‘Hala sosyalizme ihtiyaç var, değişen bir şey yok’

Kızıldere katliamı üzerinden 49 yıl geçti. Dönemin 68 hareketinden Mustafa Yalçıner, bugüne kadar eylemlere bakış açısının değiştiğini vurgulasa da değişmeyen şeyin sosyalizme olan ihtiyaç olduğunu söylüyor.

Üzerinden nerdeyse yarım asır geçen Kızıldere katliamı 30 Mart 1972’de Tokat’ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere’de gerçekleşti. 12 Mart 1971 muhtırası sonrası Türkiye devrimci hareketin liderleri THKO’lu Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarını engellemek için THKP-C ve THKO’luların yaptığı eylemde, dönemin devrimci liderleri Mahir Çayan, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy, Cihan Alptekin, Ömer Ayna güvenlik güçlerince öldürüldü. Ertuğrul Kürkçü ise yakalandı.

12 Mart darbesinin devrimcileri hedef aldığı yıllarda idamı durdurmak için harekete geçen ve ilk olarak 26 Mart gecesi Fatsa’da bulunan THKP-C kurucularından Mahir Çayan, THKO’dan Cihan Alptekin, Dev-Genç Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü, Dev-Genç MYK üyesi Hüdai Arıkan Hüdai Arıkan ve Ertan Saruhan buranın askerlerce sarılması ve (Daha sonra Fatsa belediye başkanı olan) Terzi Fikri Sönmez ile çırağının gözaltına alınması üzerine ilçeden ayrılıp Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Saffet Alp ve Ömer Ayna'nın bulunduğu Kızıldere köyüne doğru yola çıktı.

TESLİM OLMAMAYI SEÇTİLER

Mahir Çayan, Ertuğrul Kürkçü, Cihan Alptekin, Nihat Yılmaz, Ertan Saruhan ve Ahmet Atasoy 27 Mart 1972’de Ünye’deki NATO üssünden iki İngiliz Gordon Banner ve Charles Turner ile Kanadalı John Law adlı radar teknisyenini kaçırdı. Fakat o bölgeyi neredeyse karış karış arayıp buraya kadar ulaşan güvenlik güçleri 30 Mart 1972’de devrimcilerin olduğu evi kuşattı.

Evin ve köyün sarılması üzerine THKP-C üyeleri Mahir Çayan, Ertuğrul Kürkçü, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz ve Ahmet Atasoy ile THKO üyeleri Cihan Alptekin ve Ömer Ayna teslim olmamayı seçti. Çatışma sonrası evden sadece samanlıkta saklanan Ertuğrul Kürkçü sağ çıktı. Birçok kaynağa göre yaralı kurtulanlar güvenlik güçleri tarafından kurşuna dizildi. Kürkçü’nün yakalanması ise babasının oğlunu cenazeler arasında teşhis edememesi üzerine ortaya çıktı.

BİR KIVILCIM YAKACAKTIK…

1971’de Sinan Cemgiller ile Nurhak Dağları’ndaki çatışmada yaralı kurtulan THKO’lu, 68 gençlik hareketinden Mustafa Yalçıner’e o dönemki Kızıldere Katliamını ve yıllar içinde o günden günümüze neler değiştiğini sorduk. Yalçıner, 68’den günümüze sosyalizm fikrinin değişmediğini fakat eyleme bakışın değiştiğini şöyle anlattı: “Kızıldere üzerinden 49 yıl, yani neredeyse yarım asır geçti. O günden bugüne elbette hem Türkiye hem dünya hem de devrimci güçler açısında bir sürü farklılık ve değişiklik söz konusu. Ama temel taşlarının hala yerli yerinde olduğunu söyleyebiliriz. Zira kapitalizm hala aynı kapitalizm; hala kapitalizmin yerine sosyalizm koyma ihtiyacı sürüyor ve hala bunların bir devrim ile gerçekleşmesi lazım. Temel konularda değişiklik yok. O günden bugüne sadece dünyanın değişmesinden ziyade eyleme yaklaşımlarda değişim oldu. O günlerde biz THKO ya da THKP-C yani Denizler ve Mahirler, o zaman kolay bir devrimi gerçekleştireceğimizi düşünüyorduk. Bu devrim küçük bir grup kişinin silaha sarılmasıyla gerçekleşecekti. Ama o küçük ekip başlatıp bitirecek olarak da bakmıyorduk tabii ki. Onlar bir kıvılcım yakacaktı, Maocu değildik ama onun söylediğine benziyordu “Bozkırı tutuşturacaktı” ya da yakılan kıvılcım kendini çoğaltacaktı ve devrim bu yangının adı olacaktı. Devrimci güçler devrimi başlatacak daha sonra işçiler, köylüler ile tüm emekçi kesimler buna katılacak ve devrim zafere ulaşacaktı. Fakat artık kitlelerin doğrudan katılımı ya da müdahalesi olmadan sonuca ulaşmanın zor olduğunu düşünüyorum.

Geçen 50 yıldan günümüze baktığımızda mücadelenin bir kitle mücadelesi olması ve işçi sınıfının bunun tam odağında yer alıp diğer emekçi sınıfları peşine takarak ilerlemesi geçmişten ayrılan başlıca farktır. Geçmişte işçiler ya da köylülere devrim hareketinde yer yoktu gibi bir şeyi ileri sürmüyorum. Ne Denizlerde ne Mahirlerde böyle bir bakış yoktu. Ama o zaman işçiler ve köylüler Denizlerin, Mahirlerin mücadelesine katılarak devam ettirecek diye bakılırdı. Bence işçiler artık bu mücadeleyi bizzat kendilerinin olarak başlatacak ve diğer emekçi sınıfları da bizzat kendileri yanlarına alacak. Bizler bu işin sadece aracısı olacağız belki evet bir öncü parti olacak; ama o zamanlar daha çok öncü mücadelenin en ileri olarak tanımlanması söz konusuydu. Şimdiyse halkın bizzat mücadelenin öznesi olması belirleyecek.”

AMA DÖNÜŞECEKLER

Mustafa Yalçıner, sadece devrimci eyleme bakış açıda değişim olduğunu vurgulamıyor. 50 yıla yakın bu süreçte sosyalizm umudunun gerilediğine, işçilerin yenildiğine ama bunun hep böyle kalmayacağına dikkat çekiyor: “Geçmişte milyonların umudu olan Sovyetler vardı ya da işçilerin sosyalizm umuduyla kazanma iddiası. Ama Türkiye ve dünya değişti artık böyle bir şey yok. En somut örnek olarak Fransa ve İtalya’da bizzat iktidar alternatifi olan işçilerin bağımsız partisi yok artık. Türkiye’de 1979’da örneğin o zaman Halkın Kurtuluşu ve Devrimci Yol bir ittifak yaptı ve 1 Mayıs’ta 1 milyon kişiyi bir araya getirdi. Yaklaşık 80 yerde kutlandı. 68’den bu yana değişen şeylerden bir tanesi de bu. Bu dünyada sosyalizmin uğradığı yenilginin üzerine Türkiye’de 12 Eylül’ün sosyalist güçlerin üzerinden silindir gibi geçmesini ekleyebiliriz. Elbette geriye direnenler kaldı ama o dönem gibi işçileri tek başına harekete geçiren bir güç yok. Eskiden DİSK ciddi grevler yapardı bugün ancak yöneticileri yürüyüş yapabiliyor. Bir de Türkiye eskisinden daha fazla gericileşti ya da dincileşti meselesi değil esas olan. Zira önemli olan işçilerin o gericiler peşine takılmış olması. İşçi sınıfı örgütlenmesi içinde AKP ve MHP ağırlıkta. Misal budan birkaç zaman önce “metal fırtına” olarak bilinen eylemleri yapanların çoğu AKP ya da MHP’li işçilerdir. Ama dönüşeceklerdir de. Çünkü onlardı sendika bürokrasine ve iktidara karşı çıkanlar. Bu işin doğası böyle. Onlar bir şekilde dönüştü ama dönüşümün genelleştiğini söyleyemeyiz.”

YİNE YIKARLAR ZULMÜN ÇARKINI

Yalçıner, Türkiye’nin şu an içinde bulunduğu sivil baskı dönemini 12 Mart ya da 12 Eylül ile de kıyaslıyor ve şunun altını önemle çiziyor: 12 Eylül darbesinin bitimini işçi grevleri getirdi: “12 Mart, 12 Eylül gibi sert bir darbe değildi. Sadece devrimci öncü güçlere vurdu ama kitleye de vurmamış değil. O dönem işçi grevleri yasaklandı. Kitlelere yönelik de durdurucu etkileri oldu. Ayrıca ben 12 Eylül’ü şu anki koşullardan daha az baskıcı bulmuyorum. Bence daha AKP yakalayamadı o koşulları ve tabii ki fırsat bulsa yakalar ama henüz değil. O dönem bir kısmı sağcı olsa da en az 50 kişi idam edildi. Grevler tamamen yasaklandı. Bugün grevler kararname ile geçici yasaklanıyor ama işçiler bugün fiili olarak o güce sahip olsa grevleri gerçekleştirir. Bunlar olmayacak değil çünkü 12 Eylül’den de öyle çıktık. 86’nın sonlarına doğru NETAŞ grevleri 12 Eylül izin verdi diye olmadı. Ama o faşist diktatörlüğü bunlar yıktı, ta 90’lardaki Zonguldak eylemine kadar uzanan süreçte. Özal’ı deviren onlar “Çankaya’nın şişmanı işçi düşmanı” diye sloganları vardı hatta. Görece ülkenin demokratikleşmesini bu eylemler sağladı. Bu bir kere oldu bir daha olmaz anlamına gelmiyor. Tarih tekerrürden ibaret olmasa da sınıf dinamikleri güçlerini biriktirdikçe hayat da ona göre işler. Evet, bazen boyun eğerler ama bazen de 12 Eylül’de olduğu gibi kırar geçerler zulmün çarkını! Biz bunu yine yaşayacağız ve bunu engellemeye iktidarın gücü yetmeyeceği gibi burjuva muhalefetin yatıştırıcılığı da çare olmayacak.”