‘Tünelin ucunda ne var?’

Covid 19 salgını, neoliberal politikaların dünya genelinde iflas ettiğini gün yüzüne çıkardı. Peki, salgın sonrası dünyayı ne bekliyor, komünizm mi yoksa daha otoriter devletler mi?

Dünya genelinin mart ayı başından bu yana Covid 19 salgını ile mücadelesi devam ediyor. Bu mücadele sadece sağlık alanında değil. Zira ekonomik, sosyal ve toplumsal göstergeler kapitalizmin büyük bir krize sürüklendiğini işaret ediyor. IMF birçok ülkenin resesyona (ekonomik durgunluk) gireceğini geçtiğimiz günlerde açıklamıştı. Yakın zamanda yine bir değerlendirme yapan Uluslararası Para Fonu, krizin 2022’de belli oranda atlatabileceğini, öngörüsüne ekledi. Tabii bu öngörü güçlü ekonomileri olan ülkeler için geçerli. Gerisi için belirsizlik devam ediyor. Peki, ekonomik krize giren dünyanın toplumsal yapısı önümüzdeki süreçte neye evrilecek?

Krizin başladığı günlerde birçok düşünür ve politikacı devletlerin doğrudan müdahalesini, zorunlu sosyal politika uygulamalarını ‘sosyalizmvari’ bir söylemin güçlenmesinde önemli bir nokta olarak okudu. Neoliberal politikaların özellikle sağlık alanını vurması ve bu konuda devletlerin yetersiz kalması, dahası büyüyecek global ekonomik kriz ‘farklı bir dünya’ istemi tartışmalarını beraberinde getirmeye devam ediyor. Slavoj Zizek’in ‘komünizm’ ile ilgili dedikleri bu dönem için hem eleştiri alan hem de tartışılan bir konu oldu.

DEVLETLER DAHA MÜDAHELECİ

Ama yapılan uygulamalar başka bir şeye daha işaret ediyor, otoriterleşme. İngiliz liberal düşünür John Gray “Yaşamakta olduğumuz kriz, tarihte bir dönüm noktasıdır. Liberalizm deneyi miadını doldurdu. Artık devletler, eski dünya standartlarına kıyasla daha müdahaleci olacak” diyor (Çeviri: Gazete Duvar) Gray’in New Statesman dergisinden kaleme aldığı yazı genelinde piyasanın küresel hareketliliğinin azalması ve üretimin uluslaşması temelinde. Fakat Gray’in haklı olduğu bir nokta var o da devletlerin müdahaleci olması; ama söz konusu otoriter tavrın sermaye değil, halk açısından gerçekleşecek emarelerinin daha kuvvetli görünmesi.

BU BİR ÖN TATBİKAT

Evrensel Gazetesi yazarı Nuray Sancar’a göre salgınla birlikte iki önemli durum ortaya çıktı: “Hastalığın kontrol altına alınması için alınan zorunlu önlemler devletlerin güvenlik alerjisini kışkırtarak nüfus kontrol ve disiplin mekanizmalarını genişletebilmeye elverişli ortam sağlıyor. Günübirlik emirler, genelgeler, sokağa çıkan insanların drone’larla kovalanması, dijital gözetimin artması, 65 yaş üstü yurttaşların jandarma ve polis nezaretinde evlerine geri gönderilmesi, kısmi karantinalar, mevzi mücadeleler vb. Bu uygulamaların devletler için salgın sonrası yeniden yapılanmanın bir ön tatbikatı olduğunu söylemek yanlış olmayacak. Onlarca kişinin aynı mekânda çalışmaya mecbur bırakılması ile esnek çalışabilenlerin eve kapanmak zorunda kaldığı bir tablo bile yeterince iç karartıcı. İkinci durum sağlığın alınıp satılır bir mal haline getirildiği ve sosyal politikaların erozyona uğradığı neoliberal kapitalist sistemin, böylesi zor dönemlerde kendini yeniden üretme kapasitesinin zorlandığıdır.” Sancar da Gray gibi bir devlet müdahalesinden bahsetse de asıl otoriterleşmenin nerede olduğuna dikkat çekiyor bu sözlerle.

YAKIN GELECEKTE İKİ TAHMİN

DiEM25’ten Renata Ávila’ya verdiği söyleşisinde (Türkçesi Medyascope tv) Slavoj Zizek “Devrimlerin sembolik bir kırılış ânı vardır, koronavirüs salgını nedeniyle böyle bir siyasal ândayız” diyordu. Aynı Zizek, Habertürk’e verdiği röportajda ise “Komünizmin şimdi zafer kazanacağını düşünecek kadar naif değilim, fakat komünist tedbirlere kalıcı olarak ihtiyaç olduğunun bilincine varacağız. Şu anda küresel bir sağlık sistemine acilen ihtiyaç duyduğumuzu kim inkâr edebilir?” diyerek söylediklerine bir nevi açıklık getiriyor. Sancar da Zizek’in ortaya çıkacağını tahayyül ettiği bizi ne bekliyor sorularını soruyor ama saydığı bu koşullar ve uygulamalar doğrultusunda: “Yakın gelecekle ilgili tahminler bu iki durumu veri alıyor ister istemez. Toplumsal disiplinin sıkı sıkıya örgütlendiği otoriterleşmeye doğru mu yoksa neoliberal enkazının altında, kendi pratiklerinin sonuçları kafasına dank eden bir kapitalizmin, eski sosyal devlet-refah toplumuna doğru evrilmeye teşne olduğu bir yere doğru mu gidiyoruz? Ya da Zizek’in iddia ettiği gibi, tünelin ucunda bizi komünizm mi bekliyor?”

VİRÜS NE SINIF NE DE KİMLİK MÜCADELESİNİN YERİNE GEÇER

Sancar’ın cevapları Zizek’ten farklı. Devletlerin sosyal politikaları uygulamasıyla sınıf ya da kimlik mücadelesinin yerine geçebileceğini düşünmüyor o: “Dünyanın değişmesini isteyip de buna yeterli toplumsal yakıtın olmadığını düşünen insan kendi dışındaki olaylara, nesnelere güç vehmetmeyi tercih eder. Bu eskiden beri böyledir. 14. yüzyılda vebanın feodalizmi bitirdiği doğru değildir; ama tarihin böyle okunması bugün Covid 19’dan beklentiye girmeyi kolaylaştırdığı için heyecan verici olabilir. Bugün de kapitalizmin açıklarının iyice görünür olmasını sağlayan virüs, dönüşümün ana aktörü olarak tanınıyor ve bu insanlara iyi geliyor. Ne var ki emekçiler ve halklar lehine iyi bir şey olacaksa bu, mücadele ettikleri için olmuştur hep. Bir virüs ne sınıf mücadelesinin ne kimlik mücadelesinin yerine geçebilir. Ayrıca Zizek’in komünizm hayaline gelince; sınıf mücadelesine hiç vurgu yapmayan, özel mülkiyet sisteminin akıbetine dair bir şey söylemeyen komünistliğin eğlenceli bir fantezi olduğunu söyleyebiliriz.”

O KAYGAN ZEMİN HEP VARDI

Öte yandan Nuray Sancar’ın dikkat çektiği bir başka nokta daha var. Otoriterleşmenin sadece virüse bağlı ortaya çıkmayacağı zaten bu zemine sahip olduğu: “Ayrıca, sosyalist ya da demokrasiyle yönetilen ülkelerde de salgınlar yaşandı. Bu salgınlar otoriterleşmeye yol açmadı. Güvenlikçi devlet yapılanmalarının güçlenebilmesi için dünyanın zaten öncesinde bu zeminde patinaj yapıyor olması gerekir ki olağanüstü bir durum, bir doğal afet ve salgın eğilimin tamamlanmasını kolaylaştırabilsin. Dünyanın bugünkü halinde de otoriterleşme için yeterince kaygan zemini, öncesinden vardır.”

UFO GELSİN ÇÖZSÜN!

Peki, zaten otoriterleşmiş Türkiye açısından tünelin sonunu görmek mümkün mü? Sancar’ın Türkiye’deki o tünele dair yorumu ise şu: “Bizim ülkemizde de iktidar ve muhalefet partisi nezdinde bir ‘sonrası’ tartışması sürüyor. İktidar bu süreçten yine bir ‘lütuf’ devşirmeye çalışıyor ve tek adam rejiminin eksik unsurunu tamamlamak için, daha önce kayyumlarla başladığı belediye operasyonlarını, CHP belediyelerine operasyonla derinleştirerek sürdürüyor. CHP ise 23 Nisan’da yayınladığı deklarasyonla parlamenter sisteme geçişin kendine özgü biçimini ilan etti. Henüz rejimin iki ana siyasi organı arasındaki gerilim sürerken süreci kendi siyasi iddiasıyla lehine çevirecek bir emekçi inisiyatifi ise yok. Zaten yakın geleceğe ilişkin afaki beklentilerin kaynağı da bu; bir UFO gelsin ve meseleyi çözsün!”