Savaşın yaraladığı çocuklar!

QSD savaşçıları bu günde dövüşe dövüşe DAİŞ’in elinde esir olan kadın ve çocukları kurtarmayı planlamış. Büyük çabalar sonucu yüzlerce sivil kurtarılıyor. Toz duman içinde bir kafile mahşerden kaçar gibi geliyor. Bu insanların birer öyküsü var.

Savaşçılar, koştur koştur silahlarını alıp arabalara atlıyor, onların zamanında her şey çok hızlı. Atik hareket ediyorlar, az zamana çok şey sığdırıyorlar. Yine savaş cephesine gidilecek, bizde onları takip ediyoruz. Kendinden emin duruşuyla Esmer şöförümüz Alan, direksiyonun başına geçiyor, Alan Arap bir savaşçı, ismini neden Alan yaptığını soruyorum. ”Dêrazor’un Hecin kasabasında Şehit düşen amcamın oğlunun ismini aldım” diyor. Hüzünleniyoruz, Alan bu hüznü dağıtmak için hareketli bir parça açıyor, arabadaki savaşçılar da alkışlar ile tempo tutuyor. Sanki savaşa değil de düğüne gider gibiler. Önde ilerleyen zırhlı aracın megafonundan bizim bulunduğumuz arabaya espirili anonslar yapıldığı ve laflar atıldığı için hepimiz kahkahalar ile gülüyoruz.

Cephenin yolunu tutmuş gidiyoruz, QSD savaşçıları bugün de dövüşe dövüşe DAİŞ’in elinde esir olan kadın ve çocukları kurtarmayı planlamış. Herkesin yüzünde bir gülümseme var, savaşçılar için tek bir insanın bile özgürlüğüne kavuşması büyük bir eylem. Bu yüzden olacak ki cepheye gidiyoruz demiyorlar, eyleme gidiyoruz diyorlar. Bütün inançlara sığınıp içimden bildiğim bütün duaları okuyorum. Çünkü her kurtarma operasyonu yüzlerce risk barındırıyor. Bazen bir grup sivili kurtarmaya giden savaşçılar, Dêrazor’un çöllerinde amansız cenklere tutuşup can veriyor ve gözler gidenleri arasa da gidenler geri dönemiyor.

Büyük çabalar sonucu yüzlerce sivil kurtarılıyor. Toz duman içinde bir kafile mahşerden kaçar gibi geliyor. Bu insanların birer öyküsü var. Her birinin kendine ait trajedisi var. Konuşmadan, gözlerine bakmadan, dokunmadan anlayamayacağınız yaşanmışlıkları var. En çok da çocuklar ile konuşuluyor, çocukların dünyasının kapısını çalabiliyoruz. Büyüklerin esaretinden sıyrılıp küçüklerin dünyasına girmek de herkesin harcı değil, herşeyden önce içinizde keskin kinler olmayacak. Çocukların her savaşta yaralı olduğunu bileceksiniz! Melek olduklarını da.

Mahşeri kalabalık içerisine girip konuşmaya çalışıyoruz. En çok da çocuklar ile konuşuyoruz, en doğrusunu onlar söylüyor. Belki de bu manzara içinde, bu insan kalabalığında tek masum şey çocuklar. Az ilerde eli tuhaf bir biçimde yanmış bir kadının yanında Afganistanlı 10 yaşındaki bir kız çocuğu oturmuş, adı Müslime. Baba diyebileceği biri yok etrafında, annesi nerde bilinmez, YPJ savaşçısı ”Afganistan’a mı gitmek istiyorsun” diye soruyor. Müslime kaşlarını çatıp kesin bir yargıyla ”Hayır, orada da İslam Devleti var” diyor. YPJ savaşçıları Müslime’nin başını okşayıp uzaklaşıyor.

Gözleriyle yanına çağıran, yardıma ihtiyacı olduğunu etiyle kemiğiyle hissettiren başka bir kız çocuğu daha çıkıyor yolumuza. 8 yaşındaki Ayşa, başına sarılmış kırmızı bir eşarp ile etrafa melül melül bakıp ”açım” diyor. YPJ’liler uzunca bir yol yürüyüp ona bisküvi alıp geliyor. Bisküvilerini alıp bir şeyler mırıldanıyor, anlamıyoruz, sanırsam dua ediyor.

Hamza Halep’ten buralara gelmiş, aslında getirilmiş… Henüz 8 yaşında olan Hamza’nın kucağında 6 aylık bir bebek var, bebeği sallayıp duruyor. Yanında yöresinde ne anne ne de babası var, acımasız bir yalnızlık Hamza’nın eline ayağına dolanmış, bezgin bir hali var. Kameraman ”Hamza nereye gitmek istiyorsun” diye soruyor. Hamza kızgın bir ifadeyle artık bir yere gitmek istemiyorum. Kürtlerin yanında kalmak istiyorum” kameraman ”niye” diye soruyor.

Hamza ”Kürtler DAİŞ'ten daha iyidir” diyor. Çocukların iyilik tanımı neye göredir acaba?

Yarası ile insanın üstüne üstüne gelen bir çocuk daha görüyoruz. İki bacağı Suriye Baas rejiminin attığı bir havan topuyla diz üstünden kopmuş, eli yüzü yara bere içinde bölgede ”Hêbê Helep” ama genelde ”Naşmanya” olarak bilinen, biraz çıbana benzeyen bu yaralar DAİŞ’in zulmünden kurtarılan çoğu insanda var. 10 yaşındaki Muhammed o yaralı insanlardan sadece biri. Öyle ağız dolusu gülüyor ki sanki onca acı ona değmemiş gibi. Hurdaya dönmüş bir tekerlekli sandalyeyi kollarının gücüyle o çölde iterken Arapça ”artık sizin ile kalayım, artık kimseye vermeyin beni” deyip yine gülüyor.

Yüzü solgun, cılız ama gamzeli gülüşleri olan 13 yaşında bir kız çocuğu Karslı bir Kürt. Kürt olduğunu biliyor ama Kürtçe bilmiyor. Sevde, ailesi ile beraber İstanbul’da yaşarken kendi ailesi ve komşuları ile beraber Dêrazor’a gelip konu komşu DAİŞ terör örgütüne katılıyorlar. Sevde’nin babası Hama şehrinde bir savaşta ölüyor, annesi ise 8 gün önce bir şarapnel parçası ile ölmüş. Sevde şimdi tek başına kaldığı için Dêrazor’a beraber geldiği komşularıyla hareket ediyor. ”Hayalin nedir” sorusuna komşularını göstererek ”bunlarla yaşamak” diyor. Sevde’ye bunun bir hayal olmadığını söyleyemedik.

Hanzalla 6 yaşında ”Nerelisin” sorusuna ”Kürdüm ama nerenin Kürdü olduğumu bilmiyorum” diye cevap veriyor. Gözleri cin gibi etrafına pür dikkat bakıyor, yaşından büyük bir edası var, çok düzgün bir Türkçe konuşuyor. ”Annen nerede” diye soruyor YPJ’li Dilovan, Hanzalla çok bilmiş bir eda ile ”parmak izi vermeye gitmiş” diyor. Dilovan ”büyünce ne olacaksın” Hanzalla hiç tereddüt etmeden arkasındaki QSD savaşçısını işaret ederek ”onun gibi asker olacağım” diyor. Dilovan, ”onlar kim biliyor musun, onlar kimin askerleri” diye soruyor. Hanzalla gözlerini deviriyor düşünüyor ama bir cevap veremiyor. Dilovan üsteliyor ”büyünce ne olacaksın” diye ısrar ediyor. Hanzalla bu kez ona aşılanmış olanı söylüyor. ”Büyüyünce emir olacağım, kafirleri öldüreceğim” diyor. Hepimiz biraz duraklıyoruz. Dilovan dil döküp öldürmenin kötü olduğunu, emir değil iyi bir insan olması gerektiğini söylüyor ama Hanzalla bu sözleri anladı mı emin değilim.

Kaynak: Yeni Özgür Politika