Hitler'in darbesinden 'Kader Kuyusu'na

Hitler'in darbesinden 'Kader Kuyusu'na

Sekreter telefonu baðlarken kaç dakikanın geçtiðini hatırlamıyorum. Heyecanlıydım. Nereden başlayacaðımı bilmiyordum. Zira numarayı bulmamla telefona sarılmam bir olmuştu. Günlerdir süren araştırmam nihayet meyvesini vermişti. Almanya'daki öyküsü yaklaşık yüzyıl önce başlayan, izleri kaybolan ünlü ve o kadar da çilekeş, Kürt prens ailesinin üyesine ulaşmıştım.

Kürtçe biliyor mu? Dedesinin Kürt edebiyatına yaptıðı katkılardan haberdar mı? Kürdistan'a hiç gitmiş mi? Sorularım böyle uzayıp gidiyor... Bekliyorum, zaman geçmiyor. Yaklaşık birkaç dakika sonra sekreter tekrar çıktı; "Beyefendi, doktor bey, yoðun bakım servisinde görevli olduðu için kendisine geç ulaşabildim kusura bakmayın, şimdi baðlıyorum."

"Ýyi günler, doktor bey. Zaman ayırdıðınız için teşekkürler. Yaptıðım araştırmalar sonucunda Bedirxan ailesinin torunu olduðunuzu öðrendim. Soyadınız farklı olduðu için emin olamadım. Öncelikle bu bilgi doðru mudur?" sözlerime "Evet" yanıtını alınca, rahat bir nefes aldım ve heyecanla diðer sorularıma geçtim.

Karşımdaki ses oldukça mütevaziydi, içimden, "Kürt prensi olmak böyle bir şey herhalde", demekten kendimi alıkoyamadım. "Çok teşekkür ederim" deyip telefonu kapattıktan hemen sonra editörümüz Barış'ı aradım: "Bedirxanların Almanya'daki torununa ulaşmayı başardım, Duisburg'ta bir klinikte doktor." Barış anında şu espriyi patlattı: "Çalıştıðı hastaneyi yazarsak, Kürtler 'mirê min, (beyim) şuram, yok buram aðrıyor' deyip her gün kapısına dayanırlar."

Fakat ulaştıðım Dr. Curd Bedirxan, zaten Kürt hastalara yardım ettiðini söylemişti. Tıpkı 60'lı, 70'li yıllarda çok az Kürt kökenli göçmenin yaşadıðı Almanya'da Kürtlere yardım eden babası gibi. 36 yaşındaki Dr. Curd, hastanede dilinin döndüðünce Kürt hastalara koştuðunu anlattı. Çünkü günlük konuşmalar dışında yeterince Kürtçe bilmiyor, ancak ailesinin 150 yıldır süren acılı hikayesinden yarım-yamalak da olsa haberdar.

1976'da Bochum'da doðan Dr. Curd'un annesi Michtield adlı bir Alman. Babası ise 1939'da Şam'da doðmuş, 1999'da Brezilya'da vefat etmiş ve şimdi mezarı Koblenz'de bulunan Dr. Cemşid Bedirxan. Aslında bambaşka bir yazı ve araştırmanın konusu olabilecek Dr. Cemşid, babası Celadet Bedirxan'ın vasiyeti üzerine 1958 yılında Almanya'ya geldi. Ancak bundan önce Bedirxanilerin bir Almanya öyküsü daha vardı.

9 KASIM 1923, MÜNÝH

34 yaşındaki Hitler ve arkadaşları bütün hazırlıkları yapmıştı. Yandaşları bir gece öncesinden kaffe, lokal ve birahanelerde son uyarıları yapıyor, pankartlar, afişler basılıyor, silahlar temizleniyordu. 1. Dünya Savaşı'nın onbaşı rütbeli gazisi Hitler için o dönemin Münih'i bulunmaz fırsattı. Açlık, enflasyon almış başını gidiyor, Berlin'den ise kaos haberleri geliyordu.

Birahanelerdeki sandalyelere çıkıp, Almanya'yı borca boðan “Versailles Antlaşması”nı yırtmakla işe başlayan Hitler, ülkenin bu ucundan Berlin'e yürüyerek iktidarı ele geçirmeyi planlıyordu. Mussolini'nin bir yıl önce tamamladıðı "Roma Yürüyüşüne" özenmişti. Hitler, 9 Kasım 1923 tarihinde, saat 12.00 sularında yaklaşık 400 adamıyla kent merkezindeki Feldherrnhalle meydanına doðru yürüyüşe geçti.

1. Dünya Savaşı'nda Alman askerlerinin söylediði "O Deutschland hoch in Ehren" (Haysiyeti Yüksek Almanya) marşını söyleyerek ilerliyorlardı. Yaklaşık yarım saat sonra, meydana metreler kala, askerlerin barikatıyla karşılaştılar. Yine de durmak bilmiyorlardı. Silahlar patladı. Ortalık kan gölüne döndü. Hitler'in adamlarından 16'sı öldürüldü.

Elinden yaralanıp kaçan Hitler, Münih yakınlarında, arkadaşının villasında kıskıvrak yakalanacak, aylarca süren yargılamanın ardından, manifestosu "Kavgam"ı yazacaðı hapishaneye konulacaktı. Başlamadan biten yürüyüşünü ise, tam 10 yıl sonra 1933'de gerçekleştirecekti. Daha sonra sadece Berlin'i deðil, Avrupa'yı işgal edecek Hitler'in ilk sahneye çıktıðı 1923 darbesinin tanıklarından birisi de, Bedirxan Bey’in torunu Mir Celadet Bedirxan'dı.

Zira diðer kardeşleri Kamuran, Tevfik ve Safter ile o sıralar Münih'te bulunan 30 yaşındaki Celadet, darbenin bastırıldıðı Feldherrnhalle meydanına yaklaşık 1 kilometre uzaklıktaki Galerie Caddesi 37 numarada, tek gözlü bir odada yaşıyordu. Almanya'nın kaderini deðiştiren silah seslerini duyan Bedirxan, o günü yani 9 Kasım 1923'teki kaosu korkuyla izlemişti. Ertesi günkü gazetelerin manşeti ise şöyleydi: "Münih darbesi bastırıldı, Hitler kaçtı" (Die Neue Zeitung, 10 Kasım 1923).

GEÇÝMÝNÝ NASREDDÝN HOCA'DAN SAÐLADI

Ancak Bedirxan kardeşlerin en büyük kaygısı -her ne kadar Yahudi ve demokrat arkadaşları olsa da- (bunlardan birisi daha sonra Türkiye'ye kaçmak zorunda kalan Yahudi tarihçi Karl Süssheim'dı) Hitler'in çıkışı deðildi. "Çiçeði burnunda" Türk Cumhuriyeti’nin haklarında çıkardıðı tutuklama kararı üzerine Celadet ve Kamuran Bedirxan 1922 yılında soluðu Münih'te almışlardı.

2573 ve 2574 numaralarıyla Münih Üniversitesi'nde 1923/1924 öðretim yılında eðitime başlamışlardı. Ýsimleri "Bedr-Chan Kamuran Aali" ve "Bedr-Chan Djeladet Aali" şeklinde kayıtlara geçmişti. Sadece Münih deðil, bütün Almanya açlık ve sefaletle kıvranıyordu. Enflasyon almış başını gitmiş, sokaklarda uzun ekmek kuyrukları oluşmuştu. Celadet, daha sonra yazdıðı anılarında Münih günlerinde sadece patates yediðini, bunu satın almak için de üstündeki 'mîr' elbiselerini sattıðını anlatacaktı.

Münih'te yaşamak için elinden geleni yapmaktan başka çaresi yoktu. Nasreddin Hoca hikayelerini Almancaya çeviriyor, dersler veriyor, bunlardan eline az da olsa biraz para geçiyordu. Ancak bu arada Alman edebiyatına ve tarihine merak sarmıştı. Nietzsche'yi keşfe çıkmış, Goethe'yi Kürtçe'ye çevirme hayalleri kuruyor, Almanya'nın kurucusu Bismarck'ı dedesi Botan beyi Bedirxan'a benzetiyordu. Daha sonra çıkartacaðı Hawar dergisinin 31. sayısında Münih günlerini şöyle özetleyecekti:

"Sefdo kardeş, ben ve aðabeyim Kamuran 1922'de Münih'e gelmiştik. Kırılmıştık. Yenik düşmüştük. Felek Kürdistan'ın kaderi üzerine siyah bir örtü çekmişti. Siyasal alanda hiç bir umut kalmamıştı. Artık sürekli söylüyorduk: Dil, dilimizle okuyup yazma, Kürtçe harflerle kitap, dergi, gazete yayınlamak. Sana Refan daðlarından Kürtçe bir alfabe getirmiştim. Harıl harıl öðrenmeye çalışıyordun. En çok Alfred de Vinyi'nin 'Kurdun Ölümü' şirini sevdiðini, günün birinde onu Kürtçe'ye çevireceðini söylüyordun."

Celadet'in sözünü ettiði kardeşi Safder, 1927 yılında yakalandıðı hastalık yüzünden genç yaşta öldü ve Heidelberg'e gömüldü. Safder'in ölümünden sonra Tewfîq Ýstanbul'a döndü, yıllarca öðretim görevlisi olarak çalıştıktan sonra 1963 yılında vefat etti. Diðer kardeşi Kamuran'ın hayatı ise daha maceralıydı.

1926 yılında Leipzig üniversitesinde hukuk doktorasını yapan Kamuran, Şam ve Beyrut'a gitti. Ancak Almanya ile baðı kopmadı. 1935 yılında şiir kitabı, "Schnee des Lichts" (Işıðın Karı) adıyla Berlin'de yayınlandı. 1937'de de "Kürdistan Kartalı" adlı romanını Potsdam'daki Voggenreit Yayınevi bastı. Kamuran, 1936 yılında ise dilbilimci Karl Hadank'ın asistanı olarak çalıştı. 1948 yılında hayatının sonun kadar yaşayacaðı Paris'e yerleşen Kamuran, 1978'de vefat etti.

15 MAYIS 1932, ŞAM-KÜRT MAHALLESÝ

Almanya'daki ekonomik sıkıntıya daha fazla dayanamayan Celadet Bedirxan, 1925 yılının Mayıs ayında Ýtalya'nın Trieste limanından kalkan bir gemiyle, sürgündeki ailesinden kalanlarla buluşmak için Kahire'ye doðru yola çıktı. Gemideki o günü şöyle anlatacaktı: "Biz dünyanın en çok düşürülmüş göçmenleri, yersiz, yurtsuz göçerleri, Kürtlerle Yahudiler aynı gemide buluştuk. Ben rüyalarımın ülkesinden biraz daha uzaklaşıyor, onlar kendi rüyalarının ülkesine biraz daha yaklaşıyorlardı."

Gemide, daha yoldayken dillerini öðrenmek isteyen Yahudiler, Celadet'in dikkatini çeker. Belki o göçmen gemisinde, Akdeniz'in ılık bahar rüzgarının çarptıðı anlarda, hayatını Kürtçe'ye adayacaðına dair bir yemin mi etmişti, bilinmez. Ama 1919'da Kürtçe'nin ortak Latince alfabeye ihtiyacı olduðundan hareketle, kimse yapmazsa kendisinin bunu bir gün mutlaka gerçekleştireceðine yemin etmişti. Celadet, o hayalini 1932 yılının 15 Mayısı’nda, Şam'ın Kürt mahallesinde gerçekleştirdi.

Bir Pazar günü olmasına raðmen mahalleden matbaa sesi geliyor. Makinede, Latince harfleriyle yazılmış ilk yazılı Kürtçe eser olan "Hawar" (Çıðlık) dergisi dönüyor. Derginin başyazısında Celadet "Hawar yeni doðan bir çocuktur. Bütün Kürtler bu çocuða sahip çıksın. Hawar her şeyden önce dilimizin varlıðını gösterecek ve Kürtlükle ilgili bütün konularla ilgilenecektir" diyordu.

"YA KÜRTÇE KONUŞUN, YA DA 'KÜRDÜM' DEMEYÝN!"

Celadet, ilk sayısında 31 harften oluşan yeni Kürt alfabesini tanıttıðı derginin her sayısında Kürtçe öðreten dersler vermeyi ihmal etmedi. Hawar ayrıca Cigerxwîn, Qedrî Cemîl Paşa, Dr. Nûredîn Zaza, Osman Sebrî, Qedrîcan gibi dönemin Kürt edebiyatçılarını bir araya getirmeyi başarmış bir dergiydi ve bu sanatçıların eserlerine derginin hemen her sayısında rastlanıyordu. Ancak bazen 15 günde bir, bazen de aylık basılan dergi, binbir zahmetle çıkıyordu.

18 Aðustos 1935'te yayınına ara veren Hawar, 15 Nisan 1941'de yayın hayatına yeniden başladı. Ancak Celadet Bedirxan öfkelidir. 27. Sayısında Kürtlere "Ya Kürtçe konuşun, okuyun ya da 'ben Kürdüm demeyin' ayıptır" diyen Celadet'in çıðlıðı fayda etmeyecek, dergi 1943 yılında çıkan 57. sayısıyla yayın hayatına veda edecektir.

"KADER KUYUSU”NUN BAŞINDA

1942- 1946 yılları arasında "Ronahî" dergisini 28 sayı çıkartmayı başaran Celadet'in Şam günleri, artık Münih'teki günleri andırır. 1946'da Fransızların Suriye'den çekilmesiyle Kürtçe yasaklanır, dergiler, gazeteler kapatılır. Kürtler daha önceki "kaderleriyle" yüz yüze gelir. Celadet, 1947'de Suriye'deki Kürtlerin temsilcisi seçilmesine raðmen, haftada iki kez Şam valiliðine gidip imza atmak zorunda bırakılır.

1950'lere gelindiðinde amcasının kızı Rewşen Bedirxan ile evli olan Celadet'in ekonomik durumu daha da kötüleşti. Ýki arkadaşıyla Şam'a 30 kilometre uzaklıktaki Hêcan köyünde pamuk ekmeye başlayan Celadet, sulama için bir kuyu kazdı. Kuyuya da "Bîra Qederê" (Kader Kuyusu) ismini veren Celadet, ömrünün son yıllarını, yıllarca kalem tutan eline çapayı alıp, pamuk tarlasında işçilerle geçirecekti.

58 yaşındaki Bedirxan, 20 Nisan 1951'de, ölümünden birkaç ay önce, Şam'daki ailesine gönderdiði mektupta "Yakında öleceðimi biliyorum. Fakat içim rahat. Halkıma ve vatanıma elimden geldiði kadar hizmet etmeye çalıştım" diye yazar. Mektubun altında "Bîra Qederê" (Kader Kuyusu) notu dikkat çeker. Çünkü O, Hêcan köyüne "Kader Kuyusu" ismini takmıştı.

"Herkes ölüyor; kardeş, bacı, sevgili, aşık, arkadaş dost, sırdaş, yoldaş, tanıdık tanımadık... Herkes ölüyor. Benim de sıram geldi, şimdi sıra bende". Küçük bir deftere yazılan bu not, 15 Temmuz 1951'de hayata gözlerini yuman Mir Celadet Bedirxan'ın yaşamındaki son satırlardı. Bu sözler, yarım asır sonra ise Mehmet Uzun'un unutulmaz eseri "Kader Kuyusu" romanının girişi olacaktı...

Kaynaklar:

1- Münih Üniversitesi arşivi ve Joachim Fest'in "Hitler'in biyografisi" kitabı.

2- Kürt yazar Konê Reş'in deðişik dergi ve internet sitelerinde çıkan yazıları.

3- Birgit Ammann, Kurdische Studien 3, 2003, Berlin.

4- Kader Kuyusu, Gendaş Yayınları, 2000, Ýstanbul

5- Hawar 1-57, Weşanên Nûdem, 1998, Stockholm

ANF NEWS AGENCY