Sabri Ok: Sabretmeyeceğiz; derhal İmralı yolu açılsın!

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Ok, 'Rêber Apo’nun durumu nedir? Biz bu duruma normal ve doğal görmüyoruz. Bu böyle devam ederse belki kesintisiz bir savaşın ilanı olur. Kürt halkının sabrı olmayacaktır' uyarısında bulundu.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Ok, Kürt Halk Önderi Öcalan'a dönük tecride sert tepki göstererek, "Rêber Apo’nun durumu nedir? Biz bu duruma normal ve doğal görmüyoruz. Bu böyle devam ederse belki kesintisiz bir savaşın ilanı olur. Kürt halkının sabrı olmayacaktır" uyarısında bulundu. Derhal Öcalan ile görüşülmesini isteyen Ok, halkları ve demokratik çevreleri de Öcalan için seferberliğe çağırdı.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok, Stêrk TV’nin “Rojeva Welat” programında Gazeteci M. Emin Yıldırım’ın sorularını yanıtladı...

ŞENGAL SOYKIRIMI

Şengallilere son soykırımın üzerinden 2 yıl geçti. Şengal’ın şu an durumu nasıl ve Êzidîlerin bir daha soykırım yaşamamaları için neler yapılmalı?

İki yıl önce Êzidî halkımız için, esas insanlık için kara bir gündü. Vahşi ve alçakça bir soykırım Êzidî halkımıza karşı gelişti. Binlerce Êzidî kadın, çocuk ihtiyar öldürüldü, şehit oldular. Yine binlerce kadın ve çocuk kaçırıldı ve hala Êzidî kadınları pazarlarda DAİŞ çeteleri tarafından satılmaktadır. İki yıl öncesine kadar kimse çok tahmin edemiyordu, Musul’dan sonra bir anda bu soykırım Şengal ve Êzidî halkımıza karşı geliştirildi. Bir anda ve hesapta yokken Êzidî halkımıza karşı bir soykırım geliştirildi. Bunun işaretleri görüldüğü zaman hareketimiz bazı tedbirleri almak istedi ve hazırlığını yaptı. Bunu KDP ve Yekiti’ye “Kürdistan üzerinde DAİŞ tehlikesi var. PKK hareketi olarak Kürdistan savunma güçleri HPG ve Kürdistan gerillaları olarak hazırız. Halkımızı birlikte DAİŞ çetelerine karşı savunmaya hazırız” dedi. Ama Musul’dan sonra bir anda Şengal üzerine saldırı oldu. Tekrarlamak istemiyoruz, ama KDP’nin siyasetinin sonucuydu. Güçlerini geri çektiler, Êzidî halkımız savunmasız kaldı. Kendilerini doğal olarak savunma, silah almak KDP tarafından yasaklanmıştı. Bütün güçlerini çektiler, insanlığın gözü önünde bir toplum 73. Ferman ile bir daha yok edilmek istendi ve yine bir soykırım daha gelişti. Êzidî halkımız savunmasız kalmıştı. Aç ve susuz, kendi yaşamını sürdürmek için hiç bir şey yoktu. Tarih bunu yazdı. Bir hakikat ve gerçekliktir. Sadece bir YPG grubu batı Kürdistan’dan fedai bir ruhla bir koridor açtılar. Bazı kişilerin hayaliydi ki bu gerçekleşmesin. Ama o gerilla grubu koridoru açtı, en azından halkımız kendini savunabilsin. O zaman dünya bazı şeyleri görmeye başladı, Ezidi halkımız üzerindeki bu soykırım ve fermanı görmeye başladılar.

Büyük bedellerden sonra ve direnişten sonra bugün Şengal’in özgür olmasından memnunuz. Êzidî halkımız kendini örgütledi. Siyasi alanda parti düzeyinde, askeri alanda YBŞ ve YBŞ Jin olarak bütün toplumu örgütledi ve kendini savunabilir. Bu noktada Êzidîler haklıdırlar, tarihten bu yana hep yalnız kalmışlar. Her şeye şüphe ile bakmaları haklarıdır. Yalnız kalmışlar. En son Kürdistan’da o kadar örgüt, gelişme ve güç olmasına rağmen DAİŞ karşısında yine yalnız kaldılar. Bir daha böyle bir soykırıma maruz kalmamaları için kendilerini savunmaları doğal haklarıdır. Hem siyasi alanda, hem de askeri alanda bu düzeye ulaşmaları memnuniyet vericidir. Zaten kendi özerk ve demokratik iradelerini ilan ettiler. Bütün insanlık ve Kürt örgütleri buna saygı duymalıdırlar. Şu ana kadar Êzidî halkını savunamayanlar, Êzidî halkımızın kendisini örgütlemesine ve en azından bundan sonra savunmasına saygı göstermelidirler. Şüphe ile yaklaşmaları için hiçbir sebep yok ya da Êzidî halkımız kendini savunduğu ve örgütlediği zaman bundan bir tehlike görmeliler. Tam tersi bundan memnun olmalı, gurur duymalılar, bundan moral ve coşku almalılar. Êzidî toplumu tarihten bu yana ilk kez kendini savunuyor, örgütleniyor, özerkliğini ve halkının iradesini demokratik bir yöntemle yönetiyor ve yaşıyor. Bugün o düzeye ulaşmış, bu önemli bir düzeydir. Ama Êzidî halkımız kendi iradesi dışında bu soykırım karşısında kaçtılar ve mülteci oldular. Bazıları Kuzey, Güney, Batı Kürdistan, Türkiye ve hatta Avrupa’ya gittiler. Artık kendi kutsal özgür topraklarına dönmeliler. Büyük bedeller ödendi, ama özerk bir statü ilan edildi. Bugün kendilerini savunacaklarına inanıyorlar, biz de buna inanıyoruz. Êzidî halkımız bir daha yönünü Şengal’a çevirmeli, kendi özgür kutsal Ezdixan topraklarına. Özgür, demokratik ve zafer ruhu ile özgür ve örgütlü bir şekilde yaşamını sürdürmeli ve devam ettirmelidir.

15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ

Türkiye’de 15 Temmuz'daki darbe girişiminin üzerinden 20 gün geçti. Ama darbe her yönüyle hâlâ gündemde. 15 Temmuz'dan sonra Türkiye nasıl bir sürece girdi?

Şüphesiz 15 Temmuz'dan sonra Türkiye’de yeni bir durum ve gündem oluştu. Bu bir gerçekliktir. Türkiye Cumhuriyeti tarihini göz önüne aldığımızda  darbe yeni bir şey değil. Türkiye Cumhuriyeti'nin bir kültürü gibi her on yılda bir bazen 28 Şubat gibi postmodern, ama çoğunlukla darbeler olmuştur. Uzun bir zamandır darbe olması için hiçbir sebep yoktu. AKP’nin faşist ve şoven zihniyeti, yine kural ve ahlak tanımayan operasyon ve savaşı, özgür ve demokratik mücadele güçlerine verdikleri cevaplar zaten askeri faşist iktidarın cevabı oluyordu. Bu yönüyle hiçbir boşluk yoktu. Bu darbe neydi? Görüldü ki bu darbenin birkaç ayağı var ve bu bir gerçekliktir.

Birincisi, darbe demokratik Türkiye ekseni üzerine, özgürlükçü toplumun ihtiyaçlarına ya da Kürt sorunu çözme üzerine değildi. Baştan sona kadar bundan uzaktır. Biz bunu bir tarafa bırakalım. Bu darbenin bir sebebi Erdoğan iktidarı, AKP faşizmi ve kendi tekelinin üzerinde hiç kimseyi görmemeleri ve doğrudan diktatoryal siyaset yürütüyordu. Bu darbenin nedenidir. Bu darbe bir iç mücadeleydi, bu doğrudur. AKP, Gülen ve Erdoğan kucak kucağa büyüdüler. Kürt halkına ve özgürlükçü ve demokratik güçlere karşı birlikte mücadele verdiler, baskı oluşturdular ve operasyon yürüttüler. Yüzlerce insanı şehit ettiler, cezaevine attılar. Birlikte iktidar oldular ve kendi aralarında iktidarı paylaştılar. Bürokrasi, adalet, siyaset, ekonomi ve birçok yönden AKP, Erdoğan ve Gülen iktidarının nimetlerinden tamamıyla yararlandı. Ekonomik yönden Türkiye’de bir hırsızlık kültürünü geliştirdiler, menfaatlerini geliştirdiler. Sadece bugünkü ailelerine yetecek kadar değil, birkaç kuşak torunlarına yetecek kadar Kürt halkı ve fakir Türkiye toplumu üzerinden zengin oldular. Ama iktidarın zihniyet ve gerçekliğinde bir şey var, o da sınır tanımıyor. Her zaman 'daha iktidar' olmak isteyecekler ve renklerini belli edecekler. Bu düzeye ulaştığı zaman bazı konular üzerinde anlaşamadılar. Erdoğan ve AKP "ben iktidarım ve daha çok ben menfaatlerimi örgütleyeyim" dedi. Gülen dedi, "asker, emniyet, bürokrasi, adalet, üniversite ve siyaset içinde güçlüyüm ve kendimi örgütlemişim, iktidarda daha fazla rol oynamalıyım ve ben de daha fazla menfaatlerimi örgütlemeliyim." Bu noktada anlaşamadılar. Belli bir süreden beri çelişkileri vardı. Birbirlerinin kucağında büyüdüler ve Kürt halkına karşı savaş açtılar. Ama üst düzeyde iktidarda kim rol sahibi olacak noktasında karşılıklı çelişkileri ortaya çıktı.

Diğer bir yönü de görülüyor ki uluslararası siyaset Erdoğan’dan memnun değil. Özellikle de Erdoğan’ın kişiliğinden. Kendisine karşı tepki var. Faşist birisi gibi kendi dışında hiç kimseyi tanımıyor. Genel siyaseti bir tarafa bırakıyor ve kendini alternatif olarak görüyor. Özellikle işgalci zihniyete Ortadoğu üzerinde Osmanlı kültürünü mezhep üzerinden bir daha örgütlemek istiyor. Mezhep savaşını daha da alevlendiriyor. Genel olarak Erdoğan ve AKP’nin duruşu yani siyasetleri uluslararası siyaset üzerinde bir tehlikedir ya da onlara karşı bir tepki var. Bugün açık bir şekilde söyleniyor, Amerika bunda ne kadar rol sahibi... Genel olarak düşündüğümüz zaman, Amerika’nın örgütlemediğini söyleyemiyor. Türkiye üzerindeki varlıkları özellikle İncirlik ve darbe toplantıları çoğunlukla İncirlik’te oluyor. Amerika’nın bilgisinin olmadığını söyleyemiyoruz ya da bilmiyordu ya da darbeden ne kadar rol sahibidirler... Bu konuları anlamak gerekiyor. Ama belli ki bir şey var. Hegemonik siyasetin bir karakteri var; sorun, çelişki ve kriz çıkarıyor, sonra da rol sahibi olarak bu krizi idare etmek istiyor. Sanki ne darbenin başarılı olmasını istedi ne de Erdoğan eskisi gibi güçlü olsun ki herkese karşı ben de varım demesin ve kendini bir alternatif olarak görmesin. AKP’nin iradesini kırmak ve burnunu sürtmek istediler. Fethullah Gülen’in de yalnız başına iktidar olmasını istemediler. Tahmin ediyorum ki idare edildi. Bugün baktığımız zaman Erdoğan’ın diklenmesini bir tarafa bırakırsak siyasi, idari, Ortadoğu siyaseti üzerine ve askeri alanda Türkiye devleti 15 Temmuz öncesinden daha mahcup ve Amerika, NATO ve uluslararası güçlere karşı kendisini daha mecbur görecek. Bu bir gerçekliktir. Kanaatimce diğeri demagojidir. Fethullah Gülen de kendisini örgüt, devlet, Amerika ve uluslararası kişilerin kucağına atmak zorundadır.  Her ikisinin de gücü kırıldı ya da bir gerçeklik onlara gösterildi. Her ikisi de kendilerini başkalarına yakın görme zorunluluğu var. Erdoğan bugün Amerika ve Avrupa’ya karşı sesini yükseltiyor. Ama ben de tekrarlıyorum; bu bir demagojidir. AKP’nin alttan alta siyasette vereceği tavizler olacaktır. Bir de Erdoğan iyi idare ediyor. Türkiye’nin şoven damarı ile çok ahlaksızca oynuyor. Diğer sefer de belirtmiştik, faşizmin bir karakteri var. Hitler de Almanya’nın şoven, milliyetçi damarı ile oynadı, bir yere kadar. Bu da bir yere kadardır. Erdoğan kendi hükmünün her şeye müktedir olmadığını gördü.

Önemlisi bu darbenin sebebi neydi? Şüphesiz Kürdistan devrimi ve mücadelesinin sonucudur. Eğer Kürt sorununun çözümsüzlüğü Türkiye’nin esas sorunu olmasaydı, eğer Türkiye demokratikleşseydi darbenin zemin ve psikolojisi olmayacaktı. İnsan baktığı zaman Kürt sorunu çözülmüyor, aynı zamanda Türkiye demokratikleşmiyor, o zaman sorun ve çelişkilerin sebebi her zaman olacaktır ve bundan sonra da olacaktır. Bu bir paradoks değildir. Mesela biz basını takip ediyoruz; Botan, Sur’da öz yönetim ilan eden halkımıza karşı soykırım geliştirenler, Kürdistan’ın il ve ilçelerini yerle bir edenler çoğunlukla bugün yakalanan komutanların talimatı ile oldu. Bu da bir çelişki olarak görülüyor. Ama öyle değil. Kürt halkına ya da insanlığa karşı birbirlerini eleştirecek ahlak ölçüleri yoktur, kendi aralarında bir mücadele içinde olsalar da öyle bir şey yok. Bütün hesap ve çabaları iktidarda kim daha güçlenecek ve birinci olacak... Bu esaslar üzerinedir. Kürt halkının hakları, demokrasi ve özgürlük üzerine bir şey yok. Sonuç olarak Türkiye ekonomisi mutlaka bu darbeden zarar gördü. Uluslararası siyaseti günlük olarak takip ediyoruz. Amerika, Almanya, İngiltere, İtalya Erdoğan’a laf yetiştiriyor. Birbirlerine karşı konuşuyor ve demeç veriyorlar. Toplum psikolojisi bu şekilde örgütlendiriliyor. Uluslararası siyaset de bir çıkmaz ve kriz için içindedir. Bunun sonucunda olabilir ki Türkiye Rojava ve Ortadoğu üzerinden Rusya, İran ve hatta rejime daha da taviz versin. Yani eskisinden daha güçlü değil, daha zayıf ve zafiyeti var ki daha çok taviz vermede kendini zorunlu görsün. Bütün hesap ve taviz Kürt halkının düşmanlığı üzerinde olacaktır. Bu görülüyor. İçeriden de bir girişimin olduğu doğrudur. Darbe yarım kaldı. İnsan böyle söylese daha doğru olur, yarım kaldı ve başarılı olamadı. Belki darbenin böyle yarım kalması istendi, bunun için erken deşifre oldu, zamanında başlatılmadı, geç ve ağır hareket edildi. Bunun için yarım kaldı. Burada da bazı şeyler var. İnsanın bazı konular üzerinde durması ve anlaması gerekir. Ama en önemlisi nedir? AKP ve Erdoğan’ın iktidar, irade ve kişiliğinde derin bir yara aldı. Darbelendiler. Bundan sonra rahat olamayacaklar. Darbenin yarım kalması ve başarılı olmaması olabilir. Bu kendi aralarındaki çelişki, kriz ve rahatsızlıkların bittiği ya da çözümlendiği anlamına gelmiyor. Bu çelişkiler üzerinden birbirlerine karşı mücadele edecekler. Kanaatimce farklı bir yöntem ve farklı farklı düzeylerde devam edecek. Yine biz direndik ve sonuç aldık havası ve psikolojisi de bir yere kadardır. Sonra da Kürt sorununun çözümsüzlüğün, Türkiye’nin demokratikleşme ihtiyacı, Türkiye’nin ekonomik durumu, Türkiye’nin Ortadoğu ve uluslararası siyaseti daha iyi anlaşılacak. Bundan sonra da Erdoğan ve AKP’de kriz daha da derinleşecek, Kürt sorunu çözümlenmediği müddetçe. Bu mihenk taşıdır. Eğer Rêber Apo ile doğrudan görüşme ve müzakere yapmasalar, dürüst ve ahlaklı hareket etmeseler, darbe mekaniğinin her zaman devrede olacağını önceden Rêber Apo söylemişti. Rêber Apo’nun uyarısı bundan iki yıl önce tekrar tekrar olmuştu. Bir daha doğru çıktı. Nedeni de Kürt sorununun çözümsüzlüğü ve Türkiye’nin demokratikleşmemesi. Bu konu ve sorun yerinde durursa iktidar ve iç mücadele farklı yöntem ve değişik şekillerde devam edecektir.

OLAĞANÜSTÜ HAL

Darbe girişiminden sonra hemen OHAL ilan edildi. OHAL’ın ilan edilmesi sorunları daha çok derinleştirmez mi?

Kürdistan’da zaten OHAL vardı. Kürdistan’da normal bir durum yoktu. Türkiye’nin hiçbir hukuk ve kanun faşizmi on binlerce insanı zorla köy, il ve ilçelerinden çıkarmaz. Hiçbir hukuk, ahlak ve kanun tank, top ve uçaklarla Kürdistan illerini bombalayın, yok edin, yıkın diye izin vermez. Bütün bunlar zaten Kürdistan’da gerçekleşiyordu. Kürdistan gündeminde fazla bir değişiklik yok. Belki şunu diyebilirler; mesela Cizre, Botan, Sur’da halk üzerine bomba yağdıranlar ve soykırım gerçekleştirenler, kendi komutanları şu an cezaevindedir, yakalanmışlar. Belki diyebilirler; yarın bizim başımıza ne bela gelebilir.  Böyle düşünmeleri de gerekir. Eğer kendi iç çelişkileri olmasa da Kürt halkı ve Türkiye demokratik toplumu bunları muhakkak cezalandıracak. Bu kişiler boğazlarına kadar suç içindedirler. Belki bu süreçten etkilendiler, Türkiye devletinin ordusu moral ve irade sahibi olmayacak, operasyon ve savaş içerisinde fazla yer almayacak. Bu doğrudur. Ama Kürdistan’ın esas gündemi 15 Temmuz darbeden önce ve darbe sonrası bir değişiklik olmadı. Kürdistan üzerinde zor, soykırım, zulüm her şey vardı ve kimse demiyordu; buna kanun elvermez, hukuk elvermez... Zaten Kürdistan’da uygulanıyordu. Ama bu OHAL ve kanunlarda ne çıkacak... AKP bu yarım kalan hamle karşısında bir hamle geliştirdi, esas kendi karşı darbesini yapıyor. Kendi hesap ve aklında her zaman devlet başkanlığı vardı. Başkanlık sistemi. Bunu da kendisi için bir zemin ve fırsat olarak ele aldı. Şimdi KHK’lerle Türkiye ordusunu dizayn etmek istiyor. Bu güçlerin komutanlıklarını Savunma Bakanlığı'na bağladı. Ciddi değişiklikler var. Ciddi tepkiler de var. Türkiye ordusu mecalsiz, fakir ve zavallı bir duruma düşmüş. Baktı ki NATO önünde boynu bükük ve ondan güç alamıyor. Baktı ki AKP’nin etkisi altında iradesiz kalmış, komutanların boynuna ip geçirerek sessiz  ve inisiyatifsiz bıraktılar. Erdoğan istediği gibi oynuyor. KHK’lerle kendine göre dizayn ediyor.

Bunun karşısında ordu içinde de tepki var, birkaç gün önce eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’u dinledik. Mesela çok ciddi tepkisi vardı. Buna razı değildi. Bu asker tarafı. Söyleniyor ki Emniyet’te de yapılacak, MİT’te yapılacak. Önemlisi de yerel yönetimler üzerinde bu kanunları daha da geliştirecekler. Yani olağanüstü durumdan daha da ötesi ihtiyaç görülse hemen görevden alacak ve yerine birisini görevlendirecekler. Eğer yeni bir şey olarak ele alırsak esasen Kürdistan’da bu yeni bir şeydir. KHK’lerle Kürdistan’da bu şekilde geliştirebilirler. Türkiye’yi de kendilerine göre dizayn etmeyi isteyecekler. Bu bir faşizm zihniyetidir. Fırsat olarak yarım kalan darbeye karşı, karşı darbeyi geliştirmek. Hukuk, siyasi, idari alanda AKP ve Erdoğan kendi pozisyonu daha da güçlendirmek ve örgütlemek isteyecektir.  

KATLİAM VE İNFAZLAR

Hrant Dink cinayeti, Roboski Katliamı, Rus uçağının düşürülmesi gibi olayları Fethullah Gülen'in üzerine yıkmak istiyorlar. Bu olaylarda Erdoğan iktidarının ve AKP yöneticilerinin hiç mi suçu yok?

Roboski Katliamı'nda 34 insanımız, çoğunlukla çocuk katledildi, bundan Erdoğan payının olmaması mümkün mü... Hatırlıyorum, Erdoğan o zaman yanılmıyorsam şu an tutuklanan ya da darbe girişiminden dolayı yargılanan, Roboski Katliamı'nı gerçekleştiren komutanı kutladı. Herhalde iyi bir iş yaptığı için kutladı. "Ordumuza kimse bir şey diyemez, kutsal ve ihtiyaç olan bir çalışmayı yürütüyor" diyordu. Hiçbir şeyin Erdoğan ve AKP’nin sorumluluğu altında olmaması düşünülemez. Kürdistan ve Türkiye’de 13 yıldır ne yapılmışsa Erdoğan ve AKP’nin talimatı ve onayı ile olmuştur. Onlar sorumludurlar. Hrant Dink’ten sorumludurlar, Amed Baro başkanı Tahir Elçi’den sorumludurlar, Kürdistan’da yapılan bütün soykırımlardan sorumludurlar. Hepsinden AKP sorumludur. Birkaç ay öncesi Türk ordusunun o komutanları Cizre, Sur ve Nusaybin’de vahşice insanlarımızı katlettiler. Erdoğan onların kahraman olduğunu söylüyordu. Onları destekliyordu; "gerekirse havyar gerekirse ne silaha ihtiyaçları varsa verelim, sonuna kadar inisiyatifiniz var ve ben sizinleyim" diyordu. Hiç kimsenin yargılanmaması için kanun çıkardı.  Erdoğan onlarlaydı. Erdoğan ve AKP bunun stratejisi, talimat ve karar veriyordu. Bunların çoğunluğu için düne kadar kahraman diyordu, ama bugün neden birbirlerine ihanet ettikleri için hain diyorlar. AKP bunlardan sorumludur. Yani Fethullah Gülen ve AKP’yi birbirinden uzak tutamayız. Yukarıda da söyledim; birbirinin kucağında büyüdüler, birbirlerini güçlendirdiler ve iktidar oldular. Osmanlı tarihinde var, iktidar için bir gecede 12 sadrazam öldürüldü, kardeş kardeşi yok etti, baba oğulu, oğul babayı. Bütünüyle iktidar ve menfaatleri doğrultusunda birbirlerine karşı geliyorlar. Bunun için bugün AKP ve Gülen neyse, AKP ve Gülen arasındaki çelişki hangi düzeyde olsa da her şey Erdoğan ve AKP’nin talimat, inisiyatif ve onayı ile olmuştur. Şüphesiz ilk başta sorumlu onlardır. Herkes çok iyi biliyor ki Fethullah Gülen halkımız ve hareketimize karşı çok kötü mücadele yöntemleri içerisindedir. Ama bunlar Kürt halkına karşı birlikte hareket ettiler, birbirlerine güç verdiler, birbirlerini kutladılar. Zaten tutumları, yürekleri ve akılları birdi. Birisi diğerinden uzak değil. Kürdistan ve Türkiye’de ne olmuşsa bunda Erdoğan ve AKP sorumludur.

HDP'YE YÖNELİK TUTUMLAR

Darbeden sonra Erdoğan CHP ve MHP’ye karşı olan şahsi davaları geri çekti. Ama HDP’ye karşı olanları geri çekmedi. Aynı zamanda CHP ve MHP ile oturdu, HDP ile oturmadı. Bütün bunları nasıl değerlendirebiliriz?

Kürt halkı bunların pozisyonlarını hatta aydın, demokrat ve liberal olanlar da bunu biliyor. Yeni bir şey değil. Türkiye devletinin siyasetinde ve parlamentosunda zaten her zaman böyle olmuştur. İnsan hakları, Kürt sorununun çözümü üzerine bu partiler birlikte olmuşlardır. Soykırım ve olağanüstü durumlarda her zaman birlikte olmuşlar. Esaslı olan meselelerde her zaman birlikte olmuşlar. Türkiye’nin demokratikleşmemesi üzerine birlikteler. Bu partiler birisi diğerinden bir adım önde değildir. Demagoji yapıyorlar. Ama aynı çerçevede dolaşıp dolaşıp birlikteler. Özellikle de Kürt meselesinde hareketimiz ve halkımıza karşı bu partiler birbirinden uzak değiller. Tonlarında, konuşmalarında biraz eksik veya biraz fazla olabilirler, ama cevherleri aynıdır. Kürt halkı ve hareketimize karşı ne karar alınmışsa, bu parlamento aynı ruh ve irade ile hareket etmişler. Bunun dışında bu partileri ele almak doğru değildir. Diğer konularda bazen birbirlerini acıtabilirler, birbirlerine karşı gelebilirler, kim iktidar veya muhalefet olacak konusunda. Fethullah Gülen konusu gibi, herkesin kendine göre yorumladığı laiklik gibi. CHP bazı şeyleri farklı söylüyor. Rüşvet ve hırsızlık ya da ekonomi politikaları gibi. Birisi iktidar, diğeri muhalefet, birbirlerini eleştiriyorlar ve birbirlerine karşı geliyorlar. Sert konuşmalar, sanki birbirlerine karşı radikaldirler. Ama esas meselelerde, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünde birbirlerine karşı sessiz ya da hepsi birlik oluyorlar. Aynı irade ve tutum dışında değerlendirilemez. 15 Temmuz'dan sonra Erdoğan CHP ve MHP ile görüştü. Bu normal bir şeydir, önce de böyleydi. Erdoğan HDP ile görüşmek istememiş. Görüşmeyecek. Zaten doğrusu olan da budur. Bir kişi eğer her gün Kürt halkına karşı, varlık ve özgürlüğüne karşı konuşuyor, operasyon ve soykırım kararını veriyorsa, eğer bir kişi açık bir şekilde tank ve toplarla Nusaybin’e vurun, yıkın diyorsa, bu şartlarda diğer partiler gibi HDP ile görüşmesi veya yakınlaşması mümkün müdür? Mümkün değil. Esasen kendi tutumunu net bir şekilde açıklıyor. Kürt halkı ve HDP’de kendi tutumunu ve hangi noktalarda tutumunu iyi görmeli ve anlamalı. Yani Erdoğan bizi ötekileştiriyor demesin. Zaten sen ötekisin. Anlamamışsan, doğru değil. Siz ne zaman bir oldunuz, ne zaman öteki olmadınız... Öteki kutsal bir şey olarak ele almalı. Gerçek ve önemli olan budur. Bir kısmı demokrasi, kadın hakları, kadın özgürlüğü, emekçi haklarına, demokratik topluma, Kürt halkının özgürlük hareketine karşıdırlar. HDP’de demokratik siyaset ve demokratik mücadeleye öncülük etme çabasındadır. Bununla gurur duymalı ve kendine güvenmelidir. Eğer öteki değilse, şüphesiz kendisine şüphe ile bakmalıdır. Böyle olmalıdır. Diyelim, HDP gitti orada oturdu, ondan ne çıkacak? MHP, CHP, Erdoğan’ın olduğu yerde mümkün mü bir şey çıksın? Hepsi Erdoğan ve AKP’nin oyununa dahil oluyorlar ve öyle oluyor. Görülüyor, Erdoğan onlarla oynuyor. Birlikte miting yapalım, birlikte bilmem ne yapalım. Bir parti gibi hareket ediyorlar. Zaten HDP’nin orada olmaması lazım. Orada olması için ne olması gerekir? Tutumlarında değişiklik olması gerekir, zihniyetlerinde değişiklik olması gerekir. Demokratikleşme, insan hakları ve Kürt sorununun çözümünün yönünde değişiklik olması gerekir. Ama Erdoğan her gün konuşuyor; tutumumuz, mücadelemiz, saldırılarımız PKK ve Kürt halkına karşı değişmemiştir, hatta eskisinden daha da şiddetli devam edecektir. O zaman HDP’nin nerede olması gerektiği bellidir.

HDP’nin de net olması gerekir. Bilmem Erdoğan MHP ve CHP hakkında davalarını çekmiş, çekmiş ya da çekmemiş hiçbir anlamı yoktur. Dikkat edin, aralarındaki sorunlar Türkiye’nin demokratikleşmesi, toplumsal ve siyasi konular değildir. Birbirlerine hakaret etmişler, bunun için geri çekmiş ya da çekmemiş hiçbir anlamı yoktur. İyi anlamak gerekir ve açık bir şekilde görülüyor ki HDP’nin demokratik siyaseti ve AKP arasındaki mesafe ve çelişkiler çok derindir. Birisi bu uçta diğeri diğer uçtadır. Herkes durduğu noktayı iyi anlamalı ve anlamlandırmalı ve ona göre bir tutum ve mücadele sahibi olmalıdır. Bana göre, HDP bugün daha avantajlı. Onlar nasıl birbirlerinin kucağında büyüdüler, eğer birileri Gülen’le ortak olmuşsa ya da Fethullah Gülen’e karşı sempati duydukları için yargılanıp, cezaevine atılmışsa ilk başta Erdoğan ve AKP’liler olmalıdır. Ortakları onlardı, her yönüyle ortaktılar; siyasi, ekonomik her yönüyle. Bir noktadan sonra anlaşmamışlar ve bu sefer diyorlar, kim Fethullah Gülen ile birlikte. Ama siz onları büyüttünüz, siz onları iktidar yaptınız, siz söylediniz onlar olmazsa olmaz... Örneğin hatırlıyorum; 2011 seçimlerinde Pensilyvanya’daki Fethullah Gülen’i kutlayan ve saygı gösteren Erdoğan’dı. O zaman birlikteydiniz, ama şimdi başka bir şey söylüyor, bu ikiyüzlülüktür. Kendi faşizmini biraz bununla örtmek istiyorlar. Aynı madalyondandırlar. Bir yüzü Fethullah Gülen, diğer yüzü Erdoğan’dır.  Birisi diğerinden ne fazladır, ne de eksiktir.

YENİ ANAYASA

Darbeden sonra AKP KHK’lerle orduyu dizayn etti, şimdi MİT gündemde. Mini bir anayasa üzerinde çalışmaktadır. Türkiye’nin demokratik bir anayasaya ihtiyacı vardır. Ancak Erdoğan’ın çabaları o yönde mi? Ne yapmak istiyor?

Erdoğan kendi iktidarını ilan etmek istiyor ya da devlet başkanlığını örgütlemek istiyor. Fiili durumda böyle yürüyor, Erdoğan devlet başkanıdır. Şimdi bunun hukuki ve kanuni ayağını örgütlüyor. 15 Temmuz'u bir fırsat olarak değerlendirmek istiyor. Partileri, siyaseti, toplum psikolojisini buna göre kullanıyor. Bu küçük paketlerle kendi iktidarını güçlendirmek istiyor. İkincisi, HDP’nin legal demokratik siyaseti karşısında, halkımızın ve hareketimizin mücadelesi karşısında yetersiz kaldığı için daha fazla kanun çıkartmak ve karar almak istiyor. Belediye eşbaşkanlarını görevden alma, yerlerine başkalarını görevlendirme. Bunun siyasi ve hukuku ayağını farklı şekillerde ve daha iyi örgütlemek istiyor. Ama doğrusu Erdoğan’ın iktidarıdır ve başkanlığı pratikte gerçekleştiriyor. Bunun hukuki ve kanuni yönünü örgütlüyor. Türkiye için anayasa bir ihtiyaçtır. Esas mesele şudur; bu anayasa demokratik bir anayasa değildir, hâlâ 12 Eylül darbesi Kenan Evren’indir. Bu kadar yıl geçti hâlâ değişmemiş. Darbe üstüne darbe oldu, kaç darbe geçti. 28 Şubat en son diktatör Erdoğan darbesi. Ama anayasa değişmemiş. Bütün faşist tutumlar zeminini oradan alıyor. Anayasa yapılmadan, Türkiye’nin sorunları da çözülmeyecek. Türkiye toplumu yeniden yapılanmazsa, Kürt halkının varlığı tanınmasa, toplumun özgürlüğü kabul edilmese, Alevilerin gerçeği kabul edilmese bir anayasa kabul edilmeyecek ve örgütlemeyecek. Küçük paketlerle günlük ve konjonktürel olarak sadece Erdoğan ve AKP’nin menfaatleri ve kişiliğine hizmet edecektir. Erdoğan ve AKP’ye hizmet edecektir. Türkiye’nin demokratikleşmesine ve Kürt sorununun çözümüne cevap olmayacaktır. Zaten böyle bir amaçları ve dertleri yoktur. Hepsi kendi faşizm ve diktatörlüğünü nasıl bir hukuki ve kanuni çerçeveye büründürmek içindir.

Türkiye meselesine baktığımızda, yüzyıllık hatta binlerce yıllıktır. Kürt meselesi, Alevi, kadın ve genel olarak Türkiye’nin demokratikleşmesi. Bu sorunlar mini paketlerle AKP, MHP ve CHP’nin bir araya gelmesi ile olmaz. CHP koltuk değneği yapıp, kanun çıkartarak Türkiye’yi değiştirmek. Bu mümkün müdür? Bir taraftan yüzyıllık sorunlar ve çok yönlü var; toplumsal, ulusal, mezhebi. Yani sorunlar var, radikal proje ve kanunlar gerekli, ama diğer taraftan birkaç parti bir araya gelerek konjektürel olarak birkaç paket çıkartsınlar. Şüphesiz bu Erdoğan ve AKP’nin iktidar ve kişiliğine hizmet edecektir. Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümüne hizmet etmeyecektir. Tekrarlıyorum, hiçbir amaç ve dertleri yok, arayışları da öyle değildir. MHP için bir şey diyemiyoruz, bilindiği gibi rengi ve gerçekliği biliniyor. CHP de bilinmiyor değil. Ama CHP’nin tabanında emekçi, demokrat, dürüst libareller var. Siyasetlerinde kişilik sahibi şahsiyetler var. Bugün CHP Erdoğan’ın bir ayağı olmuştur. Erdoğan gündemi belirliyor, o da onun gündemine giriyor. Manipüle ediliyorlar, CHP’nin iradesi Kürt meselesi ve Alevilerde, Türkiye’nin demokratikleşmesinde hiçbir zaman bu kadar zayıflamamıştı. O da Erdoğan’a hizmet ediyor paketlerin çıkarılmasında, Erdogan kendine göre KHK’lerle Türkiye’yi yönetiyor...

DEMOKRATİK CEPHE

Tam bu süreçte Erdoğan ve AKP’nin bu uygulamalarına karşı demokratik bir cepheden bahsediliyor. Bu durumda Türkiye’de demokratik bir cephenin oluşması nasıl bir rol oynayabilir?

Önceden beri ihtiyaç var. Türkiye’de demokrasi hiçbir zaman istediğimiz şekilde devlet içerisinde değişmemiştir. Her zaman diktatör, oligarşik ve faşizm zihniyetine göre olmuştur. Bunun alternatifi her zaman demokratik topluma, demokratik cepheye, ortak ve demokratik mücadeleye ihtiyaç olmuştur. Bugün daha fazladır. Bugün Erdoğan faşizmi en yüksek düzeye ulaşmıştır. Örneğin yüzbinlere yakın insanı sorgudan geçirmiş ve gözaltına almışlar. On bine yakın insan cezaevindedir. İktidar neye ihtiyaç duyarsa öyle hareket ediyor. Onun gibi düşünmeyen ve hareket etmeyen, kendi iradesini ve iktidarını kabul etmeyen ya da ona tabi olmayan düşman olarak görülüyor. Hiçbir güvenlikleri yok ne zaman öldürülecek, kaçırılacak, yakalanacak belli değil. Bu bir faşizmdir. Erdoğan ve AKP’nin iktidarından Aleviler zarar görüyor ve tehlikelidirler, emekçiler zarar görüyor ve tehlikelidir. Zaten Kürt halkı için tehlikelidir ve şiddetli bir mücadele içerisindedir. Yine Türkiye gençliğinin geleceği karartılıyor. Bunun için AKP faşizmine karşı gerçekten genel demokratik bir cephe, genel bir demokratik direniş örgütlendirilmelidir. Bu olmazsa, olmaz. Kürt halkı 40 yıldır kesintisi direniş içindedir. Her zaman Türkiye’nin siyaset ve demokrasinin önünü açmıştır. Ama yeterli değildir; kendi başına Türkiye’yi değiştirmek, Türkiye’yi demokratikleştirmek, Kürt sorununu çözmek.  Bugüne kadar getirmiş, ama bugün Türkiye ayağı örgütlenmezse, şüphesiz hareketimizin ve Kürt halkının mücadelesi her şart altında devam edecek, sonuç alacaktır. Ama bu uzayacak ve bedeli ağır olacaktır. Bunun faturası Türkiye toplumu için ağır olacaktır. Bunun ekonomik, yaşamsal, demokratik, siyasi sorunları ağır olacaktır. Bunun için bütün örgüt, sivil kurumlar, emekçi, kadın, Alevi, faşizme karşı olan ve tepki duyan herkes bir araya gelmeli ve demokratik iradeyi örgütlemeliler. Demokratik mücadeleyi geliştirmeli ve yükseltmeliler. Bundan önce birkaç adım atıldı, isim konularak ilan edildi. Bununla kalmamalılar, bunun içeriğini doldurmalı ve örgütlendirmeliler. Her sorunu dayanışma ve mücadelenin geliştirilmesi ve yükseltmesinin zemini yapmalılar.

İMRALI TECRİDİ

15 Temmuz'dan sonra Kürt halkının Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan için kaygıları arttı. Zaten OHAL’in ilk kararlarından birisi de İmralı’daki görüşmeleri yasaklamak oldu. İmralı’dan sorumlu komutanın yakalanması üzerine var olan kaygılar daha da arttı. Bunun üzerine Kürt kurumları eylem seferberliği çağrısını yaptılar. Kürt halkının Kürt Halk Önderi için olan kaygıları karşılanmazsa, nasıl bir durum ortaya çıkacaktır?

Çok tehlikeli olacak. Birçok şeyi kabul edebilir ya da birçok şey karşısında sabır gösterebilir. Hem hareket, hem de halk olarak dört parçada ve ülke dışında konu Rêber Apo olunca durum değişiyor. Rêber Apo için olan hassasiyet, uyarı ve titreme başkadır. Kaygı ve şüphelerimiz yerinde ve bunlarda haklıyız. Önceden beri Rêber Apo üzerinde çok tehdit vardı. Kendisine mektup gönderiliyor, bilmem senin durumun kimin gibi ve nasıl olacak. Erdoğan’ın otoritesini kabul etmezsen sen de yok edileceksin. Böyle mektuplar AKP idaresinin eliyle Rêber Apo’ya verdiler. Bu bir baskıdır, bir mücadeledir, bir psikolojik savaştır. Bu mektubu elleriyle Rêber Apo’ya verdiler. Görülüyor ki bir mücadele var. Basında çıktı, yakalananlardan birisi İmralı’da sorumlu komutanmış. Bunlar birbirlerine silahlarını doğrulturken, birbirlerini bombalarken, birbirlerini öldürürken Rêber Apo’nun durumu nedir sormamız, hakkımızdır. Önemlisi, Rêber Apo üzerinde daha da bu tür şeyleri geliştirebilirler. Bunun için kaygı ve korkumuz var. Rêber Apo’nun durumu nedir? Biz bu duruma normal ve doğal görmüyoruz. Bu böyle devam ederse belki kesintisiz ve sonsuz bir savaşın ilanı olur. Kürt halkının sabrı olmayacaktır. Bugünden Kürdistan’ın dört parçasından ve ülke dışında Rêber Apo’nun durumuna ilişkin tepki var. Bu daha da şiddetlenecektir. Olmazsa, daha fazla olacaktır. Uluslararası Komplo dönemini göz önüne getirin, Türkiye il ve ilçelerinde, Avrupa ve ülke dışında neler yaşandı... Daha üst düzeyde yaşanacaktır. Çok tehlikelidir. Türkiye devletinin eğer biraz aklı varsa, eğer biraz ahlakı varsa hemen bugünden bağımsız heyetlerin, Rêber Apo’nun ailesi ve avukatlarının İmralı’ya gitmesine izin vererek gitsinler kendi gözleriyle görsünler. Rêber Apo’nun avukatları dört beş senedir İmralı’ya gitmiyorlar, bir buçuk seneden fazladır kimse İmralı’ya gitmemiştir. Kimse İmralı’nın durumunu bilmiyor. Türkiye’de o kadar karışıklık var, darbe var, birbirini öldürme ve binlerce tutuklu var, oranın komutanı tutuklanmış. Orada ne oluyor, ne var ne yok; bilmek bizim hakkımız. Türkiye devleti de bunu anlamak zorunda ve cevap olmalıdır. Buradan tekrar belirtiyorum; kimse bunun önünde duramaz, bu süreç başka bir düzeyde ve başka bir yöntemle gelişecektir. Nerede ve nasıl duracaktır belli değil. Türkiye devleti gerçekten kötü oynuyor.

Çağrımız şudur; bir, Türkiye devleti acilen İmralı yolunu açmalı. Rêber Apo’nun durumu nedir? Rêber Apo’nun ailesi ve avukatları ve heyetler görüşme yapmalıdır. İki, halkımız, halkımızın dostları, hareketimiz 24 saat ayakta olmalılar. 24 saat diyorum. Rêber Apo’nun sesini duyana kadar, heyetler Rêber Apo’yu görene kadar. Çünkü rahat olamayacağız. Durum nedir, bilemiyoruz. Bunun için durum ciddidir. Halkımız, siyasetimiz, diplomasimiz uluslararası kurumları, devletleri, sivil toplum örgütlerini bir seferberlik içine koymalı, bu konuyu muhakkak gündemlerine koymalı ve sonuç almalıdır. 

HALEP'TEKİ GELİŞMELER

Son süreçlerde Halep’teki savaş şiddetlendi. Suriye rejimi birçok yeri aldı. Suriye’nin kaderi için Halep’in önemi nedir?

Önceden de söyleniyor, Halep ekonomi ve renk bakımından Suriye’nin kalbidir. Yani Şam ve Halep. Önceden beri Halep’in önemi biliniyor. İtilaf, rejime karşı olan güçler, rejimin kendisi, rejime yardım edenler bütün ağırlığını Halep’e verdiler, bunun için. Genel olarak bakıldığında DAİŞ, Nusra ve diğer güçler her ne kadar isimlerini değiştirirlerse de ve darbelenmiş olsalar da ağırlığını Halep’e vermişler. Halep’in ellerinden çıkmasını ya da rejimin rolü ve ağırlığının Halep’te olmasını istemiyorlar. Son süreçlerde farklı gelişmeler var. Var olan bilgilere baktığımızda 3-4 bin DAİŞ çeteleri Minbic’te öldürülmüştür. Yine YPG’nin açıklamalarına göre bin 500'e yakın çete cenazeleri Minbic askeri savunma güçlerinin elindedir. Uzun ve zahmetli bir savaştır, ama orada DAİŞ’in iradesi kırılmıştır. Şimdi Nusra ismini değiştirerek başka bir şey yaptı. Türkiye’nin desteklediği Ehrar el Şam, Türkiye’nin marifetiyle isim değişikliğine giderek kabul ettirmek istiyor. Bütün bu güçler ağırlığını Halep’e vermişler. Rejim de Halep’in önemini herkesten daha iyi biliyor. Gücünü Halep’e vermiş. İran, Rus ve Hizbullah ile birlikte orada bir mücadele içerisindedir. Bildiğimiz kadarıyla halkımız Şêx Meqsûd’da kendini örgütlemiş, önceden beri gerçekten kutsal bir direniş geliştirmişler. Bu son süreçlerde rejim Rusya, İran ve Hizbullah ile İtilaf güçlerini kuşatmışlar. Halep’te ilk kez rejim kendini bu kadar güçlü görüyor ve İtilaf da kendini bu kadar sıkıntıda görüyor. Şêx Meqsûd ve diğer bölgelerde bildiğimiz kadarıyla YPG, YPJ ve Kürt halkı bazı yeni noktalar ele geçirmişler ve alanlarını genişletmişler. Hemen hemen Kastillo yolu üzerinde rejim ve Kürt güçleri birbirlerine ulaşmışlar. Bunun anlamı İtilaf kuşatılmış demektir. Bunun için Amerika çok ısrar ederek bir insani koridor açmak istiyor. Ama koridordan asıl amaçları İtilaf biraz nefes alsın ve direnebilsin. Rusya ve rejimde bunun farkında ve buna razı değiller. Esas bugün Suriye’de Rusya ve Amerika konuşuyor. İtilaf zayıf düşmüş, yok olmaya doğru gidiyor ve Amerika onun nefes almasını istiyor. Çünkü Türkiye ve Amerika’nın desteklediği güçleri orada Özgür Ordu.  Rusya ve rejim onları kuşatarak, iradelerini kırmak istiyor. Rusya genel olarak rejim adına konuşuyor, diğer güçler adına da Amerika konuşuyor. Suriye’nin durumu ve geleceği adına, bu bir gerçekliktir. Bir de Kürt halkının iradesi var. Eğer bugün Halep’te bu İtilaf güçleri yok edilse  ya da iradeleri daha fazla kırılsa. Gerçekten ne İtilaf kalır ne de muhalefet. Muhalefet Kürtler ve rejim olur. Bunun için bu durum ve Halep’te yaşananlar çok önemlidir. Eğer bugünkü gibi kuşatılmış, İtilaf yok olsa durum genel olarak değişecektir. Rejim kendini toparlamış, Rusya kendini toparlamış. Rejimin karşısında sadece Kürtler muhalefet olarak kalır. Diğerlerinin hiçbir ağırlığı ve önemi kalmaz. Olacaklar, ama Suriye’nin geleceği üzerinde rol sahibi olamayacaklar. Ama direnseler, saldırıları tersine çevirseler o da yeni bir durumdur. Ama Halep’in son noktaya doğru gittiğini söyleyebiliriz. Bakalım ne olacak?

Halep istikrar olarak hangi tarafta olursa, Suriye’nin rengi ona göre daha iyi belirlenecek. Kürt halkının direnişteki rolü burada önemlidir. Eşrefiye, Şêx Meqsûd ve diğer bazı noktaları almışlar. İnisiyatif ve rol sahibidirler. Bu ayın sonunda Cenevre konusunda bahsediyorlar. Aynı zamanda koalisyon ve Rusya’nın farklı farklı görüşmeleri oluyor. Kürt halkının iradesi, Rojava Devrimi'nin dışında Suriye’nin sorunlarını çözmesi mümkün değildir. Yeni bir Suriye mümkün değildir. Nereye doğru evrilecek, esas olarak muhalefet adına Rojava Devrimi olacak. DAİŞ Minbic’ten sonra Dêra Zor ve Rakka’da olacak. Bu önemlidir ve buna bağlıdır. Felluce savaşında DAİŞ aylarca direndi, Minbic’te direniyor. Ama hiçbir şansları yok; yenilecek ve kaybedecekler. Rakka ve Dêra Zor kolay olmayacak. Eğer Kürt halkı, YPG, YPJ bu savaşta yer almasa hiç kimse kendi başına Rakka’yı özgürleştiremez. Bu Kürt halkının ve örgütünün elini müzakere ve Suriye’nin geleceğinde güçlendirmektedir. Rojava Devrimi'nin önemi ve rolü daha da gelişecektir.