Dağlum: 14 Temmuz ruhu, direnerek ölümsüzleşmektir

KCK Eğitim Komitesi Üyesi Dağlum, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi için, "İhanet ederek hiçbir şey olmaktansa direnerek her şey olmanın yolunu, yöntemini ve ruhunu kazandırdı" dedi.

Amed zindanı direnişinde yer alan KCK Eğitim Komitesi Üyesi Yılmaz Dağlum, akla gelmeyecek işkencelerle itirafçılaştırma ve ajanlaştırma çabalarına karşı 14 Temmuz'un direniş ruhuyla tarihsel ihanetin yenilgiye uğratıldığını ve direnişle büyük zaferler kazanılabileceğinin net bir şekilde ortaya çıktığını belirtti.

KCK Eğitim Komitesi Üyesi Yılmaz Dağlum, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi'ne ilişkin ANF'nin sorularını yanıtladı...

Birebir 14 Temmuz direnişinde yer aldınız. 14 Temmuz ruhunu ve direnişini ortaya çıkaran koşullar nelerdi?

Öncelikle 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi'nin öncüsü, pratikleştiricisi ve zafere ulaştıranları olarak Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek yoldaşları, onların şahsında tüm zindan direnişi ve Kürdistan devrim şehitlerini saygıyla anıyor, anılarını zafere ulaştırarak vasiyetlerini yerine getirerek mücadelelerine layık olabileceğimizin bilinciyle verdiğimiz devrim sözünü yineliyoruz.

Kürt halkının uygarlıkla birlikte içerisine girdiği kentli, sınıflı, devletli iktidara karşı tarihi boyunca zafere ulaşmamış ve bedelleri çok ağır olsa bile aralıksız devam ettirdiği direnişiyle halkımızın varlığını ve özgürlük umutlarını diri tutan direniş mirasıyla 12 Eylül faşist darbe diktatörlüğü şahsında tarihi Türk sömürgeciliğini tüm güncel boyutlarıyla, özellikle de idaeolojik olarak yenilgiye uğratan 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi aslında tarihin seyrini belirleyen iki ana nehirden biri olarak günümüze kadar devam etmektedir. Kürdistan tarihindeki direnişle 14 Temmuz direnişini nasıl ayrı ayrı ele almak doğru olmayacaksa aynı şekilde sömürgeciliğin kültürel ve fiziki soykırımı birleştirerek toplum kırım aşamasına ulaştırdığı faşist diktatörlüğü altında yaşadığı koşullarla Amed zindanında PKK’li tutsaklar şahsında Kürt halkının özgürlük umudunu yok etmeye yönelik uygulamalarını da kopuk ele almak mümkün değildir. Çünkü biri olmadan diğeri anlaşılamaz. Kürtler üzerine uygulanan kültürel soykırımı anlamadan, Amed zindanındaki vahşetin sınırlarını aşan, bırakalım insan olmayı insanlık tarihi boyunca bilinen tüm vahşet biçimlerini aşan bir vahşet uygulamasını kavramak mümkün olmayacaktır. Ve birkaç cümleyle de olsa Kürdistan’daki koşullara değinmekte yarar olacaktır...

Her şeyden önce Kürdistan’da faşist T.C sömürgeciliği, PKK’nin ortaya çıkışıyla birlikte mezara gömüp üstünü betonladığını düşündüğü Kürt halk direnişinin yeniden ortaya çıkışını bir daha geri dönülmemecesine yok edebilmek için tüm güçleriyle saldırdı. Buna rağmen yenilgiye uğratamadığı özgürlük aşkını ve umudunu yok etmek için Amed zindanını adeta bir laboratuvar olarak kullanmıştır. Kuzey Kürdistan baştan başa bir açık hapishaneye dönüştürülmüş, 12 Mart askeri faşist darbesinin ertesinde Kürdistan şehirleri ve köyleri yeniden işgal edilmiş ve Kürt halkı yediden yetmişe komando zulmüyle tanışmıştı. 12 Eylül faşist diktatörlüğüyle birlikte artık her ev ve kişilik sömürgecilikle özgürlük arasında, sömürgeci faşist ideolojiyle Önder Apo'nun özgürlükçü ideolojisi arasında bir savaş meydanı haline dönüştürmüştür. İşte bu savaşta esir düşen tutsakların konulduğu Amed zindanı, Kürdistan’ın her evinin yeniden işgal edildiği gibi adeta tek tek her tutsağın beyninin, yüreğinin işgal edilmesi ve o güne kadar kendisini var eden tüm değerlerine ihanet ettirilerek bu davayı yok etmek isteyen askeri faşist diktatörlük vardı. Amed zindanı tutsakların ideolojik güç, devrimci irade ve çıplak bedenlerinden başka hiçbir donanımının olmadığı, devletin ise her türlü işkence ve katliam araç-gereçleriyle donatıldığı, özel olarak yetiştirilip sadistleştirilerek insanlıktan çıkarılmış personelle hayata geçirdiği son derece dengesiz bir savaş ortamıydı. Kürdistan’da yaşanan koşullarda Kürt olmanın düşünülmesinin bile ağır cezalara çarptırıldığı, Kürtlük adına ne varsa ya Türk uluslaşmasının ham maddesi olarak kullanıldığı, Türk uluslaşmasının ham maddesi olarak kullanılamayan değerlerinin ise yok edilmek istendiği koşullarda Kürtlük adına yola çıkmak büyük bir irade gücü, bir cesaret ve kelleyi koltuğa almakla eş anlamlıydı. Onun için Önder Apo ‘Kürdistan sömürgedir, kavramını ilk kullandığımda geçici bir baygınlık yaşadım’ der. Bunun anlamı şudur; Kürt, Kürdistani olmayı, hele hele bu değerlere sahip çıkmayı, bunun uğruna bedel ödemeyi göze almak baştan itibaren idam ipliğini boynuna geçirmek demekti.

Kürdistan genelinde durum bu iken, Amed zindanı özellikle Apocu hareketin ortaya çıkışından itibaren Önder Apo’yla yoldaşlık yapmış, yaşamının her anı ve alanında Önder Apo'nun düşüncelerini hayata geçirmek için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamış Mazlum, Kemal, Hayri, Akif, Ferhat gibi yoldaşların tutulduğu bir zindan, ikinci üçüncü kuşak olarak bu mücadeleye katılmış olanların hem ideolojik-örgütsel alanda, hem de sıcak çatışma alanlarında her türlü ırkçı, faşist, şoven ideoloji ve örgütlenmelerine, bunun yanı sıra tarihte ve günümüzde halkımıza katliam, sürgün, tehcir, işkence ve ölümden başka hiçbir şey getirmeyen ilkel Kürt milliyetçiliğinin uzantısı olan reformist Kürt milliyetçiliği ile ideolojik örgütsel bir mücadele yürütülürken faşistlere, polise, komandoya yani devletin tüm baskı zor şiddet aygıtlarına karşı da devrimci şiddet temelinde öz savunma esaslı kapsamlı bir mücadele içerisinden gelmiş yoldaşların tutulduğu bir zindandı. Kürdistan’ın sömürge koşullarında Kürtlüğe cesaret etmek nasıl idam ilmiğinin boynuna geçirmekle eş anlamlı idiyse, o koşullarda Amed zindanında Kürtlükte ısrar etmek, hele hele Apoculukta ısrar etmek, PKK’yi savunmak ölümlerden ölüm, işkencelerden işkence beğenmekle eş anlamlıydı. Şimdi böyle bir şeye cesaret etmek her insanın yapabileceği bir şey değildi. Nitekim 12 Eylül faşist diktatörlüğünün hazırlık sürecinden başlayarak darbenin gerçekleştirilmesinden sonra da binlerce insanın kapatıldığı bir zindandı, Amed cezaevi. Diyarbakır 5 Nolu zindanı binlerce insan içerisinde direnişe yüzlerle başlanmasına rağmen onlara, giderek tekli sayılara kadar düşmesi orada uygulanan vahşet gerçeğini biraz daha açığa çıkarır sanırım. Şimdi büyük devrimciler, kişilikler ve iradeler büyük vahşet karşısında ortaya çıkabilir ancak. Ortada uğruna ölümü göze alacak kadar çok sevilen bir özgür yaşam umudu, hayali ve istemi olmazsa büyük iradelerin, mücadelelerin ve direnişlerin ortaya çıkması mümkün değildir. O zaman şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; 14 Temmuz direnişini ve ruhunu ortaya çıkaran gerçek, sömürgeci askeri faşist diktatörlüğünün Kürtlüğe ait, hatta bırakalım Kürtlüğü, insanlığa ait ne varsa hepsini yok edebilmek için geliştirdiği işkencenin ve vahşetin büyüklüğünün boyutlarıyla bağlantılıdır. Önder Apo her zaman ‘büyük davalar büyük kişilikleri gerektirir’ derdi. Şimdi Ortadoğu'da en büyük sorun nedir, diye sorsanız, 'en büyük davalar Filistin ve Kürt davalarıdır' derler. Dolayısıyla 14 Temmuz ruhunun ve direnişinin varlığı Kürtler üzerindeki soykırımın büyüklüğüyle orantılıdır. Böyle bir saldırı ve vahşet ancak böylesi büyük bir ruhla, direnişle ve iradeyle geriletilebilir ve yenilgiye uğratılabilirdi. Kürtler için 12 Eylül öncesinde, Kürtler ulus mudur değil midir tartışması yoktu, var mıdır yok mudur, varsa halk mıdır değil midir tartışması vardı. Ve biz halk olarak var olduğumuzun ispatı için mücadeleye giriştik. 8 Mart 1977’de Aydın Gül yoldaşın şehadeti; 18 Mayıs 1977’de Haki Karer arkadaşın şehadeti; 18’i 19 Mayıs’a bağlayan gece Halil Çavgun arkadaşın 1978’de Hilvan’da şehadeti bizim Apocu hareket olarak, daha sonra PKK olarak var olup olamayacağımızın sınandığı deneyimlerdi. İşte PKK, Apocu hareketin var olmasının ilk adımını başarıyla geçtiğini gösterir. Silahlı öz savunmaya cesaret etmek var oluştaki ısrarın sonucuydu. 12 Eylül faşist askeri diktatörlüğünden sonra hareketin zorunlu nedenlerle geri çekilmek zorunda kaldığı, Filistin-Lübnan sahasında ülkeye dönüş, gerilla mücadelesini, yani ulusal kurtuluş mücadelesini başlatmak için hazırlıkların yapıldığı bir süreçte, artık Kürdistan’da faşist diktatörlüğün ‘bensiz yaprak kıpırdamaz’ gibi büyük bir kendine öz güven sağladığı ortamda Kürtler için olduğu kadar Apocu hareket için de var olmakta karar kılıp kılmama sınavıydı, denilebilir. 21 Mart 1982’de Mazlum Doğan yoldaşın büyük eylemi, akabinde 18 Mayıs’ın yıl dönümünde Ferhat Kurtay, Mahmut Zengin, Eşref Anyıp ve Necmi yoldaşların yakma eylemiyle döşedikleri yolda aslında 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi, yaşamakta ısrarın adı olarak ortaya çıktı. Başta Kemal Pir yoldaşın söylediği ‘yaşamı uğruna ölecek kadar çok seviyoruz’ şiarıyla giriştiği, Hayri yoldaşın ‘artık sizin mahkemelerinizden beklediğimiz hiçbir şey yoktur, hiçbir talep ileri sürmeden ölüm orucuna başlıyorum’ diyerek başlattığı, Ali Çiçek yoldaşın ‘biz PKK’den direnmeyi öğrendik, teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür’ şiarıyla devam ettirdiği 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu, Kürtlerin yaşama hakkının garantilemesini sağlayan ve 12 Eylül faşist askeri diktatörlüğünü, T.C sömürgeciliğini ideolojik olarak yenilgiye uğratan o büyük ruhtur. Yaşamakta, var olmakta ısrar ruhudur. Bunun da tek yolu ölümüne direniştir. 14 Temmuz ruhu direnerek ölümsüzleşmektir.

'DÖRTLER'İN ATEŞİ 14 TEMMUZ İLE SELE DÖNÜŞTÜ...'

'Kürt halkının yaşam güvencesi oldu' dediniz. Bu çerçeveden bakıldığında siyasi, askeri, toplumsal ve örgütsel olarak 14 Temmuz nasıl sonuçlar ortaya çıkardı?

Dünyada birçok halk tarihin değişik dönemlerinde her türlü baskıya ve sömürgeciliğe karşı çeşitli direniş hareketleri geliştirdiler. Bunlar içerisinde zafere ulaşanları da oldu, zafere ulaştıktan sonra tersine dönen, özüne aykırı düşen, bu anlamda bir geriye dönüşü yaşayan devrimci direniş ve hareketler de oldu. Şimdi 14 Temmuz Direnişi PKK ve Kürt halkı için her şeyden önce toplumsal dokuda, genlerde bir değişiklik yarattı, denilebilir. Dikkat edelim; Kürtlerin tarihinde, Kürdistani halkların tarihinde direniş hiç de az değildir. Ölümüne direnişler de az değildir. Yakın tarihe baktığımızda en çarpıcı örneklerini Kürt kadının direnişinde, Besêler'de, Zinêler'de, Rıındexanlar'da buluruz. Yine Ali Yunuslar'da buluruz. Böyle sayısız örnekler verilebilir. Fakat bunlar Kürt, Kürdistani ve Ortadoğu halkları için kalıcı zaferin zemini olamadılar. Neden? Başta askeri ve siyasi hedeflerini toplumsal hedeflerle bütünleştiren, siyasal devrimi sosyal devrimle bütünleştiren bir paradigmadan ve ideolojiden yoksundu. Bunların hepsi genetik kodlarla günümüze kadar gelen direniş ruhunu, direnişçi kimlik ve kişiliği zafere götürecek artılarla bezeyemeyen, dolayısıyla her direnişten sonra büyük yenilgileri ve sürgünleri yaşayan gerçekliği söz konusu. İkincisi ise; Kürtler arasında birlik duygusunu geliştiren ve düşmanla her türlü işbirliğini ihanet sayan bir gelenekten kopukluk söz konusudur. Kürtleri bir araya getirecek bir gücün ve ideolojinin oluşmaması ve aşiretsel yapı nedeniyle bir aşiretin diğer aşirete karşı üstünlük sağlayabilmek için işbirliğini doğal ve normal gören, aşiretinin çıkarlarını savunur gören bir pozisyon ortaya çıkmıştır ki ihaneti bol bir halk olmamızın temelinde yatan toplumsal gerçekliklerden biri de budur. Bu gerçeklik Amed zindanında da sülük gibi kanımızı emen bir pozisyondaydı. Şahin Dönmezler, Yıldırım Merkitler, Ğıdır Akbalıklar; bunlar büyük ihanetçilerdi. Ve bu ihanet sorgudan başlayarak zindan direnişinde de her zaman sırtımızda hissettiğimiz zehirli ve paslı bir hançerdi. 14 Temmuz, her şeyden önce Kürtlerdeki bu toplumsal geleneği kırdı. İhanete karşı her koşul altında, en zorlu koşullar altında bile direnişin zaferini garantiledi. Ve bunu rahatlıkla söyleyebiliriz; bu direniş öncelikle birilerinin ihanetine karşı değil, her birimizin kendi kişiliğimizde çatışan direniş ve ihanetin iki tarafından direnişin baskın çıkması sağlayan 14 Temmuz ruhudur işte. Onun için Önder Apo hep şunu söyledi; ‘kendisine ihanet ettirilmemiş Kürt bırakılmamıştı, ben bu işe başladığımda’. Bunun anlamı her birimizin kişilikleri düşmanla devrim arasında bir savaş meydanıydı. İşte 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi bu meydan savaşında PKK ideolojisinin, Önder Apo paradigmasının gelenekselliği aşan devrimci direniş ruhunun zaferini müjdeleyen ve garantileyen paradigmal çıkışın zafer kazanmasını sağlayan temel etken oldu. Yani Kürtlerin genlerindeki ihanet yanının kırılıp yenilgiye uğratılıp direniş yanının baskın çıkıp zafer kazanmasını sağladı. Bunu sağladıktan sonradır ki, Kenan Evren gibi askeri diktatörlüğün şefine Amed’in Dağkapı Meydanı'nda Önder Apo ve PKK’nin zaferini itiraf ettirdi. '82 Anayasası referandumu için Amed'deki Dağkapı mitinginde Kenan Evren parmağını Diyarbakır zindanına uzatarak ‘burada öyleleri var ki, kellelerini koparsan, etlerini lime lime etsen ideolojilerinden vazgeçmezler’ itirafında bulunmuştur. Kürtlerin kendi kişiliklerindeki ihaneti yenilgiye uğratan 14 Temmuz direniş ruhu 12 Eylül askeri faşist diktatörlüğünün şefine, küresel kapitalizmin Ortadoğu'daki temsilcisine Apocu hareketin zaferini itiraf ettirmiştir. Onun için dörtlerin 33. koğuşta bedenleriyle yaktıkları ateş 14 Temmuz ile coşkun bir sele dönüştü; Zekiye Alkan’la Diyarbakır burçlarına, Rahşan Demirel’le Kadifekale’ye, Berivan Ronahi’yle Avrupa’ya ve 15 Ağustos 1984 Atılımı'yla da Kürdistan dağlarına taşındı ve bugün tüm Ortadoğu’da sönmeyen ateşe dönüştü. 14 Temmuz direnişi, siyasi tarafını bir yana bırakalım, bence en önemlisi Kürt ve Kürdistani halklarının genlerine işletilmiş olan ihaneti o büyük savaş meydanı olan kişiliklerde yenilgiye uğratıldı. Dolayısıyla da Kürdistan’daki toplumsal değişim ve dönüşümün temel dinamiğini oluşturdu.

Günümüzde bile tüm dünyanın zebanilerinin ortak saldırılarına karşı, onların mızraklarının sivri ucu olan DAİŞ ve Erdoğan-Saray çetelerinin ittifakına karşı Ortadoğu genelinde direnebilen, direnmekle kalmayıp zafer kazanabilen tek güç Kürtler, Anadolu ve Mezopotamya halkları olmuştur. Bu benim sözüm değil, eski Genelkurmay başkanlarından Hilmi Özkök’ün sözüdür! İlker Başbuğ için, yıllarca Genelkurmay Başkanlığı için özel olarak eğitilmiş ve hazırlanmış çok değerli bir ideolojik ve askeri kadrodur, diyordu. İlker Başbuğ ne diyordu? Kameralar önünde ‘biz bugüne kadar altı kere PKK’yi yok ettik’ diyordu. Bu aslında başarısızlıklarını örtmek için kendisini başarılı, siyasileri başarısız göstermek için geliştirdiği bir argümandı ama bir gerçekliğin de altını çiziyor, itiraf ediyordu çok farkında olmadan. Doğa halklarında Zümrüdü Anka var, Simurgu var. Bunlar kendilerini küllerinden yaratan anlamına gelen mitolojik öykülerdir. Apocu hareket, PKK gerçekten de defalarca, hatta her gün yeniden kendisini küllerinden yaratabilen bir harekettir. Tarihin tanıdığı en kanlı sömürgecilerden olan faşist Türk sömürgeciliğine karşı kırk yıl her alanda savaşarak, her gün kendisini yeniden üreterek bugün TC’yi son çırpınışlarını yaşar hale getiren bir hareketin tarihinden ve onu yaratan direniş ruhundan söz ediyoruz. Dolayısıyla '14 Temmuz Kürtlere, PKK’ye ne kazandırdı' sorusuna bir cümleyle yanıt vermemiz gerekirse; kendisinde yer ettirilmiş sistemin ihanetini yenilgiye uğratıp, direnerek zafer kazanmanın, ihanet ederek hiçbir şey olmaktansa direnerek her şey olmanın yolunu, yöntemini, ruhunu kazandırdı...

'PKK'NİN MAYASI, 14 TEMMUZ DİRENİŞİDİR'

14 Temmuz ruhunun Kürt halkında yarattıklarını belirttiniz. Hareket olarak birçok alanda mücadele ediyorsunuz. Bu açıdan bakarsak bu büyük direniş hareketiniz PKK’de nasıl bir ruh yarattı?

PKK’nin mayası 14 Temmuz direnişidir, dersek yanlış olmaz. Elbette bunun öncesi de var. '73’ten başlayarak 14 Temmuz’a kadar geçen dokuz yıllık mücadele pratiği de var. Son biçimini aldı demeyeceğim çünkü Apocu hareket, PKK canlı bir organizma ve sürekli bir değişim dönüşüm içerisinde olan bir harekettir. Esas ruhunu, mayasını ve özünü oluşturan, onu aslında en zorlu koşullardan bile güçlenerek çıkmasının ruhunu ve yöntemini oluşturan bir direniştir, 14 Temmuz direnişi. Bizim için 14 Temmuz’un ifade etiği şey budur. Herkesin artık öldü, bir daha dirilemez dediği koşullarda bile yenilenerek daha da güçlenerek çıkmanın, hamle yapmanın yolunu, yöntemini, iradesini ve gücünü oluşturuyor bizim için. Çok kısa bir şekilde böyle ifade edebilirim.

'FEDAKARLIKLARIN EN BÜYÜĞÜNÜ YAPTILAR'

14 Temmuz ruhunu ortaya çıkaran, bu direnişi yaratan öncü kişilikler hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Kürdistan’ın koşullarını, o dönemde Amed zindanının koşullarını özetlemeye çalıştık. O koşullardaki bir mücadelenin büyük kişilikler, büyük irade gücü, büyük cesaret ve hepsinden önemlisi büyük fedakârlık gerektiren gerçekliğine işaret ettik. Bunları tespit etmek kolaydır belki. Çünkü tespit etmek gerçekleştirmekten, temsil etmekten daha kolaydır. 12 Eylül’ün öngününde Türkiye’de ve Kürdistan’da var olan tüm siyasi, örgütsel, ideolojik yapılanmalar Türküyle-Kürdüyle, devrimcisiyle-karşı devrimcisiyle istisnasız tüm hareketler bir askeri darbenin geliştiğinden ve hazırlıklarından söz ediyordu. Herkes ordu darbe yapacak, diyordu ama bunun hazırlıklarını yapmak, bunun karşısında var oluşu korumak ve direnişi örgütlemek, büyük kişilikler, büyük kararlar ve fedakârlıklar gerektirir.

 

12 Eylül öncesinden başlayarak birçok Türkiyeli ve Kürdistanlı hareketin öncü kadroları yönlerini Avrupa’ya çevirdiler. '61 Darbesi ile karıştıranlar oldu; gelir üç beş yıl bazı işleri yoluna koyarlar, askerler tekrar kışlasına döner, gelir Türkiye’de siyaset yaparız hatasına kapılanlar az olmadı. Fakat Önder Apo böyle yaklaşmadı. Büyük kişilikler kararlarıyla, kararlarını uygulama iradeleriyle, ısrarlarıyla büyük kişilik olurlar. Önder Apo o koşullarda yaptığı tespitle sömürgeci faşist askeri darbenin gelişme ihtimalinin çok yüksek olduğunu, buna ulusal kurtuluş savaşı vererek karşılamak için hazırlıkların yapılması gerektiğini düşünüyordu. Devrimi güvenceye almak için bir geri cephenin oluşturulması gerektiğini görüyordu ve bunun planlarını yapıyordu ve bunun üzerine harekete geçerek Ortadoğu’ya açıldı. 1979’da yurt dışına çıktı. Herkes yönünü Avrupa’ya vermişken Önderlik yönünü Ortadoğu’da devrimin en sıcak alanına, Filistin’e döndü. Şimdi aynı şey 14 Temmuz direnişçileri için de geçerli. Kemal Pir’i, Mehmet Hayri Durmuş’u, Akif Yılmaz’ı ve Ali Çiçek’i değerlendirmek, bu arkadaşlardaki büyük irade gücünü, önseziyi, buna karşı fedakârlığı ifadelendirmek çok kolay bir iş değil.  Onun için bizim bu yoldaşların kişiliklerinden alacağımız örnek ve ders nedir, diye sorarsak şunu rahat söyleyebiliriz: Bu arkadaşlar devrimi yaşayıp da devrim içinde devrimin farkında olmayan, tırnak içinde söylüyorum ‘devrimci, entelektüel, sosyalist, komünist öcülerden, komutanlardan’ olmadılar hiçbir zaman. Neyi düşündülerse onu yaşadılar, onu yaşayabilmek ve yaşatabilmek için de ne gerekiyorsa onu yaptılar. Ajitasyon gerektiğinde ajitasyon yaptılar, örgütlenme gerektiğinde örgütlenme çalışmalarına giriştiler, silahla kendilerini ya da örgütü savunmaları gerektiğinde ona soyundular.

14 Temmuz Ölüm Orucu ilk değil, Mart 1981'de de yaşanan ve 43 gün devam eden bir ölüm orucu deneyimimiz vardı. Ali Erek yoldaş o ölüm orucunda şehit düşmüştü. Apocu hareketi, PKK’yi doğru tanıtmak, gelecek nesillere doğru bir PKK mirası bırakmak için, Anadolu ve Mezopotamya halkları kadar Ortadoğu’yu dünya halklarına canavar gibi göstermeye çalışan Türk devletinin askeri faşist mahkemelerine karşı tüm zorluklara göğüs gererek mahkemelerde savunma yapan, hareketi savunan bir pozisyondaydı, bu arkadaşlar. Fedakârlıkların en büyüğünü yaptılar aslında. Bu görevlerini tamamladıklarını anladıklarında da bir an tereddüt etmeden ölüm orucuna başlayarak Kemal Pir arkadaşın dediği gibi uğruna ölecek kadar sevdikleri onurlu ve özgür yaşamı gelecek nesillere bırakabilmek için bedenlerini ölüme yatırdılar. Şimdi bu kişilikler hani derler ya ateş-suyla imtihanı kazanan çeliğin ulaştığı son durumdur. Önder kişilikler en zorlu koşullarda en büyük fedakârlıkları yapan, ölümünü bile dirhem dirhem uzatarak düşmanı yenilgiye, devrimi zafere götürendir. Kemal Pir kişiliği Önder Apo’nun sıkça bahsettiği ve örnek olarak verdiği devrimin büyük komutanıydı. Aslında şunları rahatlıkla söyleyebiliriz; Kemal Pir ve Mehmet Hayri arkadaşın kişiliğini, Akif ve Ali arkadaşın kişiliğini yan yana getirdiğinde Apocu kişilik ortaya çıkar. PKK militanının özelliği ortaya çıkar. Kemal Pir arkadaş cıva gibiydi, yerinde duramazdı. Onun olduğu yerde örgüt ve hareket olurdu. Kemal Pir arkadaşın yanında yanlış konuşmak olmazdı, hemen keserdi. Hayri arkadaş ise sonuna kadar dinler, acaba der, tartışır, tartıştırır ve gerçeğe oradan ulaştırırdı. Adeta ikisinin bütünlüğünde Önder Apo’nun Haki ve Kemal arkadaşlar için kullandığı kavramlar ortaya çıkar; ‘onlar benim gizli ruhlarım gibiydiler.' Kemal Pir ve Hayri Durmuş Önder Apo'nun ruhunu oluşturur. Ya da şehitler hakikatinde temsil edilen Apocu militan kişiliği ortaya çıkar. Aynı şeyi Akif ve Ali arkadaş için de söyleyebiliriz. Ali Çiçek arkadaş genç, ele avuca sığmaz ve doğru bildiğini söylemekten ve yapmaktan geri durmazdı. Kürdistan gençliğinin ‘kızıl yıldızı’ olmasının nedeni bundan. Akif Yılmaz arkadaş biraz daha serinkanlı düşünen, çok konuşmayan ama yeri zamanı geldiğinde tavır koyan bir kişilikti. 14 Temmuz direnişiyle hem Apocu hareketin direngen kişiliğinin mayası, hamuru, yoğuranı ve pişireni bu kişilikler oldu. Böyle tanımlamayla biraz da olsa onların gerçekliğine yaklaşılmış olur.

'DEVRİMİ GÜVENCEYE ALMANIN YOLU, ONU YAYMAKTIR'

Son olarak, bugün de büyük direnişler oluyor ve mücadele sürüyor. 14 Temmuz mücadelesi ve direnişi günümüzde Kürt halkına ve hareketinize ne tür görev ve sorumluluklar yüklüyor? Özellikle böyle bir süreçte bu ruh ve direnişe layık olmak için nasıl bir duruşun sahibi olmak gerekiyor?

12 Eylül öncesi süreçle günümüz arasında çeşitli paralellikler kurmak mümkün. O gün ideolojik olarak kendisine çok büyük bir özgüveni olan ama örgütsel, siyasal ve askeri olarak rüştünü ispatlaması gereken bir Apocu hareket vardı. Kendine Kürdistan devrimcileri demeye ancak 1979’da başlamış bir harekettir. Biz Haki Karer arkadaşın intikamının alındığı, eylemin üslenildiği bildiriyle Kürdistan Devrimcileri ismini takmayı cesaret edebildik. Günümüzde de Önder Apo’nun yaptığı değerlendirmelere dönüp baktığımızda; Haki arkadaşın şehadetine verilen cevap olarak PKK doğdu. Şimdi günümüzde de tüm Ortadoğu’da '3. Dünya Savaşı' yaşanıyor. Ortadoğu halkları sapkınlaştırılmış, mezhepsel özünden uzaklaştırılmış, kültürel deneyiminden uzaklaştırılmış, küresel sermayenin ve hegemon güçlerin ve bölgesel hegemon güçlerin işlerini kolaylaştıran bir kan denizinin içinde boğulma durumudur. Kürdistan’da Amed zindanında o ağır baskı koşullarında var oluş, yaşama hakkını kazanmak için büyük ölüm orucunu yürüten Apocu hareket ya da 14 Temmuz direnişçileri, bize bu geleneği bıraktılar. Ortadoğu’nun bugünkü '3. Dünya Savaşı'nın' merkezi olan, ağır baskılar altında hamle yaparak en zor koşullarda bile çıkışların yol ve yöntemlerini üretiyor, Apocu hareket. Günümüz koşullarında 14 Temmuz’un bize yüklediği görevlerin ağırlığı kadar bize sunduğu çok büyük güç de var. Zaferi defalarca kazandırmış ideolojik güç, Apocu militan kişilik ve duruş, bunlar defalarca pratikte ateş, barut ve kanla sınanmış ve her sınamada da zaferle çıkmış bu büyük gücü bize bahşetmiş bulunuyor. O yolda yürüyen, pratikleştiren ve o yolu açan bir konumda olmamız gerekiyor. DAİŞ şahsında Ortadoğu’daki saptırılmış dinsel, mezhepsel gericiliğe küresel sermayenin ve hegemonyanın argümanlarıyla yoğrulmuş ve hizmetine koşturulmuş çetelere karşı, Ortadoğu halklarının tarihsel, toplumsal ve kültürel özüne uygun mücadele yöntemleri gerçekleştiren bir hareketin üyeleri olarak önümüzde duran acil yerine getirilmesi gereken görevler var. Kuzey Suriye Federasyonu'ndaki somutlaşan Rojava Devrimi'ni kalıcılaştırmak, Bakurê Kürdistan devrimini geliştirip güçlendirmek ve zafere ulaştırmak, Anadolu ve Mezopotamya halklarının birliği sahsında Ortadoğu halklarının birliğini sağlayarak, 'Ortadoğu Demokratik Federasyonu’na giden yolu bedeli ne kadar ağır olursa olsun, bu ağır görevi onurla taşıyıp zafere kavuşturmaktır. Önder Apo’yu özgürleştirmenin yolu da buradan geçer. Önder Apo defalarca söyledi; ‘Benim özgürlüğümü istiyorsanız o zaman devrimi gerçekleştirin, o zaman ben de özgür olurum.'

14 Temmuz’un günümüz koşullarında, günümüz dünya ve Ortadoğu koşullarında bize yüklediği görev, devrimi süreklileştirmek ve kalıcılaştırmaktır. Devrimi güvenceye almanın yolu, yaymaktır. Eldekini korumak, korumak değil, yozlaştırmaktır. Korumanın yolu onu büyütmekten geçer. Devrim, insanlık sevgisi yani kendi rengiyle, kendi kültürel, etnik, mezhepsel, inançsal kimlikleriyle gönüllü ortak yaşamıyla paylaştıkça büyüyen, insanlığı güçlendiren temel paradigmal yolumuz oluyor. Bize düşen 14 Temmuz direnişinin bizim önümüze koyduğu görev budur, bunu gerçekleştirmektir. 14 Temmuz’a layık olmak da bunu gerçekleştirmekten geçiyor. Bunun yolu günübirlik değil; yaşamın her anı ve alanında neferi olmaktan geçiyor. 14 Temmuz’a, onun büyük şehitlerine ve onların temsil ettiği büyük direniş geleneğine ve günümüzde de Kürdistan’ın dört parçasında, Anadolu’da ve Mezopotamya’da, yeni şahadetlerle devrim selinin büyütülmesini sağlayan bu hareketin bir neferi olmaktan onur duymak, gurur duymak, ama onu büyüten bir militanı olmak bize düşen temel görevdir.