Şerik: 3. Dünya Savaşı yayılıyor

PKK Merkez Komite Üyesi Cemal Şerik Ortadoğu’nun yanı sıra Latin Amerika’daki gerginliklere ve Akdeniz’den Kafkasya’ya kadar taşınan çatışmaya işaret ederek, 3. Dünya Savaşı’nın daha geniş bir alana yayıldığını söyledi.

PKK Merkez Komite Üyesi Cemal Şerik ile yaptığımız söyleşinin ikinci bölümünde Türk devletinin küresel güçlerle işbirliğine dair değerlendirmeler öne çıktı. 3. Dünya Savaşı’nın daha geniş bir alana yayıldığı vurgusuna yapan Şerik, Türk devletinin efendilerine hizmet ederken kendi egemenlik alanlarını da geliştirmeye çalıştığına dikkat çekti.

PKK Merkez Komite Üyesi Cemal Şerik söyleşimizin son bölümünde sorularımıza şöyle yanıtlar verdi:

Kapitalist modernist güçler tarafından özel-psikolojik savaş konseptinin bir parçası olarak 3. Dünya Savaşı, Ortadoğu’nun kaderiymiş gibi görülüyor. Ortadoğu’da yaşanan bu büyük kaosun kapitalizmle aleni bağının görülmemesi, mevcut savaşın bir parçası olarak nasıl değerlendirilmeli mi?

Ortadoğu’yu sadece jeostratejik önemiyle ele almak yeterli değil. Dünya siyasetinde de daha çok bu yön öne çıkartılıp üzerinde tartışmalar yürütülüyor. 3. Dünya Savaşı da daha çok bu boyutlarıyla birlikte ele alınıyor. Elbette Ortadoğu’nun rolünün belirlenmesinde bu yön önemlidir, yadsınamaz da. Yine 3. Dünya Savaşı’nın temel sebeplerinden biri olarak enerji kaynaklarının paylaşılması yer alıyor. Giderek tükenmeye başlayan temiz su kaynakları üzerinde tekel kurma arayışları ele alınıyor. Bu da III. Dünya Savaşı’nda önemli sebeplerden biridir, bunu da yadsımamak gerekir. Dünyanın birçok coğrafyasında temiz su kaynakları, zengin enerji kaynakları var ama 3. Dünya Savaşı oralarda değil de neden Ortadoğu’da başladı? Ortadoğu, insanın kendisini toplum olarak var ettiği bir coğrafya. Ortadoğu diye adlandırılan coğrafya uygarlığın merkezidir. İnsan bu coğrafyada kendini toplum olarak var ediyor. Bununla birlikte toplum dışılığın da ortaya çıktığı yerdir Ortadoğu. Zaten bugün evrensel düzeyde bir çelişkiden bahsedeceksek toplum ve toplum dışılık arasındaki çelişkidir. Önder Apo bunu demokratik uygarlıkla sınıflı, devletçi, egemenlikli uygarlık arasında olan çelişki olarak adlandırıyor. Aslında evrensel boyutta ele alınması gereken temel çelişki budur. Binlerce yıldır devam eden bu çelişkinin de son bulacağı ya da çözüleceği yer Ortadoğu diye adlandırılan coğrafyadır. 3. Dünya Savaşı ele alınırken bununla olan doğrudan bağı görülebilmeli.

3. Dünya Savaşı’nda statükocu güçlerle küresel sermaye güçleri karşı karşıya geldi. Küresel sermaye güçleri arasındaki bazı kesimler de karşı karşıya geldi. Bu kesimler bir yanda kendileri arasındaki çelişkileri bu savaşla çözme yoluna girerken aynı zamanda demokratik uygarlık güçlerine karşı da birlikte hareket ediyorlar. Kürdistan Özgürlük Mücadelesine, PKK’ye, Kürdistan halkına, Önder Apo’ya karşı yürütülen saldırılar hep böylesi bir gerçekliği anlatıyor. Dikkat edin; 3. Dünya Savaşı içerisinde karşı karşıya gelen kapitalist modernite güçleri, bir yanda kendi aralarında savaşırlarken sorun Kürdistan halkı, PKK, Önder Apo olduğunda birlikte hareket ediyorlar. Birlikte ortadan kaldırmaya, imha etmeye çalışıyorlar. Bu bile mevcut savaşın temelde kimler arasında sürdüğü gerçekliğini gösteriyor. O nedenle 3. Dünya Savaşı, sadece küresel sermayenin kendi içerisinde yürüttüğü bir savaş değil, aynı zamanda demokratik modernite güçleri ile sınıflı, devletçi uygarlık güçleri arasındaki yürütülen bir savaşı da anlatıyor.

3. Dünya Savaşı’nı devletçi uygarlığın kendi çelişkisine göre değerlendiriyorlar. Ortadoğu’nun zenginlik kaynakları üzerinde var olduğunu değerlendiriyorlar, bunlar var olduğu sürece de bu savaş böyle devam eder gibi bir yaklaşımla bunu bir kader olarak değerlendiriyorlar. Oysa bu sadece savaşın görünen boyutudur. Oradaki temel şey aslında bir kaderden daha çok topluma dayatılan imhaya karşı gerçekleşen bir direniş şeklinde kendisini ifade ediyor. 3. Dünya Savaşı’nın bir yönünü oluşturan bu gerçeklik oluyor. O nedenle bunu sınıflı, devletçi uygarlığın kendi iç çelişkilerinden-çatışmalarından kaynaklanan ve bunun sonucu olarak bir kadermiş şeklinde değerlendirme yerine, toplumun bir başkaldırısı, toplumun bilince, örgütlülüğe dayalı olarak kendisini yeniden şekillendirmesi arayışlarının dışa vurması olarak değerlendirmek gerekiyor.

HALKLAR KENDİ ALTERNATİFLERİNİ ORTAYA KOYDULAR

Ortadoğu’da yaşanan 3. Dünya Savaşı’nı dönemsel olarak; Körfez Savaşı’ndan Uluslararası Komplo’ya, Uluslararası Komplo’dan 2010’da başlayan ‘Arap Baharı’na ve 2014’ten günümüze Türk devletinin ‘Çöktürme Planı’ ile savaşın ağırlık merkezinin Kafkaslara kaydığı, İran sınırlarına dayandığı üç aşama şeklinde ele alabilir miyiz?

Reel sosyalizmin çözülüşünden sonra Kafkasya’da çatışmalar yaşandı. En son Karabağ üzerine Ermenistan ve Azerbaycan karşı karşıya geldiler. Reel sosyalizm çözüldükten sonra 1990’ların başında da burada çatışmalar yaşandı. Buradaki çatışmalar Azerbaycan ile Ermenistan arasında sınırlı değildi. Gürcistan’da da sorunlar yaşandı. Ukrayna’da da sorunlar yaşandı. Eski reel sosyalizm sınırları içinde Kafkas ülkelerinin neredeyse tamamında hem iç çatışmalar yaşandı hem de komşu halklar arasında çatışmalar yaşandı. Şimdi de 3. Dünya Savaşı’nın kaydığı alanlardan biri Kafkasya’dır. 3. Dünya Savaşı’nın 1990’ların başında Balkanlar da yoğun çatışmaların yaşandığı bir coğrafya haline geldi. Hem iç sorunlar hem de o zamana kadar birlikte yaşayan halklar arasında çatışmalar yaşandı. Doğu Avrupa’da yeni devletler ortaya çıktı. 3. Dünya Savaşı’nın günümüzde buraya taşırılmayacağını kimse iddia edemez. 3. Dünya Savaşı’nın yoğunlaşacağı bir diğer yerin Güney Amerika ülkeleri olacağı da biliniyor. Bu belirli ülkelerde iç karışıklıklar şeklinde kendini gösteriyor. Yarın bu çatışmalar çok daha farklı boyutlara da ulaşabilir. O nedenle 3. Dünya Savaşı’nı küresel anlamda, dünya ölçeğinde değerlendirdiğimizde Ortadoğu’da yoğunlaşan savaşın giderek daha geniş bir alana taşırılmasını, 3. Dünya Savaşı’nın varmış olduğu boyutla değerlendirmek mümkün.

Körfeze yapılan müdahale 3. Dünya Savaşı’nın bir aşamasını oluşturmuştu ama uluslararası komplo devreye girdi. Uluslararası komplo da 3. Dünya Savaşı’nın vardırıldığı bir boyutu göstermişti. Uluslararası komplodan sonra ikiz kulelere yönelik saldırıları var. O saldırılar uluslararası komployla birlikte III. Dünya Savaşı’nın nasıl bir çehreye büründürüleceğinin bir göstergesi olmuştu. Afganistan müdahaleleri, Irak müdahaleleri gündeme geldi. Türkiye’de iktidar değişikliği yaşandı. 2002’de Ecevit hükümetinin yerine AKP hükümetinin oluşması aslında 3. Dünya Savaşı’nın uluslararası komployla almış olduğu boyuttan farklı değildi. Bununla birlikte Kürdistan’da savaşın yeniden almış olduğu bir biçim var. Küresel sermaye güçlerinin Önder Apo’ya yönelik uluslararası komployla yapmış olduğu müdahale, daha sonraki süreçlerde farklı müdahalelerle tamamlanmaya çalışıldı. Uluslararası komplonun birinci aşaması Önder Apo’nun esir alınmasıysa ikinci aşaması PKK’nin bitirilmesiydi. Arap baharıyla birlikte halklar 3. Dünya Savaşı’na karşı kendi alternatiflerini ortaya koydular. Tunus’ta, Mısır’da gelişen ayaklanmalar bu nedenleydi ama bu halkların tercihiydi. Uluslararası komploya karşı Kürdistan’da gelişen direniş, Kürdistan halkının tercihiydi. Aslında 3. Dünya Savaşı’nın asıl taraflarının giderek karşı karşıya gelmelerinin bir göstergesiydi. 3. Dünya Savaşı, tüm bunlara müdahale temelinde yeni bir sürece kendini evirilmeye bıraktı. Tunus’a müdahale edildi. Halk ayaklandı ama oluşan iktidar küresel sermayenin çıkarlarına hizmet edecek bir iktidardı. Mısır’da halk Tahrir’de ayaklandı ama yerine küresel sermayenin işine gelebilecek kişiler iktidar oldu. Şimdi de bu savaş Kafkasya’ya taşırıldı. Aslında Kafkasya’ya taşırılması, İran’ın etrafının sarılması anlamındadır. Kafkasya’ya taşırılması aslında Türk devleti üzerinden küresel sermaye güçlerinin tüm Kürdistan’da hakimiyet kurma safhasına taşırılması anlamına geldi. 3. Dünya Savaşı, geldiği aşama itibarıyla giderek etkisini daha geniş alanda gösterme sürecine girmiş bulunuyor.

3. DÜNYA SAVAŞI İÇİNDE ROLLER DEĞİŞİYOR

Türk devleti, 1. Dünya Savaşı’yla birlikte yeniden dizayn edilen Ortadoğu’da rol oynayacak temel aktörlerden biri olarak varlık gösterdi. 3. Dünya Savaşı ile Ortadoğu’nun yüz yıllık şekillenmesi sürdürülemez boyutlara ulaştığında Türk devletinin rol ve misyonunda ne gibi değişiklikler oldu?

1. Dünya Savaşı’nda Fransa ve İngiltere öne çıktı. Almanya kendisine dünyada pay elde etmek istemişti ama elde edemedi. Japonya elde edemedi. Fransa ve İngiltere karşısında yenildiler. Fransa ve İngiltere dünyanın egemen, hegemon güçleri oldu. 2. Dünya Savaşı’nda da Japonya ve Almanya yeniden etkin bir güç olmak istedi fakat 1. Dünya Savaşı’ndakinin benzerini yaşadı. Fransa ve İngiltere galipler arasında yerini aldı fakat onlar güçten düşmüştü. Yerlerini ABD’ye bıraktılar. Bu anlamda hegemon güçler arasında bir rol değişimi gerçekleşti. 3. Dünya Savaşı içinde yeni rol değişimleri söz konusu oluyor. ABD kendisini reel sosyalizme karşı yürüttükleri mücadelenin öncüsü olarak, galibi olarak kabul ediyor. Öyleyse dünyada yeniden güç ilişkileri belirlenirken o güç ilişkilerini belirleyecek olan benim, diyor. Tüm bunlar farklı dönemlerde ama başından itibaren başlayan sürecin varmış olduğu savaşlar biçiminde kendini dışa vurma oluyor.

TC’nin tüm bu savaşlar içerisinde oynamış olduğu rolleri de bundan bağımsız olarak göremeyiz. TC, Osmanlı mirası üzerinde kendini var etti. Osmanlı devleti ise aslında kapitalist modernitenin sanayi tekel kapitalizmi döneminde yayılma alanlarından biriydi fakat eskinin güçlü imparatorlukları arasında yer alıyordu. I. Dünya Savaşı aslında hegemonyanın yeniden tesis edileceği alanlardan biri olarak Osmanlıyı hedef olarak belirlemişti. Osmanlının da 1. Dünya Savaşı’nda yer alması eski hükümran ilişkilerini koruyabilmekti, onun için savaşa dahil oldular, yeni egemenlik alanları elde etmek istediler fakat yenilgiyle çıktılar ve dağıldılar. TC devleti bu dağılan Osmanlı üzerinde belli coğrafyada bir devlet olarak kendini yeniden inşa etme, yeniden örgütlenmeyi ifade etti. O Misak-ı Milli denen şey aslında budur. Bir ucu Batum’a bir ucu Kosova’ya bir ucu Musul’a, bir ucu Efrîn’e kadar gidiyor. Bu kadar geniş bir alanı kontrol altında tutmaya çalışan bir devlet hedeflemişti ama buna da ulaşamadılar. Bu biraz budanarak belli coğrafya üzerine bir devlet kurdular. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan koşullarda bu şekilde kendini dayattı ama ortaya sınırları daha da daraltılmış bir devlet çıktı. TC, önceki hedeflerinden, amaçlarından vazgeçmedi. 3. Dünya Savaşı başlarken de aslında ABD, Türkiye’ye kendi yanında yer alması için sürekli bir baskıda bulundu fakat o günkü siyasal koşullar TC’nin ABD’yi destelemekle birlikte diğer koalisyon güçleri gibi ABD ile birlikte hareket etmesini engelledi. Bu, TC’nin 3. Dünya Savaşı’ndan kendini uzak tutması anlamına gelmedi. Sürekli Ortadoğu’ya, Başûr ve Rojava’ya müdahale edebilecek koşulları kendine yaratmak istedi, hep onun arayışları içerisinde oldu. Bunu doğru görmek gerekiyor. Koşullar oluştuğu zaman da ne yaptı? Başûrê Kurdistan’da daha geniş toprak parçasını hakimiyeti altına aldı, işgal etti. Koşullar oluştuğu zamanda Rojava’ya girdi, şimdi orayı işgal etmeye çalışıyor. TC devletinin 3. Dünya Savaşı içerisindeki yer alma biçimi diğer dünya savaşlarından farklıdır. Bunu yaparken de küresel sermaye güçlerinin kendisine sunmuş olduğu destekle yapıyor. Küresel sermaye güçlerinin TC’nin önüne koymuş olduğu görevler var, bunlar yerine getirilerek yapılıyor. Bir yandan efendilerine hizmet ediyor, diğer taraftan da kendi sömürü-egemenlik alanlarını geliştirme yaklaşımları içerisindedir.

TRUMP’LA TC VE ABD’NİN PLANLARI DAHA DA ÖRTÜŞTÜ

Lozan’ın 100. yılına giden Ortadoğu’nun siyasi haritası tartışmalı hale gelirken, Türk devletinin dış politikası da değişti. Türk devletinin işgal harekatları, “Çöktürme Planı” ve AKP-MHP-Ergenekon ittifakının ABD’de Trump iktidarıyla başlayan ve günümüze kadar devam eden süreçle ilişkisi nedir?

TC’nin, ABD ile ilişkileri son Trump döneminde dikkat çekici. Trump’la ilişkilerini, Obama dönemindeki ilişkilerle aynılaştırmamak gerekir ama birbirinden kopuk değil, birbirleriyle bir çatışma ve çelişki halinde de değil. ABD’de kim başkan olsa dış politikada köklü değişiklikler olmuyor. Biçim ve yönteme ilişkin bazı değişikliler oluyor. Trump döneminde TC ile ABD ilişkileri biraz daha örtüştü. Biraz daha o ilişkilerde aradığını buldu fakat ABD’deki yaşananlar ABD’nin savaş içerisinde kullanacağı güçlerin değerlendirilmesi yeni arayışları gündeme getirince orada TC ile ilişkilerde de rol vermelere dönüştü. Kafkasya’da TC’nin aktif olmasında verilen bu rolün önemli bir etkisi var. Libya’da TC’nin aktif olmasında verilen bu rolün önemli bir etkisi var. ABD’nin politikasında uygulamaya ilişkin yöntem değişikliğine girmesi doğal olarak TC’ye verilen o rollerde de belli biçimsel değişikliklere neden olacak. Bu değişiklikler hangi sonuçları yaratabilir bunlarında görülmesi gerekir. TC devleti ile ABD arasında ciddi değişiklikler yaratabilir mi, ciddi değişiklikler TC devletinin siyasetinde de eksen değişikliği gerektirecektir. Yani Rusya ile ilişkilerin daha farklı boyutlara gelmesi gerekir. Eğer Rusya ile TC arasındaki ilişkiler farklı boyutlara gelirse TC-ABD ilişkileri farklı değişiklikler yaratabilir. Bu değişiklikler, ABD’deki başkanların değişmesinin doğrudan neden olduğu bir sonuç değildir. ABD’de Trump’ın gidişinin ve bu gidişe bağlı olarak Trump’ın izlediği çizginin takipçisi olanları telaşa düşürerek bir nevi artçı depremler misali yansımalarının yaşanmasını, 3. Dünya Savaşı’nın içerisinde bulunduğu durumla bağlantılı olduğunu da söylemek gerekir. Trump’la birlikte 3. Dünya Savaşı’nın nasıl yürütüleceğine dair yeni planlamalar belirlenmiş, onlar devreye konmuştu fakat Trump döneminde izlenen bu politikaların başarısız, sonuçsuz kaldığı aksine var olan sorunları çok daha fazla derinleştirdiği gerçeği ortaya çıkmıştır. ABD ve Avrupa’da gelişen toplumsal hareketlerde bunun kanıtı olmuştur. Sebep ne olursa olsun herhangi bir olay toplumsal bir olaya neden oluyor, direkt iktidarı var eden temel noktalara yönelik bir karşı duruşa sebep oluyorsa bunu izlenen politikanın başarısızlığı ve tersine döndüğü gerçeği olarak görmek gerekiyor.

ÖNDER APO’NUN FİKİRLERİ EVRENSELE BOYUTA ULAŞTI

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan İmralı’daki 22 yıllık süreç hem Kürdistan, Ortadoğu’da hem de dünya genelinde kapitalist modernite sistemine karşı mücadelede nasıl bir etki yarattı?

Önder Apo’nun devrimci mücadelenin içerisinde yer aldığı dönem 1960’ların sonlarıdır. Yani 68 kuşağı denen kuşak içerisinde yer almıştır. O kuşağın özelliklerini kendinde temsil etmiştir. O dönemde kapitalist modernite bir kaos halindedir. 68 devrimci gençlik devrimi denen eylemlerde, direnişlerde aslında kaosu yaşayan sanayi tekel kapitalizmine toplumsal anlamda çıkış yapma temelinde, ona karşı verilmiş olan bir karşılık anlamına geliyor. Devrimci çıkıştır. İki kutuplu dünyaya yapılan eleştiridir. Onlar karşısındaki demokratik, toplumsal gelişmeyi ifade eden bir karşı koyuştur. Önder Apo böylesi bir süreçte devrimci hareket içerisine girdi. Önder Apo’nun devrimci hareket içerisinde yer alması, sorgulayarak alternatif çözüm arayışları geliştirdiği dönem aynı zamanda sanayi tekel kapitalizminin finans tekel kapitalizmine dönüştüğü dönemdir. Önder Apo’nun o süreçten itibaren içinde yer aldığı devrimci mücadele ve anlayışta aslında finans tekel kapitalizmle ömrünü uzatmak isteyen kapitalist moderniteye karşı toplumsal devrimci alternatifin geliştirilmesi anlamına geldi. Önderlik böylesi arayışlar içerisinde saflarını belirledi ve kendinde var olan demokratik uygarlık özellikleriyle de onu birleştirdi. Önder Apo etrafında grubun oluşması ve partileşmesi giderek devrimci halk savaşı başlatan bir hareket haline gelmesi tamamen bu özellikler üzerinde büyümüştür.

Önderlik komplo ile esaret altına alındığında da başından itibaren var olan bu birikimler, kendisini demokratik uygarlık manifestosunun geliştirilmesine kadar ileriye taşımıştır. Bu temelde de yeni bir paradigma; demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmayı geliştirmiştir. Bu, Önder Apo gerçekliğini ifade ediyor. Bu gerçeklik kişiliklerde de temsilini bulur, bu kişilikler etrafında örgütlenen toplumlarda da temsilini bulur. Bunları birbirinden ayırmamak gerekiyor. Onun toplumsallaşması öncüler şahsında yaşanır, giderek tüm topluma mal edilerek tüm toplulukları içerisine alır. Önder Apo’da somutlaşan bu gerçeklik, bugün evrensel bir boyuta ulaşmıştır. Demokratik modernitenin yaşam anlayışı bireylerde kendisini gösterir, örgütlenen en geniş topluluklarda kendisini gösterir ve hepsi birlikte gelişir. Önderlik çizgisini esas alanların yapması gerekenler bunlardır.