GÖRÜNTÜLÜ

Tuncel: Özgürlük mücadelemiz başarıya ulaşacaktır!

Tutuklanmadan bir gün önce ANF’ye konuşan Tuncel: 7 Haziran seçimlerinin iptal edilmesiyle aslında asıl darbe o zaman yapıldı. Hatırlarsanız bunu o zamanda bir darbe olarak değerlendirmiştik. O günden bu güne AKP darbesi devam ediyor.

 

DBP Eş Başkanı Sebahat Tuncel, tutuklanmadan bir gün önce Türkiye ve Kürdistan’da AKP iktidarının yürüttüğü kirli savaş politikalarına dair ANF’nin sorularını yanıtlamıştı.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Başkanları Figen Yüksekdağ ile Selahattin Demirtaş’ın ve diğer HDP’li milletvekillerin tutuklanmasını protesto eyleminde adliye önünde darp edilerek gözaltına alınan Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Başkanı Sebahat Tuncel 6 Kasım’da tutuklandı. Tuncel, tutuklanmadan bir gün önce Türkiye ve Kürdistan’da AKP iktidarının geliştirdiği siyasal soykırım operasyonlarına ve son sürece ilişkin ANF’nin sorularını yanıtlamıştı…

15 Temmuz darbe girişiminden sonra AKP iktidarı OHAL ilen ederek Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile birçok hukuksuz karar alarak kurum ve kuruluşları kapattı. Özellikle Kürtlere yönelik bu saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

AKP hükümeti, 15 Temmuz darbe girişimini bahane ederek Türkiye’yi Olağan Hal sürecine soktu ve yurttaşa değil kendilerine ilan ettiklerini söyledi. Ama tam tersi oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’da bir konuşmasında itiraf etmişti. ‘Biz normal zamanda olağan hal sürecinde yaptıklarımızı yapamayız’ demişti. AKP, cumhuriyetin yaşadığı krizi kendi rejimini dayatarak çözmeye çalışıyor ve bütün demokrasiyi, insan hak ve hukuku rafa kaldırmış durumdadır. Şu an Türkiye’de Kanun Hükmünde Kararname ile yürütülen bir hükümet gerçeği vardır. Parlamentoda şuan işlevsiz durumdadır. Tek adam rejimi fiili olarak uygulanıyor. Bundan en çok zararı demokrasi güçleri ve Kürtler görüyor. Sosyalistler ve kadınlar görüyor.

Olağanüstü hal Kürdistan’da çok farklı uygulanıyor. Bütün Türkiye’ye Olağan üstü hal ilan etmiş olsalar da Türkiye ve Kürdistan’da uygulama biçimleri çok daha farklıdır. AKP hükümeti Kürdistan’da düşman hukuku işleterek uyguluyor. Feto adı altında Kürdistan’da Kürtlerle mücadele ettiğini görebiliyoruz. Bir gece KHK ile 10385 öğretmen açığa alındı. Toplumsal tepkiden dolayı bunların bir kısmı göreve başlasa da hala görevinde olmayan çok kişi var. Yani AKP kendi gibi görmediği, kendi ideolojisinde ve politik yaklaşımlarını benimsemeyen insanları bertaraf ediyor. 

Olağan üstü hal rejimi Türkiye’de rejimin ne hale geldiğini çok net bir şekilde gösteriyor. Türkiye yönetilmez bir hale gelmiş durumdadır. Cumhuriyetin temel ilklerini dedikleri noktalar ve parlamenter sistem ortadan kalkmış durumda. Daha çok AKP’nin asker, polis yani güvenlik politikasına dayanarak zorla kendi iktidarını güçlendirme ve kendi ideolojik politik çizgisini benimseyen insanları devlete yerleştirme politikasıyla karşı karşıya olduğumuz ortadadır. Bütün bu faşizan politikalara karşı direnen tek bir güç varsa parlamentoda o da HDP’dir. HDP’yi de çeşitli yöntemlerle siyasetin dışına atmaya çalışıyorlar. Milletvekillerin dokunulmazlıklarını basarak, bugün itibariyle gözaltına alıp evlerini basarak ve yurtdışı yasağı koyarak etkisiz hale getirmeye çalışıyorlar. Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi durumun ciddiyetini anlayıp ne kadar uyandı bilmiyorum ama bazı şeyleri farkına varmaları gerekiyor. Fakat muhalefet yapmayı ve AKP faşizan politikalarına karşı alternatif yaratmayı kaçırdı. 

AKP iktidarı BDP’li belediyelere dönük başlattığı siyasi operasyonlarla birlikte Kürdistan’da birçok belediyeye ve en son Amed Büyükşehir Belediyesine kayyum atadı. AKP iktidarı bununla neyi hedefliyor?

AKP hükümeti çok uzun süredir aslında Kürtlere karşı bir düşman hukuku uyguluyor. Özellikle 7 Haziran seçimlerinde Kürt halkının temel birleşeni olduğu HDP’nin 80 milletvekili ile parlamentoya girmesi, 6 milyon insanın yeni yaşam çağrısına evet demesi aslında AKP dışında farklı alternatif olması hükümeti ve devleti korkuttu. 7 Haziran seçimlerinin iptal edilmesi aslında asıl darbe o zaman yapıldı. Hatırlarsanız bunu o zamanda bir darbe olarak değerlendirmiştik. O günden bu güne AKP darbesi devam ediyor. 15 Temmuz askeri darbe girişimini bahane ederek AKP hükümeti bu gerçek darbeyi gizlemeye çalışıyor. AKP aslında bu darbeyi Kürtlere ve demokrasi güçlerine yapmıştır. 

Kürdistan’da kentler yerle bir edildi. Binlerce insan yaşamını yitirdi ve insanların yaşam hakları ellerinden alınarak hala sokağa çıkma yasakları devam ediyor. Devlet kurumlarında bir etnik temizlik siyaseti devreye konuldu. Çöktürme dedikleri planın uygulanış biçimidir. Sadece genel siyaset açısından değil yerel demokrasi açısında da yani halkın kendi kendini yönetmek istemesi, demokratik özerklik yönetim anlayışı HDP’nin oy almasının en büyük nedenlerindendir. Bu yüzden yerel demokrasinin kanalları olan belediyelerimize yönelik büyük bir saldırı gerçekleşti. Uyduruk gerekçelerle, Kürdistan’da bir devlet terörü konulmuş oldu. Halkın iradesiyle alınamayan belediyeler devletin zorbalıklarıyla alındı.

Amed Büyükşehir belediyesine daha öncede kayyum atanmıştı ama ne zaman? 12 Eylül darbesi sonrası, şimdi ise bir kez daha AKP darbesi ile kayyum atanmış oldu. Bu ciddi bir durumdur yani AKP’nin Kürt halkına, Kürt halkının hak ve özgürlük taleplerine yönelik yaklaşımlarını çok net ortaya koyuyor. Bir yandan eğitim emekçilerinin tasfiyesi, sağlıkçıların tasfiyesi, demokratik güçlerine yönelik baskıları bütün bunlar sömürge politikasının yansımasıdır. AKP hükümeti Kürdistan’da darbe hukukunun nasıl işlediğini gösteriyor. Belediyelerimize kayyum atanmasını bundan bağımsız ele almak mümkün değildir. 

AKP hükümeti Kürt halkına karşı gerçekleştirdiği bu çöktürme planı, sömürge uygulamalarından sonuç alacağını zannediyorsa yanılıyor. Bu ülkede bu coğrafyada yüz yıldır Kürt halkı, hak ve özgürlük mücadelesi veriyor. Büyük katliamlar, baskı ve zorba politikalar yaşanmış ama büyük direnişlerde yaşanmıştır. AKP hükümetinin bu politikaların karşı Kürt halkının biat etmeyeceğini kendilerinin de görmesi gerekir. Belediye başkanlarını tutuklayarak, partilerin ve belediyelerin öncülerini alarak bir yere varamazlar. Kürdistan’daki halk kendileri öncü olur çünkü Kürt halkı politikleşmiş bir halktır. Her biri bir milletvekili, belediye başkanı, bir yönetici olabilecek bir düzeye gelmiştir ve bunu devlet sağlamıştır. Devletin uyguladığı zor politikalar nedeniyle daha çocuklar doğmadan politik bir ortama doğuyor ve politik gündemi takip eder oluyor. Dolayısıyla bu halk asla ve asla öncüsüz kalmaz. 

Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek için ne gibi bir yol izleyeceksiniz çünkü son süreçte yaşanan olaylara karşı Kürdistan’daki halkın yeterli tepki gösteremediğini görüyoruz. Sizce bu tepkinin azlığını neden kaynaklanıyor?

Halkın bu tüm yaşananlar karşısında tepkisiz kaldığı ya da yeterince tepki vermediği değerlendirmesi yetersiz kalır. Yetirince sokağa çıkma, sokağı kullanma durumu yok ama halk tepkilidir. Halk ne kayyumu tanıyor ne de devletin uyguladığı faşizan politikaları kabul ediyor. Aslında ciddi bir öfke birikmesi de var. Ancak bunu sokağa ve kitlesel bir şeye yansıtma konusunda bir geri çekilme durumu var ve bu da Türkiye’nin içerisinde geçtiği son bir, bir buçuk yıl ki sürece baktığımızda anlaşılabilir bir durum. Her yerin bombalandığı, insanların güvenlik korkusu yaşadığı sürekli bu hikayelerle geçen bir dönemdi. İster istemez insanlar güvenlik kaygısı duyarak kitlesel bir şekilde sokağa çıkmaya biliyor. 

Amed’de 5 Haziran’da büyük bir bomba patlatıldı ve yüzlerce insan yaralandı. Bunun sosyolojik, psikolojik birçok etkisi var. Ankara’da barış mitinginde bomba patladı, yine Suruç’ta aynı durum yaşandı ve bütün bunlar bir hafıza oluşturdu. Bu yönüyle belki sokakta on binler, yüz binler olmuyor ama on binler, yüz binler hatta milyonlar kendi evlerinde ve bulundukları yerde AKP’nin bu faşizan politikalarına karşı tepkilidir. Bunu nereden biliyoruz peki yaptığımız bire bir ev çalışmalarında halkın bizzat söylediği şeylerdir. Halk, bu uygulamalar karşında tepkilerin, öfkelerin olduğunu ve bunları kabul etmediklerini ama bu kitlesel eylemlere gelme konusunda çekincelerini açık ve net olarak ifade ediyorlar.

Bu sosyal hareketler öyle birden bire olmaz serhildanlar belli bir sürece geldiklerinde ortaya çıkar. Örneğin, Gezi direnişi ya da Kürdistan’da serhildanlar yer yer ortaya çıktı. Bütün bu serhildanlara baktığımızda toplumsal bir refleks, artık yeter dendiği zamanlarda ortaya çıkıyor. O yüzden halkımızın bugüne kadar üzerine düşen sorumluklarını yerine getirdiğini ve öncüler olarak çoğu zaman bizim eksikliğe düştüğümüzü ifade etmiştik. 21 Ekim’de yaptığımız toplantıda zaten öz yönetim sürecinde yetersiz kaldığımızın öz eleştirisini vermiştik. Yoksa halkımız gerektiği yerde tepkilerini her zaman ortaya koymuştur ve bundan sonrada aynı şekilde yapacaklarına inanıyorum. 

Devlet de aslında bu durumu kullanmaya çalışıyor. Yeterince tepki vermiyor, Diyarbakır bu durumu onaylıyor gibi asılsız konuşuyorlar ama halkın onayladığı bir durum yoktur. Devletin uyguladığı zor aygıtına karşı halkın tepkililerin farklılaşması vardır. Sokağı fazla kullanmama daha çok bulunduğu yerde tepkisini ifade etme yaklaşımı var bu da anlaşılabilir. Bu biraz da iktidarında kullanmak istediği bir yaklaşımdır. Hem sokağı kullanılmaz bir hala getiriyor, sokağa çıkan herkesi gözaltına alıyor, tutukluyor. Türkiye’de ciddi anlamda halkın güvenlik sorunu oluşmuş durumda sürekli böyle hikayelerle nerede? Ne zaman? Bomba patlayacak bir gerçeklik, ne kadar DAİŞ’çi var bu halkın içinde ve ne kadar bu halkı tehdit ediyor bütün bunlar bilinemiyor. Bütün bunlara karşı neden sokağa çıkmıyorlar diye de eleştirmek insafsızlık olur.

En son DBP olarak ‘AKP darbesine hayır’ sloganıyla bir kampanya başlattınız. Bu kampanyanın içeri nelerdir? Neler yapacaksınız? Önünüzdeki programın biraz içeriğinden bahseder misiniz?

Bütün bu yaşanan gelişmelere dair biz 30 Ekim’de parti olarak MYK toplantımızı aldık. Bütün bu Ortadoğu ve Türkiye’de yaşanan gelişmeler, AKP hükümetinin uyguladığı çöktürme planları ve bunun karşısında bizim duruşumuzun ne olacağı kapsamlı bir değerlendirme yaptık ve bu yaşananların AKP ve Saray darbesi olduğunu çok net ifade ettik. Şimdiye kadar defalarca ifade ettik AKP siyasi darbe yapıyor, gerçekleri saklıyor diye. Dolayısıyla bizim çalışmalarımızın sloganı da ‘AKP darbesine hayır’ olması gerçeği çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktır. 

Aslında bu yeni bir kampanya değil. Bugüne kadar yaptığımız çalışmalarının, faaliyetlerin yeni bir aşamaya evirilmesidir. Amed Büyükşehir belediyemize ve diğer tüm belediyelerimize el konulması belediye başkanlarımızın tutuklanması ve devlet Kürt halkına karşı uyguladığı politikayı yeni bir aşamaya taşımıştır. Bizler de bu yeni aşamaya göre kendimizi yeniden düzenlemek durumda olmalıyız. Sürekli savunma halinde olmak değil, AKP faşizanına karşı çok güçlü direniş ağlarını örmek gerekir. Halkla beraber faşizan politikalara karşı örgütlü bir şekilde güçlü etkinlikler yapma ve aynı zamanda bilinç yükseltme panel, konferans, seminer, bire bir ev çalışması, halk toplantıları, mahalle, meclis, köy vs. halkımız neredeyse bizlerde orada olup bu çalışmanın başlattığını ve önemini ifade edeceğiz. 

Temel hedefinizin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü olduğunu belirtmiştiniz. Peki, buna ilişkin nasıl bir çalışmanız olacak?

AKP’nin geliştirdiği tüm savaş politikalarının özünde Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan’a karşı bir savaş olduğunu tespit ettik. Sayın Öcalan üzerinde ağır tecrit koşullarının devam ettiğini, 5 Nisan’dan bugüne ailesiyle, avukatlarıyla, siyasi heyetlerle görüştürülmediğini süresiz dönüşümsüz açlık grevi sonucunda kardeşi Mehmet Öcalan’la bir kere görüştürülmesi tecridi kırmak anlamına gelmediğini biliyoruz. Aksine tecridin tam hızla devam ettirildiğini ve bugün yaşanan sorun nedeniyle AKP’nin Sayın Öcalan’a karşı tutumunun tespitini yaptık. 

Bu çalışmalarımızın esasında Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan’ın özgürlüğü oluşturuyor. Öcalan şahsında onun özgürlüğü Kürt halkının ve Türkiye halklarının özgürlüğü anlamına gelir. AKP Türkiye ve Kürt halkının geleceğini İmralı Adası’nda rehin tutuyor. Bugün orada rehin tutulan Sayın Öcalan değil halklarımızın geleceğidir. Bugün savaş politikalarının derinleşmesi, çöktürme planının devreye girmesi, Kürt karşıtı politikalar, belediyelerimize el konulması, demokratik siyasetin kanalları kapatılmasının asıl merkezi Sayın Öcalan’a yaklaşımdır. 

Demokratik Bölgeler Partisi olarak direniş mesajınız nedir?

Demokratik Bölgeler Partisi olarak Kürdistan’da siyaset yapıyoruz. Kürdistan ve Kürt halkının özgürlük mücadelesinin, demokratik siyaset taleplerini karşılamada ve bunu örgütlemede sorumlu bir partiyiz. Partimize yönelik bu nedenle çok yoğun baskı ve saldırılar var. Şu an neredeyse 200’e yakın arkadaşımız hala gözaltında. Amed’de sırf 150 arkadaş var HDP, DBP, il ve ilçe başkanları hala rehin tutuluyorlar. Her gün siyasi operasyonlarının devam ettiği bir dönemdeyiz. 

Devletin tüm saldırılarına rağmen arkadaşlarımız büyük bir moralle çalışıyorlar. Bu moral ve motivasyonun toplumla da buluşturduğumuz da, direnişi toplumsallaştırdığımız da çok güçlü bir çıkış sağlayacağımızı ifade etmek istiyorum. Ortadoğu’da yeniden bir paylaşım savaşı yaşanırken, Kürdistan halkının geleceği şekillenirken, yüzyıllık anlaşmalar son bulmuşken DBP, siyasal olanı toplumsal, toplumsal olanı siyasallaştırma sorumluluğunu yerine getirerek önümüzdeki dönemi kazanma iddiası ile çalışma yürütüyoruz.

...