İnisiyatif ve yaratıcılık-Selahattin Erdem

Tüm direniş güçleri zafer için gereken inisiyatif ve yaratıcılığı gösterebilmek için pasifizm ve teslimiyetçiliğe karşı da mücadele etmeleri gerektiğini bilmelidir. Direnişin zaferi ancak böyle bütünlüklü bir duruş ve mücadeleyle sağlanır.

Cizre ve Sur direnişleriyle yenilmezliği kanıtlanan demokratik öz yönetim direnişlerini zafere taşımada iki kilit kavram var: İnisiyatif ve yaratıcılık! İnisiyatif başkasından beklememeyi, görevi başkasına havale etmemeyi, bulunduğu yerde yapılması gerekenleri görmeyi ve yapmayı ifade ediyor. Aynı zamanda sorumlulukla bağlı bir kavram oluyor. Yaratıcılık ise öğrendiği bazı şeyleri tekrarlayan olmak yerine hep yeni tarz ve yöntem geliştirmeyi içeriyor. Bu da var olan imkan ve fırsatların doğru ve etkin kullanımı anlamına geliyor.

Demokratik özerklik devrimi gibi çok yönlü ve karmaşık görevlerin bir arada yürütülmesini gerekli kılan bir mücadelede kuşkusuz güçlü bir inisiyatife ve yaratıcılığa ihtiyaç duyuluyor. Adı üzerinde demokratik özerklik devrimi, demokratik öz yönetim direnişi! Yani demokrasinin esası olan demokratik yerel yönetimlerin inşası ve geliştirilmesi anlamına geliyor. Esas olan yerelin geliştirilmesi olunca, böyle bir durumda elbette yerel irade, örgütlülük ve güç de belirleyici oluyor. Bu da inisiyatif ve yaratıcılık istiyor.

Kuşkusuz demokratik öz yönetim direnişinde başarıyı yaratan inisiyatifi ve yaratıcılığı gösterebilmek için de direnişte kararlı ve ısrarlı olmak gerekiyor. Bu da direnişin zafer kazandıracağına inanmakla mümkün oluyor. Besbelli ki her şeyin başında inanç geliyor. Zafere inanç, direnişin zafer kazandıracağına inanç her bakımdan belirleyici oluyor. Elbette bu da bağımsız ve özgür yaşama tutku düzeyinde bağlı olmakla, özgür yaşam dışında hiçbir yaşam türünü kabul etmemekle, köleliğin ve uşaklığın her türünü ruhuyla reddetmekle mümkün oluyor.

Bağımsız ve özgür yaşama tutku düzeyinde bağlanamayanların, işbirlikçiliği ve ihaneti yaşam türü olarak görenlerin başarılı bir özgürlük ve demokrasi savaşçısı olamayacağı açıkça görülüyor. Böyleleri devrimcilik yerine reformculuğu, direnişçilik yerine pasifizmi ve teslimiyetçiliği seçiyor. Besbelli ki direniş zafere götürürken, teslimiyet ihanete, pasifizm de yenilgiye götürüyor. Dünyanın hiçbir yerinde teslimiyetçi pasifistlerin mücadelede zafer kazandığı herhangi bir olay bulunmuyor.

Elbette şimdi bizim için, yani direnişte tam karar kılmış olanlar için temel sorun, demokratik öz yönetim direnişlerini zafere taşıyacak inisiyatifi ve yaratıcılığı gösterebilmek oluyor. Edilgen ve tutucu duruş ve tutumlar, Cizre ve Sur’dan başlayarak Kürdistan’a dalga dalga yayılmış olan tarihi öz yönetim direnişlerinin hamleler halinde geliştirilerek zafere taşınmasını engelliyor. Ancak böyle bir inisiyatif ve yaratıcılık gösterebilmek için de bulunduğumuz her yerde karamsarlık ve kötümserlik yayan pasifizmin ve teslimiyetçiliğin her türünü yok etmemiz ve saflarımızdan atmamız gerekiyor.

Demek ki, AKP faşizmine öldürücü darbeyi vuracak olan demokratik öz yönetim direnişlerini hamleler halinde geliştirebilmek için, bunun istediği siyasi ve askeri inisiyatifi ve yaratıcılığı gösterebilmek için, aynı zamanda içimizde karamsarlık ve kötümserlik yayan her türlü pasifist ve teslimiyetçi tutuma karşı da etkili bir ideolojik ve örgütsel mücadele yürütmemiz gerekiyor. Dış düşmana karşı siyasi ve askeri direniş, iç düşmana karşı ideolojik ve örgütsel mücadeleden ayrılmıyor. Yani AKP faşizmine karşı demokratik öz yönetim direnişi ancak içimizdeki pasifizme ve teslimiyetçiliğe karşı mücadeleyle birlikte yürütülürse başarıya gidiyor.

İşte bu noktada sorunların ve zayıflıkların yaşandığı görülüyor. İçimizde kararsız, inançsız, karamsar, kötümser, geriye çeken, kolay zafer isteyen, maddiyatçı, pasifist, teslimiyetçi, psikolojik savaşın etkisini yaşayan birçok tutum ve davranış kol geziyor. Öyle ki adeta AKP’nin beşinci kolu gibi hareket edenler bile var. Ağızlarını açtılar mı, bulundukları ortama tam bir karamsarlık ve umutsuzluk yayıyorlar. Fakat böyleleri ayırt edilmiyor ve bu tür söz ve davranışlara karşı etkili mücadele yürütülmüyor.

Kuşkusuz Kobanê ve Şengal’de olduğu gibi, bugün de Kuzey Kürdistan kentlerinde faşist soykırım saldırılarına karşı halkımız amansız bir varlık ve özgürlük mücadelesi yürütüyor. Cizre ve Sur örneklerinde yaşandığı gibi bu direnişin bedeli çok ağır ve acısı çok büyük oluyor. Bunu herkes, en çok da aktif mücadele içerisinde olanlar yaşıyor ve görüyor. Fakat bu gerçek neyi ifade ediyor? Bize göre, birincisi AKP faşizminin ne kadar vahşi ve zalim olduğunu, ikincisi ise bizim mücadelede eksikliklerimizin bulunduğunu gösteriyor. Dolayısıyla eleştiri-özeleştiri temelinde var olan hata ve eksikliklerimizi bularak nedenleriyle birlikte aşmamız gerekiyor.

Fakat içimize kadar sızmaya çalışan pasifist-teslimiyetçilere göre ise, söz konusu ağır bedelin ve acının sorumlusu özgürlük için kahramanca yürütülen direniş oluyor. Birçokları şu veya bu biçimdeki söz ve davranışlarıyla yaşananlardan direnişi sorumlu tutuyor ve sağda-solda çekiştirmeye çalışıyor. Bilindiği gibi böyleleri başlangıçta daha çoktu. Şimdi Cizre ve Sur kahramanlıkları karşısında ve Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli’nin katliam ve soykırım çağrıları açıktan olunca biraz azalmış görünse de belli ki hala varlığını sürdürüyor.

Böyleleri "Daha doğru, bütünlüklü ve etkili direnmeliydik" diyeceği yerde, "Nerden çıktı bu direniş, ne iyi bazı imkanların başına konmuştuk" diyerek, "Direnilmemeliydi" ve "Daha fazla bu direniş uzatılmamalı" diye bağırıyor. Katliam ve yıkımdan AKP-MHP faşizmini sorumlu tutacağına, demokratik öz yönetim direnişlerini sorumlu tutuyor. Açık söylemese de AKP faşizmine ve soykırımına teslim olunması gerektiğini, başka çarenin olmadığını vaaz ediyor.

Kuşkusuz biz böylelerini iyi tanıyoruz. Yukarıdaki sözleri geçmiş kırk yıllık mücadele içerisinde de çok duyduk. Daha 1970’lerin ortalarından itibaren PKK aktif bir direniş hareketi olarak ortaya çıkarken, söz konusu pasifist-teslimiyetçi çizgi yine böyle bağırıyordu. 1980’lerin ortasında PKK zorlu bir gerilla direnişine yönelirken, böyleleri yine "Direnilmemeli" diye sızlanıp duruyordu. Hatta özgürlük için direnişin "Halkı katliama götüreceğini" söyleyenler bile vardı.

Peki tarih kimi ve hangi çizgiyi doğruladı? Küçük-burjuvazinin reformist-teslimiyetçi çizgisi mi gelişme yarattı, yoksa Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın devrimci direniş çizgisi mi Kürt halkını var ve özgür yaptı? Sonuçlar ortadadır. Şimdi reformist-teslimiyetçilerin esamesi okunmazken, Apocu ruh ve bilinçle donanmış olan Kürt gençlerinin DAİŞ ve AKP faşizmi karşısında yürüttüğü kahramanca direniş Kürdü özgür insanlığın öncüsü ve umudu yapıyor. 

Dün olduğu gibi, bugün de Önder Abdullah Öcalan’ın devrimci direniş çizgisi Kürt halkının varlık ve özgürlük mücadelesini yürütüyor. Önder Abdullah Öcalan, dün olduğundan daha fazla bugünkü direnişe öncülük ediyor. Bu gerçek yadsınabilir mi? "AKP İmralı’ya yasak koymuş" denerek bu gerçek çarpıtılabilir mi? Kürtler için yaşanan yıkım mı esastır, yoksa tarih boyunca gurur duyulacak olan Mehmet Tunç ve Pakize Nayır direnişçiliği mi? 

Şu gerçekleri yurtseverim diyen her Kürt iyi bilmeli, anlamalı ve buna göre hareket etmelidir: Birincisi, söz konusu savaşı Kürtler değil, AKP ve ABD çıkardı ve topyekûn özel savaş konsepti temelindeki faşist saldırıyla Kürt soykırımını tamamlamak istedi. Bunu Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu ve Devlet Bahçeli açıkça söylüyor. İkincisi, Kürdistan Özgürlük Hareketi söz konusu imha ve tasfiye saldırısı karşısında var olmak ve özgür yaşamak için direnmek zorundaydı. Dolayısıyla bu direniş tartışma götürmeyecek kadar doğruydu, haklıydı, gerekliydi ve kutsaldı. Hiçbir eksiklik ve tahribat, söz konusu AKP saldırısı karşısında direnmeme gerekçesi olamazdı. Üçüncüsü, Cizre ve Sur’da AKP faşizmi yenildi ve Kürt direnişi zafer kazandı. Tıpkı 1982 yılında Diyarbakır zindanında yaşanan gibi. Nasıl ki son otuz beş yıldır Kürdistan’daki yaşamı Mazlum Doğan, Kemal Pir ve Hayri Durmuş’un direnişi belirlediyse, bundan sonraki kırk yıllık yaşamı da Mehmet Tunç ve Pakize Nayır’ın direnişi belirleyecektir. Bunun böyle bilinmesi gerekir.

AKP-MHP ortaklığının 24 Temmuz faşist saldırganlığına karşı demokratik öz yönetim direnişlerini geliştirirken şunu söyledik: Teslimiyet ihanete, pasifizm yenilgiye, direniş zafere götürür! Dokuz aylık mücadelenin sonuçları bunu doğrulamıştır. Eğer direnişin zaferinde yetersizlikler varsa, bunun sorumlusu direniş değil, direniş saflarına sızmaya çalışan pasifizm ve teslimiyettir. Tüm direniş güçleri bu gerçeği iyi görmeli ve zafer için gereken inisiyatif ve yaratıcılığı gösterebilmek için pasifizm ve teslimiyetçiliğe karşı da mücadele etmeleri gerektiğini bilmelidir. Direnişin zaferi ancak böyle bütünlüklü bir duruş ve mücadeleyle sağlanır.

KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA