'Önlem alınmazsa gıda kıtlığı yaşanacak'

Ekonomik krizden kaynaklı tanzim satışları başlatan AKP’nin bu politikasının seçim odaklı olduğunu söyleyen HDP vekili Rıdvan Turan, ciddi önlemler alınmadığı taktirde gıda kıtlığı yaşanabileceğini belirtti.

Ülkede yaşanan ekonomik krizin meyve sebze fiyatlarının artması ve bundan dolayı oluşan rahatsızlık üzerine AKP hükümeti, seçim öncesi tanzim satışları başlattı. Birçok ilde başlayan tanzim satış noktaları önünde uzun kuyruklar olduğu kadar tartışmalar da vardı. Öyle ki son birkaç haftadır tanzim satışları ülkenin gündeminde üst sıralarda yer alıyor.

Hükümet seçim öncesi pazar fiyatlarının artmasını ‘aracı kurumlara’ bağlarken; pazar esnafı ise işgaliyeden işçiliğe, halden taşımaya kadar birçok işlem gören malın fiyatının artmasının kaçınılmaz olduğunu ifade ediyor. Ama yine de Erdoğan’ın hedefi olmaktan kurtulamıyorlar. Peki, ürünlerin halka bu kadar ucuza ulaşması kolay mı? Tarım hangi politikalar sonucunda bu hale geldi? Daha da önemlisi bunun alternatifi nedir?

HDP Mersin Milletvekili ve Tarım Komisyonu üyesi Rıdvan Turan, bugün gelinen noktanın esas sorumlusunun neo-liberal politikaları en sert şekilde uygulayanlar olduğunu söylüyor. Turan aynı zamanda tarımın yeniden desteklenmesi ve en büyük sorun olan çiftçinin örgütlenmesinin önünün açılması gerektiğini de vurguluyor.

Tanzim satış noktaları haftalardır tartışılıyor. Sadece iki aylık bir uygulama ama 81 ile yayılacağı söylendi. Madem bu kadar kolaydı doğrudan, aracısız olarak ürünlerin halka ulaşması, iktidar neyi bekledi?

Bu kadar kolay değil aslında. Karşı karşıya olduğumuz şey bir illüzyon. Artan gıda fiyatları, işsizlik, ekonomik olarak yaşanan kötü gidişat kamuoyu araştırmalarında da AKP’nin oy kaybettiği gösteriyordu. Bunlar da kısa süreli pansuman şeklinde seçimlere kadar, yeniden geniş kesimlerin desteğini almak için yapılmış hamleler. Yoksa burada meselenin esasına ilişkin bir çözüm yok. Aslında olabilirdi, 1945 sonrası kurulmuş olan destekleme kurumlarının hemen hemen tümü 1980’lerde başlayan (AKP’nin doğuşu itibariyle de hız kazanan) neo-liberal politikalar doğrultusunda tasfiye edildi. Bu kurumların tasfiye edildiği koşullarda, lambadan cin çıkarır gibi ucuz meyve-sebze veriyor olabilmek bir aldatmadır.

Peki, bu destekleme kurumlarını da düşünürsek, tarımsal üretim ne tür politikalar sonrasında bu noktaya geldi?

24 Ocak kararları ile ikameci politikaların dışa bağımlı politikalarla yer değiştirdiği ve neo- liberalizm ülkeye adım adım girdi. O yıllarda ‘devlet ayakkabı üretir mi? Patlıcan, biber yetiştirir mi?’ gibi söylemlerle destekleme kurumları ve Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT) ve buna bağlı olarak çiftçiyi yardım adım adım bitirildi. O dönem bunun en güçlü savunucuları şimdi buna karşıymış gibi duruyor. Devlet piyasadan elini çekecek, piyasanın o görünmez, sihirli eli her şeyi kendiliğinden regüle edecek (düzenleme), ön görülen buydu. Fakat o zamandan bu yana düzelen bir şey yok hatta 2008’de yaşanan o büyük krizle neo- liberalizmin tarihin çöp sepetine gönderildiği söylenebilir. AKP ile birlikte çiftçiyi desteleyen misal gübre kurumları, TÜRKSAŞ, İKSAŞ, TPO yine bu tasfiye sürecinde yok edildi.

Daha önce nasıl bir destekleme vardı?

Alım desteği sunuyordu devlet ve bir başfiyat belirliyordu ki o zaman da harika değildi ama çiftçiyi de öldürmeyecek şekilde ilerliyordu. Kredi ve bir de girdi desteği olmak üzere üç farklı şekilde yapılıyordu. Ama devlet regülatör bir mekanizma olarak devreden çekildi. Dolayısıyla uluslararası sermaye ile yerli çiftçi karşı karşıya kaldı. Uluslararası sermaye mazotundan, gübresine her şeyin sahibi, belirleyicisi ve düzenleyicisi pozisyonunda.

Çiftçilerse bunun karşısında örgütsüz kaldı. Bu durum çiftçilerin gerek girdi maliyetlerinin çok yüksek olması gerekse de örgütsüzlüğünden kaynaklı giderek kırsal alanı boşaltmalarına ve buradan uzaklaşmaları sonucunu doğurdu. Şu an kırsalda yaşayan insanların yaş ortalaması 52’ye çıkmış durumda ve o yaştaki insanlardan da tarımsal üretim beklemek çok zor.

SAVAŞ POLİTİKALARI HAYVANCILIĞI BİTİRDİ

Burada önemli bir başka konu da şu; Kürt meselesinin çözümsüzlüğüne dayalı politikalar yüzünden, mera yasakları, orman, tarla yakmalar, köy boşaltmalar gibi uygulamalar sonrası bölgedeki tarımsal nüfus da yok oldu. Bugün tarımın bir alt kolu olan hayvancılıkta dışa bağımlılıktan bahsediyorsak, savaş politikalarının buradaki ciddi etkisini de konuşmalıyız.

Bu tasfiye zamanla öyle bir boyuta geldi ki uluslararası alanda gıda fiyatları düşüyor olsa bile; Türkiye dışa bağımlı olmaktan ve kur farklarından dolayı ki meteorolojik bazı nedenleri de buna eklemek gerekli, böyle bir durumla karşı karşıya kaldı. Etiyopya’da binlerce insan kıtlıktan dolayı hayatını kaybetmişti. O akbabanın ölmekte olan çocuğun başında durması hatırlanacaktır. Aslında Etiyopya’da yaşanalar bizim yaşadığımızın içerik olarak çok benzeri ama elbette daha büyük boyutlusu. Biz onların şu an daha küçüğünü yaşıyoruz ve önlem alınmazsa bu ciddi bir gıda kıtlığına doğru gidiyor.

Herkes ürünün tarladan çıktığı gibi ellerine ulaşmamasından kaynaklı fiyatların arttığını söylüyor. Hatta bakan Berat Albayrak bile fiyatın bu şekilde oluşuna şaşırdığını ifade ediyordu. Bu fiyatların artmasının sebebini yabancı sermaye olduğunu dile getirdiniz peki bu sürekli yakınılan aracılı sistem nasıl işliyor?

Devlet üstüne düşeni yapmıyor, üzerine kaç kalem vergi koyduklarını söylemiyor ama açıklamaya gelince esas mesele vergi değil aracılardır deniyor. Aracılar evet problemdir ama devletin fiyatları artırmak için yaptığı bu koşullarda o da ekstra kendi maliyetini üstüne ekleyecektir. Bir defa ülkede küçük aile tarımını artıracak önlemlere ihtiyaç var.

Nedir bu küçük aile tarımı ve de HDP olarak bu politikaların dışında ne öneriyorsunuz?

Küçük aile tarımı, endüstriyel tarımın dışında kalan hatta onlara karşı ve daha az girdiyle ekolojiye uyumlu, yoğun istihdam sağlayan bir üretim modelidir. Dünyada endüstriyel modelin baskısına rağmen, tarımın yüzde 80’i aile işletmeleriyle sağlanıyor. Bu model ayrıca geniş endüstriyel tarıma göre yüzde 50 ile yüzde 75 arasında daha fazla verim sağlıyor. Bu bilgi BM’nin verilerine dayanıyor. Endüstriyel tarım uygulamaları, devasa çiftlikler, tekelleşme, yoğun gübre ve enerji kullanımına dayalı mono kültür, yani tek tip bir üretim modeli değil; birden çok ürünün üretildiği, daha az girdiyle üretimin yapılması gerekiyor.

Belediyeler ve devlet kırsalda bu altyapıyı hazırlayıp insanları teşvik etmeli. Öte yandan yine önemli bir adım olarak girdilerin devlet tarafından sübvanse edilmesi gerekli. Çünkü ciddi bir eşitsizlik var, bir yandan milyon dolarlardan bahsedilirken öte yanda çok cüzi rakamlar söz konusu. Devletin yeniden küçük aile tarımını bu anlamda destekler konuma gelmesi lazım. Önemli bir diğer nokta da kırsalda üretim yapan insanların ürettikleri her neyse, bunların kooperatifler ya da köy sendikaları veya üretici sendikalar tarafından alınabilmesi için düzenlemelerin yapılması gerekiyor.

Türkiye’de çiftçinin en büyük sorunu gübre ya da mazot değil, örgütsüzlüğüdür. Örgütsüz olduğu için bu konularda da caydırıcı gücü bir türlü oluşturamıyorlar. Kırsalın örgütlenmesi gerekli örgütlendikten sonrada fiyatların belirlenmesinde bu kooperatiflerin rol alması lazım. Bu da ciddi bir iç mevzuat düzenlemesi ile olur. Çünkü kooperatifler 80’den bu yana ciddi anlamda yok edildi. KİT’lerin yeniden kurulması ya da eski fonksiyonlarına döndürülmesi gerekli. Sermayeye kaynak oluşturmak değil, halk için üretim yapmak durumundalar.

Bunun sonuçları neler olur?

Öncelikle kırsal istihdam artacak. Bir defa insanlar kırsalda kalmaya başlayacak bu da kırdan kente yoğun göçün ve de buna bağlı işsizliğin de önüne geçeceği gibi üretimin de artması söz konusu. En temel meselemiz zaten üretimin artması. Üretenle tüketici arasındaki ilişki kooperatifler tarafından sağlanmış olacak bu da ekstra bir aracı ve ücret artımını ortadan kaldıracak. Gıda egemenliği diye bir kavram var, bu şu anlama geliyor: Neyi, nasıl, kimler için ve ne kadar üreteceğine üreticinin tüketiciyle karar verme hakkı. Türkiye’de bu egemenlik kaybedilmiş durumda.

Bu soruların cevabına yerli üretici değil, uluslararası finans kuruluşları karar veriyor. Gıda güvenliğinin kaybedebildiği yerde gıda güvencesi de olmaz yani sağlıklı, nitelikli gıdaya erişim yok. Bu anlattıklarım elbette mecliste her gün yüz yüze geldiğimiz kişilere göre çok arkaik şeyler, devlet bunlardan elini çekmeli onlara göre. Ama 1980’den beri yaşananlar neo-liberalizm politikalarının çürütüldüğünü bize gösteriyor.

O zamanlar devlet patlıcan, biber üretir mi deniyordu. Şimdiyse devlet patlıcan, biber piyasasına girmiş durumda. Hatta Cumhurbaşkanı bizzat kendisi yönetiyor. Üretim yeterli olmadığından dolayı buradaki tanzim satışları da zararına satılıyor. Devlet kilo başına 1 ile 1,5 lira arasında zarar ediyor ki seçim sonrası bu zararı da çeşitli zam furyalarıyla kapatır. Sürdürülebilir değil, mantıklı değil, ekolojik hiç değil. AKP’nin kanseri yara bandıyla tedavi etmesidir bu yaşanan.