Kalkan: Türkiye toplumu Erdoğan’ın zulmüne ‘dur’ demeli

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan: Türkiye toplumu, Erdoğan’ın bu zulmüne ‘dur’ demeliler… Bu faşist diktatörlüğün daha fazla yakıp yıkmasına izin vermemeliyiz. Bir an önce devrimci birliği yaratıp eyleme geçmek gerekiyor.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Med Nuçe’de yayınlanan Politik Alan programında gazeteci Ersin Çelik’in sorularını yanıtladı.

Minbic’e yönelik operasyon başarıyla devam ediyor. QSD ve Minbic Askeri Meclisi kenti kuşatmaya aldı. Bu aşamaya kadar operasyonu nasıl değerlendiriyorsunuz ve bu operasyonun siyasi sonuçları nasıl olur?

DAİŞ faşizmine karşı insanlık mücadelesi içinde olan, Rojava ve Demokratik Suriye temelinde gelişen ve şu an Minbic operasyonunu yürüten QSD’yi selamlıyorum. Başarılarından dolayı kutluyor, başarılarının devamını diliyorum. Büyük bir görev üstlenmişler, büyük bir cesaret ve fedakarlık ile insanlığı ve Ortadoğu halklarını büyük bir felaketten kurtarmaya çalışıyorlar. Yine komutan Faysal Ebu Leyla şahsında Minbic operasyonu şehitlerini anıyorum. Onlar bu büyük direnişin hem yürütücüleri, hem de zafere ulaştıranlarıdır.

Minbic Askeri Meclisi ve QSD’nin karargahlarından açıklananlara göre operasyon planlandığı gibi devam ediyor. Herhangi bir engelin olmadığı ve planlandığı gibi sonuca ulaşacağı da görülüyor. Şuan ulaşılan düzey kentin tamamıyla kuşatıldığıdır. Büyük bir kuşatma yapılmıştı ve bu kuşatma içerisindeki bütün köyler özgürleştirildi ve kente dayanıldı.

Sivil halkın zarar görmemesi için özen gösterdiklerini belirtiyorlar. Zaten o halk için bu mücadeleyi veriyorlar. Özgürleştirilen köylerden halkın duygu ve görüşleri de basına yansıdı. Büyük kutlamalar var. Bu coğrafya da bütün din ve milletlerden halklar var. Arap, Kürt, Türkmen, Müslüman, Hıristiyan vb farklılıklar var. Hepsinin ortak bir duyguda birleşmiş olduğu görülüyor. Özgürlüğe ulaşmayı en yüce insan değeri olarak ifade ediyorlar. Bu şekilde QSD’yi kucaklıyorlar.

Bazıları neden bu kadar geç kalındı diye sitem de ediyorlar. Doğrudur, geç kalındı. Herkes DAİŞ’e karşı aynı tutum içinde olmadığı için geç kalındı. DAİŞ’e karşı mücadele etmekten çekinenler var. Bir de DAİŞ’i destekleyenler var. Bunlar da iki kategoriye ayrılıyor; açık destekleyenler, gizli destekleyenler. Sözle DAİŞ ile savaştıklarını söylüyorlar, ama gizliden DAİŞ’i destekliyorlar. AKP eskiden açıktan destekliyordu. Sonra ABD ve Avrupa net tavır alınca, Rusya ile ABD-Avrupa’yı karşı karşıya getirme planları tutmayınca sözde ABD ile antlaşma yapıp uluslararası koalisyona katılarak DAİŞ’e karşı mücadele edeceğini ifade etti. Sözde DAİŞ ile mücadele ediliyor ve karşı blok içerisinde görünüyor ama gizlice DAİŞ’i destekliyor.

Bunu destekleyen bir sürü bilgi var. DAİŞ’e askeri malzeme götürdüğünü haber yapan gazeteciler tutuklandılar, ceza verildi ve dışarda da kurşunlandılar. DAİŞ’in en azılı kişileri de MİT’in eliyle serbest bırakıldı. Onlara MİT DAİŞ’i diyelim. Yani MİT’in örgütlediği bir DAİŞ var, belli bir kesimi MİT’dir. Hakan Fidan’ın denetiminde örgütlendiriliyor. Bunun için milletvekili olması engellendi. Tayyip Erdoğan tarafından zorla MİT’in başına gönderildi. 5 Haziran Amed katliamını yapan, Suruç katliamı, 10 Ekim Ankara katliamını yapanların hepsi MİT DAİŞ’i dir. Bunu daha önce de söyledik. Dikkat edilirse, bunların hiçbirini DAİŞ üstlenmedi. MİT, “DAİŞ yaptı” dedi. DAİŞ içerisinde örgütlenen MİT ajanları bunu yaptı. Sorumluluğu DAİŞ’e yüklemek istediler, ama DAİŞ kabul etmedi. Şimdi bütün bunlar açığa çıkıyor.

Diğer yandan AKP ile DAİŞ’in ortaklığını gösteren bütün yayınları susturuyorlar, onlara kan kusturuyorlar. Rusya ile çelişkileri olduğu için, Rusya bu ortaklığı biraz deşifre etmeye çalıştı. Yani DAİŞ’e karşı mücadeleyi engelleyen durumlar var. Sözde herkes DAİŞ’e karşıdır, ama gerçekte destek olanlar var. Çok az güç var ki DAİŞ’in yenilgisi için canla başla ve cesaret ile mücadele ediyorlar. Diğerleri yapmıyorlar, oradan siyasi rant elde etmek istiyorlar. Burada AKP hükümetinin payı belirleyicidir. Şimdiye kadar DAİŞ’in temizlenmesini engelleyen AKP hükümetidir, tüm gücüyle buna karşı durdular.

“Fırat’ın batısına geçilmeyecek, kırmızı çizgimizdir” dediler. Hem tehdit ettiler, hem de bunun için elinden gelen her şeyi yaptılar. Fırat’ın batısında DAİŞ güçleri vardı, AKP ise YPG-YPJ ve QSD’nin oralara gitmesini tehlikeli buldu. Ama orada DAİŞ ve El Kaide’nin olmasını gayet normal ve makul gördü, destekledi ve küçücük bir koloni gibi kendine bağladı. Bundan dolayı bu kadar gecikme oldu. Ama bu politikalar artık tutmuyor. Bu tür ulus-devletçi statükocu sistemler kaldırılmıyor, karşı koyuş var. Mutlaka değişiklik istiyor. Ortadoğu değişmek durumundadır. 1. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı siyasi sistem her şeyi ile değişmek durumundadır. Ortadoğu’da ciddi bir değişim ve yeniden yapılanma yapılmak durumundadır. Ortadoğu halklarının yapısına uygun, özgürlükçü ve herkesin hakkını veren demokratik bir sistem temelinde Ortadoğu’nun yeniden yapılanması gerekiyor. DAİŞ faşizmine karşı Kuzey, Rojava ve Güney Kürdistan’da yürütülen mücadelelerin hedefi budur.

Minbic operasyonunda AKP, DAİŞ’in değil de kendini kuşatma altında hissediyor. Bunun ile birlikte Suriye rejiminden de benzer refleksler görüldü, açıklamalar yapıldı. Buna paralel Türkiye, Suriye ve İran arasında yapılan görüşmeler basına yansıdı. Böyle bir süreçte bu üçlünün görüşmesi daha somut olarak nasıl değerlendirilebilinir, ne anlama gelir?

AKP’nin bir kuşatma yaşadığı doğrudur. Giderek de daraltılıyor. Neden böyle bir kuşatmaya giriyor? İzlediği Kürt karşıtı siyasetten dolayıdır. Kürt karşıtı strateji izleyen her kuvvet Ortadoğu cephesinden mutlaka kuşatılır. Kürt kuşatmasına girer. Anadolu’nun Ortadoğu’ya açıldığı yer Kürdistan’dır. Kafkasya’dan Akdeniz’e kadar böyle bir Kürt hilali var. Buna tarihte altın hilal deniliyor. İnsanlığın toplumsallaştığı yerdir. Özgür demokratik toplumun geliştiği yerdir. Neolitik devriminin geliştiği yerdir. Buradaki insanlık değerleri ve toplumsallık zayıf değildir. İnsanlığın altın çağı burada yaşanmıştır. Bugün ki bütün zenginlikler de bu altın hilale dayanarak oluşmuştur. Bu toplumu yok etmek isteyip de Anadolu’dan Ortadoğu’ya açılmak istenmek mümkün değildir. Bunu tarihte hiç kimse başaramadı. İskender ve Yavuz Selim bile Kürtler ile anlaşarak buradan geçti. Mustafa Kemal Kürtler ile anlaşarak bu meclisi ve cumhuriyeti kurdu.

Şimdi ise Kürtler bu meclisten atılmak isteniyor. Meclisin açılışında kimler vardı? Eğer Kürt toplumundan çok güçlü bir destek alınmasaydı, cumhuriyetin kuruluşunda da böyle bir direniş olmazdı. Bunu Mustafa Kemal’in kendisi de söylüyor. Şimdi ise AKP ve Tayyip Erdoğan, Kürt’ü yok sayarak, bu Kürt hilalini aşarak Ortadoğu’ya ulaşmak istiyor. Böyle olunca bütün Kürdistan parçalarındaki Kürtler direniyorlar. Bu direniş Maku’dan başlıyor, Efrin’e kadar devam ediyor.

Kimse Kürtleri hafife almamalı. Geçmişte Kürtler saf kaldılar ve herkesi kendileri gibi bilip, hile ve kurnazlık yapmadılar. Politik olamadılar. Bundan dolayı Kürdü inkar eden bir sistem yaratılabilindi. Bu saflık ve temizliklerinden kaynaklandı. Ama şimdi Kürtler bu yaşananlardan ders çıkardılar. Belki halen bireysel ve ailesel çıkarlar peşinde olup da, AKP etrafında toplanarak yemlenmek isteyenler var. Ama onların da Kürt toplum gerçekliği ile bir alakaları kalmamış ve ihanet gerçekliği içerisinde olan kesimlerdir. Ama Kürt toplumu son ferdine kadar direniyor. Bu durum Kürt düşmanları için bir kuşatmadır.

Şimdi dünyada herkes bu duruşu alkışlıyor. Türkiye’nin demokratları ve devrimcileri de bunu alkışlıyor. Bütün demokratik güçler, dört parça Kürdistan’da Kürt kadın ve gençlerinin, bir bütünen halkının yürüttüğü mücadele ile birlik halindeler.

AKP 93 yıl önce oluşturulmuş bu zihniyetin girdabına kapılmış durumdadır. Zihniyeti, siyaseti ve ruhu ile böyle yaklaşıyorlar. Buna karşı Kürtler de direnince kuşatılıyorlar. Bu şekilde AKP, Türkiye’nin bütün imkanları Kürt soykırımı politikasını başarıya götürmek için harcıyor. Her türlü kirli ilişkiye giriyorlar, her türlü pazarlığı yapıyorlar. Türkiye’nin gençlerini, Kürtlerin evine, sokağına ve kentlerine salıp katletmek istiyorlar. Onlar da vurulunca cenaze kaldırıyorlar. Yani Tayyip Erdoğan, kendi iktidarını uzatmak isterken Türkiye’yi bitiriyor. Bu şekilde kendi sonunu da hazırlıyor.

Şimdiki politikaları denize düşen yılana sarılır felsefesi ile oluyor. Kendini bir felakete koyduğu için, bu girdabın içinden çıkamıyor. Bu sefer geçmişte kendine düşman bildiği herkese sarılarak bu girdaptan kurtulmaya çalışıyor. AKP ve Esad yönetiminin Cezayir’de yaptığı görüşmelerde bir gerçektir. Bir Türkiye, İran ve Suriye ortak görüşmesi vardır. Bu anti Kürt bir görüşmedir. Suriye’de Kürtlerin herhangi bir siyasi statü kazanmalarını engellemek üzere antlaşma yapmışlardır. AKP ve yandaşları, Beşar Esad için söylemedik söz, etmedikleri hakaret bırakmadılar. Dünyadaki en kötü sıfatları taktılar, küfrettiler. Herkes sanıyordu ki gerçekten de bunlar birbirlerine düşmandır. Halbuki Tayyip Erdoğan, daha önce “Esad kardeşimdir, iki devlet bir hükümetiz” diyordu. Ortak bakanlar kurulu oluşturdular, öyle yürüyeceklerdi.

2011’de itibaren Ortadoğu’da devran değişince, bu kardeşlik bitti. Onun yerine akıl almaz bir düşmanlık geldi. Bu düşmanlık görünüştü. Açığa çıktı ki Esad’ın siyaseti, zihniyeti ile ciddi bir karşıtlıkları yoktur. Erdoğan ve AKP neyden korktu. Eğer Esad direnirse, Suriye’deki iç savaş uzar ve Suriye’de demokratik bir Suriye’nin koşulları ortaya çıkar da Rojava Kürtlerin siyasi statü ve demokratik haklarını kazanmalarını getirir diye korktular.

Bunun için AKP hükümeti, uzun vadeli bir çatışma olmadan Beşar Esad hükümetinin düşmesini ve yerine benzer zihniyete sahip birinin gelmesini, mevcut ulus devlet sisteminin devam etmesini ve Kürtlerin bir statü kazanmamasını istedi. Bunun için Esad düşmanlığı yaptılar. Bu yönlü her türlü çabayı harcadılar. Çetelere her türlü destek verdiler. Bu temelde ABD, Avrupa ve Rusya’yı yönlendirmek istediler. Fakat başarılı olamadılar. Tam bir yenilgi aldılar. Tabi bol bol provokasyonlar yapıyorlar. Hakan Fidan eliyle her gün Kilis’i bombalıyorlar. Rusya uçağını bombalayacak kadar provokasyona girdiler, ama başarılı olamadılar. Herkes AKP’nin faşist, diktatöryel zihniyetini gördü. Bunu artık Ortadoğu ve dünya için bir tehlike olarak görüyorlar. Nasıl ki Hitler bir tehlike olarak görüldü, Tayip Erdoğan ve hükümeti de büyük bir tehlike olarak görülüyor. Mesela mülteci krizi ile Almanya ve Avrupa’yı tehdit ettiler. Ama Avrupa bu pazarlık ve tehdidi gördü. Onun için tavır aldılar.

Esas olarak Erdoğan ile Esad zihniyeti arasında bir fark yoktur. AKP ve TC Suriye’de yenilgiye uğradılar. Korktukları başlarına geldi, mevcut Suriye ulus devleti parçalandı, bu parçalanma içerisinde Kürtler bir güneş gibi doğdular, büyük bir özgürlük ve demokrasi devriminin kıvılcımı doğdu, bu devrim Suriye ve bütün Arap coğrafyasını aydınlattı. Bu devrimi yapan Kürtler, bütün dünyanın başına bela olmuş DAİŞ faşizmine karşı mücadele etti. Şimdi Kürtler sadece statü kazanma ve haklarını korumanın da ötesine geçtiler. Suriye’yi DAİŞ faşizminden kurtaran ve insanca yaşanabilir demokratik bir Suriye’nin yaratıcısı haline geldiler. Bir umut oldular, özgürlük ruhunun öncüsü oldular. Şimdi QSD bütün Suriye’yi kurtarıyor.

Esad yönetimi de, AKP gibi DAİŞ ile mücadele edenleri terörist ilan ediyor. “Suriye’yi sadece Suriye ordusu kurtarabilir” diyor. Yani Cezayir görüşmelerinden sonra Esad, Erdoğan’ın ağzıyla konuşuyor. Orada büyük bir antlaşma yaptıkları görülüyor.

Bu büyük bir tehlikedir ama ne AKP’yi ne de Esad yönetimini kurtarabilir. İran da dikkatli olmalıdır. Bu girdap hepsini boğar. İran ve Türkiye bölgenin hegemonik güçleridir, kendilerine göre politika yapıyorlar. Ama onların ateşinde yanan Esad yönetimi olur. Bu bakımdan herkes uyanık ve dikkatli olmalıdır.

Türkiye devrimci demokratik güçleri, halkları ve aydınları bunu görmeli. Yine Arap ve Fars halkları ve aydınları bu gerçeklikleri görmelidir. Bu Kürt düşmanı siyaset Ortadoğu’da hiç kimsenin yararına değildir.

Türkiye ile Suriye görüşmelerine öncülük eden Vatan Partisi’nin bir heyetiydi. Yani Ergenekoncu, diğer bir tanımlamayla Türk gladiosuydu. AKP adına diplomatik faaliyetlerde bulunulmasıyla birlikte ele alındığında bu durum ordunun Türk siyaseti üzerindeki etkisinin arttığı anlamına mı geliyor?

Bu beyaz Türkçü gladionun üzerine biraz gidildi. Çok ileri gidip NATO sistemini zorluyorlardı. Zayıflatılmaları için AKP iktidara getirildi. AKP eliyle bunların üzerine biraz gidildi. Alternatif olarak yeşil Tükçü gladio geliştirilmek istendi. Şimdi yapılan beyaz, kara ve yeşil gladionun birleştirilmesidir. Çünkü birbiriyle çelişkileri olsa da hepsinin ortak noktaları Kürt karşıtı olmalarıdır. Söylemlerin de farklı görünüyorlar, ama amaçta aynıdırlar.

Kürt özgürlük direnişi çözümü dayatınca, Türkiye devrimci güçleriyle ittifak yapınca, demokratik siyasette HDP bir çıkış yapınca bütün gladiocu güçler paniğe düştüler. Kendileri için tehlike gördüler ve derhal birleştiler. 24 Temmuz saldırılarıyla ortaklaşa birleştiler. Eski ergenekoncular da bu işte yer alıyorlar.

Doğu Perinçek, eskiden beri bu işler ile görevlendirilmiş bir kişidir. Mahir Çayan vasiyet etmiş ve “Doğu Perinçek teslim olmuştur, kontrgerilla olmuştur ve dikkat edilsin” demiştir. O zamandan beri gladionun sol içerisindeki bir ucu oldu ve bu şoven milliyetçi çizgiyi geliştirdi. Kürdistan’da gerilla direnişi bir gelişme yaratınca da telaşa düştüler ve bu kişi eliyle Kürtleri nasıl kandırır da gerillayı denetimimize alırız diye girişimlerde bulundular. PKK’yi yok etmek istiyorlardı. Bütün amaçları Kürdü aldatma üzerineydi, aldatamayınca da vurup ezmek istiyorlardı.

Tarihsel olarak da hep böyle yapmışlardı. Seyid Rıza va Şex Said’e böyle yaptılar, PKK’ye de böyle yapmak istediler. Ama PKK bu oyunlara gelmedi. Şimdi de Doğu Perinçek’in öncülük ettiği bu zihniyet, “bu coğrafya da herkes Türk olacak” diyor. Ama bu devleti yönetenlerin durumu incelensin, hiçbirisi Türk çıkmaz. Hepsi dönme Türk’tür, Türkiye toplumu ile bir alakaları yoktur. Biz Türkiye toplumunun içerisinden çıkmışız, toplumu çok iyi biliyoruz. Bu toplum ile bu devleti yönetenler arasında hiçbir bağ yoktur. Hepsi sağdan soldan gelip asimile olmuşlar, ama kraldan daha kralcı takılıyor ve “niye herkes bizim gibi Türkleşmiyor” diye herkese baskı yapıyorlar. Bu hastalıklı bir zihniyettir.

Bahçeli, Erdoğan ve Kılıçdaroğlu hepsi birlikte bu savaşın sürdürücüleridir. Şimdi de cenaze törenine katılma yarışı yapıyorlar. Bu cenazeler nereden ortaya çıkıyor? Bunu toplumun sorgulamadığını mı sanıyorlar. Eğer Kılıçdaroğlu, bu cenaze yarışına giriyorsa, o zaman kendisi de bu savaşı destekliyor. O zaman 24 Temmuz saldırısının bir parçasıdır.

Ordu için hazırlanan dokunulmazlık yasasına da CHP destek verdi zaten. Şimdi Kürtlerin, demokratların dokunulmazlıklarını kaldırıyorlar. Buna karşı Kürtleri, Türkiye’nin demokratik devrimci güçlerini katleden, faşist terör uygulayan gladio, ordu ve polisi dokunulmaz hale getiriyorlar. Tayyip Erdoğan HDP’lilere “suç işlememişseniz, neden dokunulmazlığınızın kaldırılmasından korkuyorsunuz?” Biz de şimdi Erdoğan’a soruyoruz, “eğer senin ordun, polisin ve MİT’in suç işlemiyorsa, neden meclisten yargılanamaz kararı çıkarıyorsun?” Çünkü Erdoğan onlara en vahşi suçları, katliam suçlarını işletiyor. Bu katliamların sorumluluğunun onlarda olduğu için, yargılanmamaları için onlara dokunulmazlık getiriyor.

Bu faşist ittifakın saldırı gücü ordu ve polistir. AKP, bakanlar kurulu ve diğer partiler artık asker ve polisin ekonomik ve siyasi işlerini yapar bir konuma geldiler. Esas karar alıp yürütenler, Genelkurmay ve polis karargahlarıdır. Devlet artık bunların elindedir. Ordu ve polis vesayeti her zamankinden daha güçlüdür. Kürt saldırılarında bu gerçeklik bir kere daha açığa çıkmıştır.

Daha önceki açıklamalarınızda CHP için, “faşizm karşısında geri adım atılarak direnilemez. Geri adım atan daha fazla ezilir”  demiştiniz. Öyle de oldu. Bu süreçte de Kılıçdaroğlu yönelik bir kampanya başlatıldı. Önüne mermiler fırlatıldı ve AKP yandaşı gazetelerde “sonu geldi!” manşeti atıldı. Bu gelişmeleri Ergenekon’un ya da ordunun CHP’ye müdahalesi, CHP’nin yönetim değişikliğine zorlanması olarak değerlendirilebilir mi?

O zaman “umarım herkesten önce Kılıçdaroğlu’nu yargılarlar ve tutuklanır” demiştim. Henüz hapse konulmadı, ama ciddi tehdit altındadır. Aslında bir danışıklı dövüşte denilebilir. Yani Kemal Kılıçdaroğlu onlar ile kavga ediyor gibi görünüyor. Ama öyle değil. Eğer öyle olsaydı, HDP ile birlik olurdu. Bir demokrasi bloğu örgütlemeye kalkardı. AKP’nin Kürt düşmanlığına, faşist saldırılarına karşı çıkardı. Ama şehit edebiyatı, cenaze töreni edebiyatı yapıyor. Ama AKP onlar ile oynuyor, istedikleri gibi hareket ettiriyorlar. Buna göre Kemal Kılıçdaroğlu’nu söz ve davranış içine sokuyorlar. CHP’nin mevcut yönetim duruşu böyledir.

Gerçek sosyal demokratlar, devrimci güçler bu oyuna gelmemelidir. Bütün CHP’liler böyledir demiyoruz ama CHP’ye hakim olan zihniyet ve siyaset AKP’ye koltuk değneği olan beyaz faşist güçleri temsil ediyor. Demokrasi güçlerine karşı, Kürt düşmanlığında AKP’den hiçbir farkları yoktur. Çözüme ilişkin hiçbir proje ve önerileri yoktur. Kemal Kılıçdaroğlu “meclise gelsin” diyor. Ama ortada meclis mi kaldı? Kemal Kılıçdaroğlu da bir parti başkanı olarak bir savcının elindedir, istediği zaman onu tutup hapse atarlar.

Artık meclis AKP, MHP ve bazı faşist CHP’lilerden oluşan faşist bir bloktur. Erdoğan diktatörlüğünün kapı kulu haline gelmiştir. O meclise Kürt sorunu nasıl gelip çözülecek? Sen CHP olarak Kürt sorununu nasıl çözecek, Türkiye’nin demokratikleşmesi için ne yapacaksın, alternatifin nedir? Bu konularda hiçbir plan ve projeleri yoktur. Sadece laf kavgası yapıyorlar. Osmanlı dönemindeki orta oyunları gibidir, sadece laf oyunu yapıyorlar. Peki bu devlet nasıl yürüyor? Bu partinin başkanlarına “siz laf oyunu yaparak toplumu uyutun, gerçek politikayı ordu ve polis savaş olarak yapıyorlar zaten” deniliyor. Partilere yürütülen savaşı maskeleme görevi verilmiş. Erdoğan ve Kılıçdaroğlu arasındaki kavga da bundan ibarettir. Bunun dışında o tartışmaların hiçbir politik değeri yoktur.

Bu politikaların Avrupa ve ABD’de de yansımaları var. Dünyaca ünlü boksör Muhammed Ali yaşamını yitirdi. Erdoğan onun cenaze töreni üzerinden bir siyasi şov yapmak istedi ama ABD’de Erdoğan’a dönük bir tavır geliştirildi. Bu ne anlama geliyor?

Muhammed Ali Klay’ı da anıyoruz. Çeşitli şekillerde insanlık mücadelesine katkısı olan ve İslam toplumu ile de yakınlığı olan bir kişidir. Dünyayı ve hepimizi etkiledi. Aslında boksörlük ile değil, aldığı siyasi tavırlar ile kişilik kazandı. Örneğin Vietnam savaşına gitmedi, tutum aldı. Bunun için yargılandı, para cezası verildi ve madalyası elinden alındı. Ama yine de tutumunu sürdürdü. Vietnam halkını katletmek için Vietnam’a gitmedi. Kürdistan’a gelip de Kürt halkını katleden Türk gençlerine, sanatçılarına, sporcularına söylüyorum; eğer haftalardır Muhammed Ali Klay’ı tartışıyorsak ve sempati besliyorsak o zaman onun kişiliğini de doğru anlamamız gerekir. İnsanlık olarak ondan öğreneceklerimiz var. Eğer Türkiye’nin gençleri Onu örnek alıyorsa, Nusaybin, Cizre, Sur ve Kürdistan’ın diğer şehirlerine gelip Kürdistan halkını katletmesinler. Kimse hem katliam yapıp, hem de ben “Muhammed Ali Klay’cıyım” demesin.

Erdoğan bu ikiyüzlülüğü yapmak istedi. 14 yıldır iç ve dış güçlerin hepsini aldattı ve en sonunda açığa çıktı ki Erdoğan kişiliği bir Hitler kişiliğidir. Tarihte Kürtlerin üzerinde hangi katliamlar yapıldıysa, Erdoğan da benzerlerini yapan bir katliamcıdır. Bu açığa çıktı. Ama halen de her fırsatta kendini maskelemeye çalışıyor. Muhammed Ali Klay gibi bir kişiliği de bunun için kullanmak istedi. Zannediyor ki dünyanın en kurnazı odur. Ama siyaset kurnazlık ile yapılamaz. ABD’deki durum da bunun göstergesidir. Halbuki Klay’ın düşüncelerine karşıt olan kişi kendisiydi. Kürdistan’da her türlü katliamı yapan bir kişi, Vietnam’a gidip katliam yapmayı ret eden bir kişinin cenaze törenine katılamaz. Ama katılıp kamuoyunu aldatmak istedi. Ama ne Klay’ın ailesi, ne de bu oyunu gören başka çevreler ona fırsat vermedi.

O cenaze töreninde bütün dünyanın gözü önünde bir aydın “Türkiye lideri artık Kürtleri öldürmeyi durdurmalı” dedi...

  Evet, dini yönü de olan ve değer verilen bir aydın öyle dedi. Açık konuştu, “Söyleyin o Türkiye liderine! Kürtleri öldürmekten vazgeçsin!” dedi. Bunun Klay’ın cenaze töreni vesilesiyle söylenmiş olması da çok anlamlıdır. Çünkü böyle bir öldürmeyi reddeden ve bu tutumu için her şeyi göze alan bir kişidir. Şimdi dünya onu el üstünde tutuyor ve insanlık bu değerler üzerinden yeniden yapılanıyor.

Muhammed Ali’nin son yumruğunu Erdoğan siyasetine vurduğunu söyleyebilir miyiz?

Aslında Klay yumruğu vurmadı. Tayip Erdoğan kafasını götürüp Klay’ın yumruğuna çarptı.

Kürdistan ve Ortadoğu’daki kriz ve savaşı tartıştık. Ama bir de çözüm arayışları var. Demokrasi cephesi tartışmaları da var. Hareketiniz farklı zamanlarda benzer çağrılar yaptı. En son eski CHP eski milletvekili Rıza Türmen böyle bir çağrıda bulundu. Bu, bir çözümü geliştirip, AKP’yi yani savaşı durdurabilir mi, ya da durdurabilmesi için neler gerekli?

Birincisi, CHP içerisinde gerçekten de tutarlı, sözü ve pratiği ile bir olan demokratik, sosyal demokrat kişilikler var. Bunu önemsiyor, mücadelelerine değer veriyoruz. Daha fazla mücadele etmelerini de istiyoruz. Ortak mücadele yürütmesek de dolaylı olarak mücadelemizin ortak olduğuna inanıyoruz. Bu temelde başarılar diliyoruz. Ama daha aktif, daha örgütlü bir temelde demokrasi mücadelesi yürütmelerini ve seslerini daha gür çıkarmalarını istiyoruz.

İkincisi, her savaşın bir sonucu var. Türkiye ve Kürdistan’da yaşanan savaş, 35 yıllık savaşın en sert sürecidir. Devlet tarafından en ölçüsüz ve en kuralsız yürüdüğü dönemidir. 90’ları da çok aştı, aslında 12 Eylül sürecini de aştı. Tansu Çiler köyleri yakıp yıktı, Tayyip Erdoğan da şehirleri yakıp yıktı. Türkiye ve Ortadoğu tarihine böyle geçecek. Bu savaş herkesi etkiliyor. Türkiye toplumu bu savaşı kaldıramıyor. Duygu ve düşünce olarak rehabilite olmuş. Bundan dolayı insanların tepkileri ve arayışları oluyor. Bu çabalar çok değerlidir.

Kadın ve gençlik, akademisyenler, emekçiler ve sendikalar direniş gösteriyorlar. Fakat yetersizdir, örgütsüzdür, parçalıdır. Savaşın bu kadar yakıcı ve yıkıcı gerçeğine karşı bu tür çabalar yetersiz geliyor. Derler ki güneş karanlığın en fazla olduğu zamanlarda aydınlık doğarmış. Barış da savaşın en çok şiddetlendiği ve tahripkar hale geldiği ortamdan doğar. Barış arayışları o zaman ortaya çıkar. Mevcut duruşları böyle değerlendiriyoruz. Ama azdır. Mesela Ortadoğu ve dünyada Erdoğan diktatörlüğüne karşı gelişen tepkilere göre, Türkiye’deki tepkiler daha azdır. Halbuki zarar gören Türkiye toplumudur. Türkiye toplumu, kendine zarar veren bu savaşı durdurmak için daha fazla çaba harcamalıdır. Daha net konuşmalı ve tutum almalıdırlar. Erdoğan’ın bu zulmüne ‘dur’ demeliler.

Tekrardan söylüyoruz, bu savaşı biz başlatmadık. Durdurma çabalarını da önemsiyoruz. Ama pratikte savaşı durduracak düzeyde bir karşı duruş yoktur. Erdoğan öyle bir saldırıya geçmiş ki “ya teslim olacaksınız, ya da yok olacaksınız” diyor. Kürtlere teslimiyet ve yok olma dışında bir yaşama hakkı vermedi. Kafatasçılık milliyetçiliği yapıyor. MHP kökenli olduğu da açığa çıktı. Almanya parlamentosunda soykırıma ‘evet’ diyen Türk milletvekillerine “Türk kanı taşımıyorlar, laboratuvar testi yapılsın” dedi. Bu ırkçılıktır. Erdoğan da en az Bahçeli kadar ırkçıdır.

Erdoğan, “Bu kavga ilk insan ile başladı, son insana kadar da devam edecek” diyor. Yani Kürdü yok edene dek devam edecek. Kürt yurtseverliği, demokratik bir sistem içerisinde bütün halklarla beraber yaşamaya dayanıyor. Erdoğan’ın Türklüğü ise Kürdü yok etmeye dayanıyor. Bu nasıl insanlıktır, insan insanlığından utanır. Halen bu tür şeyleri söyleyen Erdoğan’ın etrafında nasıl duruyorlar. Utanmazlık bu düzeye gelmiş. Bundan dolayı barış ve demokrasi çağrıları önemlidir ama bunun gerçekleşmesi için faşist sistemin yıkılıp demokratik bir sistemin kurulması gerekiyor. Böyle bir mücadele göze alınmalıdır. En az faşistler kadar demokrasi ve özgürlük mücadelesinde fedakâr ve cesur olmalıdır. Bu temelde örgüt ve eylem gücü haline gelmek gerekiyor.

HDP ve HDK’nin bir demokrasi bloku var, bunu büyütmek ve güçlendirmek gerekiyor. Devlet soykırımından ve faşizminden kurtulmak isteyen bütün güçler, çevreler, dernekler, örgütler bir araya gelip ortak bir mücadele etmeleri gerekiyor. Mesela CHP içindeki bazı çevreler var, Haziran Hareketi içindeki çevreler var, ÖDP var, sendikalar var. Parça parça herkes mücadele ediyor, ama Erdoğan diktatörlüğüne karşı bir demokrasi bloku oluşturmaları gerekiyor. Bunun için çaba harcanmalıdır. Bunun bir kitle hareketine ve halk direnişine dönüşmesi lazımdır.

Bir de gerçeği gören devrimci hareketler devrimci birliği yaratmalılar. Son dönemde HBDH kuruldu, Türkiye’de çok geniş kesimlerin de içinde yer alabileceği bir harekettir. Oldukça gelişme de sağladı, önemli bir zihniyet ve davranış birliği oluştu. Pratiği geliştikçe kavramlarda farklı şeyler söylesek de, özünde benzer şeyleri amaçlıyoruz. Bu temelde bir olabiliriz ve mücadele edebiliriz. Zaten ileride nasıl bir sonuç yaratılacağı ve nasıl pratikleşeceği de görülecektir. Bu birlik demokratik bir Türkiye’yi ortaya çıkaracaktır. HBDH’nin daha da büyüyeceğine inanıyorum. Bu temelde bir kez daha bütün devrimci sosyalist güçleri HBDH etrafında birleşmeye çağırıyorum. Bunun dışındaki her türlü karamsar ve zayıf yaklaşımlardan kurtulmalıyız. Ayrıca bir bekleme döneminde değiliz. Biz beklesek de faşizm beklemez. Zaten yeteri kadar yıkıp yaktı. Bu faşist diktatörlüğün daha fazla yakıp yıkmasına izin vermemeliyiz. Bir an önce devrimci birliği yaratıp eyleme geçmek gerekiyor.