Duran Kalkan: Gençlik binler halinde gerillaya koşmalı!

'Hiç kimse bu yalan ve dolanlarına inanmasın. AKP hükümeti tarihinin en zayıf dönemini yaşıyor. TC devleti de Kürtlere karşı en zayıf dönemindedir. Gerilla ise en yüksek performansı gösteriyor.'

AKP’nin iktidarını psikolojik savaş ve yalan üzerinden sürdürdüğünü ifade eden PKK YK üyesi Duran Kalkan, basında abartılarak servis edilen Lice operasyonun da “fiyaskoyla” sonuçlandığını söyledi.

“PKK’yi Yendik! Gerillayı bitiriyoruz!” vb. açıklamalarla Türkiye kamuoyunun aldatıldığına dikkat çeken Kalkan, “Hiç kimse bu yalana inanmasın. AKP hükümeti tarihinin en zayıf dönemini yaşıyor” dedi. Erdoğan’ın Milli Görüş çizgisine ihanet ederek iktidar gücünü ele geçirdiğini hatırlatan Kalkan, “Erdoğan, Erbakan’ı arkadan hançerleyerek başladı ve bunu bir sanat edindi. İnsanları kullanıp attı. En yakınındakileri sattı, bugün yanında olanları da yarın satar. DAİŞ’i de istediği gibi kullanıyor. Bir olasılık olarak DAİŞ’i de satabilir, ama henüz satmış değildir” diye konuştu. Son haftalarda gerillaya yoğun katılımı da değerlendiren Kalkan, şu çağrıyı da yaptı: “Gerilla gericilikten hesap sormanın kılıcıdır. Gençlik binler halinde gerillaya koşmalıdır. Böyle bir dönemde yurtseverlik ve devrimciliğin ölçütü budur.”

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan gündemdeki gelişmelere ilişkin MED NÛÇE’ye önemli değerlendirmelerde bulundu. Politik Alan programında gazeteci Ersin Çelik’in sorularını yanıtlayan Kalkan’ın yaptığı değerlendirmelerden bir bölümü ise şöyle;

14 Temmuz 1982’de Amed Zindanında başlatılan ölüm orucu direnişinin 34. yıl dönümündeyiz. Hareketiniz de ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan da sürekli bu direnişe atıfta bulunuyor. 14 Temmuz direnişini aradan geçen zamana rağmen bu kadar tartışılır ve canlı kılan nedir? Bunu nasıl tarif ediyorsunuz?

Öncelikle 14 Temmuz büyük ölüm orucu şehitlerimiz Kemal Pir, Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek yoldaşlar şahsında bütün özgürlük şehitlerimizi saygı ve minnet ile anıyorum. 34 yıldır amaçlarını başarma, anılarını yaşatma çabamızı sürdürdük. Hareket ve halk olarak ne mutlu bize ki bu büyük kahramanların izinden sapmadık, amaçlarını amacımız bildik. O çizgiyi büyük bir kararlılık ile uygulamaya çalıştık.

34 yıllık mücadele içerisinde büyük bir doğuş ve diriliş gerçekleşti. PKK, bir fedai partisi olarak bu direniş temelinde var oldu. Gerilla bu direniş temelinde Kürt halkının varlığını ve özgürlüğünü savunan, buna kasteden herkesten tarihi olarak hesap soran bir yargıç haline geldi. Demokratik toplum gerçekliği açığa çıktı. 34 yıllık tüm gelişmelerin temelinde de Mazlumların, Ferhatların, Kemal ve Hayrilerin kahramanlık direnişi var.

14 Temmuz direnişinin neden hala bu kadar canlı ve etkisinin azalmadığını anlamak için şuna bakmak gerekir. Bugün Kürdistan’da PKK var da neden başka parti-örgüt yoktur? 1982 ve öncesinde başka parti ve örgütler vardı. Cezaevine giren de sadece PKK değildi, çok sayıda Kürt örgütü ve Türkiyeli örgütler vardı. Peki, onlar neden şimdi bu kadar tartışılmıyor? Kürdistan, Ortadoğu ve Dünya’da etkileri neden yok? Bunun en büyük nedeni PKK’nin büyük zindan direnişidir.

PKK zindanda kahramanca direndi. Partiyi parti yapan bu oldu ve PKK’yi 34 yıldır geliştiren de budur. Zindanda direnmeyenler ise yok oldular.

14 Temmuz, erdem ve iradenin en üst düzeyde gerçekleşmesini ifade ediyor. İki ayın her gününde, her saniyesinde hücrelerin lime lime erimesine karşı özgürlük amacı ve iradesi ile direnmek, hücrelerin tek tek ölümünü özgürlük bilinci ile yönlendirmektir. Bu ne büyük bir inanç, bu ne büyük bir irade, bu ne büyük bir cesaret ve fedakarlıktır.

14 Temmuz direnişi, her zaman her yer ve koşulda direnilebileceğinin, kazanılabileceğinin kanıtıdır. Mücadele etmek ve kazanmak için maddi imkan vb. gerekmiyor. Bilinç ve irade gerekiyor. 14 Temmuz ölüm orucu ve zindan direnişi bilincin ve iradenin zaferidir. Bilinç ve irade de insana özgüdür.

Önder Apo, “ne ararsan ara, çaresini kendinde bul” dedi. 14 Temmuz çizgisi de çareyi kendinde bulma çizgisidir. Kürdistan devriminin esas çizgisi de her şeyi kendinden yaratma çizgisidir. Kendi özgücüne güvenme, zaferi kendi bilincin ve iradenle yaratma çizgisidir. Kendi özgücüne güven, bilinç ve irade ile o gücü harekete geçir; o zaman her türlü mücadeleyi yürütür ve düşmanı her biçimde yenilgiye uğratırsın.

İşte 14 Temmuz büyük ölüm orucu bütün bunları kanıtladı. Öyle bir sonuç ortaya çıkardı ki, kendi mührünü vurdu. Sorgulamasız, tartışmasız ve yorumsuz bir şekilde kendi gerçekliğini ortaya koydu. Biz, 14 Temmuz’un kazandığı ideolojik zaferi de kesinlikle askeri, siyasi ve örgütsel zafere dönüştüreceğiz. Hiçbir güç bu zaferin kazanılmasını engelleyemeyecek.

Medya Savunma Alanlarında gazetecilik yapan kişiler olarak bugünlerde tanıklık ettiğimiz şeylerden biri de son birkaç hafta içinde dört parça Kürdistan’dan gerillaya yoğun katılımın olduğunu görüyoruz. Konuştuklarımızın içinde dikkat çekici şekilde Kemal, Mazlum, Akif vb. kod isimlerini almış olanlar da var. Kürt gençlerinin bu dönemde gerillaya yoğun katılımı ne ifade ediyor? Katılacak olanlar açısından ise ne söylenebilir?

Evet bu durum çok önemli. 14 Temmuz, Kürdün var olma ve özgür yaşama kararlılığıydı. Kemal Pir, “Biz yaşamı uğrunda ölecek kadar seviyoruz” dedi. Böylece büyük bir yaşam direnişi, iradesi ve çağrısı oldu. Önder Apo o zaman zindan direnişini “ölümden yaşama yürümenin köprüsü” olarak değerlendirdi ve halka çağrı yaptı: “Bu sağlam köprüden geçin, özgürlük mücadelesine yürüyün ve kazanın” dedi. Gerçekten de 34 yıldır halk bu köprüden yürüyor.

14 Temmuz direnişi bir çağrıydı. 14 Temmuz direnişinin kararı verilip, mahkemeden cezaevine dönülünce Kemal Pir, “kimse engel olmasın! Bu bir çağrıdır ve direniş herkese açıktır. Katılmak isteyeni kimse engelleyemez” diyor. 14 Temmuz direnişçiliği bu temelde bir var olma ve özgür yaşama çağrısıydı. Genci, kadını, çocuğu ve yaşlısı ile Kürt toplumu yediden yetmişe bu çağrıya olumlu cevap verdi.

Bu çağrı halen de devam ediyor. Hayri Durmuş ve Kemal Pirlerin çağrısı bugün daha güçlüdür. Bütün gençliğe çağrıdır. O zaman zindandaki zulme karşı çağrı yapılmıştı. Şimdi AKP bütün Kürdistan’ı Diyarbakır zindanına dönüştürmüş durumda. Ha 1982’de Diyarbakır zindanında yaşananlar, ha 2015-16’da Cizre, Sur, Gever, Şırnak, Nusaybin ve Lice’de yaşananlar, fark yoktur. Dolayısıyla 14 Temmuz direnişi 12 Eylül faşist rejimine karşı direnmeye çağrısıydıysa; şimdi de bütün Kürdistan zindan haline getirildiğine göre, bu çağrı burada yaşayan bütün toplumadır.

Kürt gençliği 14 Temmuz büyük ölüm orucunu kendisine dönük bir çağrı olarak ele almalı ve bunu da başta gerilla olmak üzere her alanda mücadeleye katılarak göstermelidir. Her türlü katılım değerlidir; lisede, üniversitede, sokakta, iş yerinde katılabilirler. Miting, protesto yapabilir, eğitim ve örgütlenme yapılabilir. Ama hepsinin üstünde gerilla var. Gerilla özgürlük çizgisinin kılıcıdır. Gericilikten hesap sormanın kılıcıdır. Gerilla bütün direnişlerin öncüsüdür. Gerilla olmaz ise diğerlerinin hiçbirisi olmaz. O bakımdan da 14 Temmuz gerillaya katılma çağrısıdır. Gerillaya katılma gücü ve iradesi olan herkes bu çağrıyı gerillaya katılım olarak algılamalı ve gerillaya koşmalıdır.

Özellikle içinde bulunduğumuz süreçte dört parça Kürdistan’da savaşın olduğu, Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılmaya çalışıldığı, bunun içinde Kürt varlığının ve özgürlüğünün nasıl olacağının en çok tartışma konusu haline geldiği; umut, imkan ve fırsatların olduğu kadar ciddi risk ve tehlikelerin olduğu bir ortamda gerillaya koşarak, gerillayı güçlendirerek bu ortamda Kürt varlığını ve özgürlüğünü garantilemek gerekmektedir. Bu garantilemeyi de ancak gerilla, savunma gücü ile olabilir. Gerilla ne kadar büyük olursa, Kürdün demokratik ve özgür geleceği de o kadar garantide olur.

Bu nedenle bugün başka tartışmalar ve yaklaşımlar içerisinde olmamak gerekir. Binler, on binler, hatta yüzbinler halinde militanlaşmak, askerileşmek, gerillaya koşmak, kendini savaşan halk gerçekliği haline getirerek savunmak gerekiyor. 90 yıl önce 1. Dünya Savaşı ortamında Kürtler böyle olamadılar. Katliamlar yaşadılar.

Bu arada hatırlatmak gerekirse, Zilan katliamının da yıldönümü. Zilan’da 15 bin Kürt katledilmişti...

Evet, Zilan şehitlerini de saygı ve minnet ile anıyorum. İşte o zaman Kürtler örgütlü olamadılar, irade gösteremediler. İmkan ve fırsatları kaybettiler. Dünya yeniden yapılandırıldı, ama Kürde yokluk, katliam ve soykırım çıktı. Neden? Çünkü kendi kendini savunamadı.

Hiç kimse başkasından beklememeli. Oradan buradan isteyerek bir şey elde edilmez. Öz gücümüz ile bilinçlenerek, örgütlenerek ve mücadele ederek kazanabiliriz. Böyle bir ortamda ne kadar bilinçli ve örgütlü olursak varlığımızı ve özgür geleceğimizi o kadar garanti altına almış oluruz. Bilinç ve örgüt de gerilla demektir.

Zalim bir dünyadayız. Erdoğan her gün “sizi şöyle yok edeceğim” diye bağırmaktadır. Durum bu kadar açıktır. Eskiden bu kadar açık söylenemiyordu. İşte bizim ‘insan haklarına saygılı dünya’ gıkını çıkaramıyor. Demek ki öyle bir dünya yoktur. Eğer biz güç olur, bilinçli ve örgütlü olursak öyle bir dünya var olur. Kendi öz gücümüz ile mücadele edip kazanırsak, herkes saygı duyar. Örneğin Kürt gençliği DAİŞ’e karşı kahramanca savaştı; tüm dünya buna ilgi duydu. Kürt olmasından kaynaklı mı tanıdı, hayır. DAİŞ’e karşı savaşan özgürlük militanları, özgür kişiler olarak tanıdı. Senin varlığını gördü.

Bunun için de kimseden bir şey beklememek ve istememek gerekiyor. Özgüç, cesaret, fedakarlık yarattı. Kendi gücüyle mücadele etme ve kazanma ruhunu ve iradesini ortaya çıkardı. O halde Önderlik gerçekliğini doğru anlayalım. Önderlik çizgisini ruh, bilinç, davranış ve eylem olarak doğru yaşayalım ve yaşatalım. Bunun da yolu direnmektir, direnme için kendi eğitmek, bilinçlendirmek ve örgütlemektir. Yani kendini savunacak büyük bir güç haline getirmektir.

Bu temelde gençliği, her zamankinden daha fazla gerillaya katılmaya çağırıyorum. Öyle birer ikişer de değil, toplu olarak katılmalıdırlar. Yurtsever, devrimci gençlik böyle olur. Böyle bir dönemde yurtseverlik ve devrimciliğin ölçütü budur.

Düşman zalimdir; vuruyor, katlediyor. Kışın, “Cizre ve Sur’da hendek var, onun için vuruyorlar” diyorlardı. Ama Lice’de hendek yok, yine vuruyor! Direnmeyeni daha fazla vururlar. Yani o saldırılar ve katliamlar direnildiği için değil, az direnildiği, yeterince hazır olunmadığı ve herkes birlikte direnmediği için oldu. Herkes direnişe katılsa, örgütlense ve hep birlikte direnilse hiçbir şey yapamazlar. Kazanmanın ve başarmanın yolu budur. O halde gençlik bu gerçekliği görmeli ve daha fazla direniş cephesinde yer almalıdır.

Geride bıraktığımız iki ay içerisinde HPG ve YJA STAR gerillalarının direnişinin etkisinin ve kapsamının arttığını görüyoruz. Gerilla birçok yerde, aynı bölgede birçok noktada eylem yapıyor. Türk ordusunun ise hava desteği ve zırhlı araçları olmadan operasyon yapamadığını gördük. Son olarak Lice’de 24 tabur asker ile operasyon yapıldı. Ama başarısız şekilde bittiği anlaşılıyor. Gerillanın bu döneme kadarki performansını nasıl değerlendiriyorsunuz? Diğeri ise, önümüzdeki dönemde bu direnişte bir artış olmasını beklemek gerekiyor mu?

Evet, öncelikle Lice operasyonu bir fiyaskoydu. Bize gelen bütün bilgiler de bunu kanıtlıyor. Bu sayı ile böyle bir operasyon yapmaları ve düştükleri durum gerçekten de bir fiyaskodur.

24 tabur asker Lice’nin nüfusu kadar...

Daha da fazladır, Lice’de o kadar nüfus da yoktur. O kadar propaganda yaptılar. Dışardan bakıldığında, AKP taş üstünde taş bırakmıyor, Kürdistan’ın dağını taşını düzlüyor! Böyle bir şey yoktur. Bütün bunların hepsi yalandır, psikolojik savaş kapsamındadır. Kürt halkını korkutup ürkütmeye, iradesini kırmaya dönüktür. Dış kamuoyunu da aldatmaya dönüktür. “Kürtlerin herhangi bir gücü ve iradesi yok Kürtlerle ilişkilenirsen kazanamazsın, onun için benim ile ilişkilen” demeye getiriyorlar. Gerçek ise öyle değildir.

Gerilla koşullar el verince büyük eylemliklere girişti. Birçok alanda eylemler oldu. Yani önemli bir eylem performansı var. Mayıstan itibaren gelişiyor ve şimdi önemli bir düzeye ulaşmış durumdadır. Fakat geliştirilmesi gereken yanları kesinlikle vardır. Eylem çizgisini zengin ve yaratıcı kılınması gerekiyor. Faşist sömürgeci saldırganlığı yıkacak, yenilgiye uğratacak bir düzeye ulaşması lazımdır. Bu potansiyeli de var. Henüz bu düzeye de ulaşmış değil...

Var olan çatışmanın ve sonuçlarının özenle basından gizlenmesini neye bağlıyorsunuz?

Evet, Erdoğan’ın basından neden bu kadar korktuğu şimdi açığa çıkıyor. Niye bu kadar basın savaşı verdiği, Doğan grubunu bastırmak için neden bu kadar saldırdığı, Paralelci dediklerinin propaganda düzeylerini düşürmek için neden bu kadar saldırı yürüttüğü, daha önemlisi de özgür basına neden bu kadar saldırdığı şimdi daha iyi anlaşılıyor: Gerçekler açığa çıkmasın diye.

AKP, iktidarını psikolojik savaş ve yalan üzerine kuruyor. Gerçekler açığa çıkarsa maske düşüyor, kel görünüyor. Onun için kendi dışında herhangi bir ses kalmasını istemiyor. Özgür Gündem ile dayanışıyorlar diye insanları tutukladılar.

Gazetecilik yapıyorlar, beğenirsin beğenmezsin. Gazeteciyi herkes beğenmek zorunda değildir. Gazeteci herkesin beğenisine göre olmak zorunda değildir, gerçeğe göre olmak zorundadır. Gerçeğini, doğrusunu yap; gazeteci de gerçek ve doğrularını yazsın. O zaman beğenirsin. Ama sen kötü yaparsan, o da kötü yazar. Senin aynandır. Yaptıklarını yazmasından neden rahatsız oluyorsun, neden küplere biniyorsun, neden kapatıp engelliyorsun? Masken düşüyor, kirin pasın görünüyor diye korkuyorsun. Yaran var ki gocunuyorsun.

Gerçekler çok fazla gizleniyor. Öyle ki, hiç yokmuşuz gibi davranıyorlar: “Yendik! Lice’de ve kırda da bitiriyoruz!” diyorlar. Hiç alakası yoktur. Hiç kimse bu yalan ve dolanlarına inanmasın. AKP hükümeti tarihinin en zayıf dönemini yaşıyor. TC devleti de Kürtlere karşı en zayıf dönemindedir. Gerilla ise en yüksek performansı gösteriyor. Gerilla 3-5 sene öncesine kadar sadece Kuzey Kürdistan’da savaşan bir güçtü, şimdi dört parça Kürdistan’da savaşıyor ve Ortadoğu halklarının özgürlük ve demokrasi umudu haline geldi. Öyle “bitiriyoruz, geriletiyoruz” diyerek insanları aldatmak mümkün değildir.

Bize ulaşan bilgilere göre Lice operasyonu da fiyaskodur. 15 gün uğraştılar, hava ve karadan en ağır tekniği kullandılar. Onlar 30 kayıp verdiler. Bizim sonuç olarak yedi şehidimiz var, iki de esir var. 3-4 tane yeni katılmak isteyen genci tutuklamışlar. “Siz gerillasınız” diye sivil insanları sorguluyorlar. Zaten onlara göre her Kürt genci potansiyel gerilla adayıdır. Yani bu kadar saldırıdan sonra bu sonuç gerçekten fiyaskodur.

“PKK, HPG gizliyor” diyebilirler. Ama onların bilançosu da ortadadır. Basından da onu duyduk: “12 kişi öldürdük” dediler. Zaten kendi kayıplarını da gizliyorlar. Onların açıkladığı gibi bile olsa, öyle büyük bir operasyondan böyle bir sonuç almışlarsa fiyaskodur. Bu da gerillanın başarısını gösteriyor.

Zaten bu devlet 93 yıldır Lice’ye operasyon yapıyor. 1924’de başladılar, bugüne kadar devam ediyor. Lice’de saldırısız gün yok ki. Anlamadım, Erdoğan ne ile övünüyor? “90 yıldır yapılan saldırı ve katliamları devam ettiriyorum” diyerek mi övünecek? Eğer bir övünç olacaksa, “beni yıkamadınız” diyebilir. Onun dışında ortada herhangi başarısı kesinlikle yoktur. Lice’nin insanları 90 yıldır direniyorlar. Lice’nin kadınlarını gördünüz. “Sonuna kadar direneceğiz, ne olursa olsun topraklarımızı terk etmeyeceğiz” dediler.

Operasyonda sivil halktan yaşamını yitirenler de oldu...

Evet, serhildana kalktılar. Bu ruh büyük bir ruhtur. Lice gerillasını da halkını da selamlıyorum. Büyük bir direniş gösterdiler, bence daha fazlasını da yapabilirler. Düşman vuruyor, saldırıyor diye acı duyabiliriz, ama hayıflanmamalıyız. Düşman düşmanlığını yapıyor. Biz de devrimciyiz, yurtseveriz; devrimciliğimizi ve yurtseverliğimizi yapacağız. Onun için sonuna kadar kendilerine güvensinler. 90 yıldır soykırımı engellediler, şimdi yıkabilirler. Öyle bir duruma gelinmiştir. Direniş büyütülürse, zafer yaşanacaktır.

Direnişin diğer bir alanı da demokratik siyaset alanı. Kürdistan’da belediyeler de AKP’nin hedefinde. DBP’li belediyelere “kayyum” adı altında el konulması gündemde. Sizce atanan bir devlet memuru Kürdistan’da bir belediye yönetebilir mi? Bu durum nasıl sonuçlara yol açar?

Şimdi biri Erdoğan’ı görevinden alıp, yerine bir Cumhurbaşkanı atarsa ne olur? O sisteme ne denir? Çünkü Erdoğan seçilmiş olmasıyla övünüyor. Peki neden seçilmişleri görevden alıyor ve yerine atama yapıyor? Sadece seçilmiş olan AKP’liler ve Erdoğan mıdır? DBP’nin eşbaşkanları, encümenleri seçim ile gelmediler mi? Hem de ne kadar oy aldılar. Çoğu yüzde 70-80-90’lar ile seçildi. O kadar oy ile seçilmişleri görevden atıp tutuklamak, onlara oy veren herkesi tutuklamak demektir.

Bir diğeri ise belediyelere saldırı yeni başlamıyor. Aslında bu yeterince teşhir edilemedi, kamuoyu oluşturulamadı. Bir yılı aşkın süredir belediye Eşbaşkanlarına, encümenlerine yönelik operasyonlar var. DBP’li belediye Eşbaşkanlarının yarısı ya görevden alınmış ya da tutuklanmış. Geriye kalanını da görevden almak ve yerlerine kayyum atamak istiyorlar.

Bununla “Kürt halkının iradesi, seçimi diye bir şey yoktur. Her şey benim elimde olacak” deniliyor. Zaten öz yönetim direnişleri de bunun için gelişti. Ahmet Davutoğlu, Ankara’da meydan okudu, “her şey benim istediğim gibi olacak” dedi. Cizre, Sur ve Gever’de halkın oluşturduğu meclisler de “Hayır, bizim de bir irademiz var” dediler. Demokratik öz yönetim direnişleri de bunun için gelişti. Şimdi aynı şeyi belediyeler üzerinde somutlaştırıyorlar.

Belediyelere dönük saldırı, Kürt halkının iradesine, Kürt sorununun çözümüne dönük saldırıdır. O halde bu saldırılara karşı sonuna kadar direnme olmalıdır. Halk iradesine sahip çıkmalıdır. Belediye yönetimlerini halk seçti ve ancak halk yargılayıp görevden alabilir. Belediyelerin de halkla bu temelde bütünleşmesi gerekiyor.

Eşbaşkanlara seçimlerde halk görev verdi. Halk o görevden almadan, görevi bırakamazlar. Bırakırlarsa halkın verdiği oyu boşa çıkarmış olurlar. Halk da irade olarak seçtiği gücü yalnız bırakmamalıdır. Elbirliği etmeliler ve sonuna kadar görevlerine sahip çıkmalıdırlar.

Ordu ve polis bir binayı işgal edebilir, ama belediye başkanı her yerde belediye başkanıdır. Halkın her evi, her sokak belediyedir. Yerel yönetim demek, halkın kendisi demektir. Bu her yerde yapılabilir. Halk belediye başkanı diye atanan hiçbir kayyumu dinlememeli, onlar ile hiçbir işini yapmamalıdır.

Bir de açık söyleyelim; eğer seçilmişler bu şekilde görevden alınıp cezaevine koyulursa, birileri de gelip “ben kayyumum” deyip, belediyelerin başına geçerse, o da bilsin ki savunma güçlerinin hedefidir. Onların belediye başkanlığı yapmalarına, o imkanları kullanmalarına izin vermeyiz. Asla kayyum ile belediyelere el koymaya izin vermeyeceğiz. Kim onu kabul ederse, halkın, gerillanın, öz savunmanın hedefidir. Bilsin ki, bu iş ciddidir. Kimse devletin memurluğu ile halkın iradesini kıramaz. Hiç kimse böyle bir konuma gelmemeli. Halk ve hareket olarak biz bu cevabı verebilecek güçteyiz. Bu bakımdan herkes dikkatli olsun, yanlış hesap yapmasın. Eğer halkın iradesine karşı hareket ederlerse, halkın iradesi onu boğar.

AKP’nin, Kürdistan’ın demografik yapısını değiştirmeye dönük politikalarını daha önce tartışmıştık. Yeni bir gelişme olarak Erdoğan’ın Kilis’te yaptığı bir açıklama vardı. “Suriyeli mültecilere vatandaşlık verebiliriz” dedi. Buna paralel olarak Kürdistan’da mülteci kamplarının inşası da devam ediyor. Siz bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cumhurbaşkanının kendisi zaten mültecidir, bu vatana bir yerlerden göçüp gelmiş. Öyle herkes her yere göçebilir, göçtüğü yerde toprak sahibi olur sanıyor. Ama bu dünya böyle değildir. Kürdistan da sahipsiz değildir. Bu durum gerçekten büyük bir tehlikedir. Erdoğan hiç kimsenin yapmadığını yapıyor. İnsanların yaşamı ile oynuyor, onların üzerinden pazarlık yapıyor. Erdoğan 5 yıldır Suriye savaşına böyle baktı, iki yıldır mülteci pazarlığı yapıyor. Kapıları açtı ve o kadar insanı da pazarlamak için zorla getirdi.

Bu bir köle ticaretidir. AKP uygulamaları, kölecilik uygulamalarıdır. Onlara mülteci değil, köle demek lazım. Görüşmeler ile onların nasıl satılacağının pazarlığı yapılıyor. Avrupa’yı onunla tehdit etti: “Hepsini istediğim gibi kullanırım; istediğimi vatandaş yaparım, oyunu kullanırım. İstediğimi falan yere yerleştiririm, Kürdü çıkarırım, onları yerine yerleştiririm” diyor.

Bu politikanın uygulanabilmesini bir tarafa bırakalım, politikanın kendisi vahşi bir politikadır. İnsana böyle yaklaşım olmamalı. Burada insan sevgisi yok, toplumu para gibi, alınıp satılan bir nesne gibi görme var. Erdoğan’ın insan ve toplum zihniyeti çok tehlikelidir. Ne yaratan sevgisi, ne de yaradan sevgisi vardır. Hepsi yalandır.

Avrupa başta bunu anlayıp tavır geliştiremedi. Yine Suriye toplumları aldatıldı ve sağa sola sürüldüler...

Tam da burada PKK’nin Suriyeli mültecilere bir çağrısı var mı, nasıl değerlendiriyor ve çözüm olarak ne öneriyor?

Öncelikle şunu söyleyeyim. AKP’nin Kürdistan’ın demografi değiştirmesini kabul edemeyiz. Herkes bunu bilsin ki, kimse AKP’nin eliyle gelip Kürdistan’a yerleşip mülk sahibi olacağını sanmasın. Kürdistan sahipsiz değildir. Buna karşı mücadele edilir. Kürtleri başka halklarla çatıştırmak istiyorlar. Bu oyuna kimse gelmesin. Bu, herkes için tehlikelidir. Biz halkların iç içe yaşamasından rahatsızlık duyan bir hareket değiliz. Demokratik Konfederalizm ve demokratik ulus çizgisini savunuyoruz.

Tarih boyunca Kürtler hep komşu halklarla hep iç içe yaşadılar. Hiçbir halkla çatışmaya girmedi. PKK de halkların iç içe yaşamasına ‘evet’ diyor ama bir özel savaş sistemi olarak gelip Kürdün yakılıp yıkılmış toprağı üzerine bina kurmak ve “burası benimdir” demek olmaz. Buna kimse göz yumamaz. Buna karşı mücadele ederiz. Hiçbir toplum kesimi böyle bir oyuna alet olmasın. Ama Kürtlerle ilişki kursun komşu olsunlar. O zaman Kürtler her türlü desteği verir. Varsa bir parça ekmekleri onu da bölüşürler.

Türkiye’deki Suriyeli mültecilere ayrıca şunu söyleyebilirim: Evet, Suriye’de savaş var. AKP’nin Suriye’de rejimine ve Suriye halklarına dönük farklı yöntemlerle birçok saldırı oldu. Şimdi Esad’ın Erdoğan ile görüştüğü söyleniyor. Suriye toplumu çok ezildi, hakarete uğradı. Bunu görüyor ve anlıyoruz. Fakat iradeli ve örgütlü olmalılar. Mültecileşmek, gittiği yeri kendi yurdu gibi görmek yanlıştır.

Kendilerini bu kadar siyasete alet etmemelidirler. Evet, saldırılar ve kendini savunma ihtiyaçları var. Ama kendilerini de AKP’nin çıkarlarının aracı kılmasınlar. Kendilerini köle haline getirmelerine izin vermemelidirler.

Sizin ‘kölecilik’ olarak tanımladığınız AKP politikasına karşı Suriyeli mültecilerin de karşı çıkması beklenemez mi?

Evet, öyle de olmalıdır. AKP’ye karşı çıksınlar. Arap toplumu bilinçlidir, toplumsallıkları güçlüdür, kabile ve aşiretleri var. Birbirine sahip çıkan bir toplumdur. Bu özelliklerini, böylesi bir ortamda da daha net olarak göstersinler. Bu şekilde davranırlarsa, kendilerini basit çıkarların aleti olmaktan çıkarmış olurlar. Özgür olmak ve doğru yaşamakta böyle olur.

Türkiye’nin katil ve terörist dediği, kötü sıfatlar ile andığı, hatta düşman ilan ettiği devletlerle şimdi yeniden ilişki geliştirmeye çalışıyor. Bunun adına da “normalleşme” denildi. Örneğin Rusya ve İsrail’le yapılan görüşme ve anlaşmalar “diplomaside büyük başarı” olarak lanse ediliyor. Gerçekten ortada AKP açısından bir başarı var mı?

Bu siyaset normalleşme ise, önceki neydi? Bu Erdoğan’ın siyaseti değil miydi? O zaman şimdiye kadar Erdoğan normal birisi değildi, anormaldi! Bundan önceki anormal görülmez ise, şimdikine de normalleşme diyemeyiz. Bu tükürdüğünü yalamaktır. Kıvrım kıvrım olmaktır. Güç karşısında diz çökmektir.

Erdoğan’ı değerlendirirken, Kenan Evren’i anmak lazım. Çünkü birbirlerine çok benziyorlar. Evren meydanlara çıkıyor, “değerli yurttaşlarım, sadece siyasetçiler mi bu ülkeyi yönetir? Görüyor musunuz, ben hepsinden iyi yönetiyorum” diyordu. Yönetimi öyle sanıyordu. Erdoğan da öyle sanıyor ve o şekilde yönetmeye çalışıyor. Bu bir komplekstir. Bir ego, iktidar düşkünlüğüdür. Böyleleri güce taparlar, güç karşısında diz çökerler, gücü ele geçirirlerse de en zalim diktatör olurlar.

Necmettin Erbakan çizgisi vardı. Bir şeyler yapmak istiyordu. Erdoğan kendi iktidarı ve hırsı için o çizgiyi tasfiye etti. “Çizgiyi Erdoğan yarattı, lider odur” diyorlar. Bu yalandır, lider Erbakan’dı. Erdoğan ihanet ederek, arkadan hançerleyerek gücü ele geçirdi. Oradan başladı ve ondan sonra bunu bir sanat edindi. İnsanları kullanıp attı, siyaset olarak bunu belledi. Ama şimdi gördü ki işler böyle yürümüyor. Anormallik buydu.

Kendine göre herkesi kullanıp atarım, ezerim geçerim diyor. Bunu kimse bilmez, anlamaz, bana karşı çıkamaz, istediğimi yaparım diyordu...

“Gerekirse bir daha Rus uçağını vururuz” diyordu, şimdi ise “İncirlik Üssünü Ruslara açabiliriz” diyorlar...

İşte öyle bir noktaya geldiler. Hani “dünyayı yakarım, yıkarım” diyorlardı. Bu dünya insanlara tükürdüğünü yalatıyor. Erdoğan’ın güvenilir hiçbir şeyi kalmadı, ne söylediği belli değildir. Bir gün böyle, diğer gün bir başkadır. O zaman yarın da ne yapacağı belli değil, her türlü değişikliğe girebilir. Herkesi sattı, bugün yanında olanları da yarın satar.

Bu normalleşme denilen politika, aslında Ergenekoncu politikaya teslim olmaktır. Yani 93 yıllık TC’nin en eski politikasını esas almaktır. Gelinen nokta eskiye dönüştür. Ordu ve Ergenekoncularla, 2007’de Yaşar Büyükanıt ile Dolmabahçe’de yaptığına benzer ve daha büyük bir antlaşma vardır. Antlaşmaya göre Erdoğan, 90 yıldır süren geleneksel ‘Kürdü inkar eden ve imha etmeye çalışan politikayı kabul etti. Dolayısıyla Kürt siyasetini orduya, Özel Harp Dairesine teslim etti. Ordu da Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olarak kalmasını kabul etti.

Bu politikaların herhangi bir yeniliği yoktur ve bu politikaların AKP ile herhangi bir ilişkisi de yoktur. Yüzde yüz MHP ve CHP politikalarıdır. Erbakan çizgisi bunlara karşıydı. Şimdi hepsi bir yana itildi, MHP-CHP politikalarına girildi. AKP’den geriye bir şey kalmadı. Erdoğan’ın yaşadığı tümüyle kendini inkardır.

Bir de bu politikalar 93 yıldır nasıl bir sonuç yaratmış ise, şimdi de o sonucu yaratır.

Peki bu politikalar Erdoğan’ı kurtarabilir mi?

Ne Erdoğan’ı ne de başkasını kurtarabilir. Erdoğan ve AKP bunlara karşı çıkarak oy alıp iktidar oldu. MHP ve CHP zaten işleri doğru yapsaydı, AKP’ye gerek kalmazdı. Şimdi AKP tekrardan o politikalara yöneliyor, birçok parti bu politikaları yürütemezken şimdi Erdoğan nasıl yürütecek. Sonuçta aynı duruma düşecektir. AKP’liler bu durumu görmeliler. Bu, geleneksel faşist soykırım politikasıdır.

İsrail’in onları kucaklayacağını sanıyorlar. Erdoğan tüccarsa, ticaretin merkezi de Yahudilerdir. Rusya ile merhabalaştı diye ilişkilerin hemen eskisi gibi olacağını kimse beklemesin.

Türkiye toplumu şu soruları sormalı: Erdoğan böyle ‘U’ dönüşleri yaparken ne tür tavizler veriyor? Türkiye’nin neyini pazarlıyor? Türkiye toplumu, gençleri ve çocuklarının geleceği neyi kaybediyor? Erdoğan çizgisi her şeyi ipotek ettiriyor. Erdoğan iktidarını korumak için Türkiye’nin geleceğini satıyor.

DAİŞ’e karşı da mücadele sürüyor. Ama bu dönemde de DAİŞ’in çok kanlı saldırıları oldu; Bağdat’ta 300 den fazla, İstanbul’da 40’dan fazla, yine Hesekê’de 30 fazla insan bu saldırılarda yaşamını yitirdi. DAİŞ’in bu dönemdeki saldırı ve katliamlarını neye bağlıyorsunuz?

Yeni gelişmeler DAİŞ gerçekliğini daha iyi açığa çıkarıyor. DAİŞ’in daha fazla katliam yapması da mümkündür. DAİŞ’e karşı bir mücadele koalisyonu var, ama çok içerikli değil. DAİŞ’e karşı mücadele eden güçleri yeniden değerlendirmek gerekiyor. Kim ne kadar ve tutarlı bir şekilde DAİŞ’e karşı mücadele ediyor, kim DAİŞ’i besliyor? Bu konuda zayıflık var. İç içe geçmiş çok çıkar ve politika var. Bazılarının DAİŞ’e karşı mı, yanında mı olduğu belli değildir.

Minbic’te da operasyonlar var, Rojava’ya dönük de saldırılar var. Sivillere dönük saldırılar var ama, bir bütün Rojava sınırlarında YPG ve QSD’ye karşı aldırıları oluyor. Bu gücü nereden alıyor? Ben halen AKP’nin DAİŞ’e büyük bir güç ve destek verdiğini düşünüyorum. Bu tür bilgiler de basına yansıyor.

Tabii Erdoğan DAİŞ’i de satabilir. En yakın çalışma arkadaşlarını sattı, DAİŞ’i satmak onun için çok zor bir iş değil. Ama öyle kolay satmaz. DAİŞ’e karşı çıkıyor, bazı sözler söylüyorlar. Ama gerçekten karşı çıkıyorlar mı?

DAİŞ henüz İstanbul Havaalanındaki kanlı saldırıyı üstlenmemesi de bununla mı bağlantılı?

Evet, DAİŞ’in AKP’ye verdiği en ufak bir zarar yoktur. Ne AKP’nin siyasetine zarar verdi, ne de herhangi bir AKP varlığı ve imkanına karşı hiçbir şey yapmadı. Türkiye’de sivilleri, İstanbul hava alanında da yabancıları vurdular. Kürdistan’da da Kürt yurtseverlerini vurdular. Ama AKP’lileri hiç vurmadılar. Tuhaf bir durumdur. Bu patlamaların herhangi birinde AKP’li var mıydı, duymadık. Suruç, Ankara ve Diyarbakır’da katliamlar vardı. Bunların hepsi Kürt yurtseverlerine, Türkiye’nin devrimci ve demokratlarına dönüktü. 20 Temmuz Suruç katliamının yıl dönümüdür. Bu katliamı DAİŞ yapmadı, onun adı altında AKP ve MİT yaptı. Bundan Erdoğan ve Hakan Fidan sorumluydu.

Kendi mahkemelerinde de bu yönlü belgeler ortaya çıktı...

Evet, bunun belgeleri de var. Kesinlikle Suruç katliamı bu şekilde gerçekleşti. Katliamın şehitlerini de bir kez daha anıyorum. Ama şu da önemlidir: 21-22 Temmuz’da Suruç katliamının üzerini toplu bir şekilde gidilseydi, AKP suçüstü yakalanırdı. O zaman 24 Temmuz saldırısı da olmaz, engellenebilirdi. AKP, “DAİŞ yaptı” diye kandırdı, ABD de yeşil ışık yaktı ve sözde İncirlik Hava Üssünden yararlanacaklar diye antlaşma yaptılar. Bunun üzerine 24 Temmuz saldırıları yapıldı. Bu bir yıl içerisinde, hiçbir yönetimin yapamadığı saldırıları yaptı bu zalim hükümet.

Böyle zalim bir güç DAİŞ’i istediği gibi kullanabilir. DAİŞ’in yaptıklarıyla AKP’nin Kuzey Kürdistan’da yaptıkları arasında fazla fark yoktur. Bir olasılık olarak da AKP DAİŞ’i satabilir, ama henüz satmış değildir.

Şimdiye kadar DAİŞ, AKP’ye hiçbir zarar vermedi. Açıktan birbirlerine karşı konuşuyor olsalar da özellikle Erdoğan propaganda amaçlı bazı şeyler söylese de, el altından ilişkileri sürüyor. Yani DAİŞ içerisindeki AKP ve MİT örgütlenmesi varlığını koruyor ve devam ediyor. Oradan yararlanmaya çalışıyorlar. Herkes bunu bilmeli ve uyanık olmalıdır. AKP söylemlerine aldanmamalıdır.