GÖRÜNTÜLÜ

Yüksek: Kürtler direnişi sürdürecek; Türkiye de ayağa kalkmalı

DBP Eş Genel Başkanı Yüksek, AKP'nin belediyelerine kayyum atamasını "darbe" olarak yorumladı. Halkın soykırımcı saldırılara karşı direnişte ısrarlı olduğunu belirtti.

DBP Eş Genel Başkanı Yüksek, AKP'nin belediyelerine kayyum atamasını "darbe" olarak yorumladı. Halkın soykırımcı saldırılara karşı direnişte ısrarlı olduğunu belirten Yüksek, AKP'nin 'iktidar ve rant' savaşı yürüttüğünü, savaşı bitirmenin müzakereyle mümkün olacağını söyledi. Yüksek, Sur’daki yasağın tamamen kalkması için de çağrıda bulundu. 
DBP Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek, AKP'nin soykırımcı uygulamalarına ilişkin ANF'nin sorularını yanıtladı...
 
Müzakere sürecinin sona ermesi ile birlikte DBP’li belediyelerin Eş başkanlarının gözaltına alınıp tutuklanmasından kayyum atamalarına varan bir baskı ve yıldırma süreci söz konusu oldu siz DBP olarak bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
 
Evet , özellikle son süreçte belediyelerimize ilişkin ciddi bir yönelim söz konusu. Maalesef ki bu yönelim sadece belediyelerimizle sınırlı değil, neredeyse ülkenin tamamı bir baskı politikası ile karşı karşıya. Aslına bakarsanız şu an tam anlamı ile bir darbe durumunu yaşıyoruz. Yurttaşların hepsi büyük bir baskı altında. Kürt halkına yönelik çok ağır bir baskı ve şiddet politiksı uygulanıyor. Tüm bunları göz önünde bulundurunca bizlere karşı bütünlüklü bir politikanın uygulandığını görüyoruz. Belediyelerimiz bunun sadece bir parçası. Belediyelerimize yönelik ciddi bir karartma ve itibarsızlaştırma politikası yürütülüyor. Özellikle son süreçte yaşanan çatışmalarla ilintili göstererek müdahale için alt yapı oluşturmaya çalışıyor. Fakat halkımız şunu iyi bilsin ki; bunca tatananın asıl amacı AKP’nin seçim yolu ile kazanamadığı belediyeleri hile yoluyla halkın elinden almaktır. Böylelikle bir dikta yönetimi kuracak. Sadece merkezi hükümette yetkilerini değil yerel yönetimleri n yetkilerini de ele geçirerek meclisi işlevsizleştirip Türkiye yönetimini tümüyle  ele geçirmek istiyor. Bu koşullar altında Türkiye’de bir meclisin varlığından söz edemeyiz çünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) AKP eli fiilen lağvedilmiş durumda. Her haliyle bir AKP hükümeti meclisi ve devleti ile karşı karşıyayız. 
 
Meclis'e sunmayı düşündükleri bir yasa tasarısı hazırlamışlar. Bu yasa tasarısı ile gerekli gördükleri belediyelere kayyum atamasını gündeme getirdiler. Peki bu yasayı kimin için yapıyorlar, kayyumu nereye atayacaklar? Tabii kendilerine engel olarak gördükleri DBP’li belediyelere. Peki sorarım; bir hukuk varsa bunun genel olarak işlenmesi gerekmez mi? Neden sadece bizim belediyelerimize uygulanacak çerçevede yasalar hazırlanıyor? Bu uygulamaları kesinlikle kabul etmeyeceğiz! Sadece bizler değil, halkımız bu hukuksuzluğu kabul etmez ve etmeyecektir! Yüz binlerce insanın iradesi ile seçilen belediye başkanları bu şekilde görevden alınıp yerine kayyum atanamaz! Bunun adı darbedir! Başka da bir tanımlaması yoktur. Çünkü siz halk tarafından seçilen kişileri görevden alıp onun meşruyetini tamazsanız darbe yapmış olursunuz. 
 
AKP hükümeti kendini seçilmiş meşru bir hükümet olarak tanımlıyor. Nasıl ki şu an seçilmiş AKP hükümetini görevden almaya çalışıp onun yerine bir atanmışlar kabinesi oluşturmak darbe ise bir belediye başkanını görevden alıp onun yerine kayyum atamak da darbedir. Demokrasi ve hukuk çerçevesinde ele aldığımızda bu iki durum arasında hiçbir fark yoktur. İşte bu nedenle Türkiye’deki tüm demokratik güçlerin bu duruma karşı duyarlı olması gerektiğini düşünüyoruz. 
Açık ve net söylüyorum; halkımızın büyük bedeller ödeyerek kazandığı bu belediyeleri öyle kolay kolay AKP’ye teslim etmeyeceğiz. Bu öyle kolay bir süreç olmayacak! Düşünün AKP tarafından Ankara’dan bir kişi atanacak. E peki, belediye meclisi ve seçilmişler ne olacak? Demokrasi nasıl işleyecek? Kriz… Bu koşullar altında demokrasi işlemez! 
 
Her şeyi bir kenara koyup şunu düşünelim; kayyum atamasından kim zarar görecek? Tabii toplum ve halk zarar görecek. O zaman AKP’nin amacı halka zarar vermek ve yerel hizmetleri engellemektir.  
 
Siyasi partiler ve demokratik kesimler sessiz kalıp bu darbeye izin vermeleri halinde AKP’nin adım adım bütün alanlarda dikta rejimini inşa etmesine yol açmış olacaklar. 
 
Sadece AKP hükümeti dışındaki kesimlere değil AKP içerisindeki kesimlere de seslenmek istiyorum; özellikle milli görüş geleneğinden gelen, vicdan sahibi, mazlumun yanında yer almayı kendine prensip edinen insanlara; bu gelenekten gelen insanlar bu kadar iktidarcı değildi. Bu kesim nasıl olur da darbeden mağdur iken darbe yapacak bir hareket haline geldi. Bu gelenek içerisinde hala bu olan bitenleri kabul etmeyen, bu konuda rahatsız olan bir kesim var, biliyoruz. Bu nedenle AKP içindeki bu insanların, CHP’nin, HDP’nin ve bütün siyasi partilerin birlikte hareket etmesi lazım. Çünkü bu AKP’nin içinden bir grubun halklara darbesidir. 
 
AKP içerisinde ısara ve inatla şiddet ve savaş sürecini sürdürmeye çalışan bir ekip var. Bu ekip ve bu uygulamalar AKP’nin sonunu getirecek uygulamalardır. Yarın kendileri yerine kayyum atanırsa o zaman bu durumu kabul etmeleri gerekecek. O nedenle bu tür süreçlerin yaşanmasını istenmiyorsa AKP’nin kendi içindeki bu darbeci ekipten kurtularak yoluna devam etmesi gerek aksi takdirde bu grup AKP’nin de sonu olacak!
 
Erdoğan'ın muhalif kesimler için "gerekirse vatandaşlıktan çıkarırız" tehdidi ne anlama geliyor?
 
Cumhurbaşkanı'na göre kendi ve yanında yer alan insanlar dışında herkes terörist aslında. Ceza kanununa da girmesi gerekir dediği kanun için belirttiği çerçeve buna tekabül ediyor. O halde Cumhurbaşkanı’nın ülkenin yarısından fazlası vatandaşlıktan çıkarması gerekir çünkü milyonlarca insan ondan farklı düşünüyor. Bence Cumhurbaşkanı kendinden ve yandaşlarından oluşan bir ülke bulup öz vatandaş olarak ilan edeceği bir kitle yaratmalı. Belki böylelikle rahat eder. Çünkü bu şekilde hiç rahat edemeyecek.
 
Açıkçası biz Cumhurbaşkanı’nın psikolojik olarak da bazı normal eşikleri aştığını düşünüyoruz çünkü bu kadar saldırgan, bu kadar kendi yurttaşına düşman, kendine muhalif kesimleri tümü ile imha etmeyi düşünen bir mantalite normal değildir. Hakikatten artık toplum ve dünya gerçekliğinden kopup çığırından çıkmış bir Cumhurbaşkanı gerçekliği ile karşı karşıyayız! 
 
Ayrıca bu ülkede illa birileri vatandaşlıktan çıkarılacaksa tecavüzcüler, çocuk istismarcıları, hırsızlık ve yolsuzluk yapanlar vatandaşlıktan çıkarılmalı, bunu tartışmalı toplum.  Çünkü bu şahıslar toplumun ahlaki yapısını ve bütünlüğünü bozuyorlar. 
Toplum ortak kararlar ile bir arada yaşar değil mi? Ve söz konusu bu ortak kararları ihlal edenler toplumun dışına itilebilirler. Peki sorarım, Ensar Vakfı yöneticileri ve diğer çocuk istismarcıları neden Cumhurbaşkanı tarafından vatandaşlıktan atılmıyor? Gerçekten toplum yararı düşünülmüş olunsa bunları tartışırdık, bunları konuşurduk değil mi? 
Bu söylem sadece biz Kürt halkına ve muhaliflere yönelik bir söylem farkındayız.
Hatırlarsanız daha önce 2005’te Mersin’de Newroz provakosyonundan sonra Genelkurmay Kürtler için ‘sözde vatandaş’ tabirini kullanmıştı. Şimdi Cumhurbaşakanı Erdoğan bu söylemi tamamlıyor. Artık sözde vatandaşlık bile kalmasın tümüyle vatandaşlıktan atalım diyor. Cumhurbaşakanı’nın şu an ki tutumu sadece kendisine değil toplumun tamamına zarar verecek gibi görünüyor.
 
Suriyeli mülteciler ülkenin çeşitli şehirlerindeki kamplara yerleştirilmek isteniyor. Ancak özünde buralara çetelerin yerleştirileceği belirtiliyor. Bu uygulamanın arka planını nasıl okumak lazım?
 
Öncelikle Suriye’deki savaştan dolayı oradan göç etmek zorunda kalan insanlar konusu gerçekten önemli ve hassas bir konu. Açıkçası biz bu insanların itilip kakılarak ötekileştirilmesine karşıyız. Sonuçta bu insanlar savaş mağduru öyle ya da böyle bir şekilde bu insanların sorunlarına çözüm bulunmak zorunda. Fakat Avrupa’daki insanlar kendi sosyal ve ekonomik durumları etkilenecek diye büyük bir panik içinde insanlık dışı bir yaklaşım sergiliyip bu insanları itip kakıyorlar. Bu konuda Avrupa’nın tutumunu eleştiriyoruz. Bu yaklaşım biçimi kesinlikle insani değildir. Bu insanları sahiplenip sorunları çözmek bir yana neredeyse vebalı muamelesi yaparak aman benim sınırlarımdan içeri girmesin telaşı içindeler.  Türkiye’de de durum çok farklı değildir.  Bu yakaşımı hiçbir şekilde kabul etmiyoruz.  Bu insanlar ucuz iş gücü olarak istismar ediliyor. ülkelerinde büyük dramlar yaşayarak bu insanların sorunları insanlık onuruna yakışır biçimde çözüp, uygun yerlerde ikame edilmeleri gerekir. 
 
Fakat hükümet yaptıklarıyla toplumda bu insanlara karşı reflekslerin oluşmasına neden oldu. Peki bunu nasıl yaptı? Bu Suriyeli vatandaşların kaldıkları kamplarda El Nusra ve diğer terör örgütü çetelerini barındırıp bu örgütlerin eylem yapmasına zemin ve imkan sağladı. Böyle olunca da toplum göç etmek zorunda kalanların tamamına karşı tepki göstermeye başladı.  Mesela İzmir Dikili’de kamp açılmaya çalışıyor ama İzmirliler istemiyor. Bu durum diğer şehirler için de geçerli. AKP yaptıkları ile İlk olarak bu insanlara karşı bir algı oluştururken ikinci olarak da bu insanları Kürdistan’daki insanlara karşı koz olarak kullanıyor. Şöyle ki; Cizre, Silopi, Şırnak ve Sur’un da dahil olduğu birçok kente demografik yapıyı bozmak amacı  ile bu insanlar yerleştirerek insanlar araçsallaştırıyor. Tıpkı 1925’ten 1938’e kadar ygulanan ‘techir ve iskan ’ politikaları gibi. Bildiğiniz gibi o zaman Kürt aileleri göç ettirilerek onların yerine Karadeniz’den, Türki Cumhuriyetlerden milliyetçi alileler, Erzurum’a, Elazığ’a, Muş’a, Van’ın ilçelerine, Diyarbakır’ın Ergani ilçesine yerleştirerek oraları asimile etmek için bir politika uyguladı. Şimdi AKP aynı taktiği Arap nüfusunu söz konusu şehirlerdeki Kürt nüfusunun arasına serpiştirerek uyguluyor. Bizim eleştirilerimiz ve tepkilerimiz bu iki noktadadır.  
 
AKP’nin 'ben bu insanları aldım, kucak açtım ve barındırıyorum' tarzı bir yaklaşımı var ama gerçek hiç de böyle değil. Gerçekte bu insanlar dışta kendi politikalarına zemin hazırlayıp para kazanmak amacı ile Avrupa’ya karşı kullanılırken içte ise Kürtlerin ve muhaliflerin yoğun olduğu yerlerde homojen yapıyı bozmak amacı ile kullanıyor. 
 
Hükümet bir an önce bu insanları kullanmaktan vazgeçip Suriye’deki savaş sona erinceye kadar bu insanları insana yaraşır bir şekilde misafir etmenin koşullarını yaratmalı.
 
Devletin yoğun saldırıları ve ablukasına rağmen Kürdistan’ın birçok şehrinde öz yönetim direnişleri sürüyor. Halk direnişte ısrarlı mı?
 
Hükümet başından beri yaşanan savaş hakkında kamuoyunu yanıltıyor. Öncelikle savaşın gerekçesi hakkında yanlış bir algı yaratarak bu savaşı topluma dayatanın bölgedeki insanlar olduğunu söyledi. Ancak savaşı dayatan bölge insanı değil AKP hükümetinin kendisidir. Bu savaş ‘ülke, vatan, millet’ savaşı değildir! Bir yandan savaşı körükleyen AKP öte yandan süreç boyunca toplumu ‘ha bugün bitti ha yarın bitiyor, ha temizledik ha temizliyoruz, tarihin en büyük operasyonları’ diyerek kandırmaya devam ediyor. Neredeyse 8 ay oldu. Sayısız kere 'sokağa çıkma yasağı' ilan edildi. Öz yönetim direnişinin yaşandığı bu 8 ay 40 yıllık savaşın özeti niteliğindeydi. 
 
Kürtlerin statü istemini terör yasaları ile cevaplayan AKP defalarca 'temizledik, bitti' dedi. En basit örneği ,kaç kere ‘Silopi’yi temizledik’ dedi, ne oldu? Şimdi tekrar sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Neden? Çünkü AKP bitirdik dese de bu durum bu yöntemlerle bitmez! Ancak daha fazla derinleşir ve içinden çıkılmaz bir hal alır! Silopi bize bir şey söylüyor. 'Ben artık özgürlüklerimden vazgeçmem' diyor. 
Öyle ya da böyle bu sorunu çözmek zorundayız. Bu ülkeye en büyük yararı bu sorunu müzakere yoluyla çözmekle sağlarız. Fakat hükümet bunu istemiyor. Bugün MHP ile kol kola Kürt halkının karşısına geçmiş; “Taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmayacağız” diyor. Siz nerenin taşını taşın üstünde, kimin başını başın üstünde bırakmıyorsunuz? Biz ne Sargunlar gördük. Tarihte ne diktatörler, ne faşist rejimler gördük. Taş üstünde taş, baş üstünde baş koymayan ne Moğol orduları gördük. Önüne koyduğu her şeyi yakıp, yıkan… AKP’nin politikalarının istilacı Moğol ordusunun politikasından ne farkı var? Barbar bir söylemdir. Buna karşı Türkiye toplumu ayağa kalkmalıydı!
 
Buradan muhalefete sesleniyorum; bunca yıkım talan yaşanırken, koca bir katliamdan söz edilirken, taş taş üstünde baş baş üstünde bırakmayız denilirken CHP ne ile ilgileniyor? Hani, nerede muhalefet? Bir tek HDP’nin muhalefet geliştirmeye dönük çabaları var, onu da engelliyorlar. Dolayısıyla şunu söylemek çok zor değil; tehlikeli bir gidişat içindeyiz. AKP  ‘terör ile mücadele’ adı altında Kürt halkına savaş ilan etmiş durumda. Elbette Kürt halkı buna karşı mücadele edecek. Zaman Kürt halkı için birlik zamanıdır. 
 
Sur’da 104 gün süren büyük bir direniş yaşandı. Bu direnişin ardından devlet yasağı henüz tam anlamı ile kaldırmadan ‘acele kamulaştırma’ adı altında Sur’a el koyma eğiliminde bulundu. Son olarak buna ilişkin değerlendirmeniz nedir?
Sur’da şu an yaşanan çok net olarak yurttaşın malına el koymadır. Bu kamulaştırma ile hedeflenen Sur’un demografik yapısını değiştirmek, halkı tarihinden, kültüründen uzaklaştırarak bilinçsizleştirmek ve kimliğini yok etmektir. Bir yandan kişiliksizleştirilmek istenen Sur öte yandan AKP içine çöreklenmiş ‘Galip Ensarioğlu’ gibi çıkar gruplarının amaçlarını gerçekleştirmek amacı ile yerle bir edilip parsel parsel,  kamulaştırılıyor. Millet can derdinde, bunlar mal ve rant derdinde. 
 
Diyarbakır halkı şunu çok net bilmelidir ki; bu kamulaştırmadan halkımızın hiçbir yararı yoktur! Evin 100 liradır deyip 150 lira değer biçerek almaya çalıştıkları yer senin tarihindir. Sur şu an zaten UNESCO kapsamında koruma altına alınmış bir bölgedir. Bu gün olmasa bile yarın çok değerlenecek o mülk. Bugün hükümet 50 lira fazla verecek diye mülkünü satacak insanları da buradan uyarmak istiyorum; sakın aldanmayın yanlış bir şey yapmayın! Mülkleriniz UNESCO kapsamında zaten üç, dört kat daha fazla değerlenecek. 
 
‘Kentsel dönüşüm’ diyorlar. Kentsel dönüşüm projesi normal koşullar altında zaten belediyemizin planlmaları arasında vardı. Sur’u tarihi dokusuna uygun olarak yeniden yapılandırarak bir turizm beldesi haline getirmek UNESCO ile birlikte yaşama geçirilecek bir planlamaydı. O açıdan insanlarımız bir yanılgıya düşüp burası artık değersizleşti deyip mülklerini ellerinden çıkarmamalı. 
 
Biz Sur’da yaşanan hukuksuz kamulaştırmaya ilişkin çalışmalarımızı başlattık. Konuya ilişkin Sur için hukuk komisyonu hiç zaman kaybetmeden Ulu Cami’nin yanındaki eski belediye binasında çalışmaya başladı. Ben buradan mülkü Sur’daki kamulaştırmaya tabii tutulan bütün insanlarımıza sesleniyorum; hukuk komisyonundaki arkadaşlarımıza ulaşarak kamulaştırma kararına karşı itiraz başvurunuzu yapın. Şu an yüzlerce başvuru yapılmış durumda. Bu kamulaştırma kararını durdurmamız demek Sur’u rantçıların elinden kurtarmamız demek. Sur’u bu rantçılardan kurtardıktan sonra UNESCO ve Amed Büyükşehir Belediyesi ortaklaşarak Sur’un yeniden inşasını sağlayacak zaten, merak etmeyin. 
Sur’da bir yandan bunlar yaşanırken diğer yandan maalesef ki hala yasaklı olan mahallelerde yıkım ve enkaz çalışmaları devam etmekte. Bugün Sur’dan çıkarılarak Dicle Üniversitesi’ne ait alana dökülen molozlar arasında hala insan uzuvları, parçalanmış insan bedenleri çıkarılmakta. Bu Sur’da yaşanan vahşetin sadece küçük bir göstergesi. Valilik bir an önce yasağı kaldırmalı. Yasağın hala sürdüğü mahallelerin etrafını duvarlar ve perdelerle sarmış, ne yapıyor orada? Bilmiyoruz… molozların içinden insan cesetleri çıkıyor. Orada infazlar mı 
gerçekleştiriliyor? Belki de orada hala insanlar var ya da gece evine gitmek isteyen siviller katlediliyor bilemiyoruz. Bu nedenle bu yasak bir an önce ortadan kalkmalı, insanlar evlerine gitmeli. Sur’da kullanılabilir durumda olan evler var. İnsanların evlerine dönmelerine izin verilmeli. Aksi takdirde aylarca hatta yıllarca sürecek olan mağduriyetler yaşanacak.