AKPM üyesi: Öcalan’a karşı tutum faşist rejim uygulamasıdır

AKPM ve İsviçre Ulusal Parlamento üyesi Manuel Tornare, Erdoğan rejimini diktatör bir yapı olarak değerlendirerek, Öcalan üzerindeki tecridin kabul edilmez olduğunu söyledi.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM), İsviçre Ulusal Parlamento Milletvekili ve Dış İşleri Komisyonu üyesi Manuel Tornare, ANF’nin sorularını yanıtladı.

‘ERDOĞAN MİLLİYETÇİLİKTEN BESLENEN BİR DİKTATÖRLÜK KURMUŞTUR’

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Üyesi olarak Türkiye’deki aktüel politik durumu özet olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bakın, Mustafa Kemal ne kadar otoriter bir yapıya sahip olsa da Türkiye’nin modernleşmesinde önemli bir rol oynadı. Türkiye’de laikliğin varlığından bahsedebiliyorduk. Ama maalesef Erdoğan ile birlikte bu kavramın varlığından uzaklaştık. Erdoğan din ve siyaseti birbirine karıştırmıştır. Bugün Türkiye, Mustafa Kemal’in var ettiği demokratik değerlerin çok gerisinde. Erdoğan, var olan bu değerleri yok etti ve ediyor.

Özellikle kim tarafından yapıldığı hala net olarak bilinmeyen başarısız darbe girişiminden sonra darbeyle alakası olmayan binlerce insan tutuklandı. Yüzbinlerce insan işinden edildi. Erdoğan, darbe sonrası kendisine muhalefet gördüğü büyük bir kesimi tutuklayarak yok etme cabası içerisine girdi.

Erdoğan’ın sahip olduğu güç, otoriter bir güçtür. Erdoğan’ın her şeyi ele geçirme arzusu büyük bir sorun. Saray’ın varlığı bunun bir kanıtıdır.

Erdoğan milliyetçilik duyguları kullanarak, bir diktatörlük kurmuştur. Bir diktatör milliyetçi duyguları kullanarak halkını dışarıya yani başka ülkelere karşı kullanarak yaşar. Geriye dönüp bakın, bütün faşist diktatörlükler aynı sistemi denemişlerdir. Milliyetçilik politikaları üzerinden ayakta kalan rejimler, her zaman dış güçlerden oluşan rakipler isterler, çünkü bu durum halkı diktatör etrafında daha çok birleştirir.

Erdoğan’da her zaman kendisine dış düşmanlar veya rakipler yaratıyor. Erdoğan için düşman bir gün Ermeniler, ertesi gün İsrail, diğer taraftan her gün Kürtler kimi zaman Avrupa, Erdoğan için bir düşman. Bunları düşman olarak gösterip milliyetçi duyguları ayakta tutarak kendi diktatörlüğünü koruyor.

‘ERMENİLERE YAPILANLARIN KÜRTLERE DE YAPILMASINDAN KORKUYORUM’

Siz Türkiye’nin Ermeni Soykırımı’nı tanıması gerektiğini de birçok defa dile getiren bir siyasetçisiniz aynı zamanda. Türkiye’nin Ermeni Soykırımı’nı tanıması nasıl bir öneme sahip olacak?

Evet, ben her zaman diyorum, Türkiye’nin Ermeni Soykırımı tanıması Türkiye’nin geleceği için büyük bir şans olacaktır. Eğer tanımamakta ısrar ederse bu Türkiye’nin hiçbir zaman faydasına olmayacaktır. Bakın, örneğin Almanya yaptığı birçok şeyi kabul edip ve yaşadığı büyük savaşlardan çıkarak bugünlere geldi. Tarihine rağmen bugün Almanya’nın gelişmişliğinden ve demokrasisinin varlığından bahsedebiliyoruz.

Anlamıyorum, Türkiye neden kalkıp o gün 1 buçuk milyon Ermeni’nin öldürülmesini bir soykırım olarak kabul etmiyor. Bir diğer örnek, Fransa, Cezayir’de yaptıklarını kalkıp kabul etti. O gün yaşananları, Fransa bugün aynı masa etrafında tartışabiliyor. Almanya ve Fransa geçmiştekilerle yüzleştiği için bugün bir ilerleme kaydedebiliyor.

Bunun için diyorum, Türkiye demokratik bir yapıya kavuşmak için öncelikle Ermeni Soykırımını kabul etmeli ve Ermenilerle aynı masa etrafında bir araya gelerek ileriye dönük uzlaşma içerisine girmeli. Bunu yapan bir Türkiye, hem demokratik hem de birçok alanda büyük bir ilerleme kaydedecektir.

Soykırımın tanınmaması yeni olaylara neden açabilir. Benim en büyük korkum, Türklerin özellikle Erdoğan’ın Ermenilere yaptığının aynısını Kürtlere yapmak istemeyi amaçlaması.

‘MİLLİYETÇİLİK SAVAŞ DEMEKTİR’

Kürtlerin bir katliam tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu mu demek istiyorsunuz?

Daha önce Cenevre’de Belediyesi görevindeyken, Güneydoğu’da yaşananlara ilişkin sık sık bilgim oluyordu. Bakın milliyetçilik, savaş demektir. Ben bir yurtseverim, milliyetçilikten nefret ederim. Kendi sınırları içerisinde milliyetçilik politikaları ayakta kalan veya bu politikadan beslenen ülkeler, kendi sınırlarının dışına çıktığında farklı bir milliyetçilikle karşılaşır ve bu bir savaşa dönüşür.

Avrupa Birliği temel kurulma amaçlarından birisi milliyetçi tehlikeyi ortadan kaldırmaya dönüktü. Ben bugün ülkemin (İsviçre’nin) 4 farklı dili resmi dil olarak kabul etmesinden, farklı inançlara ve aynı zamanda inançsızlığa saygı duymasından ve onları korumasından gurur duyuyorum. Farklılığına rağmen İsviçre’yi ayakta tutan ve bugüne getiren bu demokrasi anlayışının varlığıdır.

‘SEÇENEK BIRAKILMADIĞINDA…’

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi kaldırılması talebiyle başta HDP Hakkâri Milletvekili Leyla Güven olmak üzere birçok merkezde devam eden ve kritik aşamada olan açlık grevleri var, bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Açlık grevleri hakkında çok yakından bilgim olmasa da, böyle bir durumun ülkede tıkanan demokrasinin önünü açmaya dönük olduğunu düşünüyorum. Eğer muhalefet için demokratik bir alan kalmamışsa böyle seçenekler ortaya çıkıyor.

Avrupa, Türkiye üzerinde ortak paydada buluşarak, Türkiye’de insan haklarına saygı duymaya zorlamalıdır. Herkesin insan haklarına saygı duymasını sağlamalıyız.

Bakın, Cemal Kaşıkçı olayına tanıklık ettik, bu kabul edilmez bir olay. Bu devletin işlediği bir suçtur. Bu tür olayların üzerine gidilmemesi bu olayları çoğalmasına ve yayılmasına neden olur.

‘ERDOĞAN’IN UYGULAMALARI FAŞİST UYGULAMALARDIR’

Erdoğan’da İsviçre’ye kendi adamlarını gönderiyor. Ben Aralık 2017’de siyasi tutsakların serbest bırakılması talebimizi dile getirmek için Türkiye’nin Bern Büyükelçiliğine gittim. O gün de çok iyi anladım ki, Türkiye’den özel olarak insanlar İsviçre’ye gönderiliyor. Bunların amacı İsviçre’deki Erdoğan karşıtı Türk ve Kürtleri deşifre etmek.

Bu uygulamalar, İtalyan faşizminin savaş öncesi yaptığı uygulamaların aynısıdır. Bunların hepsi devlet eliyle gerçekleşen suçlardır. Bu suçlar gün geçtikçe daha da yaygınlaşıyor. Çin’de de bugün aynı uygulamalarla karşı karşıyayız, bunların hepsi diktatörlük politikasıdır. Erdoğan’ında yaptıkları diktatörlük politikasının bir parçasıdır.

‘TECRİT KABUL EDİLEMEZ’

Öcalan üzerinde 3 yılı aşkındır devam eden tecridi ve Öcalan’ın Kürt toplumu içindeki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? CPT ve AK’nin tecride karşı sorumsuz tutumu Kürtler tarafından sıkça eleştiriliyor. Bu noktada ne demek istersiniz?

Öcalan, Kürtler için tarihsel liderlerden birisi. Ben kendisinin ‘komünist’ ideolojisini paylaşmıyorum bunu da belirtmek isterim. Her şeyden öte, Öcalan’ın tecrit altında tutulması normal bir durum değil. Bu bir temel insan hakları ihlalidir.

Öcalan, Avrupa Birliği Sözleşmesi ve AK şartlarının belirlemiş olduğu koşullarda tutulmuyor bu çok açık. Öcalan, saygı duyulmayacak ve kabul edilmeyecek koşullarda tutuluyor.

‘FAŞİST DEVLET TUTUMUDUR’

Öcalan’a yönelik ortaya konulan tutum, faşist devlet yapılarının tutumudur. Bakın, 1967-1974 yılları arasında iktidarda olan Yunan faşist lider Georgios Papadopulos, bugün Öcalan’a yapılanları o dönem, dönemin sol lideri Theodorrakis’a yapmıştır. Anlatmak istediklerim faşist diktatörlüklerin muhaliflere karşı uygulamaları hep aynı olmuştur.

Ankara Hükümeti, Öcalan ile konuşmalı ve yeniden görüşmelere başlamalı. İsviçre’de bu noktada rol oynayabilir. İsviçre daha önce de barış görüşmelerinde rol almak istedi ama bu talebi sonuçsuz kaldı.

Sorun her iki tarafta diğer tarafı terörist olarak görüyor. Bu dilden önce kurtulmak gerekir, aynı şey Cezayir-Fransa arasında da yaşandı. Her iki tarafta birbirini uzun yıllar terörist faaliyet yürütmekle suçladı. Her şeyden önce görüşmeler başlamalı ve barış için konuşulmalı o zaman çözüm için illaki bir seçenek bulunur.

Bu anlamda barış için tartışılacak, görüşülecek bir insanı tam anlamıyla kapatmak kabul edilemez. Ama ne yazık ki, Türkiye’de uygulanan milliyetçi politikalar, bugün barış için yapılacak görüşmelerin önünü tamamen tıkayacak bir hale geldi.

‘ALINAN KARARLAR TÜRKİYE KARŞI SINIRA GELİNDİĞİNİN GÖSTERGESİDİR’

Sizin de üyesi olduğunuz Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Türkiye yönelik öneri mahiyetinde bazı kararlar aldı. Ama bu kararların uygulanmasında pratik anlamda bir şey göremedik bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Doğru, böyle Türkiye’ye öneri mahiyetinde uyması gerektiği bazı kararlar alındı. Ama AK’nin ve AKPM’nin bir yaptırım gücü yok. Sadece üye devletlere yapılması gereken önerileri dile getirir. O gün orada çıkan kararlar aslında Türkiye’ye karşı AK’nin tavrının son noktaya geldiğinin bir göstergesiydi.

Avrupa Birliği (AB), Avrupa Konseyi’nden daha çok Türkiye’ye yönelik yaptırım alma gücüne sahip. Ama ülkelere yönelik alınan kararlar ve hazırlanan raporlar büyük bir önem taşıyor. Hazırlanan raporlar, kimi zaman ülkeleri mahkûm etmeye kadar gidiyor. Bundan kaynaklı bütün ülkeler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin alacağı kararlardan korkuyor.

Son dönemde Erdoğan hükümetine yönelik ortaya konulan tavırlar, Türkiye’de bir ekonomik krizin yaşanmasında etkili oldu. Eğer ekonomi daha kötüye giderse bu Erdoğan için büyük bir tehlike olur. Ekonomideki büyük düşüş, Erdoğan’ın destekleyecek halkıda etkileyecektir. Halk, Erdoğan ile İran gibi bir ülkede mi yoksa Erdoğan olmadan daha demokratik ve refah düzeyi yüksek bir ülkede yaşamaya karar verecek hala gelecektir.

Sonuç olarak, Türkiye dönük alınan bütün kararlar, Türkiye’nin uluslararası alandaki kariyeri anlamında çok kötü. İmajı kötü olan bir ülkeye kimse yatırım yapmak istemez.

‘TÜRKİYE’NİN AB’YE ÜYELİĞİ MÜMKÜN DEĞİL’

Peki, tüm bunlar yaşanırken, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyelik süreci nereye doğru gidiyor?

Bu şartlar altında Türkiye’nin AB’ye üyeliği mümkün değil. Türkiye AB uyum kriterlerini yerine getireceği yerde Erdoğan ile birlikte her gün biraz daha AB’den uzaklaşıyor.

Bir AK üyesi olarak, daha önce Türkiye’nin AB’ye katılmasını istiyordum ama ne yazık ki; Erdoğan hükümet özellikle son dönemdeki siyasi anlayıştan kaynaklı artık bunun mümkün olmadığını düşünüyorum. Çünkü Erdoğan bugün AB’nin bütün kriterlerine karşı bir politika içerisinde.

AK’nin var eden değerleri ve demokrasinin temel değerlerini yok sayan bir ülkenin AB içerisinde olması imkânsız. Öyle bir hale gelmiş ki; AK içerisinde görev yapan Kürt ve Türk arkadaşlarım artık Erdoğan hükümeti tarafından tehdit ediliyor.

‘AB’NİN TÜRKİYE POLİTİKASI YANLIŞTI’

Avrupa Birliği böyle bir diktatörlüğü hala tolere ediyor. Bu AB için iyi bir politika değil. Avrupa Birliği, Türkiye’yi kısa zaman içerisinde AB’ye dahil olması için bir politika içerisine girdi. Bu politika yanlıştı. Aynı şeyi Macaristan gibi ülkeler içinde yaptılar ama bugün bu ülkeler AB üyesi olmasına rağmen AB’nin birçok kriterinden uzak bir politika içerisindeler.

Türkiye’nin Müslüman bir ülke olması hiçbir zaman beni korkutmuyor, zaten Avrupa’da ikinci büyük nüfusa sahip olan inanç İslamiyet. Beni korkutan, Türkiye’nin Erdoğan ile içinde bulunduğu aktüel politik yapının varlığı. Kadın haklarının yok sayıldığı, laikliğin yok edildiği, insan haklarının askıya alındığı, bir ülke nasıl AB’ye üye olabilir ki…

‘KÜRTLERİ YALNIZ BIRAKMA POLİTİKASI İĞRENÇLİKTİR’

Son olarak gelinen aşamada Batı’nın Suriye’deki Kürtlere yönelik tavrı hakkında ne demek istersiniz?

Kürtler Suriye yaşanan savaşta önemli bir rol oynadı. Kendi bölgelerini özgürleştirdi. En önemlisi DAİŞ’in yok edilmesinde en büyük görevde rol aldılar ve DAİŞ’in sonunu getirdiler. Özellikle Kürt kadınlarının öncülüğünde verilen mücadele büyük bir yankı uyandırdı, bu çok dikkat çekiciydi. Gelinen aşamada bu Kürtlerden vazgeçmek gibi bir politika iğrençliktir. Kürtler sadece bölgedeki terörizmi değil, aynı zamanda Türkiye’nin gönderdiklerini de temizledi. Ama ABD hala bunu anlamış değil. Türkiye’nin Suriye topraklarında ortaya koydukları uluslararası hukukun ihlalidir.