“Türkiye’ye 28 yaşında geldim, iki ay sonra 33 yaşında olacağım. Hayatıma dair umudum yok. Hiç planım yok. Evlenmedim, evlenmeyeceğim. Çünkü bu nasıl bir hayat? Hakkımı istesem patron ‘Çıksın gitsin’ diyor. İranlılar parasız işçi, sigortasız. Mesela İranlı bir çocuk vardı, elini kesti. Patron onu götürdü hastaneye bıraktı ve çekip gitti. Çocuğun şimdi eli yok.” “Pakistan’dan Türkiye’ye vize var ama işçiler bunu tercih etmiyor çünkü çok pahalı. Normal yoldan gelsen 100 bin TL masrafı var. Bu yüzden işçileri kaçak yolla geliyor. Bu yol bize yaklaşık 7 bine mal oluyor…”
GÖÇLER TARİHİ SÖMÜRÜ TARİHİYLE PARALEL
İranlı ve Pakistanlı göçmen/mülteci işçilerin bu anlattıkları Emek Partisi Genel Başkanı ve aynı zamanda gazeteci-yazar Ercüment Akdeniz’in Kor Kitap’tan çıkan “Sekizinci Kıta- Göçmen Emeğinin Küresel Devinimi” kitabında yer alıyor. Daha önce de “Mülteci İşçiler” ve “Sığınamayanlar” ile Suriyeli işçilerin yaşam ve çalışma koşullarını kitaplaştıran Akdeniz, Sekizinci Kıta ile Gürcistan’dan Ermenistan’a Özbekistan’dan Pakistan’a, İran’dan Kongo’ya Türkiye’ye gelen işçilerin izini sürüyor. Onlarla çalışma koşullarını ve yaşamlarını konuşuyor. ANF’ye son kitabını anlatan Ercüment Akdeniz söyleşiye başlarken öncelikle şunun altını çiziyor: “Göçler tarihi sömürü tarihiyle paralel!”
HER 7 KİŞİDEN BİRİ GÖÇMEN EMEĞİNE MUHTAÇ
Bugün sayıları 272 milyonu bulan bir göçmen/mülteci nüfusundan bahsediyor Akdeniz, göçmenlerin neden “Sekizinci Kıta” oluşturduklarını şu şekilde özetliyor: “Bugün geldiğimiz emperyalizm çağında göçmen emeğinin transferi en yüksek seviyesine çıktı. 272 milyon göçmen var. Bunu 164 milyonu işçi. Para havale sistemiyle ailelerine para gönderiyorlar. Sadece bu paraları alan ve onunla hayatını idame ettiren insan sayısı 1 milyar civarında. Her 7 kişiden biri göçmen emeğine muhtaç. İşte bu kadar büyük ve dünya ekonomisini de belirleyen bir şey olunca yüzer gezer bir kıta olduğunu düşünüyorum. Görünmeyen ama görünmesi gereken.”
Ercüment Akdeniz kitapta da göçmen işçilerin havale rakamlarına dair şu bilgileri veriyor: “1999’da dünya çapında yalnızca 11 ülkede havaleler, GSYİH’nin %10’undan fazlaydı. 2016’da ise bu ülkelerin sayısı 30’a yükseldi. 2016’da 179 ülkenin %30’unda fazlasında erişilebilir havale hayıtları GSYİH’nin %5’inde daha yüksekti…”
EMPERYALİST ÜLKELER ARTIK MÜLTECİ DEĞİL, GÖÇMEN İŞÇİ İSTİYOR
Akdeniz, dünyada göçmen işçi çalıştıran ülkelerin hiç de azımsanmayacak oranda bu emeği sömürdüğünü anlatıyor. Rakamları verirken uyarıyor “mülteci” değil “göçmen işçi”: “ABD, 50 milyon göçmen işçi ile ilk sırada. Almanya 13 milyon ve üçüncü sırada 11 milyon göçmen işçiyle Rusya sonrasında Arabistan, Avusturalya ve Kanada geliyor. Türkiye ise 23’üncü sırada 5,9 milyon göçmen işçi çalışıyor burada da. Dünyadaki göçmen işçilerin %30 kadarı bu ilk sıradaki ülkelerde çalışıyor. Ama iş mülteci almaya gelince bu ülkeler oran olarak %2’lerde kalıyor. Yani dünyanın emperyalist büyük devletleri artık mülteci istemiyor, sadece göçmen işçi çalıştırıyor. Göçmen işçilerin geçici olması işlerine geliyor. Bir de en alt gelir seviyesine ait ülkeler var. Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Sri Lanka ve Filipinler misal bunlar eskiden göç alan ülkelerdi, şimdiyse bu bitti ve göç vermeye başladılar. Eskiden büyük firmalar ucuz emek ve üretimden yararlanmak için malı bu saydığım ülkelere verip üretirdi. Artık bu sistem değişti, malı daha yakın periferi ülkelere veriyorlar. Hemen sınırındaki az gelişmiş ülkelere. 2013’teki geri kabul anlaşmalarından sonra Avrupa Birliği (AB) mülteci almıyor ve o nüfus Türkiye’de kaldı. Kalınca da burada çalışabilir konuma geldi dolayısıyla Avrupalı firmalar da Uzak Asya’ya iş götürmeyip Türkiye’ye iş veriyor. Bu saydığımız ucuz üretim yapan ülkedekiler de Türkiye’ye geliyor. Eskiden günlük 2 dolara Bangladeş’te çalışan işçi, o işi orada bulamadığı için 2 dolara çalışmak için Türkiye’ye geliyor. Yani günlük 2-3 dolara çalışan işçilerin ülkesi oldu Türkiye. Hatta AB’nin Bangladeş’i oldu Türkiye. Sadece AB’nin de değil çok uluslu şirketlerin de.”
AB’NİN YENİ MODELİ: KİRALIK GÖÇMEN
Avrupa Birliği’nin yeni yılda yürürlüğe giren Göç ve İltica Paktı gereğince Türkiye ve Libya gibi göçmen deposu olan ülkelere AB ajansları göndereceğini kaydediyor Akdeniz ve göçmen işçi emeği transferinin nasıl bir sektöre dönüştürüldüğünden bahsediyor: “AB, bu ajanslar aracılığı ile mülteci çocukları eğitecek. Bazılarını kendisi alacak bazılarını da bu yerlere bırakacak. Ama bu işçiler yurttaşlık ve mülteci statüsü alamayacak. Yani bu insanlar alınıp satılıp kiralanabilecek en basit tabiriyle… AB’nin yeni sistemi bu. Bunu da özel istihdam büroları yapacak. Bu bürolar işlerinin bir kısmını hala yasadışı yapıyor, bir kısmını da yasalara uyduruyor. Dolayısıyla göçmen emeği transferi üzerinden yapılan ticaret bir endüstri haline geliyor.”
HERKES GÖZÜNÜ BU EMEĞE DİKTİ
Ercüment Akdeniz, Türkiye’de özellikle inşaat, yan sanayi ve tarım gibi alanlarda kayıt dışı çalıştırılan işçilerin durumunun da değiştiğine işaret ediyor: “Türkiye İşverenler Sendikası Konfederasyonu bir strateji belgesi yayınladı. Dedi ki bu işin kaymağını neden hep kayıt dışı yiyor ki! Biz bunları eğitelim fabrikalarda çalıştıralım deyip %10 kotalı plan devreye konuldu. %10 kotası da sosyal tepki olmasın diye konuldu. Türkiye Damızlık Koyun ve Keçi Yetiştiricileri Birliği, Tarım Bakanlığı’na 100 bin Afgan çoban getirme projesi sundu. Çoban bulamıyoruz diyorlar ama bulamama sebepleri çobanlara çok az para veriyorlar, Afganlar da o paralara çalışıyor. Tahminimce 50 bin Afgan geldi zaten. Bu tip verilere TÜSİAD raporlarından da ulaşılabilir. Türkiye eskiden transit ülkeydi, şimdi geçemiyorlar ve burada sömürülecek muazzam bir göçmen emeği oluştu. Şimdi herkes buna gözü dikip strateji oluşturmaya başladı. Önümüzdeki 5-10 yılda mesleki ve teknik eğitim liselerinin arttığını, mülteci çocukların işçileştiğini de göreceğiz.”
TÜRKLERLE SORUN YAŞAMAMAK İÇİN…
Akdeniz, Türkiye’de oluşan bu göçmen emeğinden söz ederken düşük ücretin buradaki ücretleri de düşürdüğünü söylüyor. Akdeniz’e bu durumun işçiler arasında nasıl kaygıları ortaya çıkardığını soruyoruz. Zira Türkiye’de mülteci denilince akla Suriyeliler geliyor. Toplumun büyük bir kısmında ise Suriyelilere karşı nefret hâkim. Bu büyüyen göçmen emeği hem ülkedeki işçi-emekçi sınıfı hem de göçmen işçiler arasında nelere yol açıyor? Ercüment Akdeniz bunun farklı parametreleri olduğunu anlatıyor: “Örneğin görüştüğüm Ermenistanlı işçiler bizim Türklerle sıkıntımız yok, bizim sıkıtımız Suriyelilerle. Niye? Diye soruyorsun, çünkü onlar çalışmıyor tembel deniyor. Kaç Suriyeliyle çalıştın şimdiye kadar diye sorunca da cevap yok… Aslında şu var bakıyorlar tepki kime yönelmişse onlar da ona yöneliyor. Çünkü Türklerle sorun yaşamak istemiyorlar. Aynısını Afrikalı göçmenlerde de gördüm. Bana sürekli ‘Türkler bizi seviyor ve bize Siz Suriyeliler gibi değilsiniz diyorlar’ deniyor. Pakistanlılar ise şunu söylüyor ‘Polis bizi çeviriyor nerelisin diyor, Pakistanlıyım deyince geç diyor, Suriyeli olsak demezler.’ Ezilenlerin başka ezilenleri ötekileştirdiğini görüyoruz bu da aslında farklı bir kaygı türü. Çünkü bu şekilde burada hayatta kalmaya çalışıyorlar.
Ama şu var ezilen topluluklar ve göçmenler açsından Suriyeliler en alttakilerdi ama artık değişti. Çünkü onlar 10 yılda, geçici koruma belgesi aldılar. Şimdi en altta olanlar yeni gelenler. Onlar sınır dışı edilme korkusuyla kaçak yaşıyorlar, pasaportları daha şebekelerin elinde oluyor. Öte yandan bir gazetede okudum. İstanbul’da ev tutmak isteyen bir siyaha, ‘bu apartmanda siyahlara ev verilmiyor’ deniyor. Bu toplumun hücrelerine yerleşmiş ırkçılığı anlatıyor. Sadece Suriyelilere karşı da değil, hem siyahlara ırkçılık da sadece ABD’de yapılmıyor. Öte yandan 10 yıl oldu ama Türkiye’nin hala bir mülteci programı yok. O yüzden yerli emekçiler de mülteciler de kangrenleşmiş bir sorunla karşı karşıya. Hükümete ve sermayeye yönelmesi gereken tepkiler göçmenlere yöneliyor. Bunu milliyetçi partiler de kışkırtıyor.”
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÖZLEMCİ BİLE YOLLAMIYOR, UTANMAZLAR
Ercüment Akdeniz, geçtiğimiz günlerde Adana’da bir polis tarafından vurulan Suriyeli Ali El Hemdan’ın davasını izlerken sanık avukatlarının “Emek Partisi Genel Başkanı neden burada, olayı siyasileştiriyor” tepkisi ile karşılaştı. Olayı sorduğumuz Akdeniz, sadece benim değil, mecliste sandalyesi olsun olmasın tüm partilerin izlemesi gerekli diye anlatıyor ve mültecilere yönelik nefret cinayetleri ile linçler hakkında şunları söylüyor: “2019 ve 2020 yılı boyunca hayatını kaybeden mültecilerin haberini yaptık hep. Bunların bir kısmı çocuk. Öldürenler de çocuk, suça sürüklenen çocuklar kapsamında yargılanıyorlar. Bu Türkiye’nin ne kadar tehlikeli bir yere gittiğini gösteriyor, nefret ögeleri çocuklara inmiş durumda. Ali El Hemdan davası ayrı bir yerde duruyor çünkü olayda sanık olarak yargılanan bir polis var. Yargılanan kamu görevlisi olduğu için dezavantajlı konumdaki mülteciler için savunma güvencesi olmalı. Ama bu davada böyle bir tablo yok. Aile dil bilmiyor, hakkını savunamıyor, avukatların ifade ettiği üzere aile üstünde baskı kuruluyor. Eğer burada cezasızlık politikası çıkarsa diğer davaları da etkiler ve daha çok cinayet olur. Çünkü emsal dava bu. Sanık avukatları “Emek Partisi Genel Başkanı neden burada diye rahatsız” oldu ama asıl benim orada olmam değil, diğer siyasi parti temsilcilerinin orada olmaması garipsenecek bir durum. Diğer duruşma 27 Mayıs’ta. Başka cinayetlerin de davaların tarihlerini topladım. O davaların başta o ilin milletvekilleri tarafından izlenmesi lazım hangi partiden olursa olsun.
Bu dava esas kriter şu, hayatını kaybeden kişiye ve yakınlarına uluslararası koruma gelmesi gerekli. Mülteci statüsü işte tam da bunun için lazım. Çünkü mülteci statüsü olsaydı uluslararası koruma gelecekti. Bu davanın Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde görülmesi gerek. O zaman da ifade ettim neden BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin Hukuk Komisyonu yok burada? Utanmazlar bunlar! Kaçıyorlar sorumluluktan. Tüm yetkileri Göç İdaresi’ne bırakıp kaçıyorlar. Bu mülteci düşmanlığı, sorumsuzluk ve iki yüzlülüktür. Sadece bu davada değil diğerlerine de katılmaması, gözlemci dahi göndermemesi BM’nin ne kadar pespaye olduğunu gösteriyor. İkinci sorumluluk Göç İdaresi Müdürlüğü’nün üstünde, ailelere avukat tahsis etmesi lazımdı. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı da aynı şekilde. Bunların olmaması garipsenmiyor da Emek Partisi Genel Başkanının orada bulunması garipseniyor. Buradan tüm demokratik kamuoyuna da bu davalara daha çok ilgi göstermesi için sesleniyorum.”