‘Türk’ Tipi Demokrasi

“Türk Tipi Demokrasi” olarakta adlandırılan bu “Tek Parti” dönemleri Türkiye’de birden fazla partinin kurulduğu hatta bunların mecliste temsilini bulduğu dönemlerde bile geçerliliğini korumuştur.

Türkiye’de “Tek Parti” dönemi olarak bilinen yıllarda yapılan seçimler daha çok merkezi olarak yapılan belirlemeler doğrultusunda gerçekleşirmiş. “Vatandaş” da buna göre sandık başlarına giderek “oy”larını kullanırmış. Bunun adına da “demokrasi” derlermiş. Aslında Türkiye’de “Tek Parti” dönemi her ne kadar CHP ile birlikte anılmaya başlanılmış olsa da kök itibarıyla İttihat Terakki’nin 1912 yılında tarihe “Sopalı” olarak geçen seçimde mecliste çoğunluğu ele geçirmesine kadar uzanmaktadır. Hatta bu yönüyle İttihat Terakki sadece Türkiye’de değil, dünya siyasal tarihinde ilk “Tek Parti” dönemini başlatan bir parti olma özelliğine de sahip olmuştur.

“Tek Parti” döneminin temel özelliğini ise iktidar olan partinin kendi dışındaki parti ve siyasal görüşlere mecliste yer vermeyerek ya da onların meclise girmelerini engelleyerek kendilerini tek karar ve yürütme gücü haline getirmeleridir. Doğallığında bunu gerçekleştirdiğinde de “yargı” üzerinde de tek belirleyici güç haline gelinmiş olunmaktadır. Böylece “modern” devletlerde görülen “kuvvetlerin ayrılığı” ilkesi bir yana bırakılarak yargı, yasama, yürütmenin tek elde toplanmasını ifade eden her yönüyle kaskatı bir diktatörlüğü ifade etmektedir. Adına ne denirse denilsin, “Tek Parti” dönemleri için bundan farklı bir belirleme de bulunmak mümkün değildir.

“Türk Tipi Demokrasi” olarakta adlandırılan bu “Tek Parti” dönemleri Türkiye’de birden fazla partinin kurulduğu hatta bunların mecliste temsilini bulduğu dönemlerde bile geçerliliğini korumuştur. CHP’den “ayrılan” bir grup tarafından 1946 yılında kurulan Demokrat Parti’nin 1950’de iktidar koltuğuna oturmuş olması da bu gerçeği değiştirmemiştir. Çünkü o da, aynı CHP gibi, kendi varlığı dışında olan CHP’nin bile dikkate almadan mecliste elde bulundurduğu “çoğunluğa” dayanarak ülkeyi yönetmeye çalışmış ve almış olduğu kararları uygulamaya başlamıştır ve bunu da “millet iradesi” adına yaptığını ilan etmekten geri kalmamıştır. 1960’a, 27 Mayıs darbesi ile iktidar koltuğundan alaşağı olana kadar da bu böyle devam etmiştir.

27 Mayıs darbesini gerçekleştirenler de yaptıklarını “demokrasi” adına ilan etmişlerdir. Aslında böylece yaptıkları bu darbe ile de “Türk Tipi Demokrasi”nin (bir madalyonun diğer yüzü misali) ikinci yüzünü göstermişlerdir.

Bu şekilde Türkiye’de İttihat Terakki ile başlayan “Tek Parti” dönemi farklı görüntüler almış olsa da günümüze kadar da varlığını korumuştur. Şimdi ise bu AKP’de somutluk kazanmış durumdadır.

AKP kesintisiz 16 yıldır iktidar koltuğunda oturan bir parti olma özelliğine sahiptir. 7 Haziran 2015 seçimlerinde iktidar koltuğunu kaybetmiş olsa da, gerçekleştirdiği bir darbe ile bu koltukta oturmaya devam etmiştir. Bu yönüyle de Türkiye’de CHP’den sonra en uzun süreli iktidar koltuğunda oturan bir parti olma özelliğine sahiptir. O da CHP ve onun kötü bir kopyası olan DP’den farksız bir şekilde Türkiye’yi yönetmek ve dışında olan partilerin kendine tabi olmalarını istemektedir. “Tek Parti” dönemi olarak adlandırabileceğimiz bu “yönetim” biçimini ise daha da devam ettirmek istemektedir. 24 Haziran 2018 tarihinde gerçekleşecek olan erken genel seçimleri de bu konuda kendisini verilen bir onaya dönüştürmek istemektedir. Bunu sağlamak için de o da İttihat Terakki’nin, CHP’nin, DP’nin yaptıklarının bir tekrarını gerçekleştirmektedir.

Devlet imkanlarını sonuna kadar kullanarak, kendi dışında seçimlere katılacak olan hiç bir partiye propaganda ve çalışma imkanı bırakmamaktadır. Neredeyse Türkiye’de yayın yapan tüm özel radyo, televizyon, gazete ve dergileri, ajansları kontrolü altına alarak onları da birer propaganda aracı olarak kullanmaktadır. Bunları yeterli bulmadığı hallerde ise polisi, jandarmayı, mahkemeleri, faşist para militer güçlerini kullanmaktan ve bunlara dayanarak meydanlarda hakimiyet kurmaya çalışmaktadır.

Böylece İttihat Terakki’nin 1912’de, kendisinin de 1 Kasım 2015’de yaptığı Türkiye siyasal tarihine “Sopalı Seçimler” olarak geçenleri bile kat be kat aşan faşist baskılar altında 24 Haziran seçimlerini tek başına mecliste “nitelikli çoğunluk” denen bir oranla kazanmak istemektedir.

Bu şekilde “Türk Tipi Demokrasi” 24 Haziran’la birlikte kendini daha ileriki yıllara taşırmak için kolları sıvamış bulunmaktadır. Tabi bu her yönüyle kaskatı bir faşizm olan AKP diktatörlüğünün kendi projesidir. Başarılı olup-olmayacağı da kendine bağlı değildir. Eğer Türkiye toplumu; daha önce İttihat Terakki, CHP ve DP faşizminin “Tek Parti” dönemlerinde olduğu gibi, kendini bunlar karşısında güçsüz bir pozisyonda tutarsa AKP’nin amacına ulaşması da olanaklı bir hale gelmiş olacaktır. Ancak Türkiye toplumu 26 Nisan 2017 referandumunda bunun böyle olmayacağını göstermiş, tercihini kardeş olarak kabul ettiği Kürdistan halkı ile birlikte özgürlükten ve demokrasiden yana yaptığını ilan etmiştir. 24 Haziran’a doğru tüm engelleme ve baskılara rağmen bu tutumundaki ısrarını da koruyor. Bu yönüyle AKP faşizminin isteğinin gerçekleşmesinin olanaksızlığını ve onun “Tek Parti” dönemine geçit vermeyeceğini gözler önüne sermiştir.

Şimdi Türkiye toplumu 24 Haziran’da bunu yaşayarak görecektir ve herkese de gösterecektir. “Tek Parti” dönemi ve onun “Türk Tipi Demokrasisi ne” layık olduğu cevabı vererek tercihini “gerçek demokrasi” den yana yapacaktır.

Kaynak: Yeni Özgür Politika