GÖRÜNTÜLÜ

Besê Hozat: Madem ‘iç barış’ diyorsun, İmralı orada!

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, MHP şefi Devlet Bahçeli’nin DEM Partililerle el sıkışmasını, “bunlar yeni oyunlar peşindeler” diye değerlendirerek, ilgili taraflara “Bir yaklaşımın varsa “Keremke, İmralı oradadır” dedi.

Medya Haber televizyonunda yayınlanan özel bir programda konuşan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, gündemdeki gelişmelere dair önemli değerlendirmelerde bulundu.

MHP şefi Devlet Bahçeli’nin DEM Partililerle el sıkışmasını ve verdiği mesajları değerlendiren Besê Hozat, AKP-MHP rejiminin yeni oyunlar peşinde olduğunu ifade etti.

 

“Bunlar yeni bir oyun, yeni bir hile, yeni bir komplo örüyorlar” diyen Besê Hozat, “Devlet Bahçeli'nin, AKP'nin, Erdoğan'ın böyle bir niyeti, yaklaşımı varsa “keremke” İmralı oradadır, sizin denetiminizdedir. İşkence, tecrit sistemini kendiniz kurmuşsunuz. Mutlak bir tecrit uyguluyorsunuz. Yıllardır Önderlikten haber alınamıyor. Şimdi Devlet Bahçeli de istese oradaki tecridi bir saat içerisinde bitirebilir. Çok kirli, çok sinsi bir politika yürütülüyor. Bu da tamamen Kürt soykırımını, politikasını yürütmeden muhalefeti tamamen devre dışı bırakmayı, Kürt halkını tamamen etkisiz hale getirmeyi hedefliyor” şeklinde konuştu.

Ortadoğu’da yaşanan çatışmalı durumu da değerlendiren Besê Hozat, Türkiye ve İran’ın darbe yediğini belirterek tek çıkış yolunun Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın paradigmasına dayalı çözüm ve dönüşümün olduğunu dile getirdi.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat’ın değerlendirmeleri şöyle:

"Uluslararası Komplo’nun 26’ncı yılını tamamladık, 27’nci yılına giriyoruz. Ben öncelikle komployu geliştiren güçleri nefretle kınıyorum, lanetliyorum. Önder Apo'nun 26 yıldır geliştirdiği büyük direnişi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Gerçekten de Önder Apo İmralı işkence ve tecrit koşullarında çok görkemli bir direniş geliştirdi. Bu direniş etrafında da büyük bir halk direnişi, gerilla direnişi gelişti. Bunun çok önemli sonuçları oldu. Olmaya da devam ediyor. Bu anlamda Önder Apo'ya selam ve sevgilerimi gönderiyorum. “Güneşimizi Karartamazsınız” şehitleri şahsında da bütün devrim ve özgürlük şehitlerini saygı ve sevgiyle minnetle anıyorum.

Ekim ayı, komploların geliştiği, özellikle Uluslararası Komplo'yla birlikte birçok komplonun da geliştiği, aynı zamanda büyük direnişlerin de geliştiği bir ay.

9 Ekim 2019'da Girê Spî, Serêkaniyê’ye dönük Türk devletinin bir işgal harekatı geliştirildi. Girê Spî ve Serêkaniyê işgal edildi. Yine 9 Ekim 2020'de Şengal'e dönük yeni bir ferman anlamına gelen Şengal Antlaşması yapıldı. Êzidîlere karşı büyük bir saldırı bu anlaşmadan sonra daha da yoğunlaştı. 10 Ekim Ankara Gar Katliamı da var. Bu katliamda 103'ün üzerinde insanımız yaşamını yitirdi. Ben hepsini saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Yüzlerce insan yaralandı. Türkiye toplumunda büyük bir travmaya yol açtı bu saldırı. DAİŞ ortaklığında yapıldı bu saldırı. Bunun içerisinde AKP, MHP, Türk devleti doğrudan yer aldı. DAİŞ’i kullandılar. Nasıl DAİŞ’i Rojava'da Kürtlere karşı kullandılarsa, Şengal'de Êzidîlere karşı kullandılarsa, bölgede, dünyada nasıl kullanıyorlarsa Türkiye'de de demokrasi güçlerine,  sosyalist güçlere, Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı Türkiye'de ve bölge düzeyinde kullandılar.

EKİM AYI BÜYÜK DİRENİŞLERE DE SAHNE OLDU

Tabii bu ay içerisinde çok büyük serhildanlar geliştirildi. 6-7 Ekim Kobanê serhildanları var Bakurê Kurdistan'da. Yüz binlerce insan bu serhildanlara katıldı. Kobanê'nin özgürleşmesinde, kurtuluşunda bu serhildanların çok önemli bir rolü ve etkisi oldu. Türk devleti burada da Hizbulkontra'yı, birçok çeteyi devreye koydu ve onlarca insanımız çok vahşi bir biçimde katledildi.

Ekim ayı içerisinde başta Gülnaz Karataş olmak üzere Gurbetelli Ersöz, Rojîn Gewda, Gülnaz Ege, Çiçek Kurtalan, Nagihan Akarsel olmak üzere çok büyük kadın şehadetleri var. Kobanê'de Arîn Mîrkan fedai eylemi gerçekleştirdi 2014 yılında. Kobanê direnişine bunun çok büyük bir etkisi oldu. Arîn Mîrkan'ın direniş ruhuyla o çizgide Kobanê direnişi gelişti ve başarıya ulaştı. Gerçekten bu ay büyük şehadetlerle de dolu.

30 Ekim 2014'teki Çöktürme Planı da bu ay içinde geliştirildi. Dolayısıyla Ekim ayı başta Uluslararası Komplo olmak üzere ve onun devamı olarak gelişen komplolarla, saldırılarla dolu bir ay. Hem de büyük direnişlerle komploya karşı büyük mücadele ve direnişle dolu geçen bir ay.

ÖNDER APO BİR TEHDİT OLARAK GÖRÜLDÜ

Uluslararası Komplo, Önder Apo şahsında Kürt halkına karşı, bölge halkına karşı geliştirilen bir komploydu. Önder Apo, uluslararası kapitalist hegemonik güçler tarafından büyük bir engel olarak görüldü. Ortadoğu'ya yönelik bir müdahale söz konusuydu. Zaten bu müdahale 90'ların başında başlamıştı. Üçüncü Dünya Savaşı'nın başlangıç tarihidir aynı zamanda. Sovyetler’in çöküşüyle birlikte zaten Üçüncü Dünya Savaşı başladı. Saddam'ın Kuveyt saldırısıyla, sonrasında Amerika müdahalesiyle başlayan bir süreç oldu ve yoğunlaşarak devam etti.

Uluslararası Komplo da Üçüncü Dünya Savaşı'nın önemli bir aşamasında geliştirildi. 9 Ekim 1998 yılı önemli bir aşamaydı. O süreçte doğrudan Irak'a daha güçlü bir müdahale gündemdeydi. Saddam'ın tasfiyesi hedefleniyordu. Saddam iktidarının devrilmesi hedefleniyordu. Afganistan'a müdahale gündemdeydi. Çok kapsamlı bir Ortadoğu müdahalesi gündeme alınmıştı. Önder Apo, PKK hareketi bunun önünde bir engel olarak görülüyordu. Çünkü bölgede temel devrimci dinamik güçtü. PKK önceliğinde büyük bir mücadele yürütülüyordu. Kürt halkının özgürlük mücadelesi, halkların özgürlük mücadelesi bu halklarda çok ciddi bir bilinçlenme, aydınlanma ortaya çıkarıyordu. Kürt halkını ve bölge halkını mücadele içerisinde tutuyordu ve mücadele büyüyordu. Bölge çapında çok ciddi bir etkiye yol açmıştı. Bu bir engel olarak, tehdit ve tehlike olarak görüldü. O açıdan Önder Apo'ya dönük böyle bir komplo gerçekleştirildi. Böylelikle işbirlikçi, ihanetçi çizginin Kürdistan'da da önü açıldı. Kürdistan'a da bu çizgi hakim kılınmak istendi. Bu çizgiden de uluslararası hegemonik güçler bölge politikalarında, bölgeye müdahalede yararlanmak istediler. Bu anlamda böyle bir komplo geliştirildi.

ÖNDER APO’NUN PARADİGMASI KOMPLOYU BOŞA ÇIKARDI

Tabii bu komploya karşı çok büyük bir mücadele de gelişti. Yediden yetmişe her yerde dört parça Kürdistan'da ülke dışında halkımız ayağa kalktı. Onlarca insan fedai eylem gerçekleştirdi. Önder Apo'nun ortaya koyduğu demokratik ulus paradigması, demokratik konfederasyon sistem projesi ilerleyen yıllarda bir bütünen bu komployu boşa çıkardı. Halklar üzerine örülen o tuzağı deşifre etti. Bunun deşifre olmasıyla, komplonun boşa çıkmasıyla birlikte Özgürlük Mücadelesi Kürdistan'da ve bölgede etkisini daha da arttırdı. Hareket daha da büyüdü.

Bunun sonucu olarak Rojava Devrimi gerçekleşti. Ortadoğu demokratik devriminin önünü açtı. Çok güçlü bir zemin bu anlamda oluştu. Durum tersine dönünce elbette Uluslararası Komplo kendisini güncelleyerek devam etti. 2000'den sonra özellikle PKK içerisinde PKK'yi içten fethetme, ele geçirme üzerinden ihanetçi, işbirlikçi bir çizgi geliştirilmek istendi. Tasfiyeci bir çizgi geliştirilmek istendi. Bu anlamda o dönem yönetimde olan, PKK merkezinde, konseyinde yer alan bazılarıyla da birçok görüşme, ilişki geliştirdiler ve bunlar yoluyla böyle PKK'yi de ele geçirip tasfiye etmek istediler. İç ihanet, tasfiyeci çizgi 2000 sonrası gelişti. 2003'te de tamamen kendisini görünür kıldı ve harekete içten darbe yapmak istedi ve ele geçirmek istedi. Bunun başını Amerika, AKP ve KDP çekti.

PKK içerisindeki bu tasfiyeci eğilimle, çizgiyle ABD, AKP ve KDP ilişki içerisindeydi. Bu güçlerin PKK'nin içine dönük bir müdahalesiydi. Tabii bu da boşa çıktı. Buna karşı da Önder Apo, Hareket güçlü bir mücadele yürüttü. Halkımız güçlü bir mücadele yürüttü. Tasfiyecilik tasfiye edildi. Bu da boşa çıktı.

KDP BAŞINDAN BERİ KOMPLONUN İÇİNDEYDİ

KDP baştan itibaren zaten bu komplonun içerisinde yer aldı. Uluslararası kapitalist, emperyalist güçler de KDP'ye de böyle bir rol vermişlerdi. Bütün Kürtleri işbirlikçi, ihanetçi ajan çizginin denetimine koymak istiyorlardı. Türkiye'yi de model yapıp, bölgeye müdahaleyi de aktif bir biçimde Türkiye üzerinden geliştirmek istiyorlardı. O açıdan Önderliğe komplo yaparak alıp Türkiye'ye teslim ettiler bu güçler.

Böyle çok kirli, hukuk dışı, insanlık dışı, ahlak dışı bir komplo Önderlik şahsında Kürt halkına ve bölge halklarına karşı geliştirildi. Önderliğin içeride geliştirdiği direniş, ortaya koyduğu çözüm projesi, çözüm yaklaşımı, demokratik ulus projesi, kadın özgürlüğüne dayalı ekolojik, demokratik, konfederal sistem projesi, bu komployu tamamen boşa çıkardı.

Çünkü komplonun amacı Önder Apo’nun fiziki imhasıydı, PKK'nın tamamen tasfiyesiydi ve Kürt halkının da büyük bir soykırımla yüz yüze bırakılmasıydı. Ne Önder Apo’nun fiziki imhası gerçekleşti, ne PKK tasfiye edildi ne de Kürt halkını öngördükleri biçimde büyük bir soykırımdan geçirebildiler. Dolayısıyla bu komplo Önder Apo’nun ortaya koyduğu direniş tutumuyla, halkımızın direnişiyle, gerilla direnişiyle, kadınların direnişiyle boşa çıktı. Bunu çok rahatlıkla belirtebiliriz.

KOMPLO TÜRKİYE İÇİNDEKİ ÇÖZÜM ARAYIŞLARINA DA BİR MÜDAHALEYDİ

Şu da çok önemliydi. Bu komplonun geliştiği süreçte Önder Apo tek taraflı ateşkes ilan etmişti. Türkiye sınırları içerisinde Kürt sorununun çözümünü talep etmişti. Bu anlamda bir açıklama da oldu. Tabii bu açıklamalar, bu arayışlar öyle kendiliğinden gelişmedi. Kürt sorununun diyalogla çözümüne dönük Türk ordusu, Türk devleti de bir eğilim, bir arayış ve çaba içerisindeydi. Önderliğimize de bu yönlü mesajlar gelmişti. Ateşkes ilanı da bunun üzerinden gelişti. Önderliğimizin yaptığı açıklamalar da bunun üzerinden gelişti. Gerçekten Türkiye devleti içerisinde, bunun bir kanadını da ordu temsil ediyordu. Bazı generaller bunun başını çekiyordu. Kürt sorununu siyasi temelde çözmek istiyorlardı. Önderlik de şans verme adına böyle bir ateşkes kararı aldı.

Aslında Uluslararası Komplo, Türk devleti içerisinde gelişebilecek bu yönlü eğilimlere karşı da bir müdahaleydi; Hareket’in, Önder Apo'nun bu tür çabalarına karşı da bir müdahaleydi. Yani strateji değişikliğinin, paradigma değişikliğinin ilk adımları aslında 98 yılında, 95 ile 93 ile aslında başlayan bir süreçtir. Fakat önemli bir aşamayı 98 yılıyla birlikte yakaladı. Bunu da gördüler, çünkü Kürt sorununun demokratik çözümü, Kürtlerin özgürleşmesi, Türkiye'nin demokratikleşmesi, bölgenin demokratikleşmesi, bölgeye müdahale etmek isteyen uluslararası güçlerin, Amerika'nın, İngiltere'nin başını çektiği bu güçlerin çıkarına değildi. Bunu bir engel olarak gördüler. Bunu bir tehdit, tehlike olarak gördüler. Türkiye'de sürekli bir çatışma, bir savaş hali onlar açısından daha kullanışlıydı. Bu durumda Türkiye'yi kendi çıkarları temelinde daha iyi kullanabilirlerdi, kendi hizmetine koyabilirlerdi. Kürtleri daha rahat kullanabilirlerdi. İşbirlikçi ajan çizginin denetimine koyarak istedikleri biçimde hizmetine koyabilirlerdi. O açıdan bunlar, halklar arasında bir savaşı öngördü. Halklar arasında bir savaşı kendi çıkarlarına uygun gördüler. O biçimde bölgedeki politikalarını daha rahat uygulayabileceklerdi. Çıkarlarını daha rahat hayata geçirebileceklerdi. Böyle kirli bir politika uygulandı.

Önderlik yakalandığında da o zaman Ecevit iktidardaydı. Ecevit sürecinde yine bazı generallerin Önderlikle görüşmeleri vardı. Halen Kürt sorununun demokratik siyasi çözümüne dönük bir arayış vardı.

KOMPLO SÜREKLİ GÜNCELLENEREK DEVAM ETTİ

Fakat 11 Eylül 2001'de El Kaide’nin Amerika'ya saldırısından sonra Afganistan müdahalesi gelişti. Bütün dünyada terörizmle mücadele konsepti hayata geçti.  Türkiye de bundan yararlanmak istedi. O yüzden o süreci tamamen bitirdi. O süreçlerde, özellikle Ecevit sürecinde yine bu yönlü arayışlar vardı aslında. Ondan sonra Önderlikle görüşmeler de kesildi. Ecevit zaten iktidardan devrildi. Yerine AKP'yi getirdiler. AKP devlete yerleşmek için bir taktik yürüttü, herkese hitap eden liberal bir siyaset yürüttü. Devlete hakim olduktan sonra da zaten tamamen soykırım politikalarını devreye koydu. 2014'te de Çöktürme Planı'nı geliştirdi.

9 Ekim 1998 sonrası da komplo sürekli güncellenerek devam etti. Soykırım saldırıları, topyekun soykırım saldırıları sürdü. Buna karşı büyük bir direniş de gelişti. Bu direnişin merkezi de elbette İmralı'ydı, Önder Apo'ydu. Komplo sonuca, başarıya ulaşamadı.  Mücadele ve direniş, komployu boşa çıkardı.

ÖZGÜRLÜK HAMLESİ BİR AYDINLANMAYA YOL AÇTI

Önder Apo'ya Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm hamlesi, dostlar öncülüğünde gelişen bir hamleydi, bir yılını doldurdu. Gerçekten çok önemli sonuçlar da ortaya çıkardı. Çok değerli çalışmalar yapıldı uluslararası çapta. Birçok çalıştay oldu, konferans oldu, konser oldu, seminer oldu, Önderlik savunmaları üzerinden okumalar oldu, yürüyüşler oldu. Yine hukuk alanda birçok mücadele oldu, birçok kuruma mektuplar yazıldı, bu kurumların açıklamaları oldu. 69 Nobel ödülü alan bilim insanının hamleye katılımı oldu, ilgili kurumlara mektup yazdılar. İngiltere'de, İskoçya'da, en son İspanya'da sendikaların katılımı oldu. Dünyanın birçok yerinde birçok etkinlik oldu. Önderliğin tezleri, paradigması çok kapsamlı tartışıldı.

Bu çok ciddi bir aydınlanmaya yol açtı. Önder Apo’nun fikirlerinin tanınmasına yol açtı. Dolayısıyla böyle uluslararası çapta Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü sahiplenen çok geniş bir kesim ortaya çıktı. Önder Apo'ya Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm hamlesi küreselleşti, evrenselleşti. Bu çok önemli bir sonuç ortaya çıkardı. Bu mücadelenin, bu direnişin bir sonucu olarak da Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi toplantı karar aldı. İmralı'daki işkence tecrit sisteminin düzeltilmesi için, bu suç durumunun ortadan kaldırılması için Türkiye’ye bir yıllık zaman tanıdı. Aksi durumda da ara karara gideceğini söyledi. Tabii bütün bunlar bu mücadele sonucunda gelişti. Bunlar oldukça önemliydi.

Şimdi geldiğimiz aşamada hamle bir yılını doldurdu. Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü ve Kürt sorununun demokratik çözümünü hedefleyen hamlemiz ikinci yılına girecek. Elbette bu hamleyi geliştiren dostlarımız bir yılı değerlendirir. Önümüzdeki yılın planlamasını, perspektifini mutlaka çıkaracaktır. İnanıyoruz ki çok güçlü bir planlama da ortaya çıkacak önümüzdeki yıl açısından.

Tabii bu hamlenin çok önemli bir ayağı da Kürdistan'dır. Toplumsal mücadeledir, siyasi mücadeledir, diplomatik mücadeledir, hukuksal mücadeledir. Bu anlamda da geçen süreçte çok önemli bir toplumsal mücadele düzeyi ortaya çıktı. Bakurê Kurdistan'da özgürlük yürüyüşü, Özgürlüğe Ses Ver eylemleri, adalet eylemleri gelişti. Köln yürüyüşü vardı. Şimdi Kasım ayı açısından yeniden planlanmış. 13 Ekim'de Amed mitingi var. İstanbul'da benzer bir çalışma düşünülüyor. Bunların hepsi son derece değerli, anlamlı.

Rojava'da sürekli bir direniş içindeydi halkımız. Dört parça Kürdistan'da bazı yerlerde rutin geçse de, yetersiz kalsa da kesintisiz bir mücadele vardı.

Elbette önemli bir ayağı da gerilla mücadelesiydi. Gerilla özellikle bu geçen yıl açısından çok güçlü bir performans sergiledi, direniş ortaya koydu. Çok güçlü eylemler gelişti. Bu konuda YJA Star'ın da gerçekten çok belirleyici bir rolü oldu. YJA Star güçlü eylemler geliştirdi.

TOPLUMSAL DİRENİŞ KESİNTİSİZ BİR BİÇİMDE BÜYÜMEYE DEVAM ETMELİ

İkinci yıl dönümü vesilesiyle bu hamleyi geliştiren bütün dostları, yurtsever halkımızı, gerillayı saygıyla, sevgiyle selamlıyorum, kutluyorum. Ben inanıyorum ki bundan sonraki süreç de çok başarılı bir biçimde gelişecek. Evet, önemli sonuçlar ortaya çıktı ama halen sonuç almış değiliz. Çünkü hamlenin amacı Önder Apo'nun fiziki özgürlüğüdür, Kürt sorununun demokratik çözümüdür. Gelinen aşamada Önder Apo fiziki olarak özgürleşmiş değil, Kürt sorunu da halen siyasi olarak, demokratik olarak çözülmüş değil. Orta yerde duruyor ve soykırım savaşı kesintisiz bir biçimde devam ediyor. Topyekun bir soykırım savaşı olarak devam ediyor, direniş de devam ediyor.

Bu anlamda ikinci yılına girdiğimiz bu hamle, oluşan zemin üzerinden daha güçlü bir biçimde önümüzdeki yıl açısından devam etmelidir ve mutlaka başarıya ulaşmalıdır ve ulaşacaktır. Ben ona inanıyorum.

Bu bir yılın ortaya çıkardığı çok önemli sonuçlar oldu, kazanımlar oldu. Önder Apo evrensel bir önder durumuna geldi, dünya çapında çok güçlü bir sahiplenme oldu. Bunun üzerinden, bu zemin üzerinden bu hamleyi bizim daha güçlü bir biçimde geliştirmemiz gerekiyor. Her yerde toplumsal direnişin büyüyerek devam etmesi lazım. Toplumsal direniş kesintisiz bir biçimde büyüyerek devam etmeli.

Toplumsal direnişin hukuk mücadelesine de, siyasi mücadeleye de diplomatik mücadeleye de çok büyük bir etkisi var. Bunu halkımız da görüyor, biliyordur. Bakurê Kurdistan ve Türkiye giderek toplumsal mücadelenin merkezi haline gelebilmeli. Kesintisiz bir mücadele Bakurê Kurdistan'da gelişebilmelidir. Çünkü soykırım saldırılarının merkezi Bakurê Kurdistan'dır. Şu anda Bakurê Kurdistan, topyekun soykırım saldırılarının merkezidir. Bunun merkezi İmralı'dır ve özelde de Bakurê Kurdistan'dır. Çok yoğun bir özel savaş var. Dile saldırıyor, kültüre saldırıyor, doğaya saldırıyor. Gençlere dönük uyuşturucuyla, fuhuşla büyük bir kırım politikası var. Kürt kadınına dönük de, Kürt çocuğuna dönük de öyle. İşte Narin örneği var ortada. Yani çok yoğun her yönlü saldırı var.

Bu anlamda özel savaş saldırılarına karşı, topyekun saldırıya karşı Bakurê Kurdistan'da halkımız, Türkiye demokrasi güçleri çok güçlü bir biçimde bu hamlenin içerisinde yer almalı, kesintisiz bir direniş süreci gelişebilmelidir. Her yerde öyledir.

Bu Rojava açısından da söz konusu. Rojava, devrimci halk savaşını çok güçlü bir biçimde geliştirebilmelidir. Rojava'nın ekmek sudan daha fazla buna ihtiyacı var. Rojava üzerinde tehlike devam ediyor. Büyük bir tehlike altındadır Rojava'daki devrim. Türk devleti fırsatı bulduğunda kesinlikle Rojava'nın geri kalan alanlarını işgal etmeyi hedefliyor. Sadece bunun fırsatını, konjonktürünü yakalamaya çalışıyor. Bu anlamda halkımız burada kesintisiz bir direniş içerisinde olmalıdır. Bu direniş sadece sokaklara çıkarak, yürüyerek olmaz. Halkımız yediden yetmişe öz savunma temelinde örgütlenmelidir. Devrimci halk savaşı temelinde örgütlenmelidir. Öz savunmasını geliştirebilmelidir. Hiçbir yerde örgütsüz tek bir insan, öz savunmasız tek bir insan kalmamalıdır. Dört parça Kürdistan'da toplumsal mücadeleyi önümüzdeki yıl açısından yükselterek, süreklileştirerek sürdürmeliyiz.

MÜCADELESİZ HİÇBİR GELİŞME YARATILAMAZ

Hukuk mücadelesi de bununla birlikte önem kazanıyor. Geçen yıl açısından bunu çok net bir biçimde gördük. Hamle sürecinde bu konuda verilen mücadelenin de önemli bir etkisi, sonuçları oldu. Bunu daha güçlü bir biçimde elbette sürdürmek lazım. Avrupa Konseyi, AİHM, CPT, bu komployu geliştiren güçlerin hepsi bu soykırım politikalarının ortağıdır. İmralı'daki işkence, tecrit sisteminin sorumlularıdır. Bu sistemi bunlar kurdular.

Bu anlamda bu güçlere karşı hukuk mücadelesi, siyasi mücadele, diplomatik mücadele, toplumsal mücadele çok güçlü bir biçimde sürmelidir. Bu mücadele sürdükçe sonuç alırız. Bunlara kendi hukukunu uygulatırız. Uluslararası sözleşmeleri bunlar da uygulamak zorunda kalır, Türk devletine de uygulatmak zorunda kalırlar. Bunun yolu mücadeleden geçer.

Mücadelesiz hiçbir şey olmaz. Mücadelesiz hiçbir gelişme yaratılamaz. Mücadele etmeden, direnmeden Önder Apo’yu özgürleştiremezsin, Kürt sorununu çözemezsin, Kürdistan'ı özgürleştiremezsin. Özgürlüğün, demokrasinin yolu kesinlikle mücadeleden geçer, direnişten geçer. İçinde bulunduğumuz süreç de topyekun bir mücadeleyi, direnişi olmazsa olmaz kabilinde zorunlu kılıyor. Bu hamleyi büyük bir direnişle mutlaka başarıya götürmeliyiz.

TÜRKİYE BÖLGEDE HEGEMONYA PEŞİNDE

Savaş bütün yoğunluğuyla sürüyor. Gerçekten şiddetli bir savaş yaşanıyor. Özellikle Batı Zap, Metîna, Xakurkê ve Xinere merkezli çok yoğun saldırılar var ve çok güçlü bir direniş var, gerilla direnişi var, eylemsellikleri var.

Türk devleti bütün bu alanları işgal, ilhak etmeyi, giderek Başûr üzerinde tamamen egemenliğini tesis etmeyi amaçlıyor. Hep söylüyoruz; Başûrê Kurdistan'ı ve Rojavayê Kurdistan'ı işgal ve ilhak ederek, Misak-ı Milli sınırlarına ulaşarak Irak ve Suriye üzerinde hegemonyasını kurmaya çalışıyor. Bölgenin hegemonik gücü olmayı hedefliyor. Türk devletinin temel stratejisi, politikası budur. Misak-ı Milli’yi Kürt soykırımı temelinde, Kürtleri soykırımdan geçirerek ele geçirme, ele geçirerek de bölge üzerinde hegemonyasını tesis etme... Bu stratejiyi, bu politikayı Türk devleti yürütüyor. Bu anlamda bu savaşa da çok ısrarlı bir biçimde devam ediyor.

Türk devleti girdiği yerde bu savaşı yürütüyor. Şimdiye kadar da öyledir. 4-5 yıldır böyle bazı tüneller üzerine bir sürü güç yıkmış, bir sürü teknik yığmış, havadan vuruyor, karadan vuruyor, kimyasal kullanıyor, her şeyi kullanıyor. Halen o tünellerde büyük bir direniş yaşanıyor. Şu anda Türk devletinin Batı Zap'ta da, Metîna’da da, Xakurkê'de de, Xinêre'de de bir hakimiyeti gelişmiş değildir. İç içe, göğüs göğüse bir savaş durumu yaşanıyor buralarda. Büyük bir gerilla direnişi yaşanıyor. Ben bu vesileyle bu direnişte şehit düşen tüm yoldaşları sevgi, saygı ve minnetle anıyorum. Bu direniş içerisinde fedai çizgide direnen, mücadele eden tüm yoldaşları da sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum. Gerçekten çok onurluca, çok soyluca bir direniş geliştiriyorlar. İnsanlığın onurunu savunuyorlar, temsil ediyorlar.

Bu soykırım savaşının ilhak-işgal saldırılarının içerisinde KDP çok aktif bir biçimde yer alıyor. Şu anda mesela Dihok'ta, Amediyê'de, Zaxo'da KDP'li iş insanları Türk devleti ile anlaşma yapmışlar, buralarda beton bloklar üretiyorlar. Türk devletine mevzi, yol, karakol yapıyorlar. Bu şirketlerle anlaşmışlar. Şu anda bütün bu çalışmaların hepsi Başûrê Kurdistan'da KDP'li iş adamları tarafından üstlenilmiş, yapılıyor. İhaleler almış, yapıyorlar. Her türlü istihbari bilgi veriyor, lojistik desteği sağlıyor. Bütün bu saldırılar KDP'nin aktif desteğiyle oluyor. Gerçekten gırtlağına kadar ihanete, işbirlikçiliğe batmış bir durum yaşanıyor şu anda.

IRAK YÖNETİMİNİN HİÇBİR İTİBARI KALMADI

Irak-KDP-Türkiye anlaşmasından sonra saldırılar yoğunluk kazandı. Sivillere dönük de zaten yoğun saldırılar gelişti.  Irak da bu saldırılara, Türk devletinin bu işgal, ilhak, yayılmacı politikalarına ortak olarak, aslında bu saldırıları uluslararası devletler nezdinde meşrulaştırdı. Bunun bir ortağı oldu.

Mevcut Irak yönetiminin, Irak hükümetinin Kürt halkı, Irak halkları ve bölge halkları nezdinde hiçbir saygınlığı ve itibarı kalmadı. Tamamen itibarsızlaşmış, saygısını kaybetmiş, prestijini kaybetmiş bir hükümet durumundadır. Irak halkına en büyük kötülüğü yaptı. Kürt halkının büyük bir öfkesini ve nefretini kazandı. Irak halkının büyük bir öfkesini kazandı.

Şu anda biliyoruz ki Irak içerisinde de çok ciddi rahatsızlıklar var. Devlet içerisinde birçok eğilim, farklı kanatlar var. Onlar arasında da birçok çelişkinin, çatışmanın yaşandığını biliyoruz. Öyle anlaşılıyor ki bu biçimle, bu yönetim çok fazla kendisini ayakta tutamaz. Çok büyük bir kötülük etti Kürt halkına ve Arap toplumuna.

Buna karşı da bir mücadele sürüyor, her yerde sürüyor. Başûrê Kurdistan'da da sürüyor, Bakurê Kurdistan'da da. Savaş bütün yoğunluğuyla devam ediyor. Büyük bir direniş var, büyük şehadetler yaşanıyor.

İSRAİL’İN SALDIRISI, TÜRKİYE’NİN İŞGALİ BÜTÜN BÖLGEYİ ETKİLİYOR

Şu anda Üçüncü Dünya Savaşı tüm yoğunluğuyla bölgede yaşanıyor. Savaş giderek derinleşiyor ve yayılıyor. İsrail'in işte Lübnan'a saldırısını, Gazze'ye saldırısını sadece Gazze ve Lübnan'da sınırlı ele almamak lazım. Türkiye'nin Kürtlere saldırısını, soykırım saldırısını sadece Kürtlerle, Kürdistan'la da sınırlı ele almamak lazım. Bütün bölgeyi etkiliyor.

Bu savaş, bir dünya savaşıdır. Dünya savaşının merkezidir. Şu anda dünya savaşı, Ortadoğu'da yoğunlaşmış, derinleşmiş durumdadır. Böyle değerlendirmek lazım. İsrail'in arkasında büyük güçler var; Amerika var, İngiltere var, Avrupa var. İsrail bu güçlerden destek alarak saldırıyor. Aslında bir konsept, bir strateji uygulanıyor. İsrail bunun pratik uygulama gücü, vurucu gücüdür mevcut durumda. Öyle görmek lazım. Bu saldırıların hedefinde İran var. Birçok kesim de değerlendiriyor.  İran'ı hedefleyen, İran rejimini hedefleyen bir savaş durumu yaşanıyor. Bu konuda İsrail ABD'nin, İngiltere'nin, Batı'nın desteğiyle giderek bölgede de etkisini, gücünü arttırıyor, etkili duruma geliyor. Ve bölge giderek bu hegemonik güçlerin İsrail'in çıkarları temelinde bir şekillenmeye, yeniden bir dizayna tabi tutulmaya çalışılıyor.

TÜRKİYE VE İRAN DARBE YEDİ

Hizbullah gerçekten büyük darbe yedi. Adeta ölümcül bir darbe yedi. Elbette tamamen tasfiye olması zordur, ciddi bir toplumsal tabanı var. Fakat büyük bir darbe yediği de çok açıktır. Hizbullah'ın darbe yemesi, İran'ın darbe yemesidir. Hamas çok ölümcül bir darbe yedi. Hamas'ın darbe yemesi, Türkiye'nin darbe yemesidir. İran'ın darbe yemesidir. Bu açıktır.

Hamas’ın 7 Ekim saldırısının arkasında kesinlikle Türkiye var. Türkiye, Hindistan'dan Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Avrupa'ya uzanacak o enerji yol projesini sabote etme temelinde böyle bir saldırının gelişmesinde büyük rol oynadı. Farklı güçler de rol oynadı. Rol oynamadı değil ama Türkiye çok belirleyici bir rol oynadı. Sonrasında da Hamas üzerinden sürece, denkleme dahil olmak istedi. Ateşkes yapılması için, bunda arabulucu olmak için her şeyi yaptı. Hiçbir girişimden sonuç alamadı.

Mevcut durumda İran hedeftedir fakat aynı zamanda Türkiye'nin bölgede yürüttüğü politika, dış politikası, iç politikası, bölge politikası açısında da çok büyük bir darbe yedi. Böyle bir durum da ortaya çıktı. Şu anda Türkiye'nin denge politikası tıkanmış durumdadır. Türkiye, Rusya ile Amerika arasında, Avrupa ile Asya arasında sürekli bir denge politikası yürüttü. Yıllarca bunu kullandı. İşte Ukrayna sorununu da kullandı, Gazze-İsrail savaşını da kullanmak istedi. Her bir kriz çıktığında bu denge politikasını kullanmak istedi. Irak’ta, Suriye'de bunu çok etkili kullandı. Artık bu politikanın sonuna doğru gidiliyor. Ciddi bir tıkanma yaşıyor, çıkmaz yaşıyor Türkiye. Böyle de bir durum var ortada.

Bu savaş tamamen enerji yollarını kontrole, denetime geçirme, enerji kaynaklarını denetime geçirme, bölgeyi yeniden dizayn etme savaşıdır. 21. yüzyılın siyasi dengelerini, ekonomik dengelerini, siyasi sistemini yeniden kurma, yeniden düzenleme savaşıdır bu savaş. Şimdi bu savaşta Türkiye giderek kan kaybediyor. İran ciddi zayıflıyor. Zaten Suriye'nin, Irak'ın durumu ortadadır. Amerika'nın, İngiltere'nin, Batı'nın desteğiyle de İsrail giderek etkisini artırıyor, gücünü artırıyor. İsrail ekseninde giderek böyle bir bölgeyi dizayn durumu ortaya çıkıyor.

Bütün bunlar AKP-MHP faşizmini çok ciddi anlamda büyük bir çıkmazın içerisine koymuş ve büyük bir paniğe koymuş durumdadır.

SALDIRILAR İRAN ÜZERİNDE YOĞUNLAŞACAK

Bu savaş nereye evrilir, nereye gider? Bu savaş, yoğunlaşarak devam eder. Amerika seçimleri var. Amerika seçimlerine kadar belki bu dozajda biraz böyle devam ettirirler. Amerika seçimlerinden sonra giderek bu savaşın durumu, düzeyi daha fazla netlik kazanacak. Fakat giderek yoğunlaşacağı, derinleşeceği çok açıktır. Öyle anlaşılıyor ki kapitalist, emperyalist, Batı hegemonik güçleri bölgeyi bu biçimde bırakmayacaklar. Giderek İran üzerinde bu saldırıları yoğunlaştıracaklar. İran rejimini teslim olmaya zorlayacaklar. Tamamen kendi çıkarları temelinde bir anlaşmaya, uzlaşmaya zorlayacaklar. Bunun olmaması halinde de bu saldırıları ve savaşı daha fazla yoğunlaştıracaklar. Ve bu politikalarını, yani stratejilerini sonuca götürmeye çalışacaklar.

TÜRKİYE PANİK ATAK HALİNDE

Türkiye üzerinden de şöyle bir şey yürütülüyor. Türkiye bir NATO ülkesidir. Elbette öyle Erdoğan'ın iddia ettiği gibi İsrail'in Türkiye'ye saldıracağı falan yoktur. Bunların hepsi bir özel savaştır. Muhalefeti dizayn etmenin, Türkiye'nin iç siyasetini dizayn etmenin taktik siyasetidir. Böyle bir durum söz konusu olmayacak. Öyle İsrail'in Türkiye'ye saldıracağı falan da yoktur. Türkiye'nin bütün korkusu Kürtlerdir. Kürtlere karşı bir soykırım politikası yürütüyor. Bu soykırım politikasının zayıflamasını istemiyor. Bu soykırım saldırılarının, savaşının zarar görmesini istemiyor. Engelsiz bir biçimde, sorunsuz bir biçimde bu soykırım savaşını sonuca götürmek istiyor. Kürtlerin Ortadoğu'da derinleşen bu kriz ve kaos ortamından, bu savaş ortamından yararlanmasını istemiyor. Böyle bir durumun olmaması için de içeride, dışarıda panik atak bir biçimde bir arayış içerisine girmiş.

Elbette bu savaşın Suriye'de yansımaları olacak. Şimdiden zaten saldırılar yoğunlaşmış durumda. Suriye'deki Hizbullah'a dönük de çok ciddi saldırıların gelişeceği açıktır. Zaten saldırılar sürüyor. Suriye rejimi de etkileyecek.

Suriye rejimi Amerika, İsrail, Batı ekseninde bir siyaset mi yürütecek? Türkiye ile uzlaşarak, anlaşarak bir siyaset mi yürütecek? Yoksa Kürtlerle anlaşmayı, uzlaşmayı kendi çıkarına görüp, kendi iç sorunlarını demokratik biçimde, Suriye'yi demokratikleştirme temelinde, Kürt sorunu da demokratik çözme temelinde bir arayışa mı yönelecek? En doğrusu budur. Suriye'ye kazandıracak olan da bu seçenektir.

Aynı biçimde bu savaş, Irak'ı da yoğun etkileyecek. Bu saldırılar zaten uzun zamandır başlamış. Heşdi Şabi üzerine saldırılar çok yoğun. Irak’taki saldırılar, özellikle son bir yıldır çok yoğunlaşmış durumdadır. Bu saldırılar doğrudan onlar şahsında İran’ı hedefliyor. İran'ın Irak'taki etkisi kırılmak isteniyor bu saldırılarla. Türkiye de çok yoğun çalışıyor. Kendisine bağlı Sunnileri örgütlemeye, etkili hale getirmeye çalışıyor. Amerika aynı biçimde Irak'ta da yeniden bir Sunni-Şii dengesi kurmaya çalışıyor. Kendi güdümünde, kendi denetimindeki kesimleri etkili hale getirmeye çalışıyorlar. İran etkisini tamamen kırmaya çalışıyorlar.

İRAN’IN SEÇENEKLERİ…

Tabii İran da yerinde durmayacak. Belli ki Suriye, Irak, Lübnan, Yemen; İran açısından da önemlidir. İran da bölgedeki etkisini, gücünü korumak için bölgede hegemonik politika yürüten bir güçtür. Bölgenin hegemonik güçlerinden biridir. Ciddi bir gücüdür İran. Buna sessiz kalmayacak, teslim olmayacak. Her yerde de gücünü, varlığını korumaya, etkisini arttırmaya çalışacak. Dolayısıyla bu savaşın içerisinde daha aktif bir biçimde yer alacak. Bu giderek İran'daki kaosu da derinleştirecek. Öyle görünüyor ki gerçekten İran ya birçok taviz vererek anlaşacak, -ki o da bir çözüm değil. İran kendisi açısından bunu bir kazanç olarak görmeyecek- ya da her türlü bedeli göze alarak çok şiddetli bir savaş yürütecek. Bu da İran'ı nereye götürür tartışmalıdır. İran'da da birçok temel tarihi sorun var. En son seçenek olarak bu sorunları demokratik temelde çözme, İran'ı demokratikleştirme, demokratik siyaseti esas alma temelinde bir çözüme, seçeneğe yönelecek. Tabii ki doğrusu budur. Gerçekten İran'ı da esas olarak koruyacak, güçlendirecek olan seçenek budur.

KÜRT DÜŞMANLIĞI TÜRKİYE’Yİ BİTİRECEK

Nereden bakarsak bakalım, bu Irak açısından da böyle, Türkiye açısından da böyle. Türkiye daha fazla bu savaşın içerisine girdikçe batacak, çökecek. Kürt düşmanlığı Türkiye'yi bitirecek. Kürt soykırım politikaları Türkiye'yi bitirecek, Türkiye'nin sonunu getirecek.

Biz tekrar Türkiye'ye diyoruz ki; bundan vazgeç. Bu sana bir şey kazandırmayacak. Bu seni bitirecek. Kürtlerle anlaş, Kürtlerle uzlaş, Kürtlerle müzakereye otur. Kürtlerin haklarını, hukuklarını tanı, özgürlüklerini tanı, dilini tanı, kültürünü tanı, siyasi haklarını tanı. Türkiye'yi kurtaracak tek şey, Kürdistan'da demokratik çözüm, Türkiye'nin demokratikleşmesi. Bu, Türkiye'yi kurtarır.

Sonuçta Önder Apo'nun çözümüne geliyoruz. Bölgedeki güçler savaşta ısrar ettikçe, Kürt düşmanlığında ısrar ettikçe, şiddet politikasında ısrar ettikçe bir sonuç alamazlar. Gerçekten bu yıkım demektir. Ama demokratik çözüme, barışa yöneldikçe bu, bu güçlere kazandıracak. Bölgeye de kazandıracak. Tabii ki en çok da halklara kazandıracak. Bu bir gerçek.

Bu anlamda gerçekten bölge çok tehlikeli bir süreçten geçiyor. Bu savaş yayılacak. Herkesi etkileyecek. Bu anlamda Önder Apo'nun demokratik ulus, demokratik konfederal çözüm projesi tek kurtuluş projesidir. Kürt halkı açısından da bölge halkları açısından da, bölge devletleri açısından da bu durum böyledir. Aksi durumda gerçekten bölge büyük bir kan gölüne dönecek. Büyük bir yıkım yaşayacak. Bu, herkese kaybettirecek.

BAHÇELİ’NİN EL SIKIŞMASI ÜZERİNE…

Son günlerde sürekli olarak İsrail’in Türkiye’de gözü olduğu yönünde bir gündem ısıtılıyor. Erdoğan'ın açıklamaları oldu, ardından Devlet Bahçeli'nin oldu. Hatta Devlet Bahçeli Kudüs İttifakı'nı önerdi, “Birleşelim” dedi. “Bütün Müslüman ülkeler İsrail'e karşı birleşsin, Kudüs ittifakını kuralım” dedi.

8'inde de Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanacak. İsrail gündemiyle tartışacaklar. Böyle yoğun bir gündem oluşturmuşlar şimdi. Tabii bunun aslı astarı nedir? Bunun iyi anlaşılması gerekiyor.

İsrail'in Türkiye'ye saldıracağı falan yok. Öyle İsrail'le Türkiye'nin ilişkileri çok kötü de değil. Erdoğan'ın söylediklerinin hepsi hamasettir, demagojidir. Türkiye hiçbir biçimde İsrail'le ilişkilerini kesmedi. Ticaret, ihracat devam etti. Her türlü malı İsrail'e sattı. Şu anda Gazze'de, Batı Şeriat'a, Lübnan'da yürütülen savaşta Türkiye'nin büyük bir desteği de var. Bu bir gerçektir. O anlamda Netanyahu ile Erdoğan ruh ikizidir. Birbirinden hiçbir farkı yoktur. Netanyahu nasıl Hitler ise Erdoğan da Hitler'dir. Erdoğan Hitler'i geride bıraktı. Böyle de bir tiptir. Hiç öyle dedikleri gibi değil.

Türkiye'nin korkusu nedir? Öyle İsrail Türkiye'ye saldırıyor meselesi değil. Bu savaş ortamından, aman aman Kürtler yararlanabilir. Kürtler daha fazla kazanım elde edebilir. Benim yürüttüğüm soykırım politikaları çöpe gidebilir, tamamen tasfiye olabilir, Uluslararası Komplo tamamen ortadan kalkabilir, diyor. Bütün korku panik budur. Bu savaştan Suriye'de Kürtler yararlanabilir, Irak'ta yararlanabilir, olur ya her yerde Kürtler yararlanabilir, diyor.  O yüzden Bahçeli'nin o Kudüs İttifakı da bu anlama geliyor. Suriye'yi de, Irak'ı da, İran'ı da yanlarına alarak anti-Kürt ittifakı kurarak böyle Suriye'de, Irak'ta, her yerde Kürtlerin üzerine gidip soykırımı tamamlamak istiyorlar. Kuzey Suriye'ye, Rojava'ya saldırıda Suriye rejiminin, İran'ın, Irak'ın desteğini almak için bu politikayı yürütüyor.

Başûr’da yürüttüğü ilhak-işgal politikalarında destek almak için daha fazla böyle bir söylem geliştiriyor. Yoksa Erdoğan'ın öyle Arap halkını falan düşündüğü yoktur. Arap halkını kurban etti. 7 Ekim Hamas saldırısının arkasında Erdoğan var. Kendisini o yapılan enerji anlaşmasını sabote etmek için, sonrasında da denkleme dahil olmak için böyle bir şey yaptı, tutmadı. Şimdi de böyle bir oyun kuruyorlar. “Kudüs ittifakı adı altında İsrail Türkiye'ye saldırır” adı altında İran'ın, Arapların, bölge halklarının sempatisini kazanarak, Arap devletlerinin desteğini sağlayarak böyle bir şey geliştirmeye çalışıyorlar. Fakat bunu kimse yutmaz. Zaten belli ki kimi Arap ülkeleri İsrail'in saldırılarına öyle karşı da değil. Çok açıktır. Mesela İsrail'in ABD'nin desteğiyle yaptığı İbrahimi anlaşmalar aslında yürürlüktedir. Suudi Arabistan, Körfez ülkelerinin çıtı çıkmıyor. Mısır’ın çıtı çıkmıyor. İbrahimi anlaşmalar yürürlüktedir. Belli ki bunların da desteği var. Anti-Kürt ittifakı kurmak için elinden geleni de ardına koymuyor, her şeyi yapıyorlar.

Fakat artık Kürt halkının da gözü açılmış. Bölge halklarının da gözü açılmış. Bölge devletleri de az çok neyin ne olduğunu biliyor. Suriye'yi bu hale getiren Türkiye'dir. Büyük bir yıkımı yaşatan Türkiye'dir. On binlerce çeteyi Suriye'deki rejime karşı örgütledi. Irak'ı bu hale getiren de Türkiye'dir. Bu çok açıktır yani. Şimdi ne yapıyor? İçeride muhalefeti dizayn etmeye çalışıyorlar. İşte geçen gün Bahçeli, mecliste DEM Parti yönetiminin elini sıktı, selamlaştı. CHP ile Özgür Özel'le bir diyalogları var; basında yoğun gündem oldu. Hepsine sıcak mesajlar veriyor. İç cepheyi güçlendirelim diyor. O diyor, Erdoğan diyor. AKP-MHP rejimi iç cepheyi güçlendirme adı altında Türkiye'nin bekası, ulusal çıkarları adı altında İsrail Türkiye'ye saldıracak lafı çerçevesinde muhalefeti bir bütün kendi çıkarları, politikaları temelinde yeniden dizayn etmeye çalışıyorlar. Ortada muhalefet bırakmamaya çalışıyorlar. Muhalefeti tamamen tasfiye etmeye, etkisizleştirmeye çalışıyorlar. Yeni bir oyun kuruyorlar. Devlet Bahçeli DEM Parti ile selamlaştıktan sonra basıncılar soru sormuş. Demiş ki “dışarıda biz barış isterken elbette içeride barış gerekiyor. İçeride de barış isteyeceğiz. MHP bir Türkiye partisidir. MHP böyle bir adım atmadan diğer partiler böyle bir adım atamaz” diyor. Böyle çeşitli açıklamalar yapmış. Tamam, yani o zaman Bahçeli'ye de şunu diyoruz. Madem ki diyorsun artık iç barışı sağlayalım, madem Erdoğan, Devlet Bahçeli'nin bir dediğini iki etmiyor; Devlet Bahçeli Erdoğan'ı da, Özgür Özel'i de yanına alsın, İmralı'ya gitsin. İmralı'ya gitsin, Önder Apo'yla otursun. Kürt sorununu görsün, müzakere etsin. Kürt sorununu çözsünler demokratik temelde.

YİNE BİR OYUN PEŞİNDELER

Devlet Bahçeli'ye ben çağrı yapıyorum. Devlet Bahçeli, AKP MHP faşist rejiminin temel aktörüdür. Şu anda Türkiye, Devlet Bahçeli'nin zihniyetiyle yönetiliyor. Türkiye'yi Devlet Bahçeli yönetiyor, MHP yönetiyor. Devlet Bahçeli çözüm istesin, kimse bir şey diyemez. Alsın Erdoğan'ı da Özgür Özel'i de, İmralı'ya gitsin. Gider mi? Gitmez. Çünkü bunlar yeni bir oyun peşindedir. Bunların derdi öyle Kürtlerle barışmak, Kürtlerle anlaşmak, Kürtlerin haklarını tanımak değil. Kürt sorununu çözmek, Türkiye'yi demokratikleştirmek değil. Dertleri bu değil. Bu derdi Önder Apo taşıyor. Önder Apo'nun bütün derdi, çabası Kürt sorununun demokratik çözümü Türkiye'nin demokratikleşmesidir. PKK'nın bütün çabası, Kürt sorununun demokratik çözümü, Türkiye'nin demokratikleşmesidir. Bunların böyle bir derdi yok. Bunlar yeni bir oyun, yeni bir hile, yeni bir komplo örüyorlar. Bu soykırım politikalarını yürütmek için içeride muhalefeti tamamen etkisiz hale getirme, Kürtlerde kafa karışıklığı yaratma, çok gereksiz, yersiz çeşitli beklentileri varsa böyle kesimler koyma, Kürtleri mücadelesiz bırakma, pasifleştirme, mücadele, direniş iradesini kırma, beklentiye koyma, demokratik siyaseti beklentiye koyma, etkisini, aktivitesini kırma; yapabilirse içeride bir operasyon yapma, DEM Parti içerisinde de, demokratik siyaset içerisinde de yapabilirse, başarabilirse bir parçalanma yaratma, buna teşne olan bazı kesimler varsa, kulak kabartan bazı kesimler varsa onların kafasını daha fazla bulandırma, Kürtlerle karşı karşıya getirme, CHP'yi tamamen teslim alma, kendi hizmetine koyma, muhalefet gücü olmaktan tamamen çıkarma, bu soykırım politikaları etrafında herkesi hizalandırma amacındalar. Oyun budur. Gerçek budur. O tokalaşmanın altında yatan niyet budur. Amaç budur. Bunun çok açık görülmesi gerekiyor.

Devlet Bahçeli'nin, AKP'nin, Erdoğan'ın böyle bir niyeti, yaklaşımı varsa “keremke” (buyur) İmralı oradadır. Sizin denetiminizdedir, işkence, tecrit sistemini kendiniz kurmuşsunuz, mutlak bir tecrit uyguluyorsunuz. Yıllardır Önderlikten haber alınamıyor. Şimdi Devlet Bahçeli de istese oradaki tecridi bir saat içerisinde bitirebilir.

Çok kirli, çok sinsi bir politika yürütülüyor. Bu da tamamen Kürt soykırımını, politikasını yürütmeden muhalefeti tamamen devre dışı bırakmayı, Kürt halkını tamamen etkisiz hale getirmeyi hedefliyor.

CHP, AKP-MHP’NİN EKMEĞİNE YAĞ SÜRÜYOR

CHP’nin şimdiye kadar izlediği politika, AKP-MHP rejiminin mevcut dış siyasetine, iç siyasetine hizmet ediyor. Adeta böyle ekmeğine yağ süren, koltuk değneği olan, geçmişteki rolünü, misyonu sürdüren bir siyaset yürütüyor. Yani öyle ciddi bir muhalefet yaptığı falan yoktur. Giderek de kendisini muhalefet gücü olmaktan düşürüyor. CHP'nin verdiği bütün mesajlar bu anlama geliyor. Yine belli ki bu iktidarın bekası adına CHP'yi de bir bütünen yanına çekmeye çalışıyorlar. Mevcut haliyle de böyle buna açık bir duruş sergiliyor CHP.

CHP'nin şimdiye kadar tecride karşı tek bir sözü olmadı. Orada korkunç bir hukuksuzluk uygulanıyor. Ahlaksızca bir siyaset uygulanıyor. İnsanlık dışı bir uygulama var. Bu Türkiye'deki o hukuk dedikleri hukuku ortadan kaldırıyor. Korkunç bir çürüme yaratıyor. Türkiye'deki siyasette, toplumdaki bu çürümenin, kirlenmenin, çeteleşmenin, mafyalaşmanın, fuhuşun, her türlü kirliliğin, çirkinliğin, çocuk cinayetinin, kötülüklerin temel kaynağı bu Kürt soykırım politikalarıdır, işkence-tecrit politikalarıdır. Bu politikalar her türlü kirlenmeye zemin açıyor. Çünkü bu kirli siyasetle kirlileri tasfiye edeceklerini, ortadan kaldıracaklarını düşünüyorlar. Yıllardır, yüzyıldır bunu yürütüyorlar. Bu çeteleri bunun için örgütlüyorlar.

NORMALLEŞME İMRALI’DAN BAŞLAR

CHP'nin tecride karşı, savaşa karşı bu kadar kirlenmeyi yaratan bu politikalara karşı tek bir politikası yoktur. Kürt sorununun çözümüne dönük, barışa dönük tek bir politikası, tek bir sözü yoktur. Normalleşme söylemleri almış başını gidiyor. Normalleşme de AKP-MHP faşist iktidarına, politikalarına hizmete dönüşmüş durumdadır. Eğer bir normalleşme olacaksa, her şeyden önce İmralı'daki işkence-tecrit sisteminin ortadan kaldırılması lazım. Bir normalleşme olacaksa Devlet Bahçeli'nin, Erdoğan'ın, Özgür Özel'in İmralı'ya gidip Önder Apo'yla oturması lazım, görüşmesi lazım. Normalleşme İmralı'dan başlar.

Tam bir özel savaş yürütülüyor. Kürt halkı, halklar, toplum, demokratik kamuoyu aldatılmaya çalışılıyor. Korkunç bir özel savaş var. Ve muhalefet de bu özel savaşı besleyen bir politikayı izliyor. Bu konuda çok uyanık olmak lazım.

BAŞÛR SEÇİMLERİNDE OYLAR YURTSEVER ADAYLARA

Başûr’daki seçimler büyük bir savaşın içerisinde oluyor. Başûr’da bir ilhak-işgal saldırısı var. Başûr yönetimi de, KDP de tamamen bu savaşın içindedir. Böyle bir ortamda da bu seçimler yapılıyor.

Elbette halkımız kimin ihanetçi, işbirlikçi, ajan olduğunu, Kürt halkına nasıl zarar verdiğini, nasıl kirli bir çıkar politikası yürüttüğünü görüyor. Kimin yurtsever olduğunu da biliyor. Halkın çıkarını, onurunu, değerlerini düşündüğünü, bunun için mücadele ettiğini, bunun için yaşadığını, siyaset yaptığını görüyor ve biliyor. Bunu bizim söylememize hiç gerek yok. Halkımız bunların farkındadır. Zaten bu seçimin de Başûr’da çok fazla bir heyecan yaratmadığı söyleniyor.

İşgal-ilhak saldırılarının olduğu, bu yönetimin, KDP'nin, Barzanilerin bu işgalin, soykırım saldırılarının içinde yer aldığı bir yerde neyin heyecanı olacak? Halkta elbette bir şey yaratamazlar. Bu anlamda sadece şunu söyleyebilirim. Olabilirse böyle bir seçim, elbette halkımız yurtsever adaylara oy vermelidir. Bu halkın onurunu, bu halkın ulusal değerlerini savunan, bunun için mücadele eden, siyaset yürüten adaylara halkımız gidip oylarını vermelidir. İşbirlikçi, ihanetçi, ajan şebekeyi de bu sandıklarda gömmelidir. Bu önemlidir. Başûr halkımız en güçlü tutumu, işbirlikçi-ihanetçi çizgiye karşı bu seçimlerde de ortaya koymalıdır.