla işleyen özerklik ve özyönetim örneklerinin de genel olarak statüye kavuşmuş, devletin, uluslararası güçlerin ve neoliberal tekellerin doğrudan şiddetinden arınmış, savaşın hüküm sürmediği bölgeler olması tesadüf değildir. Ayrıca günümüzde özerklik ve özyönetimin şiddet ve savaş ile birlikte gündeme geliyor olması da sorunludur. Zira bu araçlar bilindiği üzere çatışmaları barışçıl ve demokratik yollardan çözme araçlarıdır.”

‘ÖZ YÖNETİM SAVAŞ KAYNAĞI DEĞİLDİR’

Özerklik ve özyönetimin savaş ve şiddetin kaynağı olmadığını, bizatihi bu kaynağı yok etme ve ortadan kaldırma araçları olduğunun altını çizen Gürer, “Bu nedenle özerklik ve özyönetimin şiddete kaynaklık eden bir potansiyeli kesinlikle söz konusu değildir. Peki devlet, uluslararası güçler ve neoliberal tekellerin uyguladığı şiddet, özerklik ve özyönetim talebini, isteğini tamamen bastırıp yok edebilir mi? Elbette hayır. Hatta öyle ki uygulanan şiddetin boyutu, özerklik taleplerinin güçlenmesinin yanı sıra ayrılma ve bağımsızlık taleplerinin de aynı ölçüde artmasına yol açabilir. Bu bakımdan özerklik ve öz yönetim arasında da doğru orantılı bir ilişki vardır. Dolayısıyla özerklik ve öz yönetim gerek şiddet uygulayan güçler gerekse özerklik talebi nedeniyle şiddete uğrayan özneler tarafından her daim müzakereyi gerektiren bir konudur” şeklinde konuştu.

‘ÖZ YÖNETİMİN GEREKLİLİĞİ CERATTEPE’DE ORTAYA ÇIKTI’

Bugün dünyanın çok çeşitli bölgesinde “toplumsal taban hareketleri” (grass-roots) olarak tanımlan aktörlerin, güçlü mücadele örnekleri sergilediğini belirten Gürer şunları söyledi: “Türkiye’de devam eden Cerattepe gibi direniş hareketleri de bu mücadele bağlamında ele alınmalıdır. Öyle ki bu aktörlerin hepsi en nihayetinde siyasetin, ekonominin ve toplumun demokratikleşmesi taleplerini dile getirmekte ve bunun bir aracı olarak özyönetim aracına başvurmaktadır. Kendileriyle ilgili ve kendilerini ilgilendiren konularda (autos) söz, yetki, karar ve yönetim (nomos) hakkını savunmaktadırlar. Bu aktörlerin özyönetim tercihi, yani halkın kendi kendini yönetmesinin en makul çare olduğu fikri, devletlerin bizatihi bu talan ve yıkım politikalarının doğrudan bir parçası olarak görülmesinde yatmaktadır. Bu süreçlerde devletler, gerek yasal düzenlemelerle gerekse zor aygıtlarıyla doğrudan ulusal veya uluslararası güçlerin hamiliğine soyunmaktadır. Tam da bu, devleti halkın gözünde boşa çıkarıp, daha komünal, daha yerel, daha katılımcı, daha doğrudan olarak tarif edilecek alternatif bir kamusallık arayışına yöneltmektedir.”

Kürtler için özyönetimin veya özerkliğin neden gerekli olduğunu anlatmanın Türkiye’nin siyasal gerçekliği nedeniyle kolay olmadığını söyleyen Gürer, Türkiye’nin hem siyasal hem de sosyolojik manada parçalanmış bir toplum olduğunu belirterek, “Parçalanmış toplumların en büyük sorunun ise, önyargı, empati yoksunluğu, anlayamama ve anlaşmaktan kaçmadır” dedi.

‘ÖZ YÖNETİM KAZANIMLARI YOK EDİLMEK İSTENİYOR’

Gürer, Kürt siyasetinin uzunca bir süre demokratik özerkliği ve özyönetimi hayata geçirmenin bir yöntemi olarak “defacto” bir taktik izlediğini dile getirerek şöyle devam etti: “Yani devletin adım atmasını beklemeden, öz güç ve öz yeterlilik ilkesiyle gelecekte kurmak istediği toplumun alternatiflerini yaratmaya çalıştı. Bu anlamda da devletin ve kapitalist modernleşmenin karşısında bir alternatif modernite gücü, öznesi olarak çıktı. Bu taktik, özellikle çatışmasızlık dönemlerinde yol almayı sağladı ve bir takım kazanımlar da ortaya çıkardı. Hem ekonomide hem kültürde, hem siyasette hem de eğitimde Kürt siyaseti bir takım alternatif kurumları inşa edebildi. Ancak bugün geldiğimiz yeniden bir çatışmalı ortam, bu alanlardaki kazanımları yok etmeye, kurumları olumsuz etkilemeye başladı. Bu bakımdan ekonomiye ilişkin olarak devlete rağmen, defacto nereden başlanabilir sorusu her şeyden önce bu koşullarda yöntemi konuşmayı gerekli kılar. Yani çatışmalı bir süreçte alternatif bir ekonomi yaratılabilir mi ve nasıl mümkündür sorusu tartışma götürür. Buna her şeye rağmen mümkündür kabilinde bir cevap verilebiliyorsa, bu durumda alternatif bir ekonominin başlanabileceği yer, üretimin temel aracı toprak olabilir.”

‘TOPRAK İŞLENEREK KOMÜNAL EKONOMİYE BAŞLANABİLİR’

Kürdistan’da en büyük toprak ağasının devlet olduğuna dikkat çeken Gürer, “Devlet bu toprakları istediğinde üretime açıyor fakat genel olarak ise üretim dışında atıl olarak tutuyor. Tam da atıl durumda tutulan bu toprakların işletilmesi, dağıtılması, yeniden üretime kazandırılması amacıyla komünal, kolektif bir temelde toprak reformu ile alternatif bir ekonomiye başlanabilir” diye konuştu.

Gürer, yaşanılan son savaş süreciyle başta zorunlu göç mağdurlarının yaşam alanlarını yeniden kurabilecek yönde çalışmalar yapılmasının önemine vurgu yaparak, “Özyönetimin kendi gücünü gösterebilmesinin önemli bir testi olacaktır” dedi.

‘STATÜ ÇALIŞMASI EKSİK BIRAKILDI’

Demokratik özerkliği, liberal milliyetçi özerklik modellerinden temelde ayıran farkın, katılımcı demokrasi özelliği olduğunu aktaran Gürer şunları belirtti: “Yani demokratik özerkliği var eden temel demokratik kurumlar, yurttaş meclisleri, mahalle meclisleri, kent ve köy komünleridir. Bu demokratik, katılımcı kurumların tam da kavramın ruhuna uygun bir biçimde önünün açılarak işlevsel kılınması için çaba gösterilmelidir. Bununla birlikte kağıt üzerinde bile olsa, Kürt halkının statü talebine ilişkin yasal ve hukuki çalışmalar yapılabilir. Statünün çerçevesi, kapsamı, yetkileri, kurumları, sınırları gibi konuları içeren statü çalışmaları yapılabilir. Bu kanaatimce şimdiye kadar en çok eksik bırakılan çalışmalardan biridir.”