Türk devletinin uyguladığı yanlış politikalar sonucu kanser vakaları her geçen yıl artıyor. Doğanın talan edilmesi, eko-kırımın bir devlet politikası haline gelmesi, yaşam alanlarında siyanür gibi kimyasal maddeler ile yapılan maden aramaları ve Kurdistan coğrafyasında uygulanan özel savaş politikaları, kansere yakalanma oranını yeni doğan bebeklere kadar indirmiş durumda.
Türk devletinin Kurdistan doğasına yönelik saldırıları da bu çerçeve değerlendiriliyor. Kurdistan’da yapılan HES’ler, barajlar, madenler, termik santraller sadece Kurdistan’ın yer altı ve yer üstü zenginliklerini sömürmek için değil, doğasını, insanını zehirlemek için de kullanılıyor. Bir yandan bunlar olurken, diğer yandan anadilde hiçbir hizmet verilmemesi Kürt halkının sağlığa ulaşmasının da önüne geçiyor ve özellikle kanser gibi vakalarda erken teşhis konulamaz hale geliyor.
KANSERDEN EN ÇOK ÖLÜM DERSIM'DE
Türk Sağlık Bakanlığı'nın 2023 yılı başında açıkladığı raporlara göre, ölüm istatistikleri açısından bakıldığında kanserden ölüm oranları, yüzde 20.2 ile ilk sırada yer alıyor. Bakanlığın verilerine göre, 2023 yılı sonunda ülke genelinde kanser hastası olarak teşhis konulanların sayısı 2 milyona yaklaştı.
TÜİK’in 2023 yılına dair açıkladığı ölüm istatistiklerinde de en çok kanserden ölüm vakasının yaşandığı şehir, nüfus bazlı yapılan oranlamaya göre yüzde 22 ile Dersim oldu.
Kurdistan’ın genelinde özellikle AKP iktidarı döneminde açılan "güvenlik" barajları, siyanürlü altın arama madenleri, HES ile isminden sıklıkla söz ettiren bir kent konumundaydı. Kentin doğası madenler, barajlarla talan edilirken, kullanılan kimyasallar hem doğayı hem de insan sağlığını ciddi anlamda bozdu. Bunun yanında anadilde hiçbir hizmetin verilmemesi, Kürt halkının sağlığa erişimini de engelleyen önemli unsurlardan.
AMED’DE YILLIK ORTALAMA 18 BİN KANSER TEŞHİSİ
Devletin rakamlarına göre kanser teşhisi ile ölümler, yıllık ölüm istatistiğinin yüzde 20’sini oluşturuyor. Sadece Amed’de yıllık ortalama 18 bin kanser hastası olduğunun açıklandığı verilere göre, Türkiye ve Bakurê Kurdistan’da 200’e yakın kanser türü mevcut.
TÜİK'in 2021 verilerine göre, kanserden ölüm oranlarının illere göre dağılımındaki bazı iller şöyle:
"Wan, yüzde 18.2
Erzirom, yüzde 18.6
Îdir, yüzde 18.6
Qers, yüzde 18.8
Agirî, yüzde 21.8
Şirnex, yüzde 11.4
Riha, yüzde 10.1
Dîlok, yüzde 10
Kilis, yüzde 10
Sêrt, yüzde 8.5."
BOZDAĞ: ANA DİL YASAĞI VE PİYASACI POLİTİKALAR ETKEN
Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı, DEM Parti Agirî Milletvekili Dr. Heval Bozdağ, devletin piyasacı sağlık anlayışının ve ana dile yönelik uyguladığı politikaların Kürt halkının sağlık sorunlarında etken olduğunu dile getirdi.
Dünyada her altı ölümden birinde kanser teşhisi konuluyorken, ülkede bu oranın her beş ölümden birine düştüğünü belirten Bozdağ, erkeklerde sıklıkla akciğer kanseri teşhisi konulurken, kadınlarda da en sık meme kanseri teşhisinin konulduğunu sözlerine ekleyerek, şöyle devam etti:
"Erkeklerde prostat ve kolorektal kanserler, kadında ise memeden sonra tiroid ve kolorektal kanserler ilk üç sırayı almakta. Dünya Sağlık Örgütü kanserlerin yüzde 80’nin mesleki ve çevresel etmenlere bağlı olduğunu söylüyor. Kanser çeşitleri de yaşa, cinsiyete ve bölgelere göre farklılıklar gösteriyor. Kültür ve sosyoekonomik koşullar ki bunların getirdiği barınma koşulları, beslenme alışkanlıkları, çevresel faktörler hava kirliliği, Güneş ışınlarına (UV) maruz kalma, yine sık görülen enfeksiyonlar ve de genetik faktörler kanserin nedenlerini ve hangi kanserin gelişeceğini belirleyen temel etmenler... Yani bir bölgede görülen kanser çeşidi aşağı yukarı o bölgenin sosyoekonomik düzeyinden beslenme alışkanlıklarına, bir sanayi bölgesi olup olmadığından su kaynaklarına, alkol ve tütün tüketimi veya hava kirliliği gibi çevresel faktörlerin olup olmadığına dair bize ipuçları sunar.”
HAVA KİRLİLİĞİ, BESLENME, SİGARA KULLANIMI DA FAKTÖR
Kanser vakalarında görülen artışa dikkat çekerek, yaşam sürelerinin artması, yaşlı nüfusunun oransal artışı, sanayileşmenin yarattığı kirlilik ve kimyasallara maruz kalma gibi etkenleri sıralayan Bozdağ, şöyle dedi:
“Sanayileşmenin artması, yarattığı kirlilik ve kimyasallara maruziyet, beslenme alışkanlıkları, çok sıcak besinler tüketme (sıcak çay tüketimi) ve sigara ve tütün kullanımı özellikle Agirî, Erzirom, Colemêrg ve diğer birçok ilde mide ve yemek borusu kanserlerinin artmasında birinci derece sorumlu faktörlerdir. Bugün 35-65 yaş arasında olan erkeklerin yüzde 70'ine yakını hayatının bir bölümünde tütün kullanmış. Kadınlarda ise bu oran yüzde 30 civarında. 25-55 yaş arası erkeklerin yaklaşık olarak yüzde 50’si ise her gün tütün kullanıyor. Birçok kanser türünde tütünün en önemli risk faktörü olduğunu biliyoruz. Yaygın tütün kullanımı da açıkça gösteriyor; sigara ve tütün ürünlerinin yarattığı potansiyel risk toplumsal sağlık bilgisine dönüşememiş ve bu konuda toplumsal duyarlılık sağlanamamış. Toplumsal alanda toplum katılımını ve toplumun bunu öncelikli sorunu olarak öncelemesini sağlayacak radikal, demokratik bir sistem değişikliğine ihtiyaç var.
TAZE BESİNE ULAŞAMAMA, YOKSULLUK, SAĞLIKSIZ BESLENME...
Düşük sosyoekonomik düzey, salamura ve tütsülenmiş yiyecekler (tuz ve nitrat bileşikleri), obezite, diyette meyve ve sebzelerin az olması yine risk faktörleri. Türkiye’de her gün meyve ve sebze tüketimi 15 yaş ve üzeri popülasyonda yüzde 35-40 civarında kalıyor ve bu besinleri az tüketmek mide-bağırsak kanserleri için risk faktörü. Bu besinlere taze olarak ulaşabilmek bölgede birçok ilde mümkün olmadığı gibi yoksulluk ve satın alma gücü de ulaşmayı engelliyor. Bölge illerinde meyve-sebze tüketiminin daha düşük olduğunu söylemek yanıltıcı olmayacaktır. Beslenmede et ve sebzeleri ateşte/közde pişirme ve yine tandır ekmeği de mide kanserine neden olan nitrat bileşikleri açısından yüksek bulunmuştur.”
'TÜRKÇE DAYATMA SAĞLIĞA ERİŞİMİ ENGELLİYOR'
Agirî’de genç yaşlarda mide-kalınbağırsak ve yemek borusu kanser vakalarının arttığını belirten Bozdağ, şöyle devam etti: "Agirî'de 0-14 yaş grubu nüfus oranı yüzde 33, 65 yaş üstü nüfus oranı ise yüzde 5,4, bu da genç bir nüfusun olduğunu gösteriyor. Hatta Riha’dan sonra en genç nüfusa sahip il. Biz ileri yaşın kanser gelişiminde risk faktörü olduğunu biliyoruz ama Agirî ilinde genç yaşlarda mide-kalınbağırsak ve yemek borusu kanserlerine sık rastlanıyor, bu da saydığımız diğer risk faktörlerine çok yoğun olarak maruz kalındığının göstergesi.
Kadınlarda meme kanseri en sık görülen kanser türüdür. Bu konuda bilgi sahibi olmamak, kanser tarama testlerini bilmemek veya ulaşamamak yüzünden hasta ileri evre meme kanseri olarak karşımıza gelmektedir. Türkiye’de kadınların yüzde 52,4’ü kendi kendine hiç meme muayenesi yapmamış, yüzde 65,6’sı hiç mammografi çektirmemiş. Yüzde 64,4'ü de hiç smear yaptırmamıştır, rahim ağzı kanseri için. Aslında Kanser Erken Teşhis ve Tarama Merkezlerinde (KETEM) Kendi Kendine Meme Muayenesi (KKMM) eğitimi verilmektedir. Her şeyde olduğu gibi kamusal alanın Türkçe dayatması yani sağlık bilgisinin Türkçe verilmesi yüzünden halk konuya vakıf olamadığı için ya böyle bir merkezin olduğundan habersiz, ya yeterince ikna olmadığı için tarama testlerine önem atfetmemekte, ya da gittiğinde kendi dilinde alamadığı eğitimi yeterince anlayamamakta, yabancılık hissetmekte, bazen de tüm bu soğuk kurumsallaşmanın karşısında mahremiyet kaygısıyla gitmekten kaçınma göstermektedirler.
Yine KETEM’lerde rahim ağzı kanseri ve kalınbağırsak kanseri için de taramalar yapılmaktadır. Ama bu merkezler yeterli işlevsellik kazanmamıştır. Mesela bağırsak kanseri için önerilen Gaitada gizli kan (GGK) tarama testi yaptıran kişi sayısı yüzde 9-10 düzeyinde kalmıştır. Türkiye ortalaması bile bu kadar düşük iken bölgede bu tarama testlerinin daha düşük oranlarda kaldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Oysa kanserde erken tanı ve erken tedavi yaşamsaldır.”
‘İKTİDAR HALK SAĞLIĞINI ÖNCELEMİYOR’
İktidarın her fırsatta piyasacı sağlık sistemini övdüğünü, halk sağlığını öncelemediğini söyleyen Bozdağ, sözlerini şu şekilde sürdürdü:
"Her fırsatta, piyasacı sağlık sistemi ve sağlıkta dönüşüm programı iyi bir politika olarak yeni Sağlık Bakanı tarafından da dile getiriliyor. Fakat sadece kanserden yola çıkarak bile bu politikalarla Türkiye’de koruyucu hekimliğin, halk sağlığının öncelenmediğini çok açık bir şekilde görüyoruz. Konumuz kanser olduğu için mamografi cihazından yola çıkalım. Çünkü bu cihaz meme kanserinin erken teşhisinde gerekli ve bir tarama testi aynı zamanda. Koruyucu-önleyici bir yönü var yani. Türkiye ortalaması olarak Sağlık Bakanlığı hastanelerinde 1 milyon kişiye düşen mamografi cihazı sayısı 4,9 iken, Kürt illerinde bu oran 3,7. Yani Kürt illeri tüm dezavantajlı koşullarının yanında bir de bölgesel olarak sağlık alt yapı yatırımından eşitsiz olarak faydalanmaktadırlar.
Özel hastanelerin Türkiye ortalaması ise 5,6’dır. Burada da kamu özel karşılaştırmasında özel-sermaye lehine bir yatırım söz konusudur ki, yoksul halk kamu hastanelerinde yetersiz cihaz ve randevu kuyruklarına muhatap olmakta ve özel hastanelerin görece iyi imkânlarına yönlendirilmektedirler. Ekonomik koşullar göz önüne alındığında, bile isteye halk maalesef sağlıksızlığa itilmektedir. Parası olmayan gecikmeli ve yetersiz bir hizmete mahkûm edilmektedir. Bir yandan da kanserden değil geç kalmaktan kork diye kamu spotları yapılır! Maalesef bu ikiyüzlü siyaset her alanda Türkiye halklarından çok şey götürdü ve götürmeye de devam ediyor. Türkiye kendi içinde bir yandan sağlıkta bölgesel eşitsizliklere neden olurken diğer yandan dünya ülkeleri ile kıyaslandığında ise sağlığa verdiği önem daha iyi anlaşılmaktadır. Yine mamografi cihazı üzerinden bakarsak OECD ülkeleri içinde bu oran 1 milyon kişiye 22,1 iken Avrupa Birliği (AB) ise 22,9 dur. (Özel +kamu+üniversitelerde bulunan toplam cihaz) Türkiye’de ise tüm sektörlerde toplam 1 milyon kişiye 11,4 oranında mamografi cihazı düşmektedir. Yani AB ve OECD ülkelerinde nüfusa göre mamografi cihazı sayısı 2 katımız kadardır."
‘KANSER ÖNLENEBİLİR BİR HASTALIKTIR’
Kanserin önlenebilir bir hastalık olduğunu sözlerine ekleyen Bozdağ, şöyle devam etti:
“Kanser aslında birçok hastalık gibi önlenebilir hastalıklar arasında ve bir halk sağlığı sorunu. Çünkü kansere neden olan etkenleri ortadan kaldırmak veya maruziyeti azaltmak mümkün. Tabii bu konuda önce güçlü bir farkındalığa ihtiyaç var. Burada hastalık-sağlık bilgisinin toplumsallaşması ve kamusal alanda buna dair koruyucu-önleyici sağlık hizmetleri sunumunun gerçekleştirilmesi lazım.
Sağlıklı olmanın, sağlıklı bir çevrede yaşamanın toplumda öncelikli bir talep olması gerekiyor. Bunun için de diğer önceliklerin yani yaşamını sürdürmek için gerekli temel yaşam koşullarının barınma, beslenme, iş, güvencede olma ve bu standartları demokratikleştiren hakların, özgürlüğün toplumda içselleşmiş ve yaşam bulmuş olması gerekiyor. Bunun için de toplumun politikleşmesi, özgün toplumsal koşulların, beklentilerin açığa çıkarılması, toplum eliyle-katılımıyla örgütlenip organize olması gerekiyor.
‘KURDISTAN’DA SAĞLIK ÇALIŞMALARI ANA DİLDE OLMALIDIR’
Mesela Kurdistan coğrafyasında bu çalışmalar ana dilinde olmak zorunda. Zaten toplum kesimlerinin-halkın içinde olduğu pratikler doğal olarak kendi dillerinde ve özgünlüğünde yani sağlıklı olarak gelişecektir. Sağlıksızlığa neden olan sosyal belirleyenler, savaş ve çatışma ortamının yarattığı siyasal baskı, kimliksizlik dayatmaları, özgürlüklerin kısıtlanmasından yoksulluğa ve çevre sorunlarına kadar bütünlükçü ve karşı bir radikal bakış açısı geliştirilmek zorunda. Böyle bir çaba ancak anlaşılır olur ve toplum katılımını sağlayıcı bir çaba olarak açığa çıkar. Toplum hastalığın önlenebilir olma kısmının kendisine düşen sorumluluğunu böylece önceleyebilecektir. Yani Kürt coğrafyasında; başta Kürt halkının kolektif haklarının gasbı, demokrasi, özgürlük ve yoksulluk sorunu can yakmaktadır ve birincil sorundur. Bu durumda devletin bir yandan piyasacı sağlık anlayışı ile koruyucu sağlıktan uzaklaşıp, diğer yandan ana dil diktası eşliğinde kurduğu otoriter-bürokratik-liyakatsiz anlayışıyla, sağlığa ve kurumlara halkları yabancılaştırıp, ötekileştirip kanser ve birçok önlenebilir hastalık için çözüm arıyormuş gibi yapışı sözden öteye gidemeyecek, sadece Kürt illerinde değil hiçbir bölgede de başarılı halk sağlığı çalışmaları yürütülemeyecektir. Mevcut yükü taşımak zorunda kalan sağlık emekçilerinin bireysel çabaları da maalesef tükenmişlik olarak geri dönecektir.”
Doğanın ve insanın özgür olmasının demokratik, toplumsal bir sağlık için önemli olduğunu dile getiren DEM Parti Milletvekili Heval Bozdağ, sözlerini şu şekilde sonlandırdı:
“Her şeyden önce doğa ve insan özgür olmalı, tüm canlılar için tüm haklarıyla yaşam özgün, demokratik ve güvenceye sahip olmalı. Ekolojik yaşama insan müdahalesinin sonuçlarını pandemide gördük, yok olan ormanlarımızda, kirlenen denizlerde, yer altı sularında görüyoruz. Savaşların yarattığı tahribatı en başta da insanda yarattığı ahlaki erozyonu yaşıyoruz ve görüyoruz. Kapitalizm ve ulus devlet eliyle yaşatılan tüm bu tahribatların sonuçlarını tüm canlılık yaşamıyla ödüyor ve maalesef gezegenimiz yok olmaya doğru hızla dönüyor.
‘DEM PARTİ OLARAK ÖZ ÖRGÜTLÜLÜKLERİMİZLE ÇALIŞIYORUZ’
Biz DEM Parti olarak, bu bilinçle yerellerimizden başlayarak insana, doğaya ve diğer tüm canlılara kendi özgünlüklerinde var olabilecekleri, talep edebilecekleri, üretebilecekleri, en başta da bunu kendi öz örgütlülükleri ile hiçbir otorite etkisi hissetmeden gerçekleştirebilecekleri özgün toplumsal özerklikler ve ekolojik bir perspektif sunuyoruz. Komünal dayanışmacı bu perspektif sağlık alanından doğrudan toplumsal sağlık bilgisini üretecek, sağlıklı bir çevre ve canlılığı oluşturmanın emeğini verecek meclisleri, yani toplumsal ekolojik taraflarını bir araya getirmenin zeminini oluşturmalıdır, diyoruz. Yerellerimizde kapitalist sömürü ve talan düzeniyle; madenler, HES’ler, santraller, betonlaşma, kapitalist tarım ve emek sömürüsü ve de bunların yarattığı doğa tahribatı, sağlık riskleri mesela kanserle mücadeleyi yürüteceğiz. Bunların karşısına yerel ekonomileri, kolektifleri, kooperatifleri yaşamla buluşturmanın ve tabii emek mücadelesini örmenin yollarını arıyoruz. Burada da öncelikli olan toplumun ikna edilmesi. Önce toplumun bu perspektifte bir yaşama ikna edilmesi gerek ve sonra onun gönüllü emeğine ihtiyaç var."