Cemal Şerik: Toplum ölüm noktasında

İnsanların nefes alamadıklarını söylemesinin doğru anlaşılması gerektiğini söyleyen PKK Merkez Komite Üyesi Cemal Şerik, Nefes alamaz hale gelmesi, artık ölüm noktasına gelmek demektir” dedi.

PKK Merkez Komite Üyesi Cemal Şerik, Haziran 2013’ten yaşanan İstanbul Komünü/Gezi Direnişi’nin bugün çok daha fazla gerekli olduğunu belirterek, Kürdistan ve Türkiye toplumlarının, böylesi bir direnişe çok daha fazla ihtiyaç duyar hale geldiğini söyledi.

PKK Merkez Komite Üyesi Cemal Şerik, Haziran Şehitleri üzerine ANF’ye konuştu:

HÜSEYİN CEVAHİR İLE BAŞLADI

“Haziran ayı da Mayıs ayı gibi ilk günden başlayıp son güne kadar şehadetlerle dolu olan bir ay. Hem Türkiye hem de Kürdistan devrimi açısından böylesi bir anlam ifade ediyor. Haziran’ı diğer aylardan ayıran bir başka özellik de aynı zamanda Türkiye ve Kürdistan halklarının tarihini de direnişlerle dolu olarak yaşanan bir ay olarak geçmiş bulunuyor. Bu yönleriyle Haziran, Kürdistan ve Türkiye halklarının ortak mücadelesi, birleşik devrimi açısından önemli olan günlerin yaşandığı bir ay olarak değerlendirmek, ona göre de bir anlam biçmek gerekiyor. Haziran’ın ilk günü, Kürdistan halkının yiğit evladı, Türkiye devrimci hareketinin öncülerinden Hüseyin Cevahir'in şehadet yıl dönümü. 1971 yılının Mayıs ayının son günlerinde Mahir Çayan’la birlikte Maltepe'de evde kuşatılmışken, üç gün süren kuşatmanın ardından kontrgerillanın suikastıyla şehadete ulaşıyor.

Hüseyin Cevahir, Türkiye devrimci hareketi açısından çok önemli bir role sahip. Kendisi Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi’nin (THKP-C) de genel yönetiminde, o günkü koşullarda Türkiye Devrimci Gençlik Hareketi’nin öncüleri arasında yer alıyor. Kendisi aslen Dersimli. O günkü koşullarda Kürdistan ve Türkiyeli devrimci gençler ortak düşmana karşı ortak mücadele zemininde bir araya gelmiş bulunuyorlar. Aynı örgütlerde yer alıyorlar, aynı amaç için çalışıyorlar. Sadece Hüseyin Cevahir değil, Ömer Ayna da Hüseyin Cevahir gibi Kürdistanlı olmasına rağmen Türkiye devrimci hareketinin öncüleri arasında yer alıyor. Ömer Ayna da Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) içerisinde yer alan öncü kişiliklerden birisi olarak tarihe geçmiş bulunuyor.

Aslında o günkü koşullarda Kürdistanlı ve Türkiyeli öğrenci gençliğin, devrimci gençliğin bir mücadele içerisinde birleşik bir devrim için harekete geçmiş olmaları, bugün de bizler açısından çok önemli sonuçların çıkartılmasını gerektiriyor. O günkü koşullarda ortak düşmana karşı birlikte mücadele ediliyordu. Birlikte örgütlenme ve birlikte mücadele konusunda herhangi bir sorun yoktu. Farklı gruplar halinde de olsa yine ortak düşmana karşı bir mevzide mücadele ediliyordu. Bir mevzide şehit düşülüyordu. 30 Mart Kızıldere’de böyle oldu. THKP-C’nin önderi Mahir Çayan, Deniz Gezmiş’i, Yusuf Aslan’ı ve Hüseyin İnan'ı idam sehpasından almak için gerçekleştirilen eylemde sadece THKP-C’nin kadroları, militanları, öncüleri değil, aynı zamanda THKO’nun da öncülerinden, militanlarından olanlar vardı. Ömer Ayna da Cihan Alptekin de bunlardan biriydi. Herhangi bir grup farklılığı gözetmeden bir araya gelmişler ve böylesine büyük bir eylemi örgütleyerek hep birlikte şehadete ulaşmışlardı. Okullarda böyleydi. Direnişlerde böyleydi. Faşistlerin, polisin saldırısına karşı böyleydi. Hep birlikte hareket etmekten hiçbir zaman geri kalmıyorlardı. Bu aynı zamanda Türkiye halkı için de, Kürdistan halkı için de büyük bir güç ve moral kaynağıydı. O nedenledir ki; o sürecin devrimci mücadelesi içerisindeki yer alanlar tüm Kürdistan ve Türkiye halklarının kalbine gömülmüşlerdir. Hep bu bilinçle anılmışlardır ve bizim çocuklar olarak kabul edilmiştir. Deniz Gezmiş'in de, Mahir Çayan'ın da, İbrahim Kaypakkaya'nın da ve diğer şehit düşenlerin de bu yönleriyle Kürdistan ve Türkiye halklarının kalbinde, bilincinde hep yeri aynı olmuştur.

O nedenledir ki; Haziran’ın ilk şehidi olan Hüseyin Cevahir, Kürdistan ve Türkiye halklarının ortak devrimci mirası, bugün savunulması gereken birleşik devrimin mayalandığı ilk mücadele gerçekliğini anlatan yoldaşlardan birisi olarak tarihe geçmiş bulunuyor. Bu yönleriyle Kürdistan ve Türkiye halklarının ortak mirasıdır. Ortak sahiplendiği değerdir. Bugün vesilesiyle Hüseyin Cevahir’i burada bir kez daha saygıyla andığını belirtmek isterim.

15-16 HAZİRAN DİRENİŞİ

Haziran ayının ilk günü bu şekilde başlarken aynı zamanda büyük direnişlerin yaşandığı bir ay olma özelliğine sahip. 1970 yılının 15-16 Haziran büyük işçi direnişleri, böylesi bir gerçekliği anlatıyor. Nasıl Hüseyin Cevahir'in şehadeti bugün birleşik devrimin dayandığı en temel noktalardan biri, mayalandığı zeminin oluşumunun bir güç kaynağı ise 15-16 Haziran’ın da böylesi bir özelliği var. 15-16 Haziran, Kürdistan ve Türkiye halklarının bilincine büyük işçi direnişi olarak geçmiştir. İki gün süren bu direniş içerisinde 7 işçi katledilmiştir. Bundan çok güçlü sonuçların çıkartılması gerekiyor. Özellikle günümüz açısından çok daha fazla öneme sahip. 1970'ler ile günümüz koşulları arasında kuşkusuz büyük farklılıklar vardır. Mücadele ederken büyük bedeller ödemeyi göze alma gerçekliği nasıl o zaman geçerliyse bugün de aynı şekilde geçerliliğini koruyor.

Yine o gün 15-16 Haziran'ın yaşanmasına neden olan gerekçeler bugün de aynı şekilde varlığını koruyor. Hatta bugün katbekat bir düzeye ulaşma gerçekliğine sahip.

1960'ların sonları Türkiye ve Kürdistan'da yoğun gençlik mücadelesinin yaşandığı yıllardı. Daha çok da Türkiye metropollerinde bu kendisini büyük bir oranda dışa vuruyordu. Sadece metropollere de kalmıyordu. Çeşitli maden ocaklarında da grevler vardı. Gösteriler vardı. Yine birçok yerde yoksul köylülerin toprak işgalleri yaşanıyordu. Devrimci gençlik tüm bunlara cevap olma temelinde mücadelesini kapsamını da genişletmiş bulunuyordu. İşçi hareketleri çok yaygındı. Büyük grevler vardı. 15-16 Haziran böylesi grevlerin ortamında ortaya çıktı. Fakat böylesi grevlerin olduğu ortamda ortaya çıkmasını da tetikleyen nedenler vardı. Bu nedenleri de Türkiye'deki oligarşik yönetimin işçilere halka karşı yönelik baskıları, saldırıları oluşturuyordu.

O süreçte Süleyman Demirel'in başbakanlığını yaptığı Adalet Partisi hükümeti tarafından işçi haklarına yönelik saldırılar çok ileri boyuta ulaştı. İşçi sınıfı mücadelesini ancak bu şekilde engelleyebileceklerini düşündüler. O nedenledir ki; işçi sınıfının en temel haklarına saldırdılar. İşçi sınıfın en temel hakları arasında grev hakkı gelir; işçi sınıfının en temel haklar arasında mücadele, örgütlenme hakkı gelir; işçi sınıfının en temel mücadele görevleri arasında örgütlenme gelir. İşte Adalet Partisi'nin de yaptığı işçi sınıfının bu temel örgütlenme ve mücadele alanlarına yönelik saldırıydı. Bu alanlardaki yapmış olduğu gasptı ve işçiler buna karşı ayaklandı.

İstanbul merkezli başlayan bu ayaklanma önce İstanbul'un çevre illerine yayıldı. Daha sonra da Adana, İzmir, Bursa, Ankara gibi işçi sınıfının yoğun bir potansiyel oluşturduğu alanlarda, illere doğru genişledi. Büyük direnişler yaşandı ve y7 işçi orada yaşamını kaybetti. Tabii işçiler katledilirken, işçiler saldırılara karşı da göğüs gerdiler, mücadele ettiler. Büyük bedelleri o temelde ödediler. Kendisine karşı saldıran polislere karşı da devlet tarafından ajanlaştırılmış grev kırıcılara karşı da bir direniş gerçekleştirdiler. Bu direniş sonucunda da işçi sınıfının tarihine şanlı 15 16 Haziran büyük işçi direnişi olarak geçti.

İKTİDAR KENDİ İŞÇİSİNİ YARATIYOR

Şimdi bugün bundan da büyük sonuçlar çıkartmamız gerektiği açık. Türk devleti, TC Kürdistan'da ve Türkiye'deki geliştirdiği baskılar içerisinde işçi sınıfını da hedefliyor. İşçi sınıfının haklarını hedefliyor. Mücadeleyle direnerek elde etmiş olduğu halkları bir bir gasp ediyor. Bugün neredeyse Türkiye'deki işçi sınıfının örgütlenme ve mücadelesi tamamıyla yasaklanmış durumdadır. Göstermelik olan yasalar da işçi sınıfının mücadelesini ve örgütlenmesini tamamıyla baltalamaya yöneliktir. İşçi sınıfını daha fazla sisteme entegre etmeye yöneliktir. Düzenin bir eki haline getirmeye yöneliktir. Öyle ki o yasalarla bugün AKP ve MHP faşist diktatörlüğü kendi işçilerini yaratmaktadır. Kendilerine sempati duyan, kendilerine ulaşabildiği kim varsa, işsiz güçsüz kim varsa onlara iş alanları yaratarak kendilerinin işçi neferi haline getirmek istemektedirler. Nasıl genel bir Türk toplumunu ırkçı, faşist, dinci, mezhepçi düşüncelerle, duygularla örgütleyerek kendi toplumlarını oluşturmak istiyorsa, aynı şekilde bugün işçileri de kendi işçileri, istedikleri gibi kullanabilecekleri uzantıları durumuna getiriyorlar. Büyük oranda da bunu başarmış durumdalar. Bugün oluşturmuş oldukları birçok sendika var. Devlet tarafından oluşturmuştur. Adına işçi sendikası diyorlar, adına memur sendikası diyorlar. Aslında o sendikalarla yaptıkları işçileri de memurları da devletin tamamıyla bir eki, uzantısı durumuna getirmek ve bugün de fabrikalarda birçok işyerinde bunu sağlamış durumdalar. Birçok devrimci olarak bilinen işçi, demokrat olarak bilinen işçi, yurtsever olarak bilinen işçi ya da kamu çalışanı işyerinden atılmışlar ve bunların yerine de tamamıyla AKP ve MHP'li faşist diktatörlüğü, kendi çıkarlarına hizmet edebilecek insanları, onların atıldıkları yerlere olanaktan kendileri için bir zemin oluşturmuşlardır. Ve giderek de bunu çok daha fazla yaygınlaştırmaktadırlar.

İşte bunun karşısında işçiler, kamu emekçileri boş mu kalacak? Eğer o baskılar karşısında sessiz kalıp onu sineye çekiyorlarsa, AKP ve MHP faşizmi gemisini istediği gibi yürütecek bir zemin yaratıyorsa 15-16 Haziran direnişlerinden çok güçlü sonuçlar çıkarılmamış anlamına gelir. Eğer gerçekten de 15-16 Haziran ruhuna sahip çıkacaksak, o direniş ruhunu günümüzde yaşayacaksak, yapılması gereken; yeni 15-16 Haziran’ı yaratmaktır. Eğer bunu sağlarsa 15-6 Haziran'a gerçekten sahip çıkılmış olacaktır; 15-16 Haziran direnişinde şehit düşenlerin, yaşamını verenlerin, büyük bedeller ödeyenlerin anılarına sahip çıkarak onları günümüzde yaşatma, temsil etme onuruna sahip hale gelmiş olacaklardır.

BÜYÜK GEZİ DİRENİŞİ

Haziran, büyük Gezi Direnişi’nin yaşandığı tarihseliği anlatan bir ay olma özelliğine de sahiptir. Gezi Direnişi’ni, İstanbul komününün oluştuğu günler olarak değerlendirmek en anlamlı değerlendirme olacaktır.

2013 yılının Mayıs ayının son günlerine doğru İstanbul'da faşist AKP hükümetinin almış olduğu karar doğrultusunda başlatılan bir saldırı vardır. Bu saldırı her ne kadar bir parkın devletin yapmış olduğu planlama temelinde askeri kışlaya dönüştürmesi şeklinde başlamış olsa da böylesi bir görünüm altında asıl olarak hedeflenen topluma karşı bir saldırıdır. 

Orada gerekçenin bir parkın düzenlenmesi olması böylesi bir direnişin başlaması önünde herhangi bir engel de değil. Çünkü orada toplumsal yaşama bir müdahale var. Orada bir doğa katliamı var ve toplumsal yaşama müdahale karşısında, doğa katliamı karşısında duyarlı kesimlerin harekete geçmesi de tabii ki onların en doğal hakkıdır. Direnişin başlamasının gerekçesi bu. Fakat orada başlayan direnişin tetikleyici faktörü bu olmasına rağmen elbette biz, direnişin ana nedenini, ana çerçevesini bunu oluşturduğunu da söyleyemeyiz. Direniş, AKP faşist diktatörlüğüne karşı halkın biriken öfkesinin dışa vurumudur. Baskıya, işkenceye, yoksulluğa, demokrasi mücadelesine yönelik saldırılara karşı nefes alamaz hale gelen halkın tepkisini açığa vurmasıdır. Önceden planlanmış, örgütlenmiş bir eylem de değildir. Biriken öfke ve tepkinin, ilk fırsatta kendini dışa vurduğu bir eylemdir, bir direniştir. Bu direniş sadece İstanbul'daki bir bölgeyle sınırlı kalan bir direniş değil, İstanbul'u bütününü kapsayan bir direniş. İstanbul bütününü kapsayan bir direniş olmakla da sınırlı değil. 81 ilden 79’unu içerisine alan bir direniş. İki günle, üç günle, bir haftayla, iki haftada da sınırlı kalan bir dönüş değil, Haziran ayını boydan boya içerisine alan bir direniş. Temmuz ve Ağustos aylarında etkisini gösteren bir direniş içerisinde Berkin Elvan'ın da olduğu 8 insanımızın katledildiği bir direniştir. Binlerce insanın yaralandığı bir direniştir. Bu direnişin de diğer direnişlerin de en temel özelliklerinden biri, Türkiye siyasal tarihi içerisinde devlet sınırlarında bulunan tüm illeri, yerleşim alanlarını içerisine alan topyekün bir direniş olma özelliğine sahip olmasıdır.

Direnişte anti kapitalist olan herkes yer almıştır. Demokrasi isteyen herkes yer almıştır. Kendine sosyalistim, devrimci, demokratım diyen herkes yer almıştır. Dindarı da yer almıştır. Demokrasi talebi olan belki devrimci, sosyalist, demokrat düşünceleri benimsemeyen insanlar da böylesi bir direniş içerisinde yer almıştır. Çevreciler de yer almıştır. Komünistler yer almıştır. Spor kulüplerinin taraftarları yer almıştır. Kim ki AKP faşizmine karşı, kim ki demokrasiyi istiyor, kim ki insan haklarından yana, kim ki baskıya, sömürüye, horlamaya, ötekileştirmeye karşı, bu direniş içerisinde yer almıştır.

Direniş boyunca direnenler kendi kendilerine yönetmiş. Direnenler kendi komünlerini oluşturmuş. Kendi meclislerini oluşturmuşlar. Kendi güvenliklerini sağlamışlar. Bu yönleriyle de Gezi Direnişi aslında bir komün direnişidir. İstanbul'un kendi tarihi içerisinde komünlü günleri yaşadığı bir direniştir. O nedenledir ki İstanbul Komünü olarak da direniş tarihi içerisine geçen bir direniş olma özelliğine sahiptir.

O günkü koşullarla bugünkü koşullar arasında ciddi fark yoktur. Baskılar aynen varlığını sürdürüyor. Hatta daha da katmerli aşmış durumdadır. İnsanlar nefes alamıyoruz, diyor.   Bunun doğru anlaşılması gerekiyor. Nefes alamaz hale gelmesi, artık ölüm noktasına gelmek demektir. Türkiye toplumu, Kürdistan toplumu bugün bu hale getirilmiş durumdadır. Öyleyse 2013 yılının Haziran ayında yaşanan İstanbul Komünü, Gezi Direnişi bugün çok daha fazla gereklidir. Kürdistan ve Türkiye toplumları böylesi bir direnişe o günkünden çok daha fazla ihtiyaç duyar hale gelmiş.

SEMA YÜCE’NİN ŞEHADETİ

Haziran, Kürdistan devriminin öncü kadın militanlardan Sema Yüce'nin şehadete ulaştığı aydı. 17 Haziran 1998'de Sema Yüce şehadete ulaşmıştır. Mart ayında “iki güneş olmaz” diyerekten yüzünü Önder Apo'ya çevirerek başlattığı eylemin sonucunda 17 Haziran'da şehit düşmüştür. Bu yönleriyle Sema Yüce yoldaşın şehadetinin de bizler açısından öğretici, bugün çok daha fazla temsil edilmesi gereken yönleri vardır.

O zaman da Önder Apo düşman tarafından hedef haline getirilmişti. Öncesinde başlayan komplolar vardı. Günümüzde de Önder Apo üzerinde tecrit ağırlaştırılmış durumda ve o zamanlarda başlatılan komplolar bugün çok daha fazla derinleştirilerek devam ediliyor. Şimdi bunun karşısında da yapılması gereken Sema Yüce ruhuyla Önder Apo'nun etrafında kenetlenmek.

Önder Apo’ya uygulanan ağırlaştırılmış mutlak tecrit karşısında Önder Apo'nun özgürlüğü için büyük bir direnişin geliştirilmesi gerekiyor. Önder Apo'nun özgürlüğünün, Kürdistan'ın özgürlüğü olduğu bilinciyle hareket edilmelidir. Önder Apo'nun özgürlüğünün toplumun özgürlüğü olduğu, toplumun gerçek demokrasiyi sahip olması haline gelmesi için mücadele etmek anlamına gelir. Bugün de Sema Yüce yoldaşı burada bir kez daha saygıyla andığını belirtmek isterim.

HAZİRAN’IN SON GÜNÜ ZİLAN

Haziran ayının son günü ise Zilan yoldaşın şehadete ulaştığı, eylemiYle yeni bir tarih yazdığı gün. Bundan da günümüz koşullarında çok güçlü sonuçların çıkartılması gerekmektedir. Zilan yoldaş, 30 Haziran 1996'da şehadete ulaşmıştı. O gün de bugünkü koşullardan çok farklı değildi. Nasıl bugün TC devletinin çeteleştiğinden bahsediliyorsa, mafya devleti haline geldiğinden bahsediliyorsa, 1996’lı yıllar da TC devletinin çeteleştiği yıllardı, mafyalaştığı yıllardı. Kontra cinayetlerinin yaygınlaştığı yıllardı. Halk üzerinde çok yoğun baskıların oluştuğu yıllardı. Buna karşı gerillanın da aktif mücadelesinin yoğunlaştığı yıllardı. Zilan yoldaş böylesi koşullarda büyük eylemini gerçekleştirdi.

Yine 1996 yılı, Önderlik üzerindeki komplolara yeni bir boyut kazandırılmaya çalışıldığı bir yıldı. 6 Mayıs'ta Önder Apo'nun kaldığı yerin yakınında bir bomba patlatılarak yaşamına kast edilmişti. Zilan yoldaş buna yanıt olmak için o eylemi gerçekleştirmişti. Bugün de Önder Apo üzerinde baskılar çok yoğunlaşmış durumdadır. O günkü koşullarda nasıl Zilan yoldaş eylemiyle Önder Apo'ya karşı gerçekleştirilen o komploya yanıt vermişse şimdi de Zilan yoldaşın gittiği yolda, onun mücadelesini esas alaraktan Önder Apo'ya yönelik baskılar karşısında aynı yaklaşımın mücadele ruhuyla ortaya konulması gerekiyor.

Haziran’ın Kürdistan ve Türkiye halklarının tarihinde bilincinde edindiği bu gerçekliklere bağlı kalarak; Hüseyin Cevahir’i, 15-16 Haziran şehitlerini, Gezi Parkı direnişi şehitlerini, Sema yoldaşı, Zilan yoldaşı bir kez daha saygıyla burada anıyor, amaçlarının gerçekleştirileceği sözünü veriyoruz.”