Mehmet hevalin ardından...

Kış güneşi vuruyordu sokaklara, dükkanlar açıktı, kadınlar evlerinin önünde sohbetteydi, çocuklar hendeklerin başında top koşturuyordu. Evlerin önünden geçtikte pişen yemeklerin kokuları duyuluyordu.

Cizre Halk Meclisi Eşbaşkanları Asya Yüksel ve Mehmet Tunç'la ilk karşılaştığımda Cizre bu kadar yıkılmamış, insanlık bu kadar ayaklar altına alınmamıştı. Bu kadar kana batmamış, bu kadar utanca bulanmamıştık.

Hendekler vardı yine Cizre'nin mahallelerinde. Ancak kan değil, hendekleriyle birlikte hayat günlük rutininde akıp gidiyordu.

Kış güneşi vuruyordu sokaklara, dükkanlar açıktı, kadınlar evlerinin önünde sohbetteydi, çocuklar hendeklerin başında top koşturuyordu. Evlerin önünden geçtikte pişen yemeklerin kokuları duyuluyordu.

Önceki kuşatmaların yarattığı tahribat onarılırken, gençler yine savunmadaydı.

Cizre'de "Hayat var" demiştim o gün. 

Devlet yoksa hayat vardı! Tıpkı Nusaybin'de, Sur'da olduğu gibi. Cizre'ye devlet geldi ve insanların hayatını, geleceğini, bugününü, dününü aldı.

Asya ve Mehmet hevaller ile hayatın olduğu o sokakları dolaşmıştık. 

Halk Meclisi eşbaşkanlarının, belediye eşbaşkanlarının yanı sıra özyönetim ilanı açıklamalarına katılan herkesin tutuklandığı günlerdi. İki eşbaşkanı dışarıda görmek şaşırtmıştı beni.

O gün boyunca Cizre'nin "hendekli" mahallelerini dolaştık. 

Derdim hendeklerin arkasındaki özyönetimi anlamaktı? Halk hangi kurumlarda örgütlüydü? Kadın meclisi, kadın evi, kadın asayişi var mıydı? Günlük hayat nasıldı? Özyönetim kadın ile erkek arasındaki ilişkileri nasıl değiştirmişti? Özetle hendeklerin gerisindeki hayat nasıldı?

Soru sorarken sıkça Rojava ile karşılaştırıyordum. 

Asya ve Mehmet hevaller, benim heyecanıma rağmen son derece sakin ve açıklayıcı yanıtlar verdiler.

Mehmet hevale soruları sormaya başladığımda "Asya heval de gelsin birlikte yanıtlayalım" demişti. Asya Yüksel gelince, daha çok o konuşmuş, Mehmet heval onaylamıştı.

Yafes Mahallesi'ni dolaşırken sormuştum: "Bütün eşbaşkanlar tutuklu, siz nasıl dışarıdasınız?"

Oldukça rahattılar. Tebessümle yanıt vermişti Mehmet heval: "Özgür alanlarda rahatça dolaşabiliyoruz."

O özgür alanlar hendeklerle korunan mahallelerdi.

"Mesela sizinle belediyeye gelemeyiz, çünkü bina hendeklerle korunan mahallelerin dışında, oraya gelirsek gözaltına alınabiliriz" diye eklemişti Asya heval. 

Sonra hendeklerin amacını anlatmıştı bana Asya heval. Bazen Türkçe anlatmakta zorlanıyordu. Ben anladığımı özetliyordum, "Aynen öyle diyordu" tebessümle. 

"Hendekler halkın kendini savunma biçimi. Bu hendekler olmasaydı yüzlerce genç devlet tarafından hapsedilecekti" diyordu. 

Halk Meclisi Eşbaşkanı Mehmet Tunç da devletin sıkıyönetim saldırılarının amacını anlatmıştı. "Cizre insansızlaştırılmak isteniyor" demişti. 

Bugün devletin zorbalığı nedeniyle göçe zorlanan insanları gördükçe, "haklıydı" diyorum.

Asya heval, Nur mahallesini dolaşırken, özyönetimin örgütlenme modelini anlatmıştı bu kez: "Tüm mahallelerde komünler oluşturuluyor. Büyük oranda da kuruldu. Bu komünlerin üzerinde mahalle meclisleri yükseliyor. Böylece halk tüm sorunlarını kendi çözecek. Devlet, mahalleleri boşaltarak insansızlaştırmayı amaçlarken, biz tam tersine örgütlenme yoluna gittik ve büyük oranda başardık da."

Sık sık "Rojava gibi" demiştim, heyecanlanmıştım.

Heyecanımı gördüğümde "Gittin mi Rojava'ya?" demişti. Sonra ben anlatmıştım biraz.

Kadınları anlatmıştı Asya heval. Aynen şunları demişti: "Halkla yapılan toplantıda sonuç bildirgesinde 'küçük yaşta evlilik, çok eşlilik, başlık parası, berdel, kadına yönelik şiddetin yasaklandığı' duyuruldu. Hayata da geçirdik bu kararları. Bir kadın, zorla evlendirilmek istendi. Biz kına gecesini basıp, genç kadını erkek egemen zihniyetin elinden kurtardık. İki aile ile konuştuk. Kafalarındaki zihniyeti çürüterek ikna ettik. Genç kadının nişanlısını da ikna ettik. Hatta genç kadına şiddet uygulayan kardeşine bir ay boyunca kitap okuma ve bize anlatma cezasını verdik. Kız kardeşinden özür diledi. Şiddet gören kadınların başvuracağı Kadın Dayanışma Merkezi var. Ayrıca ne pahasına olursa olsun şiddete uğrayan kadınları savunuyoruz, onları yalnız bırakmıyoruz."

Fotoğrafını çektim Asya hevalin. "Güzel çıkmış mı?" diye sordu. Fotoğrafı gösterdim.

"Çok güzel bir kadınsın zaten" demiş ve eklemiştim: "Güzel ve mücadeleci bir kadınsın. Senden burada inanılmaz bir moral ve güç aldım. Umarım yine karşılaşırız.”

Sonra telefonla birkaç kez görüştüm. Son telefon görüşmemizde, "Burayı terk etmiyoruz heval. Bu böyle bilinsin" demişti.

Terk etmediler de. 

Daha önceki yaşamlarına dair hiç bir bilgim yok. Bunları konuşma şansı olmamıştı. Çünkü devrim günlerinde sadece ve sadece o anın ve geleceğin anlamı vardı.

Mehmet heval, "Çıkmıyoruz" dediği o bodrumlardan birinde katledildi. Asya hevalin başına ne geldiğini bilmiyorum. Tek dileğim hayatta olması!

"Serkeftin" sözüyle ayrıldık birbirimizden.

Şimdi yakılmış, yıkılmış Cizre'den gelen fotoğraflara baktıkça, Mehmet ve Asya hevallerin "Serkeftin" sözü kulaklarımda.

Serkeftin! Çünkü Cizre öldü ancak yenilmedi. Çünkü Cizre teslim olmadı.

Serkeftin!