Halepçe'de Rabıta, Amed ve Cizîr'de İHH…-Zana Azadi

AKP de Bakûrê Kürdistan’da Suudi Arabistan ve Saddamcı general ile subayların kullandığı aynı taktiği uygulamaya başladı.

 

İşgalciler sadece süngü gücüne dayanamazlar.  

Süngü gücü ile üstünlük sağlarlar ama işgal ettikleri ülkelerdeki toplumu süngü gücü ile kolay kolay denetime alamazlar. 

Esas olarak süngü gücünden sonra yumuşak gücü devreye sokarlar. Başarırlarsa önce bu yöntemle toplumu denetlerler. Peyderpey de teslim alırlar. 

Kürdistan’daki işgalciler bir Amentu gibi bu iki yöntemi devamlı devrede tutarlar.

Saddam Hüseyin ve arkasındaki güçler de, Başûrê Kürdistan'daki Enfal ve Halepçe katliamlarında aynı yöntemi uyguladılar.

Saddam Hüseyin, Enfal ve Halepçe katliamlarını yaparken tüm batılı devletler arkasında idi. ABD, AB ve Rusya bir bütünen Saddam’ı destekliyorlardı.

Saddam’ın Halepçe’de kullandığı kimyasal silahları, Almanya ve Hollanda’daki şirketler göndermişti.

İslam Teşkilatı Örgütü’ne (İTÖ) üye devletlerin hemen hepsi  Saddam’ın arkasındaydı. 

Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkeleri finansal destek sağlıyorlardı.

Öyleki Halepçe  Katliamı'nın olduğu 16 Mart 1988 tarihinde İslam Teşkilatı Örgütü toplantı halindeydi.

Katliama ilişkin tek bir söz çıkmadı o toplantıdan. 

Daha trajik olan yan ise Halepçe Katliamı’ndan sonra Saddam’ın arkasındaki asıl güç olan Suudi Arabistan’ın Halepçe bölgesinde izlediğ stratejidir.

Katliamda viraneye dönen Halepçe’de yetim kalan binlerce Kürt çocuğu ortada kalmıştı.

Kimyasal katliamın üzerine bir de dağılmış aileler ve bir lokma ekmeğe muhtaç hale gelen Halepçeliler...

Bu durumu fırsat bilen Suudi Arabistan hemen Rabıta örgütünü Halepçe’ye yola çıkarıyordu.

Suudilerin petro dolarlarının zamanıydı artık. 

Kapıları petro dolarları açıyordu. Yardım maskesi ile neredeyse girilmeyen Halepçelinin evi kalmamıştı.

Yavaş yavaş Halepçe bölgesinin tüm kasaba, belde ve köylerinde Arap yayılmacılığı ve ırkçılığının tohumları atılıyordu. Arap ırkçılığı ve işgalciliğinin mezhebi olan Vahabiliğin karargahları olacak onlarca cami ve medrese inşa ediliyordu. 

Halepçeli Kürt çocuklarına bu cami ve medreselerde Vahabiliğin zehri şırıngalanıyordu. Halepçe Katliamı'nın arkasındaki  esas devletlerden biri olan Suudi Arabistan,  Rabıta örgütü vasıtasıyla böylece binlerce Halepçeli çocuğu ve genci Vahabiliğe devşiriyordu.

Ardından Suudi Arabistan ve Türkiye ele ele veriyor. Ensar El İslam örgütünü kuruyor ve Halepçeli gençleri bu örgüt üzerinden Kürtlere karşı savaştırıyordu

Ensar El İslam, ABD tarafından 2003’te yok edilince, bu defa Halepçeleliler Irak El Kaidesi’ne transfer ediliyordu. Musab El Zerkavi’nin vurucu timleri yapılıyordu. DAİŞ’in ortaya çıkışı ile de DAİŞ’e aktarılıyordu. Nasıl ki, Ensar El İslam’ın esas iki sahibi Türkiye ve Suuidi Arabistan idi, aynı şekilde DAİŞ’in de asıl iki sahibi Türkiye ve Suudi Arabistan oluyordu. 

Ne trajiktir ki, Halepçelileri kimyasal silahlarla katleden Saddamcı general ve subaylar BAAS yerine DAİŞ maskesi takarak Halepçeli gençleri teker teker kendi tetikçileri yaptılar. Ve Kürtlere karşı savaştırdılar.

AKP de Bakûrê Kürdistan’da Suudi Arabistan ve Saddamcı general ile subayların kullandığı aynı taktiği uygulamaya başladı.

Amed-Sûr, Cizîra Botan, Farqîn, Nisêbîn, Silopiya vb. kentleri yakıp yıktı. Kürtleri diri diri, cayır cayır yaktı.

Ama Cizîra Botan’ın halk önderi, şehidi Mehmet Tunç’un dediği gibi; Kürtlere diz çöktüremedi. 

Cizîra Botan’da, YPS’li Ali Pişkin son kurşununu kendisine bıraktı. Düşmanına, onu vurma sevincini yaşatmadı. Son kurşunu kendine sıktı ve emsalsiz bir direniş mirası bıraktı. Onun o şehadet şekli her tarafa yayılan fotograf karesi ile zihinlere mıhlandı. O kare hiç unutulmayacak. 

Ya Amed’de ölümsüzler kervanına katılmadan önce telefonda annesi ile konuşan Mahsum Gürkan’ın söyledikleri: "Biz 7 kişi kaldık. Sadece 6 kurşunumuz var. Onları da kendimize bıraktık. Teslim olmayacağız. O kurşunları kendimize sıkacağız.” Ve dediklerini de yaptılar.

Böylesine görkemli ve benzersiz bir direniş karşısında sonuç alamayan AKP-T.C işgalcileri, Kürdistan kentlerini yakıp yıkarak da Kürtlerin iradesini kıramadıkları için, bu defa yumuşak gücü deniyorlar.

AKP, İHH Vakfı ve farklı farklı isimler altında kurduğu yardım dernekleri vasıtasıyla Kürtlere şefkat eli uzatacakmış!

Üstüne üstelik İHH Vakfı, cafcaflı bir basın açıklaması yaparak “Kardeşim”, “Biraye min” ismiyle Kürtlere yardım kampanyası başlattığını açıklayarak, Kürdistan’a yumuşak güçle fetih hareketini başlattı.

O İHH Vakfı ki, Rojava’ya yardım  gönderiyoruz görüntüsü ile DAİŞ, El Nusra, Ahrarı Şam, Sultan Murat, Sultan Abdul Hamit Han, Nurettin Zengi, Fatih Sultan Mehmet çetelerini taşımış bir vakıf.

Yüzlerce, binlerce tırla, MİT’in silahlarını taşıdığı belgeler ve videolarla tespit edilmiş bir vakıf.

DAİŞ, El Nusra, Ahrarı Şam, Sultan Murat gibi çete karagahları YPG tarafından ele geçirildiğinde, hemen hemen tüm paketlerde İHH damgalı yiyecek, giyecek ve her türlü lojistik maddelerinin çıktığı aşinadır.

YPG’nin ele geçirdiği çoğu DAİŞ, El Nusra, Ahrarı Şam çetelerinin  itiraflarında var. İlk  durakları İHH, ikinci ve son durakları ise DAİŞ  ve diğer çete güruhları oluyor. 

Halepçe ve Rojava’daki tecrübelerden açığa çıkıyor ki, İHH’nin dağıtacağı her yardım oltaya takılan yem gibidir. 

Kim o yemi alırsa, oltadaki yemi almaya çalışırken takılan balık gibi olur. 

Bu İHH için geçerli olduğu gibi, AKP-TC devletinin farklı farklı isimler adı altında kurduğu yardım dernekleri için de geçerlidir. 

AKP-TC’nin Kürdistan’daki  "avcı köpeği" Hizbulkontra HÜDA-PAR'a bağlı gibi gözüken Yetim Der, Kalem Der gibi dernekler de aynı misyonla AKP-TC tarafından görevlendirilmişlerdir.

Halepçe’de, Suudi Arabistan’a bağlı Rabıta örgütünün yaptıkları ortada iken, Bakûrê Kürdistan’da İHH ve HÜDA-PAR’a bağlı Yetim Der, Kalem Der'in yapacakları aynı olacaktır.

Bakur Kürtleri, ikinci bir Rabıta (İHH, Yetim Der, Kalem Der) felaketine uğrayacak kadar hafızasız değiller.

Bakur Kürtlerinin, yıkım olan yerlerdeki nüfusun 20-30  katına yardım ve destek edecek kadar bir gücü vardır. Yeter ki, bunun örgütlenmesi iyi yapılsın.

Yeter ki, kendisine "Kürtlerin öncüsüyüm" diyenler görevlerini yerine getirebilsin.