Yasal karadelik: İmralı
Milli İmralı Politikaları’yla yönetilen İmralı’daki rejim, mevcut ulusal ve uluslararası mevzuatın dışında, aile ve avukatların da erişemediği bir yasal karadelik halini aldı.
Milli İmralı Politikaları’yla yönetilen İmralı’daki rejim, mevcut ulusal ve uluslararası mevzuatın dışında, aile ve avukatların da erişemediği bir yasal karadelik halini aldı.
Asrın Hukuk Bürosu avukatları, 24 Eylül’de, 42 aydır haber alamadıkları müvekkilleri Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşmek için yeni bir başvuruda bulundu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde tecrit altında tutulurken, avukatlarının başvuruları çoğunlukla yanıtsız bırakılıyor.
15 Temmuz 2016 sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) sürecinde verilen avukat görüş yasağı, Şubat 2018 tarihine kadar devam etti. Bu tarihten itibaren avukatların görüşme talepleri, 6 ayda bir “disiplin cezaları” gerekçe gösterilerek yasaklanmaya başladı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve İmralı’daki diğer tutsaklara yönelik uygulanan son 6 aylık avukat görüş yasağı kararı ise, 3 Mayıs 2024’te, Bursa İnfaz Hakimliği tarafından verildi. Son yasak kararıyla birlikte Abdullah Öcalan’a, 8 yılda en az 13 kez 6 aylık avukat görüş yasağı verilmiş oldu.
Öte yandan, 10 Ekim 2023’te Fransa'dan Belçika'ya, İtalya'dan İspanya'ya, Almanya'dan İngiltere'ye, İrlanda'dan Hollanda'ya, İsviçre, İsveç, Danimarka, Norveç, Slovenya, Kıbrıs, Yunanistan ve okyanus ötesinde Avustralya, Arjantin, Kolombiya, Ekvator'a kadar dünyanın 74 farklı noktasında basın toplantıları düzenlendi. Güney Afrika, Kenya, Japonya, Hindistan, Bangladeş, Doğu Timor ve Filipinler’de de gerçekleşen bu basın toplantılarıyla Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin son bulması, fiziki özgürlüğünün sağlanması ve Kürt sorununa demokratik, politik bir çözüm bulunması amacıyla “Freedom for Ocalan – A Political Solution to the Kurdish Question -Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Politik Çözüm” hamlesi başlatıldı.
.MUTLAK İLETİŞİMSİZLİK HALİ
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 15 Şubat 1999’dan beri İmralı Ada Hapishanesi'nde tutuluyor. Daha önce de belirtildiği gibi, 2016 Temmuz ayında ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde getirilen avukat görüş yasağı, Şubat 2018’e kadar sürdü. Bu tarihten sonra avukatların görüşme talepleri, her 6 ayda bir düzenli olarak yasaklanmaya başladı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve İmralı’daki diğer tutsaklara yönelik son 6 aylık avukat görüş yasağı kararı ise 3 Mayıs 2024'te Bursa İnfaz Hakimliği tarafından verildi. Böylece, Abdullah Öcalan'a son 8 yıl içinde en az 13 kez 6 aylık avukat görüş yasağı verilmiş oldu.
Abdullah Öcalan ile en son telefon görüşmesi ise 25 Mart 2021 tarihinde kardeşi Mehmet Öcalan ile yapıldı, ancak bu görüşme yarıda kesildi. Kesintili telefon görüşmesinden bu yana geçen 43 ay boyunca Abdullah Öcalan'dan herhangi bir haber alınamadı. Asrın Hukuk Bürosu avukatlarının ve ailesinin yaptığı tüm görüşme başvuruları ya yanıtsız bırakıldı ya da "disiplin cezaları" gerekçesiyle reddedildi.
Bu durum çoğunlukla “mutlak iletişimsizlik” hali olarak tanımlanıyor. Mutlak iletişimsizlik veya Incommunicado kavramını Af Örgütü, resmi sayfasında “being detained without access to family, lawyers” olarak tanımlıyor. Türkçe’ye, aile ve avukatlarına erişmeden gözaltında tutulma olarak tercüme edilebilir. Bu durumda, gözaltını haklı gösteren kanıtlar hem gözaltındaki kişiden hem de avukatından saklanıyor. Bu, gözaltına alınan birçok kişinin neden gözaltına alındıklarına dair en ufak bir fikirleri olmadan, uluslararası hukuk ihlal edilerek, ailelerinden ve sevdiklerinden tamamen koparılarak ve gözaltı gerekçelerine itiraz edemeden aylarca tutuldukları anlamına geliyor. ([1])
Şöyle ki, mutlak iletişimsizlik halini inceleyen Freedom House Politika ve Savunuculuktan Sorumlu Direktör Yardımcısı Katie LaRoque “Mahkumları dış dünyanın onları unuttuğuna inandırmayı amaçlayan bir taktik olan incommunicado (alıkoyma), mahkumların yasal temsile erişimini ve aileleriyle temas ya da yazışmalarını engeller. Bu cezalandırıcı ve kasıtlı tecrit hem mahkumlar hem de sevdikleri için fiziksel ve duygusal stresi artırmayı amaçlamaktadır. Kısa süreli kayıplarda olduğu gibi, incommunicado gözaltı da cezaevi yetkililerinin siyasi mahpuslara kötü muamele ettiklerine dair kanıtları daha kolay gizlemelerine olanak tanır; bu da dışarıdaki pek çok kişinin sevdiklerinin hala hayatta olup olmadığını merak etmesine neden olan korkunç bir gerçektir” diyor.
Yazısının devamında Katie LaRoque, Belarus'ta mutlak iletişimsizlik altında tutulan bazı isimleri örnek veriyor: Maryia Kalesnikava (son iletişim 15 Şubat 2023), Mikalai Statkevich (son iletişim 10 Şubat 2023), Siahei Tsikhanouski (son iletişim 9 Mart 2023), Ihar Losik (son iletişim 20 Şubat 2023), Viktar Babaryka (son iletişim 26 Nisan 2023) ve Maksim Znak (son iletişim 8 Şubat 2023). Mutlak iletişimsizlik halini yasalarına geçiren ülkelerden biri de Almanya’dır. Almanca'da, Kontaktsperregesetz olarak adlandırılan mutlak iletişimsizlik halinin gerekçesinde, "yakın terör tehdidi durumunda iletişimsiz gözaltı" imkânı getirmesine olanak sağlamaktadır. Bu yasaya göre, mahkumların 30 güne kadar diğer mahkumlardan, ailelerinden, arkadaşlarından ve hatta savunma avukatlarından tamamen izole edilme olasılığını artırmaktadır. (2)
Mutlak iletişimsizlik haline bir başka örnek de “Yasadışı Savaşçılar Yasası”na dayandırılan İsrail’den. 7 Ekim saldırılarından sonra, Aralık 2023'te İsrail makamları yasada geçici bir değişiklik yaparak ordunun gözaltı kararı olmaksızın Filistinlileri alıkoymasına izin verilen süreyi 96 saatten (yedi güne kadar uzatılabilir) 45 güne çıkarttı. Ayrıca, bir tutuklunun gözaltı kararının gözden geçirilmesi için hâkim karşısına çıkarılmadan tutulabileceği azami süre 14 günden 75 güne yükseltildi. Tutuklunun avukatla görüştürülmeden tutulabileceği süre ise 21 günden 6 aya kadar uzatıldı, daha sonra bu süre 3 aya indirildi. Bu değişiklik Nisan 2024'te tekrar yenilendi.
Almanya, İsrail ve Belarus örneklerine baktığımızda hiçbirinde 43 ayı aşan bir incommunicado (mutlak iletişimsizlik) uygulamasının var olduğunu iddia edemeyiz. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın mutlak iletişimsizlik hali altında tutulmasının nedeni, Türk devleti tarafından açıklanmıyor. Ancak, Kürt halkının önderi olması, olası bir müzakere sürecinde baş müzakereci konumunda bulunması ve geliştirdiği paradigma ile milyonlarca kişiyi etkilemesi nedeniyle, Türk devletinin, Abdullah Öcalan’ın üzerinde bu politikayı sürdürdüğünü iddia etmek mümkün.
Nitekim, avukatlarından İbrahim Bilmez ile yaptığımız röportajda, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın İmralı Ada Hapishanesine konulmasının nedenini sorduğumuzda şu yanıtı aldık: “15 Şubat'tan kısa bir süre önce adada bulunan hükümlüler adadan nakledildiler. Ve burası Sayın Öcalan için hazırlanmaya başladı. Tarihte de böyle olmuştur; Sayın Öcalan gibi halka mal olmuş, lider konumu olan insanlar toplumdan izole edilmeye çalışılıyor. Genellikle de ada hapishaneleri tercih ediliyor. Buna, Mandela ve Napolyon Bonapartit örnek gösterilebilir. Buradaki amaç, güvenlik gerekçesini kullanarak aslında o lideri kendi halkından, tabanından, koparmak, izole etmek, yani tecrit etmektir. Asıl gaye budur. Ada hapishanesi tercihi de bu yüzden bilinçli bir tercihtir, tesadüf değildir."
MİLLİ İMRALI POLİTİKALARI
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın incommunicado (mutlak iletişimsizlik) haline ilişkin vurgulanması gereken bir diğer kavram da yine Kürt Halk Önderi tarafından formüle edilen "Milli İmralı Politikaları"dır. Kendisinin Türkiye’ye getiriliş süreci ve sonrasında Türk devletinin beklentileri ile uyguladığı politikalar hakkında, Kürt Halk Önderi şu ifadeleri kullanmaktadır: “Türkiye böylelikle benim tümden çökeceğimi, PKK’nin dağılacağını ve Kürtlerin hüsrana uğrayacağını sanmıştı. Türkiye’nin bir de tek başına uyguladığı İmralı politikaları vardır. Bunlara, Milli İmralı Politikaları (MİP) demek gerekir. Türkiye, İmralı’ya getirilişimi ikinci Sakarya Zaferi saymıştı. Özellikle komplocu ve darbeci kesim, benim ve PKK’nin tasfiyesini ‘Doğu’daki İkinci Yunan Harbi’ olarak mitleştirmişti.”
Bu politikalar, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın İmralı'ya getirilişiyle başlamış, İmralı Yarı Açık Cezaevi’nin statüsünün değiştirilmesi ve doğrudan o dönemde Başbakanlık Kriz Koordinasyon Merkezi ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği'ne bağlanmasıyla yürürlüğe konulmuştur.
Türkiye’nin İmralı’ya özel politikalar uyguladığını belirten avukat İbrahim Bilmez, “İmralı'daki hapishane, F tipi bir hapishanedir. Statüsü budur. Tıpkı Kocaeli'nde bulunan Kandıra F tipi bir hapishanesi gibi ya da Tekirdağ'da bulunan F tipi hapishanesi gibi. Biz bu hapishanelere de gidiyoruz. Orada müvekkillerimiz var. Haftanın her günü gidebiliyoruz. Önceden haber vermeden gidip, istediğimiz süre zarfında görüşüp çıkıyoruz. Ama İmralı'da böyle olmadı. Başından, yani 99'dan beri yasalar böyle olmasına rağmen, görüşme hep bir güne sıkıştırıldı. İmralı'nın özel statüsü, bu durumu gerekçe haline getirdi. Güvenlik gerekçesi, dedim ya az önce; her şeye güvenliği gerekçe yapıp bahane üretiyoruz. İmralı'nın bir ada olması nedeniyle, avukatlarının sürekli olarak oraya gitmesi mümkün değil denilerek bu durum da bir gerekçe yapıldı. Görüşme haftanın bir gününe sıkıştırıldı. Yani bu yasal bir durum değil; fiilen böyle yapıldı. Çarşamba günü görüş oluyordu; bir saat. Çarşamba günü için sadece bir saatlik bir fiili iznimiz vardı, bu da sözdeydi. Ama bu durum uygulamada yeterince hayata geçirilmiyordu.
Türkiye’de iç hukukta cezaevleri ile ilgili bir yasa değişikliği olacağı zaman öncelikle İmralı tartışması yürütülür. Eğer cezaevleri ile ilgili bir değişiklik olacaksa, önce istisna olarak İmralı’da uygulamaya konulur; sonra diğer cezaevlerine ya da başka konularda uygulamaya dönüşür. Nitekim, AİHM kararlarının uygulanmaması buna örnek verilebilir. “10 yıldır Türkiye bunun gereğini yerine getirmiyor. Ama Türkiye işte bunlardan öğreniyor. Bunu Sayın Öcalan'a uyguladığı için İmralı bir laboratuvardır diyoruz yani. Ona uygulanıp daha sonra diğer kesimlere de uygulanıyor. Bugün bakıyoruz, birçok insanın kararları da yerine getirilmiyor. Mesela, aynı ağırlaştırılmış müebbet meselesinde Boltan kararı, Gurban kararı ve başka kararlar da var. Yine Osman Kavala kararı var, ancak yerine getirilmiyor. Demirtaş kararı var ve yine uygulanmıyor. Bu husus da Sayın Öcalan’la başladı ve ses çıkarılmayıp, yeterince muhalefet yapılmayınca ne yazık ki Türkiye daha fazla bunu kullanmaya başladı.”
Benzer şekilde, avukat yasağı da ilk olarak Kürt Halk Önderi ile başladı ve avukatları mesleklerini yerine getiremedi. İbrahim Bilmez’in de içinde olduğu 40 avukat gözaltına alınıp tutuklandı. 60 avukat ise İmralı’ya gitmekten ya da görevlerini ifa etmekten yasaklandı. Ancak daha sonra bu durum, 15 Temmuz Darbe kalkışması sonrası OHAL Kararnameleriyle yasallaştı.
YASAL KARADELİK
"Yasal karadelik" ya da İngilizcesiyle "the legal black hole" kavramı, özellikle uygulanabilir hukukun erişiminin ötesinde olan ve bu nedenle içindeki insanları "haksızlık" ile karşı karşıya bırakan alanlar olarak tanımlanır. "Yasal kara delik" terimi ilk olarak, Guantánamo Körfezi'ndeki ABD Deniz Üssü'ndeki gözaltı merkezi etrafında ortaya çıktı ancak, o zamandan beri göçmen boğulmaları gibi başka bağlamlarda da kullanılıyor.
ABD pratiğini eleştiren Uluslararası Af Örgütü, "Uluslararası hukukun temel ilkelerinden biri, gözaltında tutulan herkesin gözaltının hukuka uygunluğunu bir mahkemede test etme hakkına sahip olmasıdır. ABD yönetimi, bu tutukluları yasal bir kara deliğe sokarak, keyfi ve sorgulanamaz gözaltıların kabul edilebilir hale geldiği bir dünyayı desteklemektedir” diye ifade ediyor. Af Örgütüne göre, 40'tan fazla milletten 600'den fazla tutuklu, Küba'daki Guantánamo Körfezi'nde bulunan ABD Deniz Üssü'nde herhangi bir suçlama ya da yargılama olmaksızın tutuluyordu. Bazıları bir yıldan uzun bir süre avukatlarına, yakınlarına ya da mahkemelere erişimleri olmaksızın orada tutulmaktaydı. Af Örgütü, bu süresiz gözaltı durumunun, “tutuklulara ve ailelerine zulüm olarak geri dönmektedir” diye ekliyordu.
Guantanamo Körfezindeki ABD Deniz Üssü’ndeki tutukluluk merkezi, Kürt Halk Önderi’nin İmralı’ya getirilişinden sonra inşa edildi. Oradaki hukuksal pratiğin benzerinin, günümüzde İmralı’da uygulandığını iddia etmek güç olmasa gerek. Nitekim, yukarıda ifade ettiğimiz gibi Türk devleti, doğrudan Milli Güvenlik Kurulu’nda oluşturulan Milli İmralı Politikaları’yla, mevcut ulusal ve uluslararası mevzuatın dışında, aile ve avukatların hiçbir erişiminin olmadığı bir yasa(sızlık) ile İmralı’yı yönetiyor. Bu yönüyle Türk devletinin İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a uyguladığı mutlak iletişimsizlik hali, İmralı’yı yasal karadelik konumuna getirmiş bulunuyor.
İMRALI CEZAEVİ TARİHİ
Bu bölümde son olarak, İmralı Cezaevi’nin tarihine kısaca değineceğiz. Asrın hukuk Bürosu avukatlarından İbrahim Bilmez’in, İmralı’yı “bir laboratuvar” olarak nitelendirmesi, bir gerçeğe işaret ediyor. Zira İmralı, Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze devletin istediği insan tipini inşa etmek için kullandığı bir mekân oldu. İmralı, 1930’lara kadar bir Rum yerleşim birimiydi. Mübadele sonrası, yeni insan tipinin inşa edilmesi tartışmalarının sürdüğü bir dönemde İmralı, açık bir cezaevine dönüştürülür ve insanlar burada “fevkalade disiplin” altında çalıştırılır.
İmralı Cezaevi tarihi üzerine inceleme yapan Michigan Üniversitesi tarih ve antropoloji departmanından Ali Sipahi, “İmralı Cezaevi’nin Tarihi” başlıklı yazısında, İmralı’nın “yeni sistemin en nadide hapishanesi” olduğunu belirtir. Sipahi’ye göre İmralı, 1930’ların tek partili sisteminde “modern insanın” üretildiği bir hapishane olarak inşa edilmiştir. 1930’larda, siyasi mahkumların kabul edilmediği ve binden fazla mahkûmun çalıştırıldığı bu cezaevi, Türkiye’nin en kalabalık cezaeviydi. O dönemlerde mahkumların çalıştırılması amacıyla bir tarım kolonisi haline getirilen ada, ilerleyen senelerde yeni “İş Esasına Dayalı Cezaevleri” sisteminin medar-ı iftiharına dönüşür. 1950’li yıllarda ceza infaz sisteminin ilgi odağı siyasi mahkumlara çevrildiğinde bile, İmralı popüler kültürdeki yerini kaybetmez. 1960 Darbesi sonrası idamlar, İmralı’da gerçekleşir. Yani İmralı, her zaman gündemdeki yerini korur. 1990’larda, F Tipi cezaevleri tartışmaları sürerken, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, uluslararası komplo ile kaçırılarak İmralı’daki F Tipine konulur.
Kürt Halk Önderi’nin İmralı’ya konulmasının tesadüf olup olmadığını sorduğumuz Avukat İbrahim Bilmez, “Tabii ki bir tesadüf değil bu. Çok bilinçli bir seçim. Hatta bunun ön hazırlığı da yapılmış zamanında. 15 Şubat 99'dan önce biz biliyoruz ki orada bir yarı açık hapishane vardı. Tahliyesi yaklaşmış olan hükümlüler o ada hapishanesine götürüyorlardı.
15 Şubat'tan kısa bir süre önce buradaki hükümlüler adadan başka cezaevlerine nakledildiler. Ve burası Sayın Öcalan için hazırlanmaya başladı. Tarihte de böyle olmuştur” diye belirtti.
[1] https://www.amnesty.org/en/latest/news/2024/07/israel-must-end-mass-incommunicado-detention-and-torture-of-palestinians-from-gaza/