Temelli: Erdoğan’ın niyeti milliyetçi cephesini konsolide etmek

Sezai Temelli, Erdoğan’ın ‘İsrail Türkiye’ye saldıracak’ sözlerinin ciddiye alınır bir yanı olmadığını dile getirirken, amacının içeride kendi milliyetçi cephesini yaratmak olduğunu belirtiyor.

ERDOĞAN'IN AÇIKLAMALARI

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Meclis açılış konuşmasında, İsrail'in sonraki hedefinin Türkiye olacağından bahsetti. CHP Genel Başkanı Özgür Özel de böyle bir durumda İsrail’e cevap verileceği konusunda Erdoğan’a paralel bir açıklama yaptı. Özel’in bir başka paralel açıklaması da New York'taki Türk Evi'yle ilgili ortaya çıkan rüşvet skandalında olmuştu.

Öte yandan, Erdoğan, İsrail’e yönelik açıklamalarından önce Netanyahu ile New York'ta bir araya geldi. İsrail tarafı, görüşmede ikili ilişkilerin gelişmesi üzerine konuşulduğunu aktarırken, Türkiye ise ‘Filistin konuşuldu’ dedi. Ayrıca, Türkiye’nin İsrail ile ticareti de üçüncü ülkeler üzerinden hâlâ devam ediyor.

Böyle bir tablo varken, Erdoğan neden bir savaş çıkacakmış görüntüsü yaratıyor ve bununla birlikte niye bir “iç cepheden” bahsediyor? Türkiye’nin son dönem siyasetine damga vuran “Yenikapı Ruhu,” bahsi geçen “iç cephe” ile yeniden mi konsolide edilecek? Erdoğan, dış siyaseti içeriye savaş algısıyla dayatırken, bu çerçevede yeni anayasanın da elzem olduğuna vurgu yapıyor. DEM Parti Muş Milletvekili ve Meclis Grup Başkanvekili Sezai Temelli, hem Erdoğan’ın son açıklamalarındaki bu vurguyu hem de muhalefetin bu konudaki tutumunu ANF’ye değerlendirdi.

Sezai Temelli, ilk olarak Erdoğan’ın bu savaş algısının anlamsızlığına dikkat çekiyor ve esas niyetin farklı olduğunu söylüyor: “Erdoğan'ın özellikle ‘Anadolu artık bir tehdit altındadır’ açıklamalarının ciddiye alınacak bir tarafı yok. Zaten bu durum, dış politikamızın neden kötü yönetildiğini ve hatta dış politika yoksulu bir ülke haline geldiğimizi de gösteriyor. Eğer ciddi bir dış politika stratejisi olsa, bu tür açıklamalar söz konusu bile olamaz. Ama Erdoğan’ın, bu açıklamayı yapmasının nedeni dış politikada bir riske işaret etmek ya da herhangi bir tehlikeyi kamuoyuyla paylaşmak değil. Çünkü böyle bir olasılık söz konusu değil. Erdoğan'ın bu açıklamayı yapmasındaki en temel niyet, her zaman olduğu gibi, hem öncelikle kendi tabanını o milliyetçi, ırkçı cephede konsolide etmek hem de çeperini bu tabana, yani kendi zeminine çekmeye çalışmak. Daha önce de bunu defalarca denedi. Bunu Efrîn'de, Serêkaniye ve Gire Spi'de de gördük. Şu anda Başur'da da görüyoruz. İçeride sürekli olarak bir tehdit, düşman algısı yaratarak milliyetçi, ırkçı cepheler yaratma peşinde koşuyor. Şimdi de İsrail üzerinden bunu yapıyor.

İsrail'in bölgedeki politikaları kabul edilebilir politikalar değil; bunun adı saldırganlık. Tabii ki soykırım yapmakta ve buna karşı çıkılmalı. Ama buna karşı çıkma konusunda bugüne kadar hiçbir şey yapmamış olan bir iktidardan da bahsediyoruz. Sadece kınıyorlar ama ticaret devam ediyor. Azerbaycan'ın İsrail'le olan ilişkileri devam ederken bu konuda herhangi bir girişim söz konusu olmuyor. Ya da Arap ülkelerinin bunca sessizliğine rağmen, Arap halkları lehine bir adım atmaları söz konusu olmuyor. Dolayısıyla, sadece hamaset ve kınamayla geçiştirilen bir gündem var. Şimdi de bütün bu gündemlerin hem üstünü örtmek hem de “iç cephe” oluşturma adına böyle bir korku ve tehdit senaryosu dile getiriyor. Dediğim gibi, ciddiye alınacak bir tarafı yok.

Türkiye açısından çok ciddi risklerin söz konusu olduğunu da bir yanıyla belirtelim. Giderek toplumsal barışın tümüyle ortadan kalktığı, toplumsal gerilimlerin doruğa çıktığı, her türlü şiddetin artık neredeyse olağanlaştığı bir iklimde yaşıyoruz. Türkiye açısından en büyük tehditler bunlar. Bu tehditleri görmeyen, hatta bu tehditlerden beslenen bir iktidar, yapay gündemler ve olmayan tehditlerle sadece kendi cephesini tahkim etmeye çalışıyor.”

‘MUHALEFET KUZULARIN SESSİZLİĞİNİ YAŞIYOR’

Sezai Temelli, bu anlamda Özgür Özel’in “İsrail'e cevap veririz” demesini ise şöyle yorumluyor: “Bu tam bir kuzuların sessizliği metaforu. Çünkü Türkiye muhalefetinde esas meseleye girmemek, esas sorunları konuşmamak, toplumun sahici gündemleriyle haşır neşir olmamak gibi çok ciddi bir eksik var. Türkiye'nin en temel, esas sorunu Kürt meselesidir ve bu meselenin çözümüne dair Dem Parti, bileşenleri ve ittifakları dışında kalan muhalefetin gündeminde maalesef hiçbir şey yok. Kaldı ki, Orta Doğu söz konusu olduğunda, Kürt meselesine tamamen gözünü ve kulağını kapatan, dilini bağlayan bir muhalefet anlayışı var Türkiye'de. İktidarın istediği de bu. Kuzuları bu anlamıyla bir çitin içine topluyor ve sessizliğe mahkûm ediyor. Devletin çizmiş olduğu kırmızı çizgiler ve bu çizgilerin dışına çıkmayan bir muhalefet anlayışı tabii ki ülke sorunlarına çözüm üretemiyor.

Aslında yıllardır Türkiye'deki muhalefetin sıkıştığı alan da bu oluyor. Erdoğan'ın cephe arayışı ve onu bu konuda umutlandıran gelişmeler de buradan kaynaklı. Esas mesele Orta Doğu'dur. Orta Doğu'da yaşanan gelişmeler ve Orta Doğu'nun merkezinde Kürtler, Kürdistan ve Kürt meselesinin çözümünün zarureti vardır. Bunu görmediğiniz zaman, zaten İsrail'in bugün ortaya koymuş olduğu saldırganlığın da bir yerde nedenini oluşturmaya başlıyorsunuz.

Netanyahu, Birleşmiş Milletler toplantısında bir harita gösterdi. Bir nimet haritasını pazarladı bütün dünyaya. Ve Batı'yı da arkasına almasındaki en önemli güç ya da en önemli kurgu buradan geçiyor. Şimdi bu nimetin karşısında, bu nimetin hattının kuzeyinde ise çok ciddi bir kaotik durumun olduğundan bahsetti. Burada hiçbir şeyin yapılamayacağını, Batı açısından cazip bir şey olmadığını söyledi. Kuzeyde göstermiş olduğu hat aslında tümüyle Kürt sorununun hinterlandını da gösteriyor bir yerde. Çünkü orada Kürtler yaşıyor, Kürt meselesi var ve bu meselenin çözümsüzlüğüne ısrar eden bir Türkiye var. Demek ki Netanyahu'yu geriletecek, durduracak, Orta Doğu halklarına barışı getirecek olan; Arap halklarının, Yahudi halklarının, Hristiyan halklarının bir arada yaşamasına çözümler üretecek şey, öncelikle Kürt meselesinin çözümü. Çünkü Kürt meselesinin çözümü, halkların bir arada yaşamasının da aslında nasıl olacağına dair yollar gösteriyor bize. Fotoğrafın büyüğü bu. Ama meseleyi tamamıyla daraltır, ‘Hatay’la Lübnan arası 170 kilometredir’ gibi bir şekilde karikatürleştirirseniz, bu aslında esas sorundan kaçtığınızı gösterir. Biz meseleyi ciddiye almalıyız, esas soruna odaklanmalıyız, Orta Doğu'nun temel meselesini çözmeye odaklanmalıyız ki bu sayede Netanyahu gibi saldırgan dış politikaların tümünü topyekûn engelleyebilelim.”

‘KAYYIM VARKEN SİVİL ANAYASA SİVİL ANAYASA ÇAĞRILARI NE KADAR SAMİMİ’

Erdoğan, dışarıdan içeriye bir tehdit algısı yaratarak siyaseti de buna uygun olarak yeniden konsolide ediyor. Tam da bunun çerçevesinde yeni anayasa tartışmaları yeniden başladı. Erdoğan, özgürlükçü bir anayasa olacağını tekrarlıyor. Peki Erdoğan’ın bu söylemleri gerçeği ne kadar yansıtıyor? Sezai Temelli, “Şöyle bir hikâye var Türkiye'de: Anayasaya ihtiyaç var, sivil bir anayasa yapmalıyız. Çünkü mevcut anayasayı askerler, yani cunta yaptı.

Bizim sivil bir anayasa yapmamız ve 12 Eylül anayasasından kurtulmamız için, bu anayasayı yaratanların yaptığını yapmamamız gerekiyor demek ki. Her şeyden önce, 12 Eylül'ün ruhundan ve anlayışından kurtulmalıyız. Oysa Erdoğan'a baktığımızda, 12 Eylül'cülerin Türkiye için düşündükleri mühendisliği, hatta çok daha gelişmişini kendisi sürdürüyor. Giderek daha bürokratik, otoriterleşmiş bir rejim; kuvvetler ayrılığının yok sayılması, denge ve denetleme mekanizmalarının tümüyle ortadan kaldırılması ile daha fazla siyasi ve iktisadi oligarklarla birlikte bir yönetim anlayışının sergilenmesi artıyor.

Özü itibariyle baktığımızda, sivil anayasayı hayata geçirecek bir siyaset anlayışı olmadığını herkes çok iyi biliyor. Her şeyden önce, bir sivil anayasa yapılacaksa, bir kere bugün siyasetin topyekûn sivilleşmesi, yargının siyasetin vesayetinde çıkması, siyasi tutsaklıkların özgür olması, özgür basın üzerindeki baskıların ve ifade özgürlüğünün önündeki tehditlerin tümünün sonlanması gerekir. Bugün Colemêrg’de (Hakkâri) kayyımın olduğu bir yerde sivil anayasa çağrıları ne kadar samimi olabilir?

Tabii ki bu ülke bir anayasa yapacak, mutlaka yapacak. Ama bunu demokratik bir cumhuriyet için; çoğulcu bir toplum için; laiklik ilkesiyle; eşit yurttaşlık anlayışıyla yapacak. Bunun için de toplumun bizzat bu sürece katılması, bunun mücadelesini vermesi ve bugünkü iktidarın ortaya koyduğu siyasi zorbalıktan mutlaka kurtulması gerekiyor” diye vurguluyor.