‘Ahlaki çöküş yaşanıyor’
Demokratik İslam Konferansı Üyesi Hatice Kavran, Türkiye’de eğitim ve din alanındaki yozlaşma sürecinin, toplumun etik değerlerini yok ederek ahlaki çöküşe neden olduğunu söyledi.
Demokratik İslam Konferansı Üyesi Hatice Kavran, Türkiye’de eğitim ve din alanındaki yozlaşma sürecinin, toplumun etik değerlerini yok ederek ahlaki çöküşe neden olduğunu söyledi.
Demokratik İslam Konferansı Üyesi Hatice Kavran, AKP iktidarları döneminde dini anlamda büyük bir yozlaşmanın olduğunu kaydetti.
AKP iktidarları döneminde, Türkiye’de dini eğitim kurumlarının sayısındaki artış, İslam’ın manevi ve ahlaki öğretilerinden de bir sapmayı beraberinde getirdi. Özelikle son 20 yılda, bu kurumlarda verilen eğitimin niteliği tartışmalı olmakla birlikte, İslam’ın ahlaki ve etik değerleri yerine, dogmatik ve siyasallaşmış bir dini anlayış gençlere aşılanmış durumdadır. Din, manevi bir rehber olmaktan çıkarılıp, siyasi bir ideolojiye dönüştürülerek yozlaşma sürecini de başlatmıştır. ANF’ye konuşan Demokratik İslam Konferansı Üyesi Hatice Kavran, AKP iktidarları döneminde din değerlerin özünden uzaklaştırıldığını ve amaç dışı bir işleve dönüştürüldüğünü belirterek, bu sürecin dini anlamda büyük bir yozlaşmayı da getirdiğini söyledi.
İKTİDARIN ÇIKARLARINI KORUYAN MEKANİZMAYA DÖNÜŞTÜ
Kavran, Türkiye’de eğitim ve din alanındaki yozlaşmanın, toplumsal yapının derinlemesine zarar görmesine yol açtığını belirterek, bu sürecin toplumun etik değerlerini yok ederek ahlaki bir çöküşe neden olduğunu söyledi. AKP’nin, dini kurumları kendi arka bahçesi olarak dizayn ettiğine dikkat çeken Kavran, “Dini kurumlar, toplumda ahlaki ve etik değerlerin korunması ve nesilden nesile aktarılmasında önemli bir rol oynar. Ancak AKP, bu kurumları toplumun manevi ihtiyaçlarını karşılayan yapılar olmaktan çıkarıp siyasi ve ideolojik araçlar haline getirdi. Böylece din, toplumu birleştiren bir unsur olmaktan çıkıp iktidarın çıkarlarını koruyan bir mekanizma olarak işlev görmeye başladı” dedi.
DİNİ EĞİTİM DE ARAÇ YAPILDI
Kavran, AKP’nin yandaş yaratma kaygısıyla geliştirdiği bu anlayışın eğitim sistemine de sirayet ettiğini belirterek, “Din eğitimi, esasen bireylerin manevi gelişimini sağlamak, etik ve ahlaki değerleri benimsemelerine yardımcı olmak amacı taşır. Ancak AKP, din eğitimini de kendi politik ajandası doğrultusunda yeniden kurguladı. Dini eğitim, bireylerin sorgulayan ve eleştirel düşünen bireyler olmasını engelleyen, iktidarın dogmatik ve tek tipleştirici politikalarını benimsemelerini sağlayan bir araç haline dönüştü” diye konuştu.
BİAT KÜLTÜRÜNÜN YAYGINLAŞTIRILMASI
Geliştirilen yeni eğitim sistemin, dini referansları kullanarak meşruiyet kazanmaya çalışan ve toplumdaki etik değerleri zayıflatan bir yapı oluşturduğun kaydeden Kavran, şunları söyledi: “Din ve eğitim arasındaki bu yozlaşmış ilişki, toplumda ahlaki çöküşü hızlandırdı. AKP, eğitim sistemini manipüle ederek, etik ve ahlaki değerleri kendi menfaatleri doğrultusunda yeniden tanımlaya çalıştı. Bu süreç, genç nesillerin eleştirel düşünceden uzaklaşmasına, biat kültürünün yaygınlaşmasına ve toplumun giderek daha fazla kutuplaşmasına sebep oldu. Aynı şekilde dinin siyasete alet edilmesi, toplumun dini değerlere olan güvenini de sarstı. Din, birleştirici bir değer olmaktan çıkıp, ayrıştırıcı ve bölücü bir unsur haline geldi. AKP’nin bu yaklaşımı, toplumsal barışı zedeleyen ve dinin özündeki ahlaki ve manevi değerleri tahrip eden bir stratejidir. Bu strateji, eğitim sisteminin de özünden sapmasına ve sadece belli bir ideolojik çerçevede nesiller yetiştirilmesine yol açtı.”
CEMAAT ETKİSİ VE YOZLAŞMA
AKP iktidarlarının, cemaatleri kullanarak eğitim sistemini din eğitimi adı altında yozlaştırdığına vurgu yapan Kavran, şöyle devam etti: “Devletin, 2001’den önce verdiği laik eğitim sistemi ve buna paralel olarak cemaatlerin yürüttüğü, genellikle dershaneler veya cemaat mensuplarının görev yaptığı devlet okulları üzerinden verilen din temelli bir eğitim vardı. Cemaatler, başarılı öğrencileri kendi ideolojik çizgilerine göre yetiştirip devlet kurumlarına yerleştirerek, kadrolaşmayı hedefliyordu. Bu dönemde cemaatlerin eğitim kurumları, mevcut devlet eğitiminden bazı alanlarda daha başarılı olarak görünüyordu, ancak bu başarı yalnızca öğrencilerin akademik becerilerini artırmak değil, aynı zamanda onları ideolojik olarak şekillendirmek amacı taşıyordu. AKP iktidara geldikten sonra bu yapıyı kendi politik ajandasına uygun olarak daha da genişletti ve din eğitimin eğitim sistemin merkezine yerleştirerek, laik ve kısmen de olsa eleştirel bir düşünce barındıran eğitim modelini iyice marjinalleştirdi. Cemaatlerle kurulan bu iş birliği, eğitimin niteliğini düşürürken, okullarda dogmatik ve bağnaz bir eğitim anlayışını hâkim kıldı. Bu süreçte, devlet okullarında ve özel okullarda, sorgulayan ve eleştiren bireyler yetiştirmek yerine, biat eden ve dogmatik düşünceleri benimseyen bir nesil yaratıldı. AKP, bu yöntemle eğitim kurumlarının içini boşalttı ve cemaatlerin etkinliklerini artırarak, din eğitimi adı altında bilimsel ve eleştirel eğitim sistemini ortadan kaldırdı. Bu yeni sistem, dini araçsallaştırarak sadece iktidarın menfaatlerine hizmet eden, genç nesillerin bilimsel düşünceden uzaklaştığı, niteliksiz mezun olan gençlerin büyük bir kısmı eleştirel düşünme, analiz yapma ve etik değerlerden uzak, yüzeysel bir bilgi birikimiyle yetişti. Yani sonuç olarak, AKP’nin cemaatlerle olan bu iş birliği, ülkenin eğitim sistemini yozlaştırarak dini ve siyasi bir araç haline getirdi. Bu yozlaşmış sistemle yetişen bir kuşağın, gelecekteki üç kuşağın da temelini oluşturacak olması, Türkiye’nin eğitimde ve toplumsal değerlerde ne kadar gerilediğini ve gerileyeceğini anlamamız açısından önemlidir.”
DEVLETÇİ VE MİLLİYETÇİ KİMLİK
İktidarın, “Milliyetçi muhafazakâr nesiller yetiştirme” söylemiyle devletçi ve ideolojik bir kimlik inşa ettiğini kaydeden Kavran, şöyle konuştu: “Bu söylemin altındaki amaç, din eğitimi değil, her iktidarın kendi bekası için çalışacak, etik değerlerini yitirmiş ve mevki-makam ya da para için her görevi yerine getirebilecek bireyler yetiştirmektir. Bu bağlamda, din adamı adı altında topluma bu yozlaşmayı kabul ettirmek için çaba harcarlar. Din, toplumun büyük çoğunluğu için güçlü bir anlam ve bağlayıcılık taşır. Din ve eğitim kavramlarına atfedilen bu önem, iktidarın her politik manevrasını dini bir kılıfla sunmasına ve bunu yozlaşmış din adamları aracılığıyla meşrulaştırmasına yol açmaktadır.”
MEDRESELERDE ALİMLER YETİŞİYORDU
Kavran, toplumu kontrol altına almanın en kolay yolunun cehaleti yaymak olduğunu belirterek, şunları söyledi: “İslam tarihi incelendiğinde, ilk günden itibaren eğitime vurgu yapılmış ve ‘Oku Allah’ın adıyla oku, insanların nasıl yaratıldığını oku’ gibi ayetler, eğitimin ve öğrenmenin önemine işaret etmiştir. Bu ayetten çıkarılacak iki büyük mesaj vardır: Eğitimle hakikati öğrenmek ve yaratılışı anlamak. Ayrıca Hz. Muhammed’in ‘Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim’ ifadesi, eğitim ve ahlakın İslam’da ne kadar değerli olduğunu göstermektedir. İslam’ın ilk dönemlerinde eğitim mescitlerde ve evlerde yapılırken, daha sonra medreseler bu görevi üstlenmiştir. Her dönemin iktidarları, kendi çıkarlarına hizmet etmeyen medreseleri baskı altında tutmuş, hocalarını sürgün etmiş veya idam etmiştir. Ancak bu baskılara rağmen medreselerden dünya çapında bilim insanları yetişmiştir. Bu medreselerde sadece dini eğitim değil, aynı zamanda sanat, edebiyat, müzik ve pozitif bilimler de öğretilmiştir. Ali Kuşçu, İbn-i Sina, Melayê Cizîrî, Feqiyê Teyran, Ehmedê Xanî ve daha yüzlercesi bu medreselerden yetişen önemli isimlerdir.”
KENDİLERİNİ DİNDAR SANAN BİREYLER
“Günümüz eğitim kurumları ise özelikle sosyal bilimler alanında, tüm etik değerlerden yoksun bireyler yetiştirmeye odaklanmıştır” diyen Kavran, şöyle izah etti: “Tek amaç, iktidara hizmet edecek ve onların kontrolünde bir toplum inşa edecek bireyler yetiştirmektir. Bu durum, yalnızca son 20 yıl ile sınırlı değildir, cumhuriyet tarihi boyunca Diyanet’te görev yapan veya İlahiyat bölümlerinden mezun olan ve topluma faydalı kaç insan yetişmiştir? Maalesef, kocaman bir hiç. Etik ve ahlak bilmeyen ama kendini dindar sanan bireylerin ortaya çıkmasını başardılar. Bu durum, toplumda tepkisel ateizmin ve inanç bunalımının doğmasına sebep olmuştur. Din karşıtlarının topla tüfekle başaramadığını, din adı altında tereyağından kıl çeker gibi yapmayı başardılar. Din, yanlış iktidarların elinde bir afyona dönüşebilir. Çünkü toplumu dizayn etmenin en kolay yolu, dini kullanmaktadır. Din, iktidarların bir emniyet supabı haline gelmiştir. Eğer din, devletin, iktidarların veya belli bir zümrenin egemenliğinde olursa, istediklerinde onunla kıyametleri koparabilirler. DAİŞ, Boko Haram ve Taliban gibi örgütler bunun en çarpıcı örnekleridir. Dolayısıyla, dinin hakikati ancak eğitimle öğrenilebilir. Mevcut iktidarların, din eğitimini yozlaştırarak kullandığı bu sistemde, gerçek bir din eğitimin verilmesi mümkün görünmemektedir.”
KURDİSTAN’A DÖRT KOLDAN SALDIRI
Özellikle Kurdistan’da dört koldan hareket eden Türk devletinin temsilcileri olan iktidarların, Kürtlerin dini hassasiyetlerini kontrol altında tutmak ve yönlendirmek adına her türlü cemaat ve tarikatla iş birliği yaptığını ifade eden Kavran, şunları ekledi: “Devlet destekli bu cemaat ve tarikatlarda eğitim gören gençlerin DAİŞ gibi radikal dinci örgütlere katılımları, bu yapılar tarafından yönlendirilmelerinin bir sonucudur. Özelikle DAİŞ’e en fazla katılımın Kurdistan coğrafyasından gerçekleşmesi, bu kanlı örgüte katılımın temel nedeninin ‘dini eğitim’ adı altında yapılan mankurtlaştırma süreci olduğunu göstermektedir. Devlet kontrol edemediği kesimleri de eğitim kurumları üzerinden baskı altına alarak kendi denetimi altında tutmaya çalışmaktadır.“