Strasbourg’da 70 günün muhasebesi: Her yerde aynı anda tepki verilmeli

AKP-MHP faşizminin tecrit duvarını yıkma hedefiyle 70 gündür açlık grevi direnişinde olan Strasbourg eylemcileri, “İnandığımız için biz bugün faşizme karşı dik duruş sergiliyoruz” derken, halkı "her yerde aynı anda tepki koymaya" çağırdı.

Leyla Güven’in 7 Kasım’da başlattığı Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecride karşı öncülüğünü yaptığı süresiz-dönüşümsüz açlık grevi kapsamında Strasbourg’daki direnişte 70’inci güne girildi. “İlk günkü gibi kararlılıkla mücadeleyi sürdürdükleri” mesajı veren eylemciler, halkın oldukça ciddi boyuttaki sahiplenme düzeyinin daha da arttırılması gerektiğini düşünüyor.

Aralarında HDP eski Milletvekili Dilek Öcalan’ın da olduğu 14 direnişçi, Avrupa’daki en uzun süresiz-dönüşümsüz açlık grevinin ancak ve ancak halkın sahiplenme düzeyini yükseltmesiyle başarıya ulaşılacağına dikkat çekiyor.

‘MORAL, İDDİA VE KARARLILIK DÜZEYİMİZ DAHA YÜKSEK’

Eylemciler adına açıklama yapan Ramazan İmir, açlık grevi direnişine başladıkları ilk günkü gibi kararlı, motive ve dirençli olduklarının altını çizdi. Açlık grevlerinin 70’inci gününü değerlendiren İmir, ‘direnmekten başka bir seçenek bırakılmayan’ Kürt halkının bu tarihi eylemine ilişkin şöyle dedi:

“Bugün 70’inci günümüzdeyiz. Her ne kadar biz burada, Strasbourg’da, 14 arkadaş 70 günümüzü doldurduysak da, bizden daha çok öncelikli olan 100 günü aşkındır eylemde olan Leyla Güven arkadaşımız var. Yine zindanlarda o kötü koşullara rağmen 71 gündür direnen yoldaşlarımız var. Avrupa’nın genelinde an itibariyle yanılmıyorsam 24 arkadaşımız süresiz-dönüşümsüz açlık grevindeler. Dünyanın hemen her yerine yayılmış durumda bu direniş. Tabii, direnmekten başka bir seçenek bırakılmayan bir halk gerçekliğimiz var. Söz konusu faşizm oldu mu, varlığına dönük yok etme politikası ve pratik müdahaleler oldu mu direnmekten başka seçenek bırakılmıyor insana. Şu an itibariyle bunun direnişi içerisindeyiz. Öncülüğünü Leyla arkadaşın yaptığı açlık grevi direnişleri halen devam etmektedir; ilk günkü kararlığımız neyse şu anki kararlılığımız aynı düzeyde ve hatta moral, iddia, bağlılık ve motivasyonda daha yüksek, daha dinç ve daha dirençli bir şekilde durduğumuzu belirtebilirim.”

‘HALKIN SAHİPLENMESİ CİDDİ BİR MORAL KAYNAĞI’

70 gün boyunca birçok gelişmelerin yaşandığını ve Kürt halkının eylemi sahiplendiğini vurgulayan Ramazan İmir, direniş karşısında ‘hileli de olsa’ atılan adımlara dikkat çekti. İmir, şöyle devam etti:

“Yine muhattap olan kurum ve kuruluşlarla bazı görüşmeler yapıldı. CPT ile bazı görüşmelerimiz gerçekleşti; Avrupa Konseyi (AK) ile bazı görüşmelerimiz oldu. Türkiye cephesinde ‘hileli de olsa’ bazı adımlar atıldı, apar topar Önder Apo ile bir görüşme gerçekleşti. Yine Leyla Güven arkadaşımız apar topar tahliye edildi. Ama yine de gelişme sayılacaksa, bazı gelişmeler yaşandı. Halkın çok ciddi bir sahiplenmesi oldu ve bu bizim için çok ciddi bir moral kaynağı oldu. Direnişimizi ısrarla sonuca götürmemiz için ciddi bir etkisi bulunuyor. Gün itibariyle Avrupa’da birçok merkezde yürüyüşler yapılıyor; Örneğin Cuma günü Köln’ün yanı sıra Fransa’nın birçok merkezinde binler ayaktaydı.

Halkın sahiplenmesi, sokaklara inmesi bizim için çok ciddi bir moral kaynağı. Ve bu sahiplenmenin devam etmesini bekliyor, daha da üst düzeylere ulaşmasını umut ediyoruz. Bu konuda Kürt halkının Avrupa’da yaşayan Kürdistanlıların hiçbir kaygı taşımadan sonuna kadar bu eylemleri sahipleneceğine de inanıyoruz.

‘DEVLETLERİ ADIM ATMAYA ZORLAYAN HALKIMIZN KARARLILIĞI, SAHİPLENMESİDİR’

Kürt halkının her zaman kendi özgücü ve iradesiyle mücadelesini yürüttüğünü belirten açlık grevi direnişçisi İmir, halkın kararlılığı ve sahiplenmesinin bugüne kadar devletleri adım atmaya zorladığına dikkat çekti.

Ramazan İmir, buna ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı: “Bizim böyle bir gerçekliğimiz var halk olarak: Her zaman kendi özgücümüz ve irademizle mücadelemizi yürüten bir halkız. Her ne kadar bazı istemlerimizde, taleplerimizde belli bazı muhattap devletler, kesimler olsa da, bu devletleri adım atmaya zorlayan halkımızın kararlılığıdır, sahiplenmesidir. Geçmiş pratikte de bu çokça görülmüştür zaten. An itibariyle aynı durumu yaşıyoruz.”

‘AVRUPA VE ULUSLARARASI GÜÇLER TECRİTTE PAY SAHİBİ’

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecridin sorumluluğunun Avrupa’ya da ait olduğunun altını çizen İmir, Avrupa dahil dünyanın başına bela olmuş çeteleri bitiren bir halk olduklarını vurguladı.

Öcalan’a yönelik tecridin aynı zamanda DAİŞ gericiliğine karşı dünyaya umut olan Kürt mücadelesinin hedefe alınmasıyla bağına işaret eden İmir, konuya ilişkin şu sözleri sarfetti:

“Bugün Önder Apo’nun güvenlik, sağlık koşullarının eğer bu düzeye kadar ulaşmasında bir neden varsa; mutlak bir tecrit ve izolasyon durumu söz konusu ise, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bütün uluslararası güçler bunda çok ciddi pay sahibidirler. Bunun temel nedeni de bir sistem çatışmasının olmasıdır; Rojava somutunda özellikle bu çokça çarpıcı bir şekilde görülmektedir. Bilindiği gibi dün QSD Genel Komutanı tarafından bir açıklama da yapıldı: DAİŞ ile yürütülen cephe savaşının sona geldiğini, bundan sonra yürütülecek olanın daha fazla zihniyet ve ideolojik bir savaş boyutunun olacağına yönelik bir açıklama yaptı. Yani dünyaya musallat olmuş, bütün dünya halklarını ve ülkelerini adeta acısını yaşadıkları terör, çete ve insanlık dışı vahşet örgütünden kurtaran bir Kürt halkı ve savaşçıları gerçeği var.”

‘TECRİT AYNI ZAMANDA BU MÜCADELEYİ HEDEFLİYOR’

“Tabii ki orada fiziki olarak çok ciddi bedeller ödenmiş olsa da, aslında DAİŞ çete örgütünün şahsında yenilgiye uğramış olan ilkel milliyetçiliktir, işbirlikçiliktir, ulus devlet anlayışıdır. Hepsinin toplamında da (yenilen) kapitalist modernitenin ta kendisidir. Bu tür güçlerin ortaya çıkmasının en temel nedeninin krizler üzerinden kendisini oluşturan, kendisine güç sağlayan kapitalist modernitenin olması, (DAİŞ’le birlikte) o sistemin de yenilgisi anlamına geliyor. Var olan tecrit de biraz onunla alakalıdır.” Rojava’da oluşturulmak istenen demokratik modernite paradigması bugün bütün dünyaya eğer ışık tutuyorsa, var olan bütün sorunlara çözüm perspektifleri sunuyorsa orada çok ciddi bir başarının olduğunu gösteriyor. Ve orada kazanan Önder Apo’nun paradigması, felsefesi ve oluşturmuş olduğu zihniyet yapısıdır. Bunun için Önder Apo her zaman birinci derecede uluslararası güçlerin ve bölge güçlerinin hedefi konumunda olmuştur. Var olan tecriti de kesinlikle bundan bağımsız ele almıyoruz. Bizim için 21’inci yüzyılın atan yüreği düzeyindedir Önder Apo gerçekliği. Biz böyle yaklaşıyoruz. Felsefesi, paradigması... Biz bu çerçevede yaklaşıyoruz. Bu açıdan da tecrit uluslararası düzeye tırmanmış bulunmaktadır.”

‘BÜTÜN DEVLETLER BUNU ÖNDER APO’NUN PARADİGMASINA BORÇLU’

Tecridin aynı zamanda Türkiye’yi krize soktuğunu dile getiren İmir, dünya devletlerinin ise kendilerinin başına musallat olmuş DAİŞ gibi bir çeteden kurtulmalarını da yine Öcalan’ın paradigmasına borçlu olduklarını hatırlattı.

Bu gerçeği unutan ve sorumluluklarını yerine getirmeyen devlet ve kurumların tarih önünde suçlu olacakları uyarısında bulunan İmir’in değerlendirmesi şöyle: “Türkiye genelinde de şu an acısı, sancısı çokça görülebiliyor. Toplum bir bütün olarak bir çıkmaz yaşamakta; siyasi çıkmaz, toplumsal siyasi kriz ve yine ekonomik kriz almış başını gidiyor. Bunun en temeli nedeni de, Önder Apo şahsında Özgürlük Hareketi’ne, Kürdistan toplumuna ve yine Rojava’da yaratılmış olan tüm değerlere karşı yatırılan savaş bütçesinden başka birşey değildir.

Avrupa’nın, dünya ülkelerinin bunu çok iyi görmesi lazım: Eğer bugün bir irade dünyaya musallat olmuş bir çete örgütünü ortadan kaldırmışsa, başta Avrupa olmak üzere kendini ‘demokrasi gücü’ olarak Ortadoğu’da güç olarak gösteren diğer bütün devletler de bunu Önder Apo’nun felsefesine ve paradigmasına borçlu olduklarını görmeli ve kabul etmelidirler. Kazanmış olan Kürt halkıdır, halklardır. Kazanmış olan nihayetinde Önder Apo’nun yaşam anlayışı, perspektifi ve paradigmasıdır. Bu açıdan özellikle Avrupa ülkeleri var olan tecrit ve izolasyonda üzerlerine düşen sorumluluk ne ise eksiksiz bir şekilde yerine getirmek zorunluluğunu taşımaktadırlar. Aksi halde yarın öbürgün tarih karşısında hesap verecek duruma geleceklerdir.”

‘KENDİ GÖREV VE MİSYONLARINI HATIRLATIYORUZ’

“Bu konuda bazı çevreler bize dönük bazı rahatsızlıklarını dile getiriyorlar, bize bazı eleştiriler yöneltiyorlar: İşte, ‘Avrupa gibi kurumları fazla uç bir dille eleştirerek, suçlayarak değerlendirmeniz doğru değil’ biçiminde eleştiriler. Biz bunlara katılmıyoruz. Aslında biz herkesin kendi sorumluluğunu, kendi görev ve misyonunu ne olduğunu bir kez daha hatırlatma görevini yerine getiriyoruz burada. CPT’nin herşeyden önce burada yapması gereken birşey varsa, o da var olan bu sorunu açığa çıkartıp, onu denetleyip ve o sorunun aşılması için gerekli olan müzakereler neler ise, o devletle ya da o muhattapla yapmasıdır.”

‘CPT’NİN TAVRI TARİHSEL DİRENİŞE VE MÜCADELEYE SAYGISIZLIKTIR’

“CPT eğer bugün bize çok rahat bir şekilde ‘Bizim bundan önceki görüşmelerden fazla diyecek birşeyimiz yok. Görüşmeyi yapmayacağız’ diyebiliyorsa, bu bize karşı, değerlerimize karşı burada yürüttüğümüz tarihsel direnişe, mücadeleye karşı saygısızlıktan başka birşey değildir. Biz bu saygısızlığı kesinlikle kabul edemeyiz, etmeyeceğiz de. CPT ve diğer kurumlar da bunu böyle bilsinler. Avrupa Konseyi de bunu böyle bilsin. Aldıkları bir karar ve biz sadece o kadarın takipçileri olmasını istiyoruz. Fakat bunu yapmıyorlar. Bunun temelinde nelerin yattığının farkındayız; kendi aralarındaki ittifaklar, kirli çıkar ilişkilerine dayalı hususlar olduğunu çok iyi bilmekteyiz.”

‘SESSİZLİK KARŞISINDA TAVIR ALAMAMANIN ARKASINDA ÇIKAR İLİŞKİLERİ VAR’

“Bugün eğer Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu ve hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar AKP faşist iktidarının bütün demokrasi dışı yaklaşımları, özellikle Kürt halkına yönelik uyguladığı haksız, hukuksuz, adaletsiz bütün yaklaşımları gözardı etmesinin temelinde var olan kirli çıkar ilişkilerinin olduğunun bilincindeyiz. En başta mülteci anlaşmaları, silah anlaşmaları olmak üzere ilişkilerinden kaynaklı AKP-MHP faşist iktidarına karşı ciddi bir radikal tavır alamama durumunu yaşıyorlar. Burada bir halk bu anlaşmalara kurban ediliyor, bir halkın Önderi bu anlaşmalardan kaynaklı işkenceye, izolasyona tabi tutuluyor.”

‘SESSİZLİĞİ KABUL ETMEK TESLİMİYETİ KABUL ETMEKTİR’

İşkence ve tecrit sistemi ile buna karşı sessizliği kabul etmelerinin teslimiyet olacağını kaydeden Ramazan İmir, hiçbir gücün bunu kendilerine dayatamayacağının altını çizdi.

İmir, şöyle dedi: “Bizim bunu kabul etmemiz mümkün değildir. Eğer bizim bunu kabul etmemiz söz konusu olsaydı, bugün Türkiye ve Kürdistan’daki zindanlarında yayılmış olan süresiz-dönüşümsüz açlık grevleri eylemleri yapılmazdı. Bu bize karşı teslimiyeti dayatmaktan başka birşey değildir; Kürt halkı bu saatten sonra teslimiyeti kabul edecek bir halk değildir. Bunun böyle bilinmesi lazım.

Ve teslimiyeti bize hiç kimse normal bir yaşam biçiminde dayatamaz. Bunu ne Avrupa ne Amerikası ne de Türk faşist devleti dayatabilir ne de işbirlikçi güçler dayatabilir. Biz kendi özgücümüzle, öz irademizle, kimliğimizle, dilimizle, tarihimizle, kültürümüzle yaşamayı istiyoruz. Bunun için bedel veren, halen de bedelleri göze alıp mücadele eden bir halk ve hareket gerçekliğimiz var. Biz bu çerçevede yaklaşıyoruz.

‘İNANIYORUZ; GÜÇLÜ İNANÇ DAĞLARI YERİNDEN OYNATIR’

“2019 yılının başında zaten Kürt halkı, Kürdistan Özgürlük Hareketi ‘direniş kararını’ verdi. 2018 yılını da direnişle kapatmıştır. Biz bu direnişi 2019’un sonuna kadar da götüreceğiz. En başta yaptığımız açıklamadaki taleplerimiz nelerse, Leyla Güven’in, Nasır Yağız arkadaşın talepleri nelerse ve Kürdistan ile Türkiye zindanlarında mücadele eden arkadaşlarımızın talepleri nelerse bu eylemdeki taleplerimiz de aynı taleplerdir. Taleplerimiz çerçevesinde bu mücadelemizi sonuna kadar da götüreceğiz. Mesele 70’inci gün değildir, mesele 100’üncü gün de değildir. Bu bir inanç meselesidir, bir kararlılık meselesidir. ‘Güçlü bir inanç dağları yerinden oynatır’ diye bir deyim var. Biz bugünkü kararlılığımızla Ortadoğu’yu yerinden oynatan bir halk gerçekliğine sahibiz. İnanarak biz bu mücadeleyi yürütüyoruz, inandığımız için bugün DAİŞ çete örgütü ortadan kaldırılmıştır. İnandığımız için biz bugün faşizme karşı dik duruş sergiliyoruz. İnanmayanlar sessiz kalır, pasif kalır. İnanmayanlar taraf seçmekte bile korkakça kalırlar. Ama biz öyle değiliz. Bu yaptığımız eylem ile halka öncülük misyonunu üstlenmiş insanlar olarak, yine Kürdistan halkı ve özgürlük hareketi olarak, inandığımız çerçevede bu mücadelemizi yükseltiyoruz. Ve bu çerçevede de devam edeceğiz. Bunun böyle bilinmesi gerekiyor.”

‘DEVRİMCİ DİRENİŞ RUHUYLA SÜRECE SARILALIM’

Açlık grevi direnişinde sonuç alınması için halkın, kurumların ve farklı kesimlerin nasıl tavır takınması gerektiğine ilişkin değerlendirmede de bulunan Ramazan İmir, Kürtlerin hiçbir zaman haksızlığa boyun eğmediğini vurguladı. Kürdistan ve diasporada direniş ruhuna sarılma çağrısı yapan İmir, devamla şunları söyledi: “Birey olarak şöyle bir realiteye inanıyorum: Kürdistan ve Ortadoğu’da olsun, genel olarak dünyada olsun, inandığı değerler için hınca hınç mücadele eden tek halk ve hareket bizleriz. Bunun örnekleri an itibariyle görülmektedir. Hiçbir zaman zulme, kıyıma, işkenceye, soykırıma, adaletsizliğe, hukuksuzluğa ‘evet’ diyen bir halk gerçekliğimiz yoktur. Ve bunun için yıllardır da ayakta olan, haykıran bir gerçekliğe sahibiz. Her ne kadar sorumluluğu olan, bu mücadeleye gönül vermiş, destek vermek isteyen veya olan kimi kurumlar, çevreler, örgütler ve halklar var ise de, bizim özgücümüz de herşeyin gidişatını değiştirecek düzeydedir. Halkımızın özgücü çok önemlidir bu konuda. Şu an Kürdistan’da seçim atmosferi var. Mesela o yerel seçim atmosferine devrimci bir direniş ruhuyla sarılmak gerekiyor. O çerçevede olundu mu faşizm yıkılır. Sadece böyle sıradan, her zaman yapılabilecek bir yerel seçim çalışması anlamında değil. Çünkü o bile faşizme vurulacak olan bir darbedir. Yine AKP-MHP ulusalcı faşizmine yürütülecek bir devrimci direniş ruhuyla yaklaşılırsa eğer büyük bir darbe vurulabilinir. O çerçevede bu direniş sürecine Kuzey Kürdistan halkımız da katkısını ve desteğini daha fazla sunabilecek düzeyde olabilir.

Avrupa için de böyledir. 70 gündür biz buradayız mesela. Kürdistan halkı, dostları, Türk devrimci sol güçleri, demokratik çevreler, yine yabancı kamuoyu ve halklarının burada da yapması gereken en önemli şey inanma temelinde bu mücadeleyi sahiplenip ilerletmektir.”

‘HER İNSAN 10 AİLEYE GİDERSE YÜZBİNLER OLUR’

“Örneğin Avrupa’da yapmamız gereken en temel şeylerden bir tanesi; Her bir insanımız, her bir çalışanımız önüne şöyle bir hedef koyabilir: ‘Ben bugün 15 ailenin gündemine direnişi koyacağım. Direniş nasıl sahiplenilirin tartışmasını yürüteceğim’ diyebilir. Eğer bugün Avrupa’da Kürt Özgürlük Hareketi’nin içinde olan, özgürlüğü için çalışma yürüten 10 bin varsa, 10 bin insan 10 aileye girip mücadeleyi ve iradeyi anlatacak kararlılığı kendisinde oluşturursa bu yüzbinleri bulur.”

‘HALKIMIZ DİRENİŞÇİLERİN AİLELERİNİN YAŞADIĞI DUYGUYU YAŞAYABİLMELİ’

“Bizim bu çerçevede de bazı sorunlarımız var. Şu anda Türkiye, Kürdistan, Avrupa ve dünyanın birçok yerinde yüzlerce insan şu an açlık grevlerindedir mesela. O arkadaşların aileleri var, zindanlarda 300’ün üzerinde arkadaşımız var. Örneğin, Kuzey Kürdistan halkımız o arkadaşların ailelerinin yaşadığı duyguyu yaşayabilmelidir. O hissi yaşayabilmeli, ruhsal birliği yaratabilmelidir. Avrupa için de böyledir. Bizim bahsettiğimiz o birlik ancak bu çerçevede olur. Acımızı birlikte paylaşmalı, sevincimizi birlikte paylaşmalıyız.”

‘BİRLİK ACIYI HERKESİN PAYLAŞMASIDIR’

Kürt halkının tecride karşı zaferinin ancak birlikte mücadele ile mümkün olduğuna vurgu yapan Ramazan İmir, sürece seyirci kalınmasının sonuç getirmeyeceği uyarısında bulundu.

İmir, halka şu çağrıyı yaptı: “Son aşamada ulaşabileceğimiz büyük zaferi birlikte paylaşabiliriz ancak. Yoksa seyirci kalmak ile kesinlikle sonuç alamayız. Bir acı varsa herkesin o acıyı paylaşmasıdır birlik. Bir sorumluluk varsa o sorumluluğu birlikte paylaşmasıdır. Ve o acıyı hepimiz yaşayalım. Hepimizin bugün Önder Apo’ya bir sorumluluk borcumuz var, çünkü bir Önder Apo’ya ‘yetersiz bir yoldaşlık’ yaptık. Bu yetersiz yoldaşlığın sonucunu bugün içsel anlamda, duygusal anlamda daha fazla yaşamaktayız. Çünkü faşizm o düzeye getirdi var olan tecrit ve izolasyon durumunu.”

‘UĞUR ŞAKAR EYLEMİYLE BİZİ ELEŞTİRİYOR’

“En son örneğin Uğur Şakar arkadaşımız buna dayanamadı. Uğur Şakar, yaşadığı vicdani rahatsızlıktan dolayı bedenini ateşe verdi. Her ne kadar bazı Avrupa ülkeleri manipüle ederek, en büyük saygısızlığı göstermiş olsalarda, işin özü ‘var olan sese katkı sunmamaktır’. Var olan çığlığı büyütmeyip mücadeleyi daha ileri safhalara götürememenin sonucudur o arkadaşın yapmış olduğu eylem.

“Uğur Şakar arkadaş, örneğin, açık açık şunu söylemiştir: ‘Ben iradem olarak bildiğim insanın etrafını ateş ile savunacağım. Öyle savunacağım ki, kimse yaklaşırsa onu yakacak. O bize aslında bir talimat verdi. Öncesinde yine Umut arkadaş vardı. Yine Almanya’da bedenini ateşe vermişti. Bize şu talimatı veriyor arkadaşlar: ‘Sahiplenmemiz yetersizdir. Daha yüksek düzeyde sahiplenmeliyiz. Eğer çok ciddi bir acı varsa ve o acıyı içimizde yaşayamazsak, sahiplenmemiz de mümkün değildir. Onu öyle anlamak gerekiyor. Bedenini ateşe veren her iki arkadaşı şöyle anlamak gerekir: Bu arkadaşlar bize şöyle bir emir verdi. Önderliği sahiplenme düzeyi azdır, eylemlerin düzeyi yetersizdir. Bu bir eleştiridir, bir tavırdır. Herkes sorumluluğunu yerine getirsin. Biz burada direniyoruz, doğru ama (eylem) aynı zamanda özeleştireldir. Bazı eylemleri, saygı düzeyinde de olsa, sahiplenmek boynumuzun borcudur diye düşünüyoruz. Bugün mesela Heval Uğur’un sahiplenme düzeyine herşeyden önce saygılı davranmamız gerekiyor. Öyle yapabilirsek eğer, bütün konseptleri boşa çıkarabiliriz. Uluslararası düzeyde oluşturulmuş olan saldırı konseptinin bölge ve yerellere inmiş o örgütlülüğünü kesinlikle bozabiliriz.”

‘AKP-MHP FAŞİZMİ DAHA BÜYÜK SALDIRI İÇİN HAZIRLANIYOR’

Kürt halkının açlık grevi direnişine yönelik yanılgılı bazı yaklaşımlara düşmemesi gerektiğini söyleyen Ramazan İmir, Türk devletinin seçimlerden sonrası için planlarının olduğuna dikkat çekti.

Eylemciler adına konuşan İmir, geçmiş süreçlerle farklılığa değindiği değerlendirmesinde devamla şunları söyledi: “Örneğin geçmişte de tecridin ulaştığı bazı boyutlar vardı ve buna karşı direnişler gelişti: zindanda, Avrupa’da açlık grevi direnişleri gelişti. Avrupa’ya açısından şöyle birşey belirtilebilir: Şöyle bir ruh hali görülebiliyor; ‘Zaten Avrupa ülkeleri belli bir aşamadan sonra adımlar attıracak düzeyde bazı müdahalelerde bulunacak. Ondan sonra bu eylemlerde sona gelinecek’ gibi. Ama öyle değil. O zamanların konjonktürel durumu onu izah ediyor olabilir.

Ama şu an içinde olduğumuz süreç kesinlikle böyle değil. Faşizm çok ciddi bir şekilde yöneliyor, çok ciddi şekilde kendisini hazırlamış durumda. Ayakta durabilmek için, ömrünü uzatabilmek için hiçbir değeri hesap kitap etmeden ezip geçebiliyor. Acımıyor yani. Çocuklar katlediliyor, toplu katliamlar yapıyor Kürdistan’da. Dikkat edin, gündemine alan hiç kimse yok. Seyirci kalınıyor buna. Bugün buradan tabutlar çıkarsa, kimsenin atacağı bir adım yok; bunu sözüm ona ‘muhattap’ olan kesimler için de söylüyorum. O açıdan da öyle bakmamak lazım. Şu andaki mücadele düzeyi çok farklıdır. Şu anki müdahale durumu da çok farklıdır: Hedefte olan doğrudan Önderliktir, hedefte olan direkt olarak bu işin öncülüğünü yapan insanlardır. O çerçevede (AKP-MHP faşizmi) mevzilenmiş, hazırlıklarını bitirmiş. Ve çok büyük bir ihtimalle yerel seçimlerden sonra bu müdahalelerini daha da üst düzeye ulaştırarak, Kürdistan halkına, hareketine ve değerlerine saldıracak pozisyona kendisini hazırlamış durumda.”

‘ANCAK DİK VE DEVRİMCİ DURUŞLA KARŞI KOYABİLİRİZ’

“Biz buna ancak dik bir duruşla, devrimci bir duruşla, mücadeleye ruhuyla karşı koyabiliriz ve bertaraf edebiliriz” diyen Ramazan İmir, dışarıdan adım atılmasını beklemek yerine halkın ilk adımı atmasını istedi.

İmir’in halka çağrısı şöyle: “Yoksa ‘Şu adım atacak’, ‘şu kurumun bunu yapması lazım’. Tamam onların sorumlulukları var, yapmaları gerekiyor, işleri odur. Ama bizim de öncelikli olarak o bahsettiğimiz ve özeleştirisini vermemiz gereken hususlarda üzerimize düşen görev ve sorumlulukları yerine getirmemiz gerekiyor. Ve öncüler olarak da, halk olarak da bunu yapmamız gerekiyor. Siyaset arenasında yapmamız gerekiyor; diplomasi arenasında ve toplumsal anlamda bunu yapmamız gerekiyor. Yani örgütlenme ağının bütün dinamiklerinde en temel husus; başta kendimizin ilk adımı atmamız gerektiğidir.”

‘AMACIMIZ KEMALLERE, HAYRİLERE LAYIK OLMAKTIR’

“Yani safımızın net olması herşeyden önce. Biz burada safımızı netleştirdik. Bizler burada, kimi arkadaşlarımızın deyimiyle ‘14’ler’ olarak, 14 arkadaş, 14 Temmuz ruhuna layık olmak için direniyoruz. Bizim temel amacımız odur. Kemal Pir’lere, Hayri Durmuş’lara, Mazlum Doğan’lara layık olmaktır. Yani 14 arkadaş ancak amacına ulaşacağı zamanda ‘layık olma’ gibi bir düzeye gelmiş olabilir.”

‘DİRENMEZSE SEYİRCİ KALIR; VİCDANLAR O HESAPLARI SORACAK’

“Şu anda mücadele geleneğimizin, tarihimizin bize öğrettiği bir çok şey var; başta da dediğim gibi herşeyden önce inanmamız gerekiyor. O inancın bizi götüreceği yol, sonuç kesinlikle nettir: o da zaferdir. An bize onu dayatıyor. Bu çerçevede de çağrımız şudur: İnsan direnirse dinç olur; direnirse yüreği açık olur; direnirse içi, vicdanı rahat olur. İnsan direnmezse daha çok bedenler kendini ateşe verir, seyirci kalır; daha çok bedeller ödenir, seyirci kalır. Fakat mutlaka an gelecek ve o hesabı sorulacak; vicdanlar o hesapları soracak. O çerçevede muhattap olan Avrupa Konseyi başta olmak üzere, yine CPT, İnsan Hakları Beyannamesi’ne imza atan tüm kurumlar olmak üzere herkesi bir kez daha görevlerini, sorumluluklarını yerine getirmeye çağırıyoruz. Herkesin burada net olmasını istiyoruz. Kesinlikle ve kesinlikle bir adım dahi geri adım atılmayacaktır.”

‘YÜZLERCE ARKADAŞ RUHSAL BİRLİĞİ YAKALADIK; BAŞARACAĞIZ’

“Biz bu ruhsal birliği yüzlerce arkadaş hep birlikte yaratmış durumdayız. Bugün burada mücadele ve direnişe dönük alınacak olan bir karar şu an bütün eylemlerde yer alan arkadaşlarımızı bağlamaktadır. Yine mücadelenin başka bir yerinde alınacak bir karar da burayı bağlamaktadır. Biz o düzeyde bir kenetlenmeyi sağlamış durumdayız. Hiç kimsenin bu konuda şüphesi kaygısı olmasın. Sonuç alınıncaya kadar devam edecektir. Yarın öbürgün bitecek diye bir tartışma söz konusu dahi değildir. Bu çerçevede halkımızın önüne çok ciddi sorumluluklar, çok ciddi görevler düşmektedir. Mücadelenin istenildiği düzeyinin gerisinde kalıyoruz.”

‘AYNI ANDA BİRLİKTE TEPKİ GÖSTERİLMELİ’

Açıklamasında son olarak açlık grevi direnişleri etrafındaki sahiplenmeyi selamlayan direnişçi Ramazan İmir, mevcut sahiplenme düzeyinin ise yetersiz olduğu eleştirisinde bulundu. İmir, Kürt halkının yaşadığı her alanda anında ve aynı anda tepkinin önemli olduğunu ve başarıyı getireceğini söyledi.

Strasbourg eylemcileri adına Ramazan İmir, Kürt halkına çağrı yaptığı konuşmasında son olarak şöyle dedi:

“Var olan tempo, var olan motivasyon çok ciddidir. Sahiplenme çok ciddi düzeydedir. Fakat mücadelenin ve sürecin istediği düzey ve aşamasında değildir. Örneğin bir bakıyoruz bir alanda kitlenin çok ciddi bir şekilde sahiplenmesi, sokağa inmesi durumu var. Fakat yanı başındaki bir diğer ilde ya da bölgede bir sessizlik, durgunluk var. O birliği yaratmamız gerekiyor. O aynı anda tepkiyi gösterme, tepkisini ortaya koyma ruhunu sergilememiz gerekiyor. Bunun için de çalışmamız gerekiyor; evlere direkt gitmemiz, mücadelenin özünü anlatmamız lazım; Önder Apo’nun koşullarını anlatmamız gerekiyor. Yine açlık grevindeki arkadaşların direniş ruhunu ve gerçekliğini kavratmamız lazım ki, bu örgütlülüğü genele yayabilelim. O çerçevede bir çalışma ve motivasyon potansiyeline ihtiyacımız var. Bu bakımdan da inancımız tamdır. Özellikle Avrupa’daki kitlemize diyoruz. Kuzey Kürdistan’da da belirttiğimiz gibi önlerindeki yerel seçim çalışmalarını devrimci bir direniş ruhuyla yürütebilecekleri oranda bu mücadeleyle birleştirirlerse sonuca ulaşmamız kaçınılmazdır diye düşünüyoruz.”