GÖRÜNTÜLÜ

Bilici: Kürtler en ağır saldırılara rağmen vazgeçmiyor

İHD Amed Şubesi Başkanı Bilici, AKP'nin Kürt halkına dönük soykırımcı saldırılarının sonuç vermediğini, Kürtlerin taleplerinden vazgeçmediğini belirtti.

İHD Amed Şubesi Başkanı Bilici, AKP'nin Kürt halkına dönük soykırımcı saldırılarının sonuç vermediğini, Kürtlerin taleplerinden vazgeçmediğini belirtti. Halkın Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşülmesini istediğini aktaran Bilici, "Sadece meşe ağaçları da kalsa Kürdistan’da bu mücadele devam eder" ifadesini kullandı. 

AKP'nin soykırım saldırıları ve başta Cizre, Sur, Silopi, Nusaybin olmak üzere birçok il ve ilçede uygulanan abluka devam ediyor. Buna karşılık Kürt halkı, devletin vahşi şekilde yüzlerce kişiyi katletmesine rağmen öz yönetim direnişinden vazgeçmiyor.

İnsan Hakları Derneği (İHD) Amed Şubesi Başkanı Raci Bilici, AKP'nin başlattığı Kuzey Kürdistan'daki soykırımcı süreci değerlendirdi...

Kürdistan’da AKP hükümetinin sürdürdüğü soykırım saldırıları sürüyor. İnsan hakları açısından başından beri yaşananları nasıl tarif ediyorsunuz?

Özellikle Sayın Öcalan’la diyalog ve müzakerenin kesilmesiyle birlikte 24 Temmuz 2015 tarihinde Türk devletinin silahlı güçleri hava hareketliliği ile Kandil'i bombalamasıyla beraber ateşkes süreci bitti. O tarihten itibaren yeni bir dönem Kürdistan’da başladı ve bu dönem farklı bir durum, farklı bir tutumdu, farklı bir yaklaşımdı. Çünkü çözüm süreci artık bitmiş, diyalog ve müzakere artık kesilmişti; Sayın Öcalan üzerine tecrit uygulanıyordu ve anlaşmaya varıldığı her şey inkar edilmeye başlandı ve tekrar inkar sürecinin başladığını gördük. Bunla beraber Kürdistan’da yeni bir dönem başladığını gördük; kendi kendini yönetme talebi. Bu, son derece meşru, insani ve ulusal, uluslararası sözleşmelerde yeri olan bir talep. Kürdistan’ın birçok yerinde bu uygulanmaya başlandı. Devlet bu yeni duruma karşı yeni bir konsept ortaya koydu ve topyekun imha süreci -ve öyle görünüyordu ki çok hazırlıklıydı- başlattı. Çözüm sürecinin başladığı dönemlerde de dönem dönem bizler uyarıyorduk çünkü devlet ciddi anlamda bir hazırlık yapmıştı; karakollardan tutun da korucuların yeniden yapılandırılmasına kadar. Askeri alanda varlığını çok ciddi anlamda arttırması ve bunun yanında teknik ve bilimsel üst düzey ideolojinin kullanılması, bunu destekleme noktasında yasal değişiklikler yaparak yerel bürokratların polisin elini güçlendirecek bir hazırlık yapılması söz konusu oldu.

Öz yönetimlerin ilanıyla beraber bir imha süreci başladı ve bu katliam süreci tamamıyla kentleri yok etme süreci olduğundan Kürtler kendilerini savunmak için hendek, barikat kazdı. Devlet de bunları bahane ederek saldırdı. Ama mesele hendek ve barikat değildi. '90’lı yıllarda köyler yakılıp yıkılırken hendek mi vardı? Hayır.

İnkar ve imha sürecinin devam ettiğini ve devletin süreci özellikle son dönemlerde tamamıyla tasfiye etme, bitirme, yok etme temeli üzerine kurguladığını, bütün hazırlıkların bu yönde olduğunu gördük. Bunun sonucunda çok ciddi anlamda ihlaller yaşandı, insanlar katledildi ve devlet, Birleşmiş Milletler'in Cenevre protokollerine ve kendi yasalarına uymadı.

Yargısız insaf yaparak, katlederek, kadın militanların bedenlerini teşhir ederek, cesetleri panzerler ya da zırhlı araçlar arkasında sürükleyerek, insanları çıplak bir şekilde fotoğraflarını çekip servis ederek bütün hukukun tamamını ihlal ederek bir süreç başlattı. Bir kentin üç sokağında çatışma varsa devlet kentin tamamını ablukaya aldı ve ablukayla beraber o kentte sağlık hakkı, eğitim hakkı engellendi; insanların yaşam güvencesi kalmadı, bütün konutlar yerle bir edildi, yerle bir edilmeyen konutları da kullanılmaz hale getirdiler. Ve insanları susuz, aç bırakarak bir kin ve nefret duygusuyla yaklaşarak şu mesaj verildi: Siz hak talebinde bulunacaksanız, statü talebinde bulunacaksanız bunun karşılığı budur. Devlet yasak olan birçok silah türü kullanıldı ve inanılmaz derece orantısız bir güç kullandı; tanklarıyla, toplarıyla başka silah türleriyle şehirlere girdi. Şehirlerin tamamını ablukaya alarak ve aylarca ablukayı kaldırmayarak insanları dağıtmaya, hem ekonomik hem öldürmeye odaklı bir politika izledi.

Kürdistan’da aylardır süren bir savaş varken uluslararası insan hakları kurumları neden sessiz kalıyor? İHD olarak bu kurumlarla iletişim kurdunuz mu?

Bu yaşanan hak ihlallerini yerinde inceleme şansımız olamıyor çünkü giremiyorduk. Fakat şunu yaptık, her yerde yaşanan katliamlar, işkence ve akla gelebilecek bütün hak ihlalleri yaşandığını raporlaştırdık ve bunları ulusal ve uluslararası bütün kurum ve kuruluşlarla paylaştık. Kürdistan’da 16 Ağustos 2015’ten bu yana yaşanan bütün gelişmeleri; yaşam hakkıyla konut dokunulmazlığı ve sokağa çıkma yasakları, eğitim, sağlık vs. bunlarla ilgili Avrupa Birliği İnsan Hakları Komiserliğine bilgilendirme yapıldı, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komiserliğine gerek yaptığımız raporları İngilizce gönderdik gerekse yapmış olduğumuz yüz yüze mülakatlar ve acil eylem çağrılarımız oldu. Avrupa’da bulunan insan hakları örgütlerin tamamıyla görüşürken bazılarını Kürdistan’a davet ettik; gelip yerinde inceleme yaptılar, bazılarına da biz gittik. Kürtler demokrasi ve müzakere istiyor, Kürtler bir halk olduğunu; kendi kendini yönetmek istediğini, şiddeti istemediğini, ısrarla Sayın Öcalan üzerinde tecridi kaldırıp diyaloğun ve müzakerenin kaldığı yerden başlamasını istiyor. Bu talebe karşılık devletin ortaya koymuş olduğu bu sert tutumundan vazgeçme noktasında müdahil olunmasını istedik.

Türkiye’de söz sahibi olan devletlerin elçiliklerini birebir ziyaret ettik. Ama maalesef ki bütün dünyanın gözü önünde Cizre’de katliam oldu, Sur’da katliam oldu ve hala birçok yerde katliam olmaya devam ediyor. Bu durum bir parça da olsa yavaş yavaş kırılmaya başladı; yeni yeni geri dönüşümler alıyoruz. Önümüzdeki ayın 9’unda Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komiserliğinin üst düzeydeki yetkilisi Amed’e gelip bizi ziyaret edip burada tekrar incelemelerde bulanacak. Bu yaptığımız görüşmeler, raporların hepsi bir yere not edildi; bir dönem karşımıza çıkar, Türkiye Cumhuriyet yapmış olduğu ihlalle yüzleşir. Maalesef yüzlerce insan kaybettik ve bu sayıyı net olarak ortaya çıkarma şansımız yok çünkü her gün yeni cenazeler geliyor, tanınmayacak durumda olan cenazeler var. Elazığ’da var, Malatya’da var, Urfa’da var; Antep, Şırnak'ta, Mardin’de bir dönem vardı. Amed’de hala var ve bu cenazeleri ailelerine ulaştırma çalışmalarımız sürüyor.

Bundan sonraki sürecin nasıl işlemesi gerekiyor?

Biz özellikle uluslararası kurumlara şunu söylüyoruz; derhal bu duruma son vermek lazım, bu sürdürülebilir bir durum değildir. İnsanlar artık Kürdistan’da evlerine giremiyorlar, Türkiye’nin batısında da evlerinden çıkamama durumuyla karşı karşıya olduğunu söylüyoruz. Kürtlerin bu statü talebine karşılık verilmesi lazım. Kürtlerin şiddeti istemediğini, ısrarla diyalog ve müzakere istediğini, bu diyalog ve müzakere istemine karşılık imha ve inkar süreciyle yanıt verildiğini görmeliyiz. Herkesin şunu bilmesi gerekiyor ki, siz Sayın Öcalan’la görüşmezseniz, tecrit uygularsanız, şiddeti tırmandırırsanız sorunun çözümünü zorlaştırırsınız. Kürtler net bir şekilde 'bizim temsilcimiz Sayın Öcalan’dır' diyor. Türkiye’nin derhal şiddete son vermesi, operasyonları durdurması ve aynı şekilde PKK’nin de buna karşılık vermesi, karşılıklı olarak çatışmalarının durması ve diyalog-müzakerenin yeniden başlaması gerekiyor. Aksi taktirde son 90 yılın ve 30 yılın pratiği ortadadır; siz bütün köyleri yakıp yıktınız, tam 3500 köy yakıldı, bununla beraber 4 milyondan fazla insan yerinden yurdundan göç ettiril, binlerce insan yaşamını yitirdi ve yine dönüp dolaştınız, Sayın Öcalan’ın ısrarıyla masaya dönüp diyalog kurdunuz. Şu anda kentleri yok ediyorsunuz, bundan bir sonuç çıkmaz, tüm kentleri yok etseniz de bizim gözlemlediğimiz şudur: Sadece meşe ağaçları da kalsa Kürdistan’da bu mücadele devam eder, yıllarca meşe ağaçları yakıyorsunuz ama yine yeşeriyor; yine size karşı net bir duruş sergiler.