Öcalan’a özgürlük; Devrimci sürecin zaferine çağrıdır

Öcalan devrimci sürecin zaferiyle özgürleşecek. O nedenle bugün özellikle Avrupa’da “Öcalan’a özgürlük nöbetleri” basit bir “af” talebi değil, devrimci bir iştir.

Devrimci sürecin “merkezi” sorunu önemlidir.

Öcalan’a “özgürlük” talebinin derin anlamını işte bu “devrimci sürecin merkezi” meselesini ele alıp işlemezsek, anlayamayız. Karşımızda “yenilmiş” bir hareketin “esir düşmüş” bir “martir lideri” yok. Evrenselleşmiş bir halk önderi var. Ve o hem esir, hem de hala tüm Ortadoğu’yu etkisi altına alan, böylece tüm dünyayı etkileyen bir devrimci sürecin önderi. Hala esir tutulmasından ve en vahşi tecrit altına alınmasından dolayı şaşırmamızı gerektiren bir durum yok. Kürdistan Öcalan için “aman” dilenmiyor. Onun özgürlüğü talebi, devrimci sürecin zaferine olan inancın bir gereğidir. Öcalan devrimci sürecin zaferiyle özgürleşecek. O nedenle bugün özellikle Avrupa’da “Öcalan’a özgürlük nöbetleri” basit bir “af” talebi değil, devrimci bir iştir.

Konuyu açalım:

1960’larda ve 70’lerde Türkiye devrimci sürecinin “merkezi” Türkiye metropollerindeydi. Hiç kuşkusuz o dönemde de Kürdistan’da kitlesel yükseliş vardı. Ama öncülük önce TİP’te, parçalandıktan sonra Dev-Genç’te, THKP’C’de, THKO’da ve TİKKO’daydı. 70 başında bunlara TKP de katıldı. TKP, TİP’i kuran işçi sınıfının sendikal önderlerini de çevresinde topladı, işçi sınıfını örgütledi ve o yıllarda Türkiye ilk “Genel Grevlerle” tanıştı.

Ancak 12 Eylül darbesiyle birlikte Türkiye’nin metropollerinde işçi sınıfı, emekçiler ve aydınlar hızla geri çekildi. Devrimci sürecin merkezi metropollerden hızla Kürdistan’a kaydı.

Abdullah Öcalan, siyasi hayata Türkiye metropollerinde atılmıştı. O sıralarda Türk sosyalistlerinin çoğunlukta olduğu hareketlerde yerini almıştı. Bir devrimci için, devrimci sürecin merkezindeki “öncü” partilerle yan yana gelmek devrimciliğin doğal gereği idi. Bugün de öyledir. Bugün MLKP’nin, MKP’nin, TİKKO’nun v.s. yaptığı budur. Öcalan da bunu yaptı.

Vaktiyle V.İ.Lenin, “döneklik öncesi” Kautsky’nin “devrimci sürecin merkezi Avrupa’dan Rusyaya kaydı” saptamasından hareketle RSDİP’nin Bolşevik kanadını nasıl büyük bir sezgiyle örgütlediyse, Öcalan da devrimci sürecin merkezinin Kürdistan’a kaymakta olduğunu gördüğü anda PKK’yi büyük bir sezgiyle örgütledi. Bir “milli” ya da moda tabirli “kimlik siyaseti” yapmak için değil. PKK’nin Türkçesi “Kürdistan İşçi Partisi”dir. Kimi sosyalistler benim gibi Kürtçe bilmediklerinden PKK’yi “Kürdistan Milli Hareketi” gibi anladılar ya da anlamak istediler.

Kürt ve Türk sosyalistlerinin belirleyici rolüyle PKK devrimci sürecin merkezinin Kürdistan’a kaydığını tam zamanında gördü ve Ankara’dan Kürdistan’a yöneldi. Öcalan Avrupa’ya “sığınmacı” olarak gitmedi, Kürdistan’ın parçası Rojava’ya adımını attı.

Bugün PKK Kürdistan devrimci sürecinin öncüsüdür. Yaşanan muazzam bir devrimci süreçtir. Başlangıçta küçük bir grupken, bugün Kürdistan özgürlük hareketi önce Kuzey Kürdistan’da, ardından bütün parçalarda ve Türkiye’nin, Irak’ın, Suriye’nin, İran’ın devrimci güçleri arasında öncülüğü ele almakla kalmadı, evrensel ölçüde devrimci bir özne haline geldi. Bugün PKK saflarında yalnız Kürtler değil, Türkler, Süryaniler, Ermeniler, Ezidiler, bile değil, Avrupa’dan, dünyanın dört bir tarafından gelen devrimciler yerlerini almıştır ve Öcalan’ın eserleri Latin Amerika ülkelerinin dillerine çevrilmekte, bu devrimci kıt’anın Che Guevaracı insanları Öcalan’ı okumakta.

Türkiye tarihi de, Ortadoğu tarihi de böylesi bir resimle hiçbir zaman karşılaşmamıştı.

İnsanlığın yokoluşa gideceği bir zaman diliminde imdada “Mehdi”nin yetişeceğine dair Kur’an ayetleri nasıl inananlara güç verdiyse, sosyalizmin “öldüğünün” ilan edildiği bir zaman diliminde PKK Önderi Öcalan “kurtuluş umudunu kaybetmek üzere olan” halkların imdadına yetişti.

Sosyalizmi “dar sektaların” masa başındaki programlarıyla zafere ulaştıracağını düşünenler yenilmiştir. Anlamadıkları şuydu: Marksizm masa başında “icat” edilmedi. Onun kaynakları “Alman Felsefesi, İngiliz Ekonomi Politiğidir” ama bunların yanısıra milyonların ihtilallerle sarstığı ülkenin “Fransız Sosyalizmiydi” de. Sosyalizm düşüncesi ayağa kalkan halkların içinden doğmuştur.

O nedenle gerçek sosyalizm bugün şu ya da bu kişinin kafasında değil, Kürdistan halklarının mücadelesinde “neşv’ü nema”dır. Halkın yarattığı ve PKK önderinin kitaplarına yansıttığı bu sosyalizmi beğenmemek, toprakta yeşerip büyüyen bitkiyi beğenmemeye eşittir. “Bu domatesler neden yuvarlak da küp şeklinde değil” diyen kişiyi botanik biliminde sınıfta bırakırlar.

Devrimci süreç eğer Türkiye metropollerinden Kürdistan’a kaymasaydı, muhtemelen milyonlar ya THKP-C’nin, ya TDKP’nin v.s. “sosyalizmini” ya da TKP’nin “sosyalizmini” bağrından doğuracaktı. Bunu beğenmeyecek olan devrimci yeni doğan çocuğunun “kendisine benzemediğini” söyleyen baba ve anneden farklı olmayacaktı.

Şimdi Kürdistan devrimci sürecine katılan milyonlar “ekolojik, kadın özgürlükçü, komünal, demokratik ulusçu, Konfederalist” bir sosyalizmi doğurma sancıları çekiyor.

Bu sancıları dindirecek olan ebe Kürdistan devriminin tüm parçalarda, bu parçaların yer aldığı İran’da, Irak’ta, Suriye’de ve Türkiye’de zafere ulaşmasıdır.

Böyle bir sosyalizmin ve “kurtuluşun” programını yazan kişi şimdi “esirdir”.

Öcalan’a özgürlük bu programın zaferi için bir çağrıdır.

O nedenle “kesintisiz” bir şekilde “Öcalan’a özgürlük” nöbetçilerini kutluyorum.

Bir tek sorum var: Neden beni ve benim gibileri de nöbete çağırmıyorlar?