27 yılda halk için değişmeyen tek şey yoksulluk

5 Nisan 1994 kararların üzerinden 27 yıl geçti fakat ne Türkiye’nin kısa ve orda vadeli sermaye hareketleri ile kalkınma politikası ne de halkın yükselen enflasyon karşısındaki yoksullaşması değişmedi.

Türkiye, 2017’nin son dönemi özellikle de 2019 ve 2020’de yükselen ve buna küresel ölçekteki Covid-19 salgınının da eklenmesiyle birlikte içine girdiği dış borç ile döviz krizine her geçen gün daha da batıyor. AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dilinden düşürmediği “Faiz sebep enflasyon neden” teorisi Türkiye’nin son birkaç yılında Merkez Bankası ve iktidar arasındaki para politikasının gerilim noktası haline geldi. Sadece son birkaç ay içinde yaşananlar zaten büyük krizde olan ekonomideki şiddetli kırılmaları da beraberinde getirdi.

Hatırlayacak olursak uzunca bir süre düşürülen faiz, harcanan MB rezervleri, para değişim işlemi olan SWAP da işe yaramayınca 2020 Kasım ayında Merkez Bankası başına Naci Ağbal getirildi. Bunu üzerine Hazine ve Maliye Bakanı olan Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak istifa ettiğini duyurdu. Ağbal’ın gelişi para politikası değiştirildi. Erdoğan faizi neden olarak göstermeye devam etse de Ağbal’a faiz artırım yetkisi verildi. Özellikle Londra merkezli tahvil alımları gerçekleşti bu dönemde. Birçok ekonomistin “Londra Tefecisi” olarak adlandırdığı bu yatırımın kalıcı olmayacağı vurgulandı. Hatta bir diğer şekliyle en hızlı kaçacak yatırımcı olarak nitelendirildi. Ağbal’ın mart ayındaki Para Politikası Kurulu toplantısı sonrası piyasa beklentisi üzerinde, 2 puan faiz artırımının ertesinde ise görevine son verildi. Dövizin 2018 krizindeki noktasına geri dönüşü iktidarda paniğe yol açtı ve yeni Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu “Hemen faiz indirileceği anlamına gelmiyor” açıklaması yapmak zorunda kaldı. Kavcıoğlu hedeflerinin hala enflasyonu ve dövizi düşürmek olduğunu da belirtti.

KISA VADELİ SERMAYENİN GİRİŞİ

Ekonomideki bu çalkantılar Türkiye’nin daha önce de yaşadığı krizlerden çok da farklı sebep-sonuç ilişkisi içerisinde gerçekleşmedi. 2001 krizi ertesi gelen AKP, IMF’nin acı reçetesini uyguladı, dünyadaki yatırımı kendisine çekerek sermaye birikim modeline gitti. Fakat bu model de iflas etti. Bugün 27 yıl önce alınan 5 Nisan 1994 kararlarından farklı bir süreç yaşanmadığı ise sadece birkaç ay içerisinde kamuoyu önünde gerçekleşti.

1989 yılından sonra Türkiye ekonomisinin finansal olarak serbest piyasa koşullarına adapte olmasıyla birlikte kısa vadeli olarak adlandırılan sermaye hareketlerinin ilgisini çekmişti. Ülkeye gelen kısa vadeli sermaye hareketleri bütçe açıklarının kapatılmasında ve kamu borçlarını finanse edilmesinde kullanıldı. Kısa vadeli sermaye hareketleri, ülkelerin politik dengelerine hassasiyeti en yüksek yatırım hareketi olarak da tanımlanır. 90’lardaki siyasi istikrarsızlık, gelen riskli ve sıcak parayı aynı sıcaklıkta kaybedecekti.

1990’larda hükümet, devlet harcamaları için kamu bankalarından borç kullanmaya başladı ve bu zamanla çok büyük bir borç yükünün altına girilmesi anlamına geliyordu. Hükümet, kamunun borç yükünü azaltmak ve faizleri indirmek için hamleler yaptı. Örneğin bu kapsamda PTT’nin telefon hizmetleri satılmak istendi. Fakat Anayasa Mahkemesi bu özelleştirmeyi iptal etti. O dönem Türkiye’nin dış borcu 40 milyar dolardı. Bu özelleştirmeden ise 35-40 milyar dolar gibi bir gelir bekleniyordu. AYM’nin iptali sonucunda kısa vadeli sermaye hareketlerinin hızlı bir çıkışı yaşandı. Tıpkı Kasım 2020’de artırılan faiz puanı ile gelip Mart 2021’de Ağbal’ın görevden alınmasıyla hızla çıkış yapan örneklerde olduğu gibi.

Ocak 1994’te yaşanan bu krizle birlikte dolar bir günde %14 değer kazandı. 1994 yılında TL karşılığı 14 bin 538 lira olan dolar, 27 Ocak’ta alınan devalüasyon kararı ile 17 bin 250 liraya fırladı. 1994 yılında ortalama dolar kuru 38 bin 495 lira, 1995’te ise 59 bin 800 lira düzeyinde gerçekleşti.

KAMUYA ALIM, TARIMA TEŞVİK DURDURULDU

Tarih 5 Nisan 1994, Tansu Çiller başbakanlığındaki DYP-SHP hükümetinin “enflasyonu hızla düşürmek, TL’de istikrar sağlamak” adına aldığı ekonomik önlemler paketi halkı yoksulluğa ve işsizliğe mahkûm etti, enflasyon 3 haneli rakamlara fırladı.

Tarihe 5 Nisan kararları olarak geçen bu önlem paketinin bazı maddeleri şöyleydi:

* Döviz kurunun hedeflenen enflasyon oranı ile uyumlu bir şekilde gelişme sağlamasını amaçlayan bir kur politikası izlenecek, spekülatif hareketlere izin verilmeyecektir.

* Bütçe açıklarının süratle kapatılması amacıyla, akaryakıt vergisinden bütçeye aktarılan pay %50’den %70’e çıkarılmıştır. Aynı zamanda KİT’lerin Hazine’ye olan borçlarının süratle ödemeleri için gerekli düzenlemeler yapılmıştır.

* Kamuda personel alımları durdurulmuştur. Personel ihtiyacı kurumlar arası nakil yoluyla karşılanacaktır.

* Tarımsal destekleme konusunda; hedef kitleye doğrudan ödeme yapmak ve kredi kolaylıkları sağlama gibi fiyat desteği dışındaki konulara ağırlık verilecektir.

* Özel sağlık ve özel emeklilik sigortaları teşvik edilecektir.

* SGK’ya tabi sigortalılar için, emekliliğe hak kazandıran prim gün sayısı belli bir geçiş süresi tanınarak, kadın sigortalı için 7200, erkek sigortalı için 9000’e çıkarılacaktır. Ayrıca emekli aylığı ödemelerinin başlayabileceği yaş sınırı getirilecektir.

YOKSULLUK, ÖZELLEŞTİRME VE EKONOMİK DURGUNLUK

Yukarıda andığımız bu bazı önlemler için vergide devlet payının artırılması, SSK’nın emekli aylığındaki katsayı sisteminin değişmesi için çalışma başlatılması, tarımda teşvik yerine başka konulara ağırlık verilmesi gibi insan aleyhine kararların dışında Merkez Bankası’na ‘özerklik’ ataması da maddeler arasında yer alıyor.

Bu ekonomik önlem paketleri alan hükümet piyasaya yüksek miktarda para sürdü. Fakat tüm bu hamleler şimdi olduğu gibi dövize hücuma yol açtı. 1994 yılı sonunda enflasyon üç basamaklı olarak %125,49’a yükseldi. 22 bin çalışan oranı içinde işsizlik, TÜİK’in geniş tanımlı “olmayan” rakamlarına göre %8 olarak gerçekleşti.

Akaryakıt ve TEKEL ürünlerine yüzde yüze yakın zam geldi. 5 Nisan kararları ardından hükümet bu defa üç aylık 38 trilyona yakın tasarruf paketi açıkladı.

Kriz ile birlikte Erdemir, TÜPRAŞ, Petrol Ofisi, PETKİM, Havaş, Ditaş ve Türk Hava Yolları kısmi olarak özelleştirildi. Aynı yıl mayıs ayına gelindiğinde ise Uluslararası Para Fonu (IMF) ile 14 aylık bir stand-by anlaşması imzalandı.

“5 Nisan Kararları” ülkede büyük bir işsizliğe ve gelir dağılımında ücretliler aleyhine birçok sonuç ortaya çıkardı. Fakat sermaye sahipleri yüksek faizle paylar elde ederken aynı şekilde devalüasyon öncesinde dolara yatırım yapanlar da büyük paralar kazandı. Ekonomi küçülmeye başladı, yaşanan ekonomik durgunluk ile birlikte birçok firma ya küçüldü ya da iflas etti.

FEDAKARLIK HEP HALKTAN İSTENDİ…

Dönemin başbakanı Tansu Çiller başa geldiğinde ekonomi kurumlarının tümünü kendisine bağlamıştı. Tıpkı miting meydanında “Ekonominin sorumlusu benim” diyen Erdoğan gibi. Zira iki iktidarın halktan çözüm için beklediği aynıydı, fedakârlık: “Sadece bu ekonomik krizden çıkmayacağız, Türkiye ekonomisiyle insanıyla bir mucize yaratacaktır. Bu fedakârlığı gelirlerimize göre harcama alışkanlığı mutlaka kazanmamız ve devam etmemiz gerekir. Bu fedakârlığı Türk milleti destek vererek yapmıştır.’’

Erdoğan ise sık sık şu çağrıda bulundu: “Tüm vatandaşlarımızdan birikimlerini dövizden TL'ye çevirerek üretim ve istihdama katkı sağlayacak yatırımlara yönelerek mücadelemize destek vermelerini bekliyorum.”