HBDH-KBDH: Direnişler birleşirse iktidarın sonu gelecek

HBDH ve KBDH yöneticileri, AKP-MHP faşizmine karşı devam eden direniş ve tepkilerin birleştirilmesi gerektiğini söyleyerek, "Bu iktidarın artık sonu gelmiştir" dedi.

Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) Yürütme Komitesi Üyesi Tekin Yoldaş ve Kadınların Birleşik Devrim Hareketi (KBDH) Konsey Üyesi Hevi Sarya, Medya Haber'den Delal Dersim’e değerlendirmelerde bulundu.

Sarya, "HBDH devrimci seferberlik hamlesinin ikinci aşamasını başlattığını 'İleri, Daha İleri' sloganı ile duyurdu. Bu süreci nasıl ele alıyorsunuz" şeklindeki soruya şu yanıtı verdi:

"2013 Haziran’ında Türkiye’nin en büyük halk ayaklanması dediğimiz Gezi Ayaklanması gerçekleşmişti. 2012’de yine Kürdistan Batı parçası Rojava’da Halk Devrimi gerçekleşti. Aslında bir ayaklanmayla ve devrimle girdik geçtiğimiz on yıla. Ve sonrası açısından da toplumsal mücadeleler tüm hızıyla devam etti. Toplumun ilerici, devrimci, demokrat, anti-faşist, kadın özgürlükçü tüm kuvvetleri aslında alanlardaydı hep. Faşist Türk burjuva devleti açısından da ciddi bir ekonomik ve siyasi kriz, biz buna rejim krizi diye tarifliyoruz, geride kalan sürecin aslında belirleyen bir yerde durdu. Gelişen bu toplumsal mücadeleler Türkiye ve Kürdistan gibi bir coğrafyada gelişen ayaklanma ve devrim gerçeği faşist Türk burjuva devletini de ona uygun bir konumlanmaya itti.

Geride kalan son yedi yıllık konsepte baktığımızda bir savaş hükümeti biçiminde, bir savaş iktidarı biçiminde varlığını sürdürdüğünü görüyoruz. Fakat toplumsal mücadele dinamikleri ve hareketimiz çöktürme planını çökertmeyi başardı. Faşist saray darbesini boşa çıkardı ve sokakta ki ilerici kuvvetler, devrimci kuvvetler öncü çıkış eylemleriyle buzkıran bir rol oynadı. Gerillalarımız ve milislerimiz hep eylemdeydi. Düşmanı hiç beklemediği anlarda ve yerlerde vurduk. Türkiye metropolleri, İç Anadolu’nun köylerine kadar sabotaj ve suikast biçimde bir dizi eylemleri gerçekleştirdik. Gerillalarımız Kürdistan’da faşist Türk ordusunu hezimete uğrattı. Gare’den kaçtılar. Bir aydır devam etmekte olan Metina, Avaşin ve Zap’ta bir nevi bataklığa saplanmış durumdalar. Vietnam sendromu yaşamış durumdalar. Dolayısıyla HBDH ve KBDH olarak geride kalan on yıllık sürecin tablosuna baktığımızda rolümüzü oynadığımızı düşünüyoruz. Ama elbette yetmezlikler içerisinde olduğumuzu da düşünüyoruz.

Kürdistan’da da Türkiye’de de gerek Kürt Özgürlük Mücadelesi gerekse de Türkiye Devrimci Hareketi faşist rejimin krizini derinleştiren bir pozisyondadır. Kendi kendilerine çöküş olmayacak, biz bu çöküşü derinleştireceğiz sınıf mücadelesiyle, devrimci politikamızla. Biz bu çöküşü gerçekleştireceğiz."

HAMLENİN İLK AŞAMASININ SONUÇLARI

Yoldaş ise hamlenin ilk aşamasının sonuçlarına dair şunları söyledi:

"Biz bu hamleyi ilan ettiğimizde 15 Ekim idi. O zaman ki siyasi konjonktürde büyük bir ilgi oluşturdu birleşik devrim güçleri. Gerilla alanlarında zaten askeri bir direniş vardı, coşkulu bir direniş vardı. Gerillanın faşizme karşı direnişi vardı ama bunun kentlere taşınması, işçi sınıfı ve ezilenler içerisinde örgütlenmesi, bu kesimlerin mücadeleye katılması, milis eylemleriyle faşist iktidarı ve onu destekleyen sermaye odaklarının hedef alınması önemli bir gelişmeydi. Aynı zamanda bunu siyasi alanda faaliyet yürütenlerle buluşması bu eylemlilikte önemli bir enerji yarattı. Çok net bir şekilde söyleyebiliriz; HBDH milisleri neredeyse her gün bir yaptılar. Bazen haftada birkaç eylem oldu. Bu eylemlerin bir kısmı faşizmi doğrudan hedef alarak faşizmin merkezlerinde önemli bir etki bıraktı. Düşman bu eylemlerin bir kısmını kabul etti, bir kısmını kabul etmedi. Bir kısmıyla ilgili şaibe yaratmaya çalıştı. Ama şu bir gerçekliktir ki HBDH eylem çizgisiyle bir tarz yakalamıştır, bir süreklilik yakalamıştır. Eylemlerinde bir ivme vardır. 2020 yılının bilançosunu yayınlamıştık. 60 civarında eylem yaptık. 2021 yılının ilk altı ayında bu sayıya ulaşmış durumdadır. Bu HBDH açısından ciddi bir ilerlemedir. Tabii ki bu eylemleri artırmak ve yaygınlaştırmak hedefimizdir. Eylemlerin niteliğini de güçlendirmeyi hedefliyoruz. Bu kampanya sürecinde şunu da gördük; sadece direnme, mücadele etme, faşizme karşı durma konusunda elbette gerillanın burada tarihsel bir rolü var. Ama sadece gerillanın faaliyeti değildir. Bütün halk olarak, topyekun bir direniş; faşizmin topyekun saldırısına karşı topyekun bir direniş ve gerektiğinde topyekun bir karşı saldırıyla ona karşı durma hedefimiz vardır. Bu hedefle önemli bir ivme yakaladık, kampanyamızın birinci aşamasında. Çok ciddi bir katılım oldu. Koronavirüs sürecine rağmen, pandemiyle engellemelere rağmen eylemlilikler oldu. Örgütlenme düzeyinde bir ilerleme katettik. Türkiye gerçekliğinde, Kürdistan gerçekliğinde faşizmi hedef alan ona karşı askeri eylemi sürekli kılan HBDH güçleri olmuştur. HBDH’ın 'Faşizmi Yıkalım, Özgürlüğü Kazanalım' kampanyası olmuştur. 1 Mayıs’ta kampanyamızın birinci aşamasının aslında finali oldu. 1 Mayıs’ta faşizmin bütün yasaklarına rağmen Taksim başta olmak üzere Türkiye’nin birçok alanında birleşik mücadele talebiyle alanlara çıkanlar 'birleşik mücadele' vurgusuyla 1 Mayıs alanına çıktılar. Faşist iktidar da şunu gördü; 8 Mart’ta kadınlar İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkarak erkek egemen sisteme, patriyarkal kapitalizme karşı dururken, aynı zamanda Newroz’da Kürt halkı coşkulu bir şekilde alanları doldurdu ve bir siyasi irade beyanında bulundu. Faşizme diz çökmediklerini, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı, gerillanın direnişini ve PKK’yi sahiplendiğini belirtti. Bu önemli bir gelişmeydi. Şimdi aynı şekilde bakarsak 1 Mayıs’ta da benzer bir coşku olacaktı. Her tarafta faşizme karşı büyük bir öfke var, işçi sınıfının sömürüsü çok yoğun, pandemi koşullarında çalışma şartları çok ağır… işçi sınıfı ve emekçilerin, kadınların ve Kürt halkının özgürlük mücadelesinin birleşmesini istemedi iktidar. Bu yüzden 1 Mayıs’ı yasakladı. Ama şu görüldü ki; sokağa çıkma yasağına rağmen, bütün yasaklara rağmen yine en güçlü şekilde 1 Mayıs alanına çıkıldı ve iradeyle bu yasak boşa çıkartıldı. Adım adım küçük gruplar halinde, adeta bir gerilla edasıyla parçalı halde, yoldaşlar, arkadaşlar, devrimciler eylemleri gerçekleştirdiler ve Taksim alanına ısrarla yürüdüler. Faşizmin yasağı boşa düşmüş oldu. Binlerce insan alanlardaydı, demek ki bu yasaklar olmasa yüzbinler, milyonlar bu alanlarda olacaklardı. Faşizme karşı güçlü bir duruş sergileyeceklerdi. Kampanyamızın birinci aşaması bitti. İkinci aşamasında biz şunu çok net bir şekilde demek istiyoruz; “biz faşizmin bütün saldırılarına karşı, karşı saldırıyla cevap vereceğiz”. Artık İleri Daha İleri derken eylemlerimizin niteliğine, örgütlülük düzeyimizi ve faşizme karşı direnişi daha da yükselteceğiz demek istiyoruz.

Faşist iktidar cephesinde ciddi bir çözülme var. İşçi sınıfı cephesinde büyük bir öfke var. Kadınlar cephesinde büyük bir öfke var. Gençlik cephesinde büyük bir hareketlilik var. Kürt halkında büyük bir direniş var. Bütün bu direniş dinamikleri mücadelemizde birleşecektir."

İŞGAL SALDIRILARI

Sarya, işgal saldırılarına ilişkin şu değerlendirmeleri yaptı:

“Şimdi hakikaten bir bataklık olmuş durumda. Bir aylık savaş yaşandı ve hala devam ediyor. Fakat şunu çok rahat belirtebiliriz; 2007’de uygulamaya soktuğu taktik şu an yenilmiştir. 2008’de yoğun hava saldırıları ve etkin istihbarat bilgisi ve aynı zamanda SİHA ve İHA tekniği başvurduğu bir savaş tekniğidir. 2008’den itibaren bu tekniği aşama aşama yoğunlaştırdı ve şu anki savaş tekniği budur zaten. Fakat tekniği yenildi. Örneğin şu an gerillalarımız İHA ve SİHA altında kendi kişisel tedbirini alabiliyor rahatlıkla ve mevzisini koruyabiliyor ve keza eylem gerçekleştirebiliyor. Bu aslında faşist Türk devletinin Kürdistan’daki savaşının yenildiğinin göstergesidir. O kadar yoğun teknik karşısında gerillanın yaratıcılığı ve adanmışlığı bu saldırıyı boşa çıkartmış durumdadır. Hava savunma kuvvetlerinin ortaya koyduğu eylemler dönemin tarzıdır. Garê zaferinde de önemli bir rol oynadı. Şu anda Kuzey Kürdistan’da da çok etkili eylemler yapıldı. Örneğin en son Amed’de Batman’da ve Şırnak’ta askeri üslere hava savunma eylemi yapan HPG ve YJA-Star gerillalarını buradan kutlamak istiyorum. Bu savaş taktiği ve tarzı sadece Avaşin’de Zap’ta ya da Metina’da değil Kuzey Kürdistan sahasında bugün gerilla güçleri tarafından uygulanıyor. Savaş uçakları bir dizi kazan indiriyor ama bu kadar kazan bu kadar çete ve asker gücü karşısında bir tane gerilla timi aslında bozguna uğratıyor bu kuvvetleri. Ama bunun karşısında milyarlarca para yatırdığı kazanlar indiriyor. Ya da çete ve askeri kuvvetlerini sahaya sürüyor. Onlarca yüzlerce kayıp veriyor. Savaş bilançosuna baktığımızda yüzlerce ölüleri var ve cenazelerini alamıyorlar. Bu da önemli bir noktadır. Kendi cenazelerine bile sahip çıkamıyorlar. Bu derece bir korku içerisindeler. Şu an faşist Türk devleti bütün kirliliğiyle, pisliğiyle gün yüzüne çıktı. Mafya, çete ve narkotik devleti olmuş sömürgeci faşist devlet. Bütün pislikleri ortadadır. Burjuva ahlakını görüyoruz. Politik İslamcılık’ı da siyaset malzemesi olarak kullanan saray rejimi bütün kiri ve çürümüşlüğüyle ortaya çıkmış durumdadır. Bu burjuva ahlakı karşısında gerillanın su gibi duru iradesini görüyoruz. Son şehitlerimiz arasında özellikle bir kaç yoldaşı anmak istiyorum. Şehit Delal, Şehit Viyan, Şehit Agiri bu yoldaşlar Avaşin’de büyük bir direniş sergilediler. Bu son çarpışmaların birinde şehit düştüler. Gerillalarımızın, yoldaşlarımız böyle bir proleter ahlakı temsil ediyorlar. O yüzden şu an ki mevcut mafya-faşist devlete bir cevaptır oradaki direniş.

21. Yüzyılın gerilla tarzının bugün HBDH, KBDH, HPG ve YJA-Star gerillaları ile somutunda ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Filistin direnişidir oradaki gerillalarının direnişi, Vietnam direnişidir şu an oradaki direniş. Bütün şehit yoldaşlarımızın önünde saygıyla eğilmek istiyorum. Gerilla halklaşırsa, nihai zaferi kazanabilir. Avaşin, Zap ve Metina bölgelerinde yürüttüğümüz büyük direnişe şimdiden adını zafer olarak koyabiliriz ama bu uzun soluklu bir savaştır. Güney Kürdistan’ın geneli ve aynı zamanda Rojava toprakları da bugün sömürgeci faşist Türk devletinin işgali altındadır. Bu uzun süreli sömürgeci ve işgalci bir savaştır. Bunun karşısında dünya halklarına, Türkiye ve Kürdistan halklarına, Avrupa’da ki halkları alanlara çağırıyoruz. Türkiye ve Kuzey Kürdistan metropollerinde HBDH ve KBDH milis kuvvetlerimizin de bu işgale karşı eylemlerini yükseltme çağrısında bulunuyoruz. Gerilla direnişimizin halk mücadelesiyle buluşarak ve aynı zamanda kentlerde gelişecek milis ve müfreze gerilla eylemleriyle buluşarak bu faşist Türk ordusunu bu topraklardan söküp atacaktır. Erdoğan’ın, Saray diktatörlüğünün, AKP-MHP iktidarının yenilgisi Kürdistan coğrafyasında başlamıştır. Bugün de Metina, Avaşin ve Zap bölgelerimizde bunu somut olarak görüyoruz.”

Yoldaş, "Geçtiğimiz günlerde işgal saldırılarının Güney Kürdistan’a yönelik olduğunu belirten açıklamalarda bulundunuz. Güney Kürdistan’da 23 Nisan’da başlatılan operasyon itibariyle süren operasyon kapsamında 47 köyün bombardımanlardan kaynaklı boşaltıldığına dair söylemler var. Hem bölgede ki tabloyu hem de önümüzde sürece ilişkin öngörülerinizi paylaşır mısınız" sorusu üzerine şunları söyledi:

"Güney Kürdistan işgali Türk devletinin yeni bir macerası değil. Daha önce de gerilla mücadelesi açısından mücadele yükseldiğinde birçok defa askeri operasyonlarla bölgede işgali sürekli kılma ihtiyacı hissetti işgalci güçler. Ama bugün gelinen aşamada şunu görmek lazım. Bu mesele sadece Türkiye faşist rejiminin yaptığı bir mesele değil aslında bir konseptin var olduğunu görmemiz gerekmektedir. Bir ittifak var. Bunun bir tarafından PKK’nin üç önder kadrosunun hakkında konulan para ödülleri, öbür tarafta bir şekilde Avrupa Birliği’nin ve orada ki güçlerin bu işgal saldırılarına sessiz kalması, öte taraftan Irak yönetiminin Şengal ve belli bölgelerde ki askeri hareketliliği ve bunlarla beraber Güney Kürdistan yönetiminin bir şekilde gerilla alanlarının etrafını kuşatırken Türk ordusunun askeri faaliyetleri karşısında sessiz kalması şunu gösteriyor: PKK hareketine karşı, Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı kapsamlı bir imha konsepti var. Buna karşı gerilla çok güçlü bir şekilde direniyor. Ama bu işgal saldırısının amacı aslında şudur; Türk devleti girdiği bölgelerden çıkmaz. Dolayısıyla bu Kürdistan’ın işgalidir. Fiilen Güney Kürdistan’ın sömürgeleştirilmesidir. Bu açıdan bakarsanız Türk devleti sadece PKK’ye karşı bir mücadele yürütmüyor aslında. Kürtlerin bir realite olarak Ortadoğu’da var olmasına karşı mücadele yürütüyor. Daha önceki senelerde Rojava’da Serekaniye, Tel Abyad hattına saldırılar yaptı. Daha öncesinde Efrîn'e yaptı. Kürtler nerede bir örgütlülük ve statü kazandıysa bu alanlara dönük saldırılar yürüttü. Bu yüzden güney saldırısı önemli bir konsepttir. Ve PKK hareketini aslında onu vareden toplumsal gücünden zayıflatmak ve tasfiye hareketidir. Bu açıdan bakarsak faşist iktidar başarırsa, bu Türkiye toplumsal muhalefetini de ezme hareketidir. Bir faşist rejim, gerici rejim, bir sömürü rejimi ne zaman sıkışsa dışarıda savaş arayışına girer. Bugün Türk devletinin yapmaya çalıştığı çıkıp Filistin halkıyla dayanışma gösterdikten sonra İsrail devleti Filistin halkına ne yapıyorsa aynısını bugün Kürt halkına yapıyorlar. Bugün izledikleri bütün politika İHA’larla, SİHA’larla, toplarla, obüslerle, yanlarına aldıkları çetelerle, Libya’dan vs. topladıkları radikal-selefi çetelerle birlikte o bölgelere operasyon yapıyorlar. O bölgeleri insansızlaştırıyorlar. Oranın demografik yapısını değiştiriyorlar. O bölgelerde üsler kuruyorlar. Bu üsler sonuçta kalıcı üslerdir. Bu alanları tutuyorlar. Buna karşı gerillanın çok ciddi ve önemli direnişi var. Askeri açıdan bakarsak düşman tepelerde ama gerilla bütün alana hakim durumda. Dolayısıyla bu fiilen boşa düşmüş durumda. Milyonlarca dolarlık teçhizatları, keşif ve savaş uçakları, lazer noktalayıcıların karşısında gerillanın inancı ve direnci karşısında yapabilecekleri bir şey olmuyor. Çaresiz kalıyorlar. Bu önemlidir. Ne açıdan önemlidir? Sonuçta gerilla gayri nizami harp yürütür. Yani düzenli orduya karşı çeşitli taktik hareketlerle mücadele eder. Burada esas var eden şey tekniğin karşısında moral ve askeri pratiği- ideolojik haklılığıdır. Zaten Kürdistan özgürlük gerillalarının böyle bir haklılığı var. Bu direniş bu açıdan çok anlamlı ve değerlidir. HBDH olarak bu direnişin yanındayız, bu direnişle omuz omuzayız. Medya Savunma Alanları’nda Gare Direnişi’nde de yer aldık. Faşizmin bu saldırıları karşısında birleşik devrim güçleri olarak bu alanlardayız. Güney Kürdistan işgal konseptini sadece Türk devletinin yaptığı bir konsept olarak değerlendirmemek lazım. Bir bütün olarak Ortadoğu’da bir yeni dizayn hareketedir. Buna karşı Türkiye’li devrimciler olarak enternasyonalist temelde dayanışmayı, güçlendirmek ve asıl olarak faşist iktidarı Türkiye metropollerinde, şehirler ve Kuzey Kürdistan’da hedefleyerek onu savaş hattının gerisinde, kendisini güvende hissettiği alanlarda hedeflemek birleşik devrim güçlerinin temel stratejisidir. Bu hayata geçirildiğinde faşizm açısında cephe gerisi diye bir alan olmayacaktır. Bu alanlar birleşik devrim güçlerinin eylem alanları olacaktır. Güney’i işgal konusunda başarılı olamadılar. Birçok açıdan istediklerini alamadılar. Şöyle bir tablo var. Kürt halkının topyekun kazanımları karşısında bir durum var. KDP ve YNK sanmasın ki Türk devleti o alanlara işgalci bir güç olarak girdiğinde oradan çıkmayacaktır, yerleşeceklerdir. Bu Kürtlerin var olma savaşıdır. Güney Kürdistan yönetiminden yapılan açıklamalar PKK ile Türk devleti arasında ki bir çatışma olarak adlandırılıp, kendilerini dışındaymış gibi gösteriyorlar. Daha doğrusu Kürt halkının toplamının dışındaymış gibi gösteriyorlar. Ama sonuçları itibariyle Kürdistan’da ki özgürlük ve demokrasi güçleri, emek güçlerini olumsuz etkileyecek bir gelişmedir. Faşist Türk rejiminin, AKP-MHP faşist ittifakının yenilmesi ve başarısızlığa uğratılması hem Türkiye işçilerine, emekçilerine, ezilenlerine, Türkiye halklarının lehine bir gelişme olacaktır hem de bölge halkları lehine bir gelişme olacaktır. Çünkü bu iktidar bölge halkları açısından da istikrarsızlık işgal ve savaş nedeni haline gelmiştir. Böyle bakmak gerekiyor.”

GEZİ VE MAYIS ŞEHİTLERİ

Sarya da Gezi Direnişi ve Mayıs şehitlerinin yıl dönümüne ilişkin şunları ifade etti:

"Şehitlerimizin önünde saygıyla eğiliyorum. Yoldaşlarımızın şehadetlerinin yıl dönümüdür. Türkiye ve Kürdistan devrim tarihi açısından çok önemli roller oynamışlardır Gezi Şehitlerimiz ve Nurhak dağlarında ölümsüzleşen THKO gerillalarımız. Sinan Cemgil yoldaşların ’71 askeri faşist darbe karşısında ki konumlanışı oldukça değerlidir. Faşizme karşı illegal mücadeleyi ve askeri mücadeleyi tercih etmişlerdir. Teslim olmamışlardır. Yüzünü dağlara çevirmişlerdir. Hesap sorma bilincidir Sinan Cemgillerin eylemi. Orada hem Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının idamını engelleme amacıyla hem de emperyalizme karşı bir mücadele ortaya koymak için Kürecik’te ki bir radar üssüne eylem hazırlığı içerisindeyken jandarmayla girdikleri çatışmada ölümsüzleştiler. Burada şunu belirtebiliriz; o dönem ki anti-faşist bilinç, anti-emperyalist bilinç, devrimci duruş Türkiye ve Kürdistan gençliğine örnektir. Mayıs şehitlerimiz söz konusu olduğunda İbrahim Kaypakkaya için de bunu söyleyebiliriz. Haki Karer yoldaşımız için de bunu söyleyebiliriz. Ulaş Bayraktaroğlu yoldaş, Hasan Ocak yoldaş, Destan Temmuz yoldaş özelinde bunları bütün mayıs ayı şehitleri için söyleyebiliriz. ’71 devrimciliğinin çizgisidir bu şehitlerimiz. Bugün de bunlar güncel örnekleridir. Türkiye’de ve Kürdistan’da savaşım veren ve bu uğurda ölümsüzleşen yoldaşlarımız Sinan’ın yoldaşlarıdır. Gezi ile ilgili olarak şunun altını çizmek gerekiyor. Aslında yeni bir toplumsal patlamanın eşiğindeyiz. Bundan yaklaşık 8 yıl önce gelişen Gezi Ayaklanması çok büyük dersler ve görevler geride bıraktı. HBDH ve KBDH’ın kuruluş dönemi de aslında Gezi Ayaklanması’nın bir muhasebesine dayanmaktadır. Çünkü Gezi Ayaklanması açısından en temel eksiklik birleşik bir devrimci önderlik yetersizliğidir. O dönemin koşullarında Gezi Ayaklanması’na devrimciler önderlik etmiştir. Ama bu düzeyde bir ittifaklaşma, bu düzeyde birleşmeden söz edemeyiz. Ama bugün açısından ise yeni bir ayaklanmaya daha hazırız. Çünkü artık HBDH ve KBDH var. Birinci nokta budur. Diğer nokta; Gezi Ayaklanması’nda eksik kalan bir boyuttu: Politik-askeri eylemlerle halk ayaklanmasını güçlendiremedik. 38 günlük bir barikat savaşı verdi Türkiye halkları. Bir aya yakın bir komün deneyimi ortaya çıkartıldı Taksim’de. Anda kurulan milis grupları Taksim’i savundu. Türkiye’nin diğer metropollerinde de sokak ve cadde barikat savaşları oldu. Fakat kent gerillacılığı üzerinden daha güçlü bir askeri eylemsellikle bu ayaklanma desteklenmeliydi. Biz kendi adımızı bu konuda kimi yetersizlikler taşıdığımızı düşünüyoruz. Olan kimi eylemler vardır ama bugün bu boşluğu daha fazla dolduracak pozisyondayız. Kürdistan ve Türkiye gerillası, milis kuvvetleri bugün bu boşluğu daha fazla doldurabilecek durumdadır. Aynı zamanda Gezi Haziran Ayaklanması’nın geliştiği dönemde bunu Kuzey Kürdistan’da ki karşılığını bulma düzeyi zayıftır. HBDH ve KBDH’da bunun adresidir bugün. Kuzey Kürdistan ve Türkiye birleşik devriminin ittifakıdır ve yeniden Gezi benzeri bir ayaklanma olursa bunun Kuzey Kürdistan’da da yankılanacağı açık ve nettir. Çok daha güçlü bir halklar buluşması olacaktır. Gezi’yi bu yönüyle analiz ediyoruz. Gezi Haziran Ayaklanması bize yol gösteriyor."

MÜCADELE NASIL BÜYÜTÜLECEK?

Mücadelenin güçlenmesi için neler yapılması gerektiğine değinen Yoldaş, şöyle konuştu:

"Bu birbirinden bağımsız olan direnişler; işçi direnişleri, erkek egemen sisteme karşı İstanbul Sözleşmesi’ni savunan kadınların mücadelesi, İkizdere’de doğasına sahip çıkan insanlar, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin mücadelesi, Kürt halkının uzun süreçtir yürüttüğü direniş… Bunların hepsinin birbiriyle birleşmesi gerekiyor. Zaten birleşik devrim mücadelesinin hedefi de bu kesimleri örgütlemek ve mücadeleye katmaktır. Bu açıdan mart ve nisan ayları boyunca ortaya çıkan kitle hareketi şunu gösteriyor; Artık faşizmin korku duvarı yıkılmıştır. Kitlelerde artık bir geri çekilme eğilimi değil, mücadeleye katılma eğilimi var. Bu önemli bir şey. Çünkü AKP iktidarı 2015 yılından beri tırmandırdığı bu kirli savaşta aslında kitle hareketini ezmek, sindirmek ve kelimenin gerçek anlamıyla kendisine dikensiz bir gül bahçesi yaratmak istiyordu. Artık böyle bir Türkiye yok. Türkiye’de insanlar sokağa çıkıyor, hesap soruyor ve iktidardan rahatsız olduklarını ifade ediyorlar. Geçtiğimiz günlerde Tayyip Erdoğan çıktı, Taksim Meydanı’na bir camii yaptırdı ve açılış konuşması yaptı. Yine Gezi’ye atıfta bulundu. Sekiz yıl geçmiş ama Tayyip Erdoğan’ın üzerinde o korku ortadan kalkmamış durumda. Çünkü Gezi Ayaklanması iktidarın kimyasını bozdu. Halk hareketi onu, eğer daha güçlü bir önderliğe sahip olsaydı, birleşik devrim hareketi o gün olsaydı bugün Erdoğan o koltukta oturamayacaktı. O iktidar alaşağı olacaktı. Bu çok net. Dolayısıyla Gezi Ayaklanması için şunu söyleyebiliriz; o günün tecrübesini kazanarak daha ileriye gitmek zorundayız. Çünkü o günkü devlet yapısı parçalı bir yapıydı. İçinde farklı klikler vardı. İktidar bloğunda bir çözülme vs. Bu dönemde ki gibi değildi ama iç çatışma vardı. Taksim’de Gezi Parkı ile başlayan olay milyonlarca halkın katıldığı bir iktidar protestosuna dönüştü. Bugün birçoğumuz da o eylemlerin içerisinde yer aldık. Bizzat o eylemlerde görev aldık. O eylemler sonucu şunu gördük; bu siyasi iktidarı yıkmak için silahlı mücadele ve silahlı direnişin gerekli olduğunu gördük. Bu aslında önemli bir gelişmeydi Türkiye siyasi tarihi açısından da. HBDH’a bakarsak, HBDH’ın kökleri Gezi Direnişi’nde güç bulmuş durumdadır. Kobane Direnişi’nden güç bulmuş durumdadır. Bugün yeniden bir toplumsal hareketlenme var. İktidara karşı büyük bir öfke var. Bu toplumsal kesimler faşist düzenden artık eskisi gibi yönetilmek istemiyor. Kendi yaptıkları anketlerde bile AKP ile küçük ortağı MHP’nin oy toplamı %40’ı bulmuyor. Siyaseten artık daralmış durumdalar. Bunun tek çözümü her gerici iktidarın, faşizan iktidarın yaptığını yapıyorlar. Savaş kartını oynuyorlar. Ama bu savaşta, özellikle Kürdistan’da yürüttükleri savaşta ve bölgede ki yayılmacı siyasetlerinde Doğu Akdeniz’de, Libya’da gerilemektedirler. Buralarda yaşayacakları bir askeri yenilgi bu çöküşü hızlandıracaktır. Domino taşı gibi bu iktidar alaşağı olacaktır. Bu gerçeklik ortada. Gezi’den bu yana AKP-MHP faşist ittifakı faşist kurumları örgütledi. Silahlı o mafyalara kadar bir milis örgütlenmesi kurdu. Buna karşı halkımız birleşik devrim saflarında örgütlenmeli ve her türlü önlemini alarak faşizme karşı mücadelenin daha geniş bir çerçevede gelişeceğini görmelidir. Gezi Direnişi çok önemli bir tarihsel anda ortaya çıktı ve çok değerliydi ama artık yaşanacaklar öyle olmayacaktır. Faşist iktidar da şunun farkında ayağa kayıp sendelediğinde, düştüğünde ondan hesap soracak büyük bir Türkiye ve Kürdistan halkı var. Düşmemek için daha sıkı sarılıp daha saldırganlaşacak. Köşeye sıkışan faşist iktidar daha saldırganlaşmakta. Yoksa mart ve nisan aylarında ki gelişmeler baharın göstergesidir. Bu baharın sonu devrime gidecektir. Birleşik devrim mücadelesine yürüyecektir. Bu konuda tabii birleşik devrim güçlerine ve halkımıza büyük görevler düşüyor. Ancak mücadele ederek, ancak örgütlenerek bu iktidarı yıkabiliriz. Bu iktidar kendi başına yıkılmayacaktır. Kendi başına, çözülmeler yaşasalar da, allayıp pullayıp CHP’yi halkımızın karşısına çıkaracaklardır. Ya da İyi Parti’yi alternatif olarak sunacaklardır. Ama bu sistem topyekun sorunludur. Topyekun değişmesi gerekmektedir. HDP’yi dışında bırakalım, parlamentoda ki diğer partilerin kimseye bir faydası yok. Bu halka vereceği bir gelecek yok. Dolayısıyla bunların hepsi aynı siyahın değişik tonlarıdır. Beyaz yok aralarında. Ancak devrimci bir halk iktidarıyla bunlar değişecektir. Halk hareketine buna işarettir.”

KADIN DİRENİŞİ

Sarya, kadınların direnişlerine ilişkin şöyle dedi:

"Erdoğan’ın İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmesi kadın özgürlük mücadelemize yönelik bir savaş ilanı oldu. 21. Yüzyıldayız ama açıktan şunu söylemiş oldu Saray rejimi: kadınları dövün, tecavüz edin, taciz edin, çocuk istismarı yapın, LGBT+ artıları linç edin, geleneksel aile yapısını sürdürün… Tercümesi bu oluyor. İstanbul Sözleşmesi’nin ilgili maddelerinden rahatsız olan iktidar açıkça bunu söylüyor. Ardından çarpıcı örnektir. Bir faşist bir tweet attı, 14 Nisan günü idi yanılmıyorsam, o tarihi dünya tecavüz günü ilan etti. Erdoğan’ın bu hamlelerinin toplumda ki faşist kuvvetlerde nasıl etki yarattığını göstermek açısından çarpıcı örnektir. Açıktan şu söylenmiş oluyor: ilerici, devrimci, muhalif kadınlara eğer faşizme karşı dövüşürsen, eğer kadın özgürlük mücadelesi, hakları için dövüşürsen bunun bedeli aynı zamanda bu cinsel saldırılar olacaktır diye aslında faşizm bunun mesajını da vermiş oluyor. Marksistlerin faşizm tanımlaması vardır: “en emperyal, en ırkçı, en milliyetçi ve en şoven” ve biz de şunu ekliyoruz en cinsiyetçidir aynı zamanda, faşizm.' Böyle bir diktatörlük, cinsiyetçi bir diktatörlüktür aynı zamanda. Biz bugün Saray rejiminde en cinsiyetçi diktatörlüğü görüyoruz. Örneğin, kendi sınıf kardeşi olan burjuva kadına bile, Türk burjuva erkeği cinsiyetçi küfürlerde bulunuyor. Erdoğan ve Meral Akşener diyaloglarına bakalım, bu aslında kadın özgürlük sorununun Türkiye ve Kürdistan somutunda çok çarpıcı bir hal kazandığı durumu tarifliyor. KBDH olarak hamle şiarımıza şunu eklemiştik; 'erkek egemenliği yıkacağız!' Evet, bugün bu çok somut bir sorundur. Faşizmi ve erkek egemenliği yıkacağız. Erkek egemenlik kurumunu hedefleyeceğiz. Bunu yakıcı bir sorun olarak gören milyonlarca kadın var. Katledildiği için, tacize-tecavüze uğradığı için bu erkek egemenliğinden hoşnut olmayan, erkek egemenliğin yenilmesini ve yıkılmasını isteyen çok geniş bir kesim var. Toplumun yarısı bu özlemdedir. Adalet talebi, eşitlik talebi vardır. İstanbul Sözleşmesi’nde dolayısıyla biz bir savaş deklarasyonu olarak gördük. Bu uzun soluklu bir mücadeledir. 1 Temmuz’dan sonrası da bizim gündemimizdedir. Gelişecek olan boykotları, grevleri, direnişleri, yürüyüşleri selamlıyoruz. 1 Temmuz’a kadar kadın özgürlük mücadelesi özneleri sokaklarda, alanlarda olacaklarını deklare etti. KBDH olarak da bu eylem iradesini biz de destekliyoruz ve aynı zamanda bizim için en önemli eylem biçimi doğrudan kadın öz savunmasını örgütlemektir. Kadın milisleriyle bu alçakların cezalandırılmasıdır, yanıtlanmasıdır. Kadına yönelik şiddeti, kadına yönelik taciz-tecavüz ve katledilme sorununu biz çözeceğiz. Bu şiddeti ancak kadınlar örgütlenirse, savaşırsa ortadan kaldırabilir. İstanbul Sözleşmesi’nin feshi biz kadınlara bir saldırıydı ama buna karşı mücadele ise zaten dünden bugüne yürütülüyor. Bugünden yarına da yürütülecektir. Faşizmi ve erkek egemenliğini yıkma hamlemiz, bu temelde yürüttüğümüz kadın özgürlük mücadelemiz tüm kadınların sahiplenmesiyle, güçlü bir kadın hareketinin mayalanmasıyla zaferle sonuçlanacaktır.”

HALKLARA ÇAĞRI

Tekin Yoldaş, son olarak Türkiye ve Kürdistan halklarına şöyle seslendi:

“Türkiye ve Kürdistan halklarına çağrımız; faşizme karşı örgütlenmeleri ve 'Faşizmi Yıkalım, Özgürlüğü Kazanalım', 'İleri, Daha İleri' hamlemize güç vermeleridir. Çünkü, şu bir gerçektir ki, bu iktidar çözülmeye başlamış durumda. Faşist iktidar bir kriz içerisinde. Eğer devrimciler rolünü oynarlarsa, eğer işçi sınıfı ve emekçiler, kadınlar, LGBT’ler sokaklara çıkıp bu düzenden hesap sorarsa çok nettir ki bu iktidarın artık sonu gelmiş durumdadır. Ama burada devrimcilere düşen görev örgütlenmek ve rolünü oynamaktır. Bu sadece gerillaların vereceği bir mücadele değil, aynı zamanda işçi sınıfının, emekçilerin, ezilenlerin, milislerin, fiili meşru mücadele alanında bulunan herkesin ortak mücadelesi olacaktır. Bu da birleşik devrim mücadelesidir. Halkımıza çağrımız birleşik devrim mücadelesine daha güçlü katılmaları, onu sahiplenmeleridir."