Kalkan: AKP ve Erdoğan kanla beslenen vampir haline gelmiştir

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, AKP’nin ve Tayyip Erdoğan yönetiminin günlük 5-10 insanın can vermesiyle iktidarını sürdürebildiğini, AKP’nin şimdi kanla beslenen bir vampir haline geldiğini söyledi.

Rojava ve Türkiye saldırılar gibi Avrupa’daki saldırıların da MİT eliyle DAİŞ’e yaptırıldığına işaret eden Kalkan, “Erdoğan, bu patlamalar Brüksel’de de olur, dedi ve Brüksel’de oldu. Belki önceden hazırlanmış ve talimat bekliyorlardı. Askerlikte uyuyan hücreler diye bir örgütlenme yok mu?” diye sordu.

Maraş’a mülteci kampı olarak yapılmak istenin kontr-gerilla örgütlenmesi olduğunu söyleyen Kalkan, “Onların eline yarın silah verilecek ve Kürtlere, Alevilere, karşı savaştırılacaklar. Kimse kendi olduğu yere bu kampları kabul etmemeli” çağrısında bulundu. Kamulaştırma adıyla Sur’a el konulma çabalarına ve bunun üzerinden zenginleşmek isteyenler için ise Kalkan, “AKP yalakalığı yaparak kazandıklarının hepsi burunlarından fitil fitil gelecektir. Halka karşı suç işleyen herkesten hesap tek tek sorulacaktır” şeklinde konuştu.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan MED NÛÇE’de yayınlanan Politik Alan programında gazeteci Ersin Çelik'in sorularını yanıtladı. Geçtiğimiz hafta öne çıkan ve önümüzdeki dönem ortaya çıkacak gelişmelere ilişkin önemli açıklamalar bulunan Kalkan’ın yaptığı değerlendirmelerden bazı bölümler şöyle;

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 67. Doğum günü nedeniyle kutlamalar var. 8 Mart ve 21 Mart ertesinde böyle bir kutlama ve direniş söz konusu. 4 Nisana ilişkin neler söyleyebilirsiniz?

Önder Apo’nun 67. Doğum gününü kutluyorum. Böyle bir doğumda en büyük emeği olan Üveyş anayı saygı ve minnetle anıyorum. Önder Apo’nun doğum gününü kutlayan, onu kendi doğuşu olarak gören, başta Kürt kadınları ve gençleri olmak üzere meydanlara çıkan herkesi selamlıyorum. Önder Apo’nun 67 yıllık yaşamı, mücadelesi yüz yıllara yayılacak gelişmeler ortaya çıkardı. Bunu hem de en zor koşullarda, en fazla imkansızlıklar içinde gerçekleştirdi. Tarihin en çirkin ve vahşi soykırımına karşı sorumluluk duymada öncü bir karar ve irade gücü oldu. Bugün bu gerçeklik dünyayı aydınlatmaktadır. Bugün DAİŞ ve AKP faşizmi karşısında özgür insanlığın savunucu, koruyucusu ve iradesini temsil etmektedir. Geçen süreçte Önder Apo’ya en çok karşı olanlar bile Önder Apo’nun düşüncesi ve çabasının ortaya çıkardığı değerler ve gelişmelerle kendini var etmektedir. Önder Apo’nun 67 yıllık yaşamı, 44 yıllık amansız mücadelesi böyle bir sonuç ortaya çıkarttı. Karşıtlarını bile kendisinden beslenen, kendisine dayanarak varlık sürdüren noktaya getirdi. Büyüklük ve yücelik buradadır.

Herkesin Önder Apo’yu tartışması ve anlaması gerekiyor. Felsefesini, ideolojisini, ideolojik-politik çizgisini, siyaset tarzını, başta Kürt sorunu olmak üzere Ortadoğu’da iktidarcı-devletçi sistemin kangren haline getirdiği sorunlara ve kapitalist modernite sisteminin bütün dünyada ortaya çıkardığı toplumsal sorunlara önerdiği çözüm modellerini anlamaya çalışmalı ve tartışmalıdır. Fakat ne yazık ki bir yıldır AKP faşizmi tarafından bu dehanın ifadeleri, değerlendirme gücü Kürt toplumuna, Ortadoğu halklarına ve insanlığa yansıması engelleniyor. 17 yıldır uluslararası komplo dediğimiz, bir insana yönelik tarihin en vahşi saldırısı devam ediyor…

Tabi bu 17 yıl içerisinde son bir yılın özgün ele alınması gerekecek. 5 Nisan 2015’ten beri ağırlaştırılmış tecrit Sayın Öcalan’dan hiç haber alınamamaya dönüştü. Bununla AKP ve devlet neyi hedeflemekte?

Bu yıl 4 Nisanla, Önder Apo’nun doğum günün kutlanmasıyla, 5 Nisanda İmralı görüşmelerinin kesilmesinden sonra geçen bir yıllık sürecin tartışılıp değerlendirilmesi iç içe geçiyor.  Bu anlamlı ve anlaşılır bir durumdur. 17 yıldır İmralı’ya konmuş, sesi kesilmek istenen, her türlü psikolojik baskının uygulandığı Önder Apo’ya tam bir yıldır tarihin en ağırlaştırılmış tecridi uygulanmaktadır. Görüşleri halka ve insanlığa yansımasın isteniyor. Niye? Önder Apo’yu İmralı’ya koyanlar ve ağır tecrit uygulayanlar Önder Apo’nun görüşlerinden korkuyorlar. Önder Apo gerçekleri ve doğruları açığa çıkarıyor. Halklar için demokratik birlikte yaşamı gösteriyor. Bu konuda hileli olanlar, çıkar peşinde koşanlar, baskı ve sömürü uygulayanlar bundan rahatsız oluyorlar, korkuyorlar ve Önder Apo’yu susturmaya çalışıyorlar.

Bazıları “susturun onu” dedi ve bir yıldır susturdular. Bu tarihin en büyük zulmüdür. Bir yandan bu büyük doğuşun gerçekliğini görmek ama diğer yandan da bu büyük gerçekliğe uygulanan 17 yıllık ağırlaştırılmış tecridin, son bir yıllık ise zulmün vahşetini görmek lazım. Baskı ve sömürüden beslenen egemen güçler Önder Apo’nun sunduğu çözümü reddetmektedir. Önder Apo eylemiyle, düşüncesiyle, davranışıyla bir soykırımı önlemeye çalışmaktadır. Bir an bile bireysel yaşamayarak Kürdün soykırımını önlemiştir. Kürdün soykırımı Türkün yok olmasıdır.

Önder Apo hep şunu söyledi: “Kürtsüz Türk olmaz.” Bundan dolayı Kürde vuran Türkün bir ayağına vurmuş olur. Bunlar bu kadar bir birine bağlıdır. Böyle bir soykırımı önlemeye çalışan, buradan özgür ve demokratik birlik yaratmaya çalışan bir kişiye bu zulüm uygulanmaktadır.

İmralı sisteminin hiçbir geçerliliği yoktur. 5 Nisan 2015 tarihinde yapılan görüşmede “Yaptığımız görüşme son görüşme olabilir” dedi…

Herkesten önce yaşanabilecekleri görmüştü…

Evet, bunu ön görüyordu. Kendisinin önerdiği çözüm karşısında kendisiyle ilişki kuranların ne kadar ikiyüzlü, sahte, oyun ve hile peşinde koştuklarını, bu durumu kendi iktidarlarını uzatmak için kullanmak istediklerini görüyordu. Tayyip Erdoğan ve AKP’nin tutumunu, Kürt soykırımı ve Kürt düşmanlığı üzerine şekillendirilmiş TC devletinin gerçeğini görüyordu. Ve doğrulanan da Önder Apo oldu. Uygulanan politikanın hukukla, ahlakla bir ilgisi yoktur. İmralı için “F Tipi cezaevi” deniliyor. Aile görüşemiyor, avukat görüşemiyor, milletvekili görüşemiyor. Hangi F Tipi cezaevinde bu görüşmeler olmuyor…

Son olarak da yanındaki tutsaklardan ikisi sürgün edildi…

Evet, onlara da İmralı hakkında bilgi vermemeleri için yasak konmuş. Önder Apo’yu ABD Türkiye’ye teslim etti. Biz hala bundan dolayı en başta ABD yönetimini sorumlu tutuyoruz. Özellikle de ABD Demokrat Parti yönetimleri sorumludur. Clinton yönetimi altında bu uluslararası komplo örgütlendi ve Önder Apo İmralı’ya kondu. Obama da o partinin başkanlığını yapıyor. Şimdi Önder Apo üzerinde bu kadar baskı uygulanıyor. Avrupa hukuk sistemine göre yüksek ceza alsa bile cezası 15 yıl sonra yeniden değerlendiriliyor. Ama Önder Apo’nun durumu değerlendirilmiyor. Mahkemeler “hukuksuz yargılanmıştır” diye karar verdi. Buna rağmen yargılanma bile yenilenmedi.

İmralı’da bir rehinelik uygulanmaktadır. Bu bir yıllık ağırlaştırılmış tecrit aslında İmralı’nın bir cezaevi olmadığını, orada hukukun olmadığını, orada bir yargılamanın yapılmadığını net olarak açığa çıkarmıştır. Orada rehine olarak kaçırılmış bir kişi var. “Bizim görüşlerimizi kabul edeceksin!” diye üzerinde baskı uygulanmaktadır. Kabul ettiremeyince de dünyayla ilişkisi kesiliyor ve her türlü baskı uygulanıyor. Rehin almak terörizmin esasıdır, insanlık suçudur.  Önder Apo siyasi amaçları için ABD, AB ve TC devleti tarafından rehin alınmış durumdadır. Bize “terörist” diyorlar ama kim terörist? Terörizm ne, bunu tartışalım.

Son bir yılda Kürtleri, Türkiye’yi ve insanlığı ilgilendiren çok önemli gelişmeler yaşandı. Dünyayı alt üst eden gelişmeler ve olaylar oldu. Şimdi Kürtler, Türkiye toplumu ve insanlık Önder Apo’nun görüşlerini merak etmektedir. Bundan dolayı da tecrit sadece Önder Apo’ya değil Kürtlere, Türkiye toplumuna ve insanlığa uygulanmaktadır.

Avrupa ve ABD “Biz Türkiye ile basın ve ifade özgürlüğünü tartışmayız. Bu bizim için tartışılmaz bir değerdir” diyor. Peki Önder Apo kendini ifade edemiyor! İfade özgürlüğü elinden alınmış! Önder Apo’nun ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına ilişkin bu güçler ne diyor? Biz bunu soruyoruz. Önder Apo kendini ifade edemezken, ondan ifade bekleyen herkesin de özgürlüğü kısıtlanmış oluyor.

Şimdi herkes “acaba ne düşünüyor?” diye merak ediyor. Karşıtları da Önder Apo’nun düşüncelerini bekliyor. Dolayısıyla ağırlaştırılmış tecrit herkese uygulanmaktadır. Siz de “bunu neden yapıyorlar” diye soruyorsunuz. Bunu anlamak da önemlidir. Bunu yaparken Tayyip Erdoğan ve AKP yönetimi bazı planlar yaptılar. Bu Çöktürme Planının bir parçasıydı. Bu plan Kürt Özgürlük Hareketinin imha ve tasfiye edilmesi planıdır. Bu 2014 Eylülünde DAİŞ’in Kobani’ye saldırdığı süreçte hazırlanmış bir plandır. Başlangıcı DAİŞ’in Kobani’ye saldırısıdır. Kobani düşürülecek, Rojava devrimi yenilgiye uğratılacak; o zamana kadar İmralı’daki görüşmelerle PKK oyalanacak, Rojava devriminin tasfiyesinden alınan güçle PKK saldırılacak, PKK imha ve tasfiye edilecek! Böylece Kürt soykırımını başarmanın önü açılacak! Hesapları kitapları buydu. Çöktürme Planının amacı ve hedefi Kürt soykırımını başarıya götürmedir.

5 Nisanda görüşmelerin bitirilmesi de bu temelde olmuştur. Kobani’de başarılı olamadılar. Artık 7 Haziran seçim sürecine girilmişti. 7 Haziranda seçimi kazanmak üzere 5 Nisanda görüşmeleri durdurdular. Ve Tayyip Erdoğan “Kürt sorunu yoktur” dedi.  Seçim sürecinde HDP ve Demokrasi Bloğuna yoğun bir saldırıya geçtiler. Bu saldırı temelinde yürütecekleri seçim çalışmasında başarılı olacaklarını sandılar. Kobani’den sonra ikinci kez hesapları 7 Haziranda HDP’nin seçimleri kazanmasıyla bozuldu. Bu sonuçlarla hesapları bozuldu. Tayyip Erdoğan şoke oldu, çılgına döndü. Bu sonuçlarla demokratik Türkiye’nin önü açılınca bundan ve demokrasiden korkan herkes, tüm faşist güçler ki, özellikle de MHP ve AKP öncülüğünde güçler elbirliği ettiler ve 24 Temmuz’da başlayan topyekun özel savaş saldırısını ortaya çıkardılar.

Sivil faşist bir darbe yapıldı, meclis lağvedildi, Türkiye’de sadece demokrasi siyaset değil siyaset yok edildi. 1 Kasım’da seçim adı altında AKP’nin iktidarı gasp ettiği bir senaryo hayata geçirildi. Bir yıllık ağırlaştırılmış tecrit ve İmralı’da görüşmenin olmaması; Cizre’nin, Sur’un yakılıp yıkılması, Kürt halkına karşı tarihin en vahşi katliamlarının yapılması, Türkiye’de her gün 5-10 cenazenin kaldırılması, basın ve ifade özgürlüğünün yok edilmesi, gazetecilerin, siyasetçilerin, aydınların, akademisyenlerin tutuklanarak hapse konulması, Türkiye’nin bir polis devleti, bir hafiye devleti, bir faşist terör devleti haline getirilmesidir. Türkiye’de yaşam bitirilmiştir.

*Artık insanların sokağa çıkmaktan korktuğu belirtiliyor…

Kürdistan’da da, Türkiye’de de insanlar korkuyor. Herkes geleceğinden umutsuz, günlük yaşamını sürdüremiyor. Önder Apo üzerinde uygulanan tecrit bu şekilde herkes üzerinde uygulana tecrit, herkes için zulüm oluyor.

AKP şimdi kanla beslenen bir vampir haline gelmiştir. AKP’nin iktidarı, Tayyip Erdoğan’ın yönetimi her gün 5-10 insanın can vermesiyle, kan dökmesiyle oluyor. “Kan veren Hasanlarımız tükenmiyor” diye herkesi kandırıyor ve ona “Elhamdüllah!” diyor. Erdoğan artık Dehak olmuştur. Her gün belirli sayıda gencin beyniyle beslenen Dehak’ı iyi anlıyoruz. Newroz’u bugün yaşıyoruz. Dehak nedir? Dehak’a karşı mücadele nasıl olmuş? Bu mücadeleye öncülük eden Demirci Kava kimdir? Bunların hepsini güncel olarak yaşamaktayız. İktidarı her gün 10-15 kişinin kanıyla besleniyor ve toplumun yüzüne bakarak “Elhamdüllah” diyor.

Tayyip Erdoğan için insanlar kendi canlarını neden bu kadar veriyor! Erdoğan diktatör olmak için, tek adam olmak için, devlet başkanı olmak için bu kadar insanın can vermesine, katline onay verecek hakkı kendinde görüyorsun! Bu en büyük faşist diktatörlüktür. Önder Apo’nun öngördüğü çözüm olmazsa yaşam böyle olur. Önder Apo’nun görüşleri işlerse bir yıl önceki durumdan daha iyisi olur. Bu netleşmiştir.

Kürt toplumu bu konuda daha duyarlı olmalıdır. Durum nedir, bilgimiz yoktur. Bunun için Kürt halkı ne yapsa hakkıdır ve yeridir. Kıyamet de koparabilir. Çünkü 10 milyondan fazla insan “siyasi irademdir” diye imza vermiştir. Kürt halkı özgürlüğünü burada görmektedir. Türkiye toplumu demokrasiyi burada görmektedir. DAİŞ faşizmi karşısında insanlığı Önder Apo’nun düşünceleri ve yarattığı değerler savunmaktadır. O halde herkes Önder Apo’nun durumuna ilişkin sorumluluk duymalıdır.

Sayın Öcalan, İmralı’da HDP heyetiyle görüşmeler sürdüğü dönemde, “DAİŞ Ortadoğu’nun JİTEM’idir” tespiti yapmıştı. DAİŞ’in şimdi sadece Ortadoğu’yu değil AB ve ABD’yi daha fazla tehdit eder hale geldiğini görüyoruz. Gelişmeler de DAİŞ’in MİT eliyle AB ve ABD’de örgütlendirildiği, son Belçika saldırılarının da bunun bir sonucu olduğuna işaret ediyor. Öcalan’a yönelik bu tecrit politikasıyla ortaya çıkan sonuçlar ve tehlikeler ABD ve AB’yi bundan sonra daha fazla etkilemez mi?

Eğer önlenmezse daha fazla da etkileyecektir. Eğer Şengal’de HPG ve YJA STAR gerillaları kahramanca direnerek bu soykırımı önlemeseydi, eğer Kobani’de YPG ve YPJ savaşçıları kahramanca direnerek DAİŞ faşizmini kırmasaydı, Suriye’de ve Irak’ta Kürt direnişi temelinde DAİŞ 2015 yılı da yenilgilere uğratılmasaydı bugün Avrupa ve Amerika’nın hali ne olacaktı, herkes hesap etsin. DAİŞ’in bu kadar geriletildiği ortamda böyle saldırılara maruz kalıyorlarsa burada DAİŞ’i doğru tanımak gerekir. Rusya yönetimi BM Güvenlik Konseyi’ne AKP ile DAİŞ’in organik ilişkilerine ilişkin bilgi ve belgeler vermiş. Basın da bir çok bilgi ve belge yayınladı. Ortak ticaret yapıyorlar. Daha da önemlisi bu Çöktürme Planı ortaktır. Kobani saldırısı olduğunda onu yönetenin Tayyip Erdoğan olduğundan bizim şüphemiz yoktu. “Kobani düştü düşüyor, arkasında Afrîn gelecek” dedi. “Bu patlamalar Brüksel’de de olur” dedi ve Brüksel’de oldu.

Bu bir öngörü değil planlama mıydı?

Tayyip Erdoğan söylüyor onlar da yapıyor. Bazıları Brüksel’deki saldırıları değerlendirirken “Bu, aylarca hazırlık istiyor. Erdoğan söyledikten üç gün sonra oldu. Onun için o sözle ilişkilendirmek haksızlık oluyor” dedi. Belki önceden hazırdı. Belki önceden hazırlanmış ve talimat bekliyorlardı. Askerlikte uyuyan hücreler diye bir örgütlenme yok mu? Mülteci pazarlığı adı altında yaptığı da odur.

AKP’nin DAİŞ’le ilişkiler çok yönlü ve çok boyutludur. Bunun ideolojik, askeri, siyasi, örgütsel boyutları var. Bazı yerlerde MİT’in DAİŞ’i var. Mesela DAİŞ şimdiye kadar Türkiye sınırları içerisinde bir eylem yaptığını kabul etmedi. Ne 5 Haziran 2015 tarihinde Amed’de HDP mitingine saldırıyı üstlendi, ne de Taksim’deki saldırıyı üstlendi. Sadece AKP yönetimi “bunları DAİŞ yaptı” diyor. AKP siyasetinin istediği yerde istedikleri yapıldı. DAİŞ adına yapılan saldırıların hepsi AKP siyasetine hizmet ediyor. O halde AKP siyasetinin bunları yaptırdığı çok açık değil mi! DAİŞ adına MİT yapıyor, AKP “DAİŞ yaptı” diyor.

DAİŞ tehlikesi sürüyor. ABD ve AB bunu biraz fark etti ama çıkarcı yaklaşıyor. KDP bu konuda olumsuz davranıyor. Siyasi ve ekonomik çıkarlar olabilir ama bunun ilkesi ve ahlakı olmalıdır. Bugün AKP’ye verilen her destek DAİŞ’e destek olarak gitmektedir. AKP’ye destek verenler “DAİŞ’i zayıflatalım” diyorlar. Sen bir olgunun örgütleyenini ve yönetenini güçlendiriyorsun ve ondan sonra da olguya karşı olduğunu söylüyorsun! Bu bize gerçekçi gelmemektedir.

Bu gerçekleri Avrupa ve Amerika toplumları iyi görmelidir. Kendi devlet ve hükümetlerinin izlediği siyaseti daha iyi görmeli ve aktif olmalılar. Demokrasi demek toplum demektir. O halde toplum harekete geçmelidir. Kendisi adına en tehlikeli faşizm beslenmektedir. Ortadoğu’daki gerçekliği, Kürt halkının her gün onlarca şehit vererek insanlığı faşizmden korumak için yürüttüğü mücadeleyi daha iyi anlamalılar. Hala Cenevre toplanıyor ama DAİŞ’i yok eden, durduran, DAİŞ’e ilk yenilgiyi yaşatan Rojava Kürdü orada temsil bile edilmiyor. Bir de bu tartışma konusu yapılıyor.

DAİŞ ve AKP faşizminin Kürdistan ve Ortadoğu’da yaptıklarına, buna karşı yürütülen mücadele doğru anlaşılmalıdır. Kürt halkının bu faşizme karşı varlık ve özgürlük savaşına herkes daha fazla katılmalı ve destek vermelidir. Demokrasi Bloğu da böyle oluşmalıdır.

*Bu tartışmaları 21. Yüzyılın Şark Islahat Planı olarak tanımlanan AKP’nin Çöktürme Planı çerçevesinde yürütüyoruz. Bu planın bir yansıması olarak da Maraş’ta Alevi Kürtlerin yaşadığı bölgeye DAİŞ ve El Nusra’yı besleyen mülteci kampları kurulmak isteniyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu büyük bir tehlikeye ve çatışmaya yol açmaz mı?

Bu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti denen sistemin Kürdü inkar edip imha etmeye başladığı süreden itibaren oluşturduğu strateji ve siyasetin bugün yeni bir plan dahilinde uygulanmasıdır. 90 yıldır uygulanıyor ve bu plan Erzincan ve Dersim’den başlamıştır. İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak’ın hazırladığı raporlar temelinde oluşturulmuştur. Kürt soykırımının bir yöntemi olarak demografinin değiştirilmesi ortaya çıkarılmasıdır. Soykırımın dört temel yöntemi var. Fiziki katliam, asimilasyon, demografik yapının değiştirilmesi ve bir toplumu yerinden tümden sürmek. Soykırım bu yöntemlerle uygulanıyor. Kürdistan’da bunun hepsi uygulanıyor. Aslında İttihat ve Terakki ile TC’nin en fazla katlettiği insan sayı olarak da Kürt insanıdır. Ermeniler soykırımdan geçirildi, Rumlar ve diğerleri soykırımdan geçirildi, ama onların nüfusun azdı. Katledilen insan sayısına baktığımızda geçen yüzyılda en fazla öldürülen insan Kürt insanıdır.

Kürtler tehcire uğratıldılar. Avrupalara dünyanın dört bir yanına sürüldüler, ama nüfusları çok olduğu için tümden yok edemiyorlar. Kültürel soykırım, asimilasyon eşi benzeri olmayan bir biçimde Kürtlere uygulanmıştır. Kürdün dili, kültürü, tarihi yeri yurdu her şeyi yasaklandı. Şimdi Hasankeyf yok ediliyor, Sûr yor ediliyor, Cizîr yok ediliyor.

Demografik kaydırma 1927’den itibaren İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak başlattı. Şark Islahat Planı var. Mecburi iskan yasaları var. Bunlar bir yerde Kürt nüfus yoğunluğunu önleme girişimidir. Amaçları Kürd’ü azınlığa düşürerek ulus olma iddiasında bulunmasın istiyorlar.

Şimdi aynı planı yine uygulamaya çalışıyorlar. Kürdistan’ın diğer yerlerinde de Sûr’a Cizîre’de uygulanacağı söyleniyor. Amed’deki sivil toplum örgütleri, özgürlük güçleri, Kürt halkı buna tepki gösterdi. Baktık ki, nasıl 1978’in sonunda 12 Eylül Katliamı Maraş’tan başladıysa şimdi bu uygulamayı da Maraş’tan başlattılar. Pazarcık’a başlatıyorlar. Aleviliğe, Kürtlüğe, demokratikliğe yöneltilmiş bir saldırıdır. Buraları yok etmek ve Sünnileştirmek, Türkleştirmek, daha fazla faşistleştirmek istiyorlar. Maraş’ın demokratik yapısı biraz Pazarcık, Elbistan çevresinde kalmış olduğundan oraları da yok etmek istiyorlar. Bu bir soykırım planıdır. Faşist soykırım saldırısıdır. Bunun başka hiç bir anlamı ve izahı yoktur. Bunu hiç kimse başka türlü anlamamalıdır. Bu insanlık suçudur. Bu bakımdan da AKP ateşle oynuyor.

Alevi toplumunun ve Kürt toplumunun olduğu yerlere, diğer etnik toplulukların olduğu yerlere yerleştirerek hepsini azınlığa düşürüp faşist tekçi diktatörlük kurarak homojen bir toplum ortaya çıkartılmak istenmektedir. Her türlü özgürlük ve demokratik mücadelesinin başına vuracak çetelerin yerelde olduğu bir toplumsal yapı ortaya çıkartmak istiyor. Oraya yerleştirilmek istenenlerin hepsi kontradır. Sadece nüfus yerleşmiyor ya da kamp kurulmuyor, aslında kontr-gerilla örgütleniyor. JİTEM örgütleniyor. Onların eline yarın silahlar verilecek, imkanlar verilecek ve Kürtlere, Alevilere, demokratik güçlere karşı savaştırılacaklar. Onları birer özel savaş gücü gücüdür. Öyle toplum filan değildir. Hiç kimse kendi olduğu yere bu kampları kabul etmemelidir.

Ne olursa olsun toplumlar sonuna kadar direnmelidir. Yoksa yok olurlar. Şimdi bazıları şimdi ‘mücadele edersek zarar görebiliriz’ diyebilir, ama şimdi zarar görürsen belki kazanabilirsin. Mücadele etmezsen her şeyi kaybetme gibi bir durum var. O nedenle de sadece devrimci-demokratik güçler değil, tüm toplum halk karşı çıkmalıdır. Böyle bir soykırım uygulamasını reddetmeliler.

Biz iç savaştan yana olmadık. Hiçbir zaman Kürt yurtseverliği Türk düşmanlığı üzerinden oluşmadı. Kürt Özgürlük Mücadelesi, sivilleri hedeflemedi. Bir Türk-Kürt çatışması olmadı. Gerillayla Türk ordusu arasındaki savaş oldu. 12 Eylül faşizmi ile PKK arasındaki mücadele oldu. Şimdi de böyledir. Ama eğer birileri getirilir de Kürdün evine mahallesine, Suriye’den, Kafkasya’dan, Orta Asya’dan birilerini getirilip ‘ben bunu buraya yerleştireceğim ve buraya kamp kuruyorum’ derse hepsi yok edilir. Bu konuda Kürtler amansız olmalılar.

Şimdiye kadarki mücadele doğruydu. Ama TC yönetimlerinin, AKP hükümetinin bu tür girişlerine karşı her türlü direniş de doğrudur. Kim kendi yurdunu öyle verir? Sen beni yok etmek için geliyorsun, o zaman bende kendimi savunurum. Onlara karşı yürütülecek her mücadele meşru savunma kapsamındadır. Kürt halkının varlık ve özgürlük savaşı kapsamındadır.

*Bu planın diğer bir ayağı da direniş merkezlerinde sürdürülüyor. Bu bağlamda Sûr’a kamulaştırma adı altında el konulmak isteniyor. Davutoğlu’nun da bir ziyareti oldu. Davutoğlu bu ziyaret sırasında sık sık “korkmuyoruz” dedi. Bu ziyaret ve Sûr’da yapılmak isteneni bu belirttiğiniz çerçeve içerisinde nereye koyabiliriz?

“Korkmuyoruz” demesi, korktuğunun işaretidir. Mezarlıktan geçenler korkuyu dindirmek için ıslık çalarlarmış, ikide bir “diz çözmeyeceğiz, korkmuyoruz vb” demesi Ahmet Davutoğlu’nun aslında uykularının kaçtığını, büyük bir korku içerisinde olduğunu gösteriyor. Neden korkuyor? Çünkü Kürt toplumu bilinçlenmiş, Türkiye toplumu bilinçlenmiştir. Türkiye’de ne zaman isyan çıkacak, biz onu bekliyoruz. İstedikleri kadar bastırsınlar, zulüm etsinler bir gün isyan öyle patlar ki, başlarına gelecekleri görürler. Aslında bunu görüyor ve hissediyorlar. Bunun için büyük korku içerisindedirler.

Türkiye toplumu, demokratları, aydınları, siyasetçileri bu gerçeği görmelidir. Bu Ahmet Davutoğlu ve Tayip Erdoğan ikilisi iktidarları için Türkiye toplumunu çok tehlikeli bir sürece soktular, daha da tehlike içerisine itmeye çalışıyorlar. Türkiye’nin Erdoğan ve Davutoğlu’ndan artık kurtulması gerekiyor. Onların varlığı Türkiye’deki herkes için yokluk demektir. Zulüm, acı, savaş, kan demektir.

AKP içinde de isyan çıkmak üzere, Tayip Erdoğan’ın halini gördük, Amerika’da elini sıkacak insan bulamadı. Çizilmiştir.

Ben şunu söylüyorum: Kendi dayandıkları sistem içerisinde Tayip Erdoğan ile Ahmet Davutoğlu’nun yöneticilikleri silinmiştir, yıkılacakları günü beklemek lazım. Daha önce de söyledim. Ahmet Davutoğlu hükümeti 7 Haziran’ı görse 1 Kasım’ı göremeyecek. Bu siyaseti sürdürürse göremeyecekler.

Kürt halkı bütün siyasi toplumsal güçleri, kadın-gençlik örgütleri hazır olmalıdır. Örgütlü dinamik olmalıdırlar. Asla bu tür oyunlara fırsat verilmemelidir. Yediden yetmişe herkes silahlanmalıdır, herkes örgütlenmelidir. Bu temelde de direneceğiz. Besbelli ki savaş var. Hodri meydan! Korkmuyorsa bizde korkmuyoruz. Savaşsa savaş!

KCK Eşbaşkanlığı net açıkladı. Önder Apo zaten en son 5 Nisan’da “Taraflar isterlerse ben barış ve demokratik siyasi çözüm çizgisinde burada duruyorum” dedi. Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığımız, demokratik siyasi çözümden yana olduğunu söyledi. Zaten 24 Temmuz saldırısını Ahmet Davutoğlu’nun talimatıyla başladı. Savaşı PKK başlatmadı. Ama ‘biz soykırım yapacağız, sizin evinizi yıkacağız, mezarlıklarınızı yakacağız, katledeceğiz, sizi yerinizden yurdunuzdan süreceğiz, yerinize de başkalarını getirip koyacağız. Siz bize bir şey diyemezsiniz. Her türlü baskıyı yaparız.’ denilmektedir. Bunu Kürdün kabul etmesi mümkün değildir. Bir Kürt bu dünyada var olduğu müddetçe bunu kabul etmez.

Bu yıkım üzerinden zenginleşmek isteyenler var. Onlara ilişkin değerlendirmeniz nedir?

Tabi Tayip Erdoğan’a yalakalık yapan birkaç uşak dışında bunu kimse kabul etmez. Onlarda yüz karasıdırlar. Ortada AKP yalakalığını yapan birkaç utanmaz var. Bunların yüzlerine tükürülmelidir ve Amed sokaklarına çakamamalılar. Ensari denen adam var. Bunun benzerlerinin hepsi daha fazla zenginleşmek için bunu yapıyorlar. Bu halkı sömürerek AKP yalakalığı yaparak kazandıklarının hepsi burunlarından fitil fitil gelecektir. Yaptıklarının hesabını tek tek verecekler. Halka haksızlık yapanlar, halka karşı suç işleyen herkesten hesap tek tek sorulacaktır. Halk örgütlü ve bilinçlidir.

Yaşam olacaksa özgür olmalıdır. Yoksa yaşamın hiçbir değeri yoktur. Özgür yaşamı da mücadeleyle kazanmak gerekiyor. AKP açıktan “yok edeceğiz” diyor. Bu, soykırımdan da öte kapatma siyasetidir. Kapatma siyasetine karşı özgürlüğü için kanının son damlasına kadar direnecektir.

Bu bakımdan da herkes uzun soluklu bir mücadeleyi öngörmeliyiz. Kimse kolay ya da ucuz çözüm beklememelidir. Mücadele ederek kazanacağız. Kürtlerin halklaşmasını değerlendirirken Önder Apo PKK’nin kuruluş döneminde, “Medler 300 yıl var olma ve yurt tutma savaşı vermişler. PKK de gerekirse bunu da yapacak” dedi. Düşman Asur’u, Dehak’ı aratmayacak cinstendir. O halde Med direnişini esas almak gerekiyor.

Kışın önemli mücadele yürüten YPS’nin önümüzdeki dönem daha öne çıkacağı anlaşılıyor. Özellikle Kürt gençlerinin ve aslında Türkiye’deki diğer gençlerin YPS’ye yaklaşımı nasıl olmalı?

Mücadelenin nasıl sürdürülmesi gerektiği önemlidir. Mücadele yeni bir evreye giriyor. YPS bir öz savunma direniş örgütü olarak çıktı. Yediden yetmişe bütün Kürt insanının faşist sömürgeci saldırı karşısında evini, yurdunu, sokağını, mahallesini, kendini, canını-malını korumak üzere örgütlenip direndiği bir mevzi açığa çıkardı. Bir çekirdek olarak gençler öncülük ediyorlar buna, ama YPS bir yönüyle bütün toplumun demokratik özyönetim direnişinin adıdır.

AKP yönetimi bazı yerleri odakladı Cizîr, Sûr gibi yerleri yaktı ve yıktı. Onunla Kürt toplumunun iradesini kırarak Kürt toplumunu teslim alırım sandı, ama başarılı olamadı. Zorluklar, acılar olsa da bu faşist saldırganlığı yıkma gücünü gösterdi. Cizre ve Sûr direnişi, Mehmet Tunçların ve Pakize Nayirların kahramanca öncülük ettiği mücadelede yeni bir aşamaya girilmiştir. AKP’nin “PKK’yi ve Kürt halkını diz çöktürteceğim” şeklindeki planı kırılmıştır, başarısız kılınmıştır. Şimdi yeni gelişmeler bunun üzerinde olmaktadır. AKP faşizminin yenilgi aldığı, demokratik özyönetim direnişinin ise başarı kazandığı, zafer yolunun açıldığı bir ortamda bu yeni mücadele sürecine girilmektedir. Dolayısıyla da mücadele daha büyüyecek ve gelişecektir. Bu direniş büyük zaferler kazanacaktır. 2016 yılında Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’de çok büyük değişiklikler olacak. Bu sadece Kuzey Kürdistan’ın bazı şehirleriyle sınırlı değildir. Türkiye’nin her yerinde bu mücadele olacaktır. Sadece Kürtler de değil Türkiye toplumunun, ezilenlerinin, kadınlarının, gençleri ve emekçilerinin hepsi bu direnişi yürütecekler. Bu süreç Halkların Birleşik Devrim Hareketi’ni geliştirdi. Türkiye’de yaşayan bütün halklar, emekçiler, devrimciler şunu gördü: AKP faşizmi, Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu yönetimi yıkılmadan Türkiye’de hiç kimseye özgür ve demokratik yaşama imkanı yoktur. O halde böyle bir faşist diktatörlüğü yıkılmalıdır. Bunu yapabilmek için de bir olmak ve ortak mücadele yürütmek gerekir.

Bütün toplum bu faşist saldırganlığa karşı topyekun demokratik direnişe geçiyor. Bu konuda Kürdistan önemli bir direniş mevzisidir ve öncülük etmiştir. Bunu sürdürecektir. Kürt gençliği ve bütün Türkiye gençliği böyle bir mücadeleye öncülüğü gelişmelidir.  Bu direniş çürümüş ve artık NATO sisteminin bile kaldıramadığı AKP yönetiminden Türkiye’yi kurtaracaktır. 2016 yılında bu gerçekleşecektir. Kürt gençliği ve Türkiye gençliği kendi mücadele örgütlerini kurmaları, öz savunmalarını ve gerillayı geliştirme, demokratik siyaseti ve serhıldanı geliştirme onların görevi ve sorumluluğu dahilindedir. Özgür Kürdistan ve demokratik Türkiye’yi yaratmada öncü güç gençliktir ve bu rolü oynayacağına inanıyoruz. DEV GENÇ’in mirasçıları bunu başarabilir. Gençlik DEV GENÇ tarihini ve Türkiye üzerindeki etkisini incelemelidir. Gençliğin nelere kadir olduğunu ve toplumu nasıl etkilediğini görsünler. Yeni DEV GENÇ’ler örgütleyip bu faşist diktatörlüğü yıkacak büyük bir mücadeleyi ortaya çıkarsınlar. Bunlar hakları ve görevleridir. Böyle büyük bir mücadeleye çağrımı da yineliyorum.