Ne silahlar, ne savaş, ne devletlerin siyasetleri, politikaları ne de devlet rejimlerinin evrene yaydığı zehirli hava. Ne de olağanüstü kötülüklerin bu kadar basitleştirilmesine anlam verme çabası. Devrimcilik, özgürlük savaşçılığı… Başkalarının acılarını hissetme ve nice yüce sebep vardır devrimciliği seçmenin, gerilla olmanın, halkının özgürlük savaşçısı olmanın ardında...
Henüz yirmibeş olmamış. Tıpkı büyüdüğü toprağa benziyor. Ne yaptığını ve yapmak zorunda olduğunu anımsıyor. Her şeyin farkında. Yürüyüşü, yüzündeki ağır ve başı dik gülümseyiş. Yüzü, bir coğrafyanın en dip toprağını andırıyor. Kuru ve pak. Kurdistan’da en verimli toprağı olan kızıl toprak gibi teni.
Alnındaki terler birbirine tutunarak daha hızlı iniyor. Tanıyor gibiydim, televizyondan hem de. Ama o zaman yüzü kapalıydı. "Biz hiç görüşmemişiz değil mi" diye sordum. “Yok, ama ben seni tanıyorum, sen basıncısın” dedi. Yanındaki kadın gerilla; “O, şimdi sen konuşuyorken kafasında bunun haberini yazıyordur” deyince gülümsedi.
İnsanların kendini bile fani dünya ile tüketmeye meylettiği şu çağda, var oluşunun peşinden aşkla yürüyen bu savaşçıları görmemek insan olmaya sırt dönmektir herhalde. Ya soracağım soruları biliyor ya da yapısı öyle. Öylesine rahat, öz güvenli ve inançlı. “Soracaklarımı biliyor musun yoksa" dedim, “Hayır, yaşamımız bu. Dört yıl oldu, avucumun içi gibi her şeyini biliyorum, o yüzden rahatım” yanıtını aldım. Onu önceden tanıyan kadın gerilla; “O hep öyleydi. Soğukkanlı" dedi.
"Seni televizyonda gördüm, gerillanın yaptığı devrimci operasyon hamlesinde, gerillanın işgalcilerin üzerinden kaldırdığı silahların tanıtımını yapıyordun. Hatta ironi yapıp, niteliği bu kadar düşük bir ordu olan Türk ordusunun NATO’dan kovulması gerektiğini belirtmiştin.” Gülümsüyor ve espri yaptığını söylüyor. “Zaten NATO güçleri bu savaşı yürütüyor” demekle kalmayıp, biraz da oranın durumunu aktarıyor. Pür dikkat dinliyorum. Çok şey anlattı. Sözleri, gözleri. Bazılarını yazıyor, bazılarını yaşıyorum.
“Şimdi buradasın, başka bir tepede, başka bir alanda, başka bir kampta. En çok neyi özledin direniş tünellerinin?” Hiç tereddüt etmeden söylüyor: "Her şeyini. Dört yıl kaldım orada. Dağları orada tanıdım. Düşmanı, yoldaşlarımı, yoldaşlığı, savaşçılığı, savaşı hatta. Belki de yaşamı. Buradan oraya bakınca sürekli savaş var sanılıyor, oysa yaşam var orada. Kitap okuyoruz, nöbet tutuyoruz, eyleme gidiyoruz. Taktik tartışıyoruz, çalışıyoruz, sorguluyoruz. Gündelik yaşam da böyle. Savaşmak, eylem yapmak zaten yapmanız gerekendir. Gün içerisinde eğitim görmeye çabalıyoruz. Düşman kimyasal kullandığı için saçlarını kesti arkadaşlar, benim saçım çok uzun değildi ama destek olmak için kestim ben de. Tüm gerçekliklerin ortası işte. Özel günlerde ya da eylem gerçekleştirdiğimizde, ki o zaman en moralli anlarımız oluyor, o günlerde elimizdeki argümanlarla küçük hediyeler yapıyoruz savaştaki diğer yoldaşlarımıza. Güncelerimize bugünleri not düşürüyoruz. Yeniden önereceğim orayı, yoldaşlarımın yanına gitmek için. Çünkü yaşadığımı hissediyorum orada."