GÖRÜNTÜLÜ

Karasu: Türk devletiyle anlaşma Irak’ı satmaktır

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Ankara ile Bağdat arasındaki anlaşmayı değerlendirerek “Biraz ekonomik rahatlatma, biraz şu imkânı bulma temelinde Türk devleti ile bu anlaşmayı yapmak, Irak'ı satmaktır” dedi.

MUSTAFA KARASU

Medya Haber Televizyonunda yayınlanan özel bir programa katılan Mustafa Karasu, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit, Medya Savunma Alanlarında yürütülen savaş, işgal saldırıları ve Ankara ile Bağdat arasında son olarak imzalanan anlaşma konularında değerlendirmelerde bulundu.

Irak hükümetinin sert sözlerle eleştiren Karasu, Biraz ekonomik rahatlatma, biraz şu imkânı bulma temelinde Türk devleti ile bu anlaşmayı yapmak, Irak'ı satmaktır. Bu anlama geliyor” dedi.

PKK’nin yasaklanmasını kınayan Karasu, “Haydar Abadi Başbakandı ve birçok Irak yetkilisi PKK’ye teşekkür etmiştir DAİŞ’i yenilgiye uğrattığı için. DAİŞ yenilgiye uğramasaydı şu andaki Irak'ın durumu ne olurdu? Rojava, Kuzey Doğu Suriye'de de DAİŞ’in yenilgisinde PKK’nin rolü çok büyüktür. Birçok savaşçısını gönderdi, şehit düştü. DAİŞ böyle yenilgiye uğradı.

Evet, Kuzey Doğu Suriye'de, Rojava'da on beş bin şehit vermişler. On binlerce yaralı vermiş, DAİŞ öyle yenilgiye uğratılmış. Şengal’de kim durdurdu DAİŞ’i? Soykırımın sebebi olacaktınız, PKK onurunuzu kurtardı” dedi.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu’nun Medya Haberin sorularına verdiği cevaplar şöyle:

Halklar Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak iletişimsizlik devam ediyor. Bu tecride karşı eylemler de artarak büyüyor. Gelinen aşamayı nasıl değerlendirmek gerekiyor?

Önder Apo'nun üzerindeki tecridi değerlendirmeden önce, 15 Ağustos'un 40’ıncı yıl dönümünde 15 Ağustos Diriliş Bayramı'nı Önder Apo'ya kutluyorum. Aynı şekilde, tüm özgürlük savaşçılarımıza ve halkımıza da kutluyorum.

Önder Apo üzerinde yoğun bir tecrit var ve bu tecrit hala sürdürülüyor. Geçen hafta Besê Arkadaş da bu durumu değerlendirdi. Tecrit devam ederken, bu durumu gerekçelendirmek için sanki görüştüreceklermiş de hareketimiz istemiyormuş gibi bir özel savaş propagandası yürütüyorlar. Ancak bu durum bir gün, bir hafta ya da bir ay değil; yıllardır sürüyor.

Yıllardır neden ailesiyle ya da avukatlarıyla görüştürmüyorsun? Şimdi kalkmış böyle bir asılsız propaganda yapıyorlar. Elbette kimse buna inanmaz. Önder Apo konusunda ne kadar hassas olduğumuzu tüm dünya biliyor. Hatta dünyada Önderliğine bu kadar sahip çıkan başka bir hareket olmamıştır. Önder Apo 26 yıldır esaret altında olmasına rağmen, hareketimiz, yönetimimiz ve halkımız Önder Apo'ya sonuna kadar sahip çıkıyor.

Önder Apo'nun ideolojisi ve politikası doğrultusunda bu mücadeleyi yürütüyor. Önder Apo ile hareketimiz ve halkımız arasında sorunlar varmış ya da hareketimiz Önder Apo’yla görüşülmesini istemiyormuş gibi söylentiler tamamen yalandır, kara propagandadır.

Önder Apo ağır tecrit altında. Buna karşı büyük bir sahiplenme var. Aslında, Önder Apo'yu sahiplenme, hareketimizi ve Kürt halkını da aşarak tüm dünya halklarının bir sorunu haline gelmiştir.

69 Nobel ödüllü aydının Önder Apo'nun özgürlüğü için imza vermesi, uluslararası kuruluşlara ve Türkiye'deki yönetimlere mektup göndermesi, Önder Apo'nun özgürlüğünün tüm insanlığın talebi haline geldiğini açıkça ortaya koymuştur. Bu tecrit, hukuksuz ve keyfi olarak yürütülüyor ve hiçbir yasal dayanağı yoktur.

TÜRK DEVLETİ ÖNDER APO’NUN HALKA MESAJLARINI ENGELLİYOR

Açıkça şunu söylüyorlar: Görüştürdüğümüzde bir cümle söyler; bu, toplumda ve siyasette etki yaratır.  Bir cümlesinden Türkiye’deki soykırımcı siyaset zarar görür, teşhir olur, bu nedenle görüştürmüyorlar. Görüştürmemenin başka bir nedeni yok. Bunu çeşitli biçimlerde dillendiriyorlar.

Yakın zamanda öğrendiğimize göre, Türk Devleti'nin bir heyeti Avrupa'da yaptığı görüşmelerde, Önder Apo'nun düşünce belirttiğini ve halka mesaj verdiğini bu nedenle görüştürmediklerini açıkça söylemiş, itiraf etmiş. Gerçek bu; bu yüzden görüştürmüyorlar. Böyle bir şey olabilir mi? Yıllarca bir tutuklunun, bir siyasi mahkumun -ki bizim açımızdan rehindir, esirdir- görüştürülmemesi tamamen keyfidir ve hiçbir gerekçesi yoktur. Gerekçeler yalandır.

Bu duruma karşı mücadele sürüyor ve sürecek. Kesinlikle biz de halkımız da ve insanlık da Önder Apo'nun özgürlük mücadelesini bırakmayacak ve geliştirecektir. Şunu söyleyebiliriz; Türk devleti çok teşhir olmuş durumda zaten teşhir olduğu için de özel savaşa başvuruyor.

TÜRK DEVLETİ TAMAMEN BİR ÖZEL SAVAŞ DEVLETİDİR

Türk devleti özel savaş propagandasına başvurarak, hareketimizin görüşmeyi istemediği şeklinde bir kara propaganda yapması, çok sıkıştığını gösteriyor. Yıllardır avukatlarla ya da aileyle neden görüştürmediğini açıklayamıyor ve şimdi böyle yalanlar söylüyor. Bu, Türk devletinin gerçeğidir.

Türk devleti tamamen bir özel savaş devletidir. Kürtlere karşı yürüttüğü politika, normal hukuka, siyasete, ahlaka ve vicdana uymuyor. Kürtlere karşı yürüttüğü mücadelenin esası algı savaşıdır, yalan savaşıdır, toplumları aldatma ve çarpıtma savaşıdır.

Kürt sorunuyla ilgili olarak Türk devletinin hiçbir sözüne inanılmamalıdır. Toplum, siyasetçiler ve dünya bu yalanlara inanmamalıdır. Kürt sorununda işi gücü yalandır, çarpıtmadır, gerçekleri göstermemek, dünyayı ve toplumu aldatmak bu devletin temel karakteridir. Bunun bilinmesi gerekiyor.

Şu anda Türk devletinin nasıl bir faşist iktidar olduğu, Önder Apo'ya yönelik tecritten ve psikolojik savaştan net bir şekilde anlaşılmaktadır. Dünyadaki birçok aydın ve yazar, Önder Apo'nun serbest bırakılmasını talep ediyor. Bu sahiplenme, dünya insanlığının özgürlük ve demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak görülüyor.

Önder Apo'nun düşünceleri sadece Kürt halkını, Orta Doğu halklarını ya da Türkiye'yi değil, tüm insanlığı ilgilendiren çok önemli düşüncelerdir. Kapitalist modernitenin toplumu ve dünyayı çürüttüğü bir dönemde, Önder Apo'nun paradigması insanlığın kurtuluş reçetesidir. Bu bakımdan da insanlık, Önder Apo'nun özgürlük mücadelesini aynı zamanda kendi özgürlük mücadelesi, kurtuluş mücadelesi olarak görüyor ve bu sahiplenme ivmeli olarak yani katlanarak devam ediyor.

15 Ağustos 1984 atılımının 40’ıncı yıl dönümünü yaşıyoruz. Bu diriliş günü, Kurdistan'da ve dünyanın birçok yerinde kutlanıyor.Bu olay birçok boyutuyla değerlendirilmeye devam ediliyor. Ancak, ben özellikle zindan boyutunu sormak istiyorum. Siz o süreçte Amed zindanındaydınız. 15 Ağustos hamlesinin zindanlara yansıması nasıl oldu?

Bu atılımın zindanlara yansımasını değerlendirmeden önce, 15 Ağustos hamlesinin komutanı Egîd yoldaşı minnetle ve saygıyla anıyorum. Egîd Yoldaş, bu mücadelenin gerçekten başlatıcısı ve ruhunu veren bir komutanımızdı. Yine, ağustos ayında şehit düşen Erdal Yoldaş, Hüseyin Mahir Yoldaş, Zeki Şengalî Yoldaş ve Atakan Mahir Yoldaş'ı da minnet ve saygıyla anıyorum.

Tabii ki, ağustos ayında yüzlerce, binlerce arkadaşımız şehit düştü; hepsini saygıyla anıyorum. Yakın zamanda Halk Savunma Merkezi'nin açıkladığı Alan Malazgirt Yoldaş ve Berwar Dersim yoldaşı da minnet ve saygıyla anıyorum. Bu yoldaşlar, Egîd yoldaşın izinde yürüyerek, 15 Ağustos hamlesini başarıya ulaştırmak için en zor koşullarda mücadele eden ve bu zor koşulların üzerine yürüyen yoldaşlarımızdı.

Özellikle bu yıllarda mücadele içinde olan ve düşmanın üzerine yürüyen yoldaşların şehadetleri gerçekten çok değerli. Onların mücadelesi çok değerli. Bir yandan da bu yoldaşlar, 15 Ağustos hamlesini başarıya ulaştırma iradesi ve kararlılığını herkese gösteriyorlar. Bu yoldaşlarımızın şehadeti, mücadele çizgisini netleştiriyor, bu çizgiyi herkese gösteriyor ve kesintisiz mücadelenin sürmesini sağlıyor.

15 AĞUSTOS HAMLESİNİN YAPTIĞI ETKİ MUAZZAMDI

15 Ağustos hamlesi gerçekleştiğinde biz cezaevindeydik. O dönemde cezaevindeki baskılar, 1984 Ocak direnişi sayesinde hafiflemişti. Direnişler sayesinde zindanda baskılar püskürtülmüş, geriletilmişti. Ocak 1984 direnişi sırasında bir aile bize geldi.

Arkadaşların Botan'a geldiklerini, hazırlık yaptıklarını ve gerilla mücadelesi başlatacaklarını söyledi. Bu haber, herhalde bize moral vermek amacıyla gönderilmişti. İlk başta bu bilgiyi kimseye söylemedim. Bu sürede, bilginin ne kadar doğru ne kadar isabetli olduğunu, arkadaşlara söylemenin uygun olup olmadığını düşündüm. Birkaç ay söylemedim. Sonra sadece bir arkadaşa bu durumu söyledim. 1984'teki hamle gerçekleştiğinde arkadaşlar hemen merak ettiler; kimlerin bu hamleyi yaptığı ve kimlerin bu konuda bilgisi olduğu üzerine tartışmalar oldu.

Önceden, 1984'teki ölüm orucunda bir ailenin getirdiği bilgi nedeniyle arkadaşlarımızın hazırlık yaptığını ve eylem planı yaptığını biliyorduk. Hareketimizin hazırlık yaptığını, toparlanmak ve mücadele etmek istediğini duyuyorduk. Dışarıyla ilişkimiz çok sınırlıydı ve 1983'ün sonlarına doğru böyle bir sınırlı bilgi aldık.

Arkadaşların hazırlık yaptıklarına dair bilgiler aldık; gerillada bazı tartışmalar olduğu bilgisini aldık. Bir de "Kürdistan Problemi ve Çözüm Yolu" adlı bir kitabın bir bölümü elimize geçti. Bu kitap, Elazığ’dan Diyarbakır'a sürgün edilen bir arkadaş tarafından getirilmişti.

Bu bilgileri ve kitapları değerlendirmeye çalıştık. İlişkilerimiz oldukça sınırlıydı. Tabii 15 Ağustos hamlesinin zindanlarda yarattığı etki muazzamdı.

15 AĞUSTOSLA ZİNDANLARIN ROLÜ DE DEĞİŞTİ

Bu hamle, arkadaşların üzerindeki büyük yükü hafifletti. O güne kadar yaşadıkları işkenceler anlamlı hale geldi. İşkencelerin boşuna olmadığını, bu davaya sahip çıktıkları için çekilen acıların 15 Ağustos ile anlamlı hale geldiğini gördüler.

15 Ağustos'un zindanda yarattığı büyük etki, önceden yaşanan baskıların yıpratıcı etkilerini ortadan kaldırdı. O zamana kadar bir direniş vardı ama büyük bir baskı nedeniyle çok yıpratmıştı. 15 Ağustos ile bu tümden atılmıştı. 14 Temmuz'dan sonra önemli bir değişim yaşanmıştı ve mücadele ve inanç yeniden pekişmişti.

Zindanda hem örgütlenme hem de direnme açısından yeni bir dönem başlamıştı, ancak 15 Ağustos bu durumu yeni bir aşamaya taşıdı ve herkes gerçekten rahatladı, moral aldı.

Rahatlama ve moral, yaptıkları direnişin ve çektikleri acının önemini ve değerini görmelerini sağladı. Bu, oldukça önemli bir gelişmeydi.

15 Ağustos ile zindanın rolü de değişti. Zindan direnişi, 1980 ile 1984 arasındaki dönemde, yani mücadelenin olmadığı zamanlarda, bir köprü işlevi gördü. 1980'deki askeri darbe sonrası partimiz geri çekilmişti. Bu süreçte, zindan direnişi bu boşluğu doldurdu ve 14 Temmuz ve ölüm orucu etkisiyle büyük bir direniş köprüsü oluşturdu.

15 Ağustos'un oluşumunda bu direnişin önemli bir etkisi vardı. Ayrıca, 15 Ağustos'un zindanda yarattığı en önemli etkilerden biri de devletin zindan politikalarının boşa çıkmasıydı.

Aslında Türk Devleti, zindandaki tutsakları yıldırmayı, teslim almayı ve ardından bu direnişin önderlerini, zindandaki önemli kadrolarını idam etmeyi amaçlıyordu. Bu doğrultuda bir politika izledi.

Fakat 15 Ağustos gerçekleştiğinde, hatta 15 Ağustos'tan önce hareket tasfiye edilemeyince ve mücadele eder hale gelince, durum değişti. 1983'te gerillaların ülkeye girişi ve Türk Devleti'nin Güneş Operasyonu gibi Medya Savunma Alanına yönelik operasyonları, Behdinan bölgesine yapılan operasyonları var. Hareket ezilmediği için ve Önderliğimiz hareketi toparlamak için büyük bir çaba gösterdiği için, darbe alan örgütü yeniden toparladığı için Türkiye'de hemen hemen bütün örgütlerde idam yaptılar.

Sivil ve adli mahkûmları idam ettiler. Türkiye'de faşistlere, çetelere, ajanlara, halk üzerinde baskı yapanlara karşı en fazla silahlı eylemi yapan bizim hareketimizdi; birçok eylem yaptık. 12 Eylül öncesinde, 38'den sonra Kurdistan dağlarında ilk kez büyük silahlarla hareket ediliyordu.

O dönem, 10’ar kişilik gruplar halinde öyle tabancayla değil, büyük silahlar kullanılıyordu. M1’ler vardı, Kaleşnikoflar ve G3 vardı. Bu silahlarla dağlarda hareket ediliyordu. Çatışmalara girildi; jandarma ve askerler öldü. Ayrıca, o dönemde hareketimiz tarafından işkenceci polislere karşı birçok eylem yapıldı.

12 Eylül öncesinde faşist gruplara, işkenceci polislere ve işgalci Türk askerlerine karşı en fazla mücadele eden hareket bizdik. Ama diğer örgütlerden idamlar gerçekleşti, bizden idam yapamadılar.

Bu durumun nedeni, örgütümüzün ayakta kalması ve 15 Ağustos hamlesinin ardından idamlar yapılsaydı ters teperdi. İdamlar, mücadeleyi zayıflatmak yerine halkı öfkelendirir ve mücadeleyi güçlendirirdi. Bu nedenle, tüm örgütlerde idamlar yapılmasına rağmen bizde idam yapmadılar. Biz ezilmedik, mücadele ediyorduk ve 15 Ağustos hamlesi gerçekleşmişti.

15 AĞUSTOS’TAN SONRA YÜRÜYÜŞÜMÜZ BİLE DEĞİŞTİ

15 Ağustos'un idamları önlemesi ve zindandaki baskıların etkisini azaltması, hareketimizin etkisizleştirilmesini engelledi. Zindandaki baskılara rağmen hareketimiz ayakta kalıyordu ve mücadele ediyordu. Dolayısıyla, 15 Ağustos'un zindanda yarattığı etkiler büyük moral sağladı ve eski baskılar geri gelmedi.

Böyle nasıl, yürüyüşümüz bile değişti. Baskı ve işkence görmüş arkadaşların havası gerçekten değişti. Bu nedenle, 15 Ağustos'un zindandaki etkisi çok büyük oldu.

Rêber Apo, 15 Ağustos hamlesi için Kürdün rönesansı tanımlaması yapıyor. Özellikle günümüzde Kürt kültürü, dili ve edebiyatındaki yoğunluğu göz önüne alındığında, 15 Ağustos hamlesi Kurdistan'daki kültür sanat çalışmaları açısından nasıl bir etkide bulundu? Bu etkiyi korumak için nasıl bir tutum içinde olmak gerekiyor?

Kültür ve sanat, bir halkın ve toplumun en temel yaşam kaynaklarıdır. Bir toplumun kültürünü ve sanatı yoksa o toplum ölüme yatmış bir toplumdur.

15 Ağustos öncesinde bir nevi Kürt, ölüme yatırılmıştı. Umutları kırılmış, duygusal bağları zayıflamış ve yaşam hevesi kırılmıştı. Kürt, sadece günlük yaşayan, çalışan ve karnını doyuran, yaşam umudu zayıf, gelecek umudu zayıf, duyguları sıradan bir toplum haline gelmişti. Böyle bir toplumda sanat olmaz, edebiyat olmaz. Sanat ve edebiyat duyguyu, umudu ortaya çıkarır. Gelecekten inanç, gelecekten beklentiyi ortaya çıkarır.

15 Ağustos hamlesi çok önemli sonuçlar ortaya çıkardı.

Bu hamleyle umudu kırılan Kürt, yeniden umut kazandı. Onun için Önder Apo sürekli diyordu ya, “Umut, her şeyden değerlidir.” Bir Japon atasözü de var: Malını kaybeden bir şeyini, şunu kaybeden bir şeyini ama umudunu kaybeden her şeyini kaybetmiştir biçimde bir atasözü var. Gerçekten, Kürtler de umudunu kaybetmişti. Bu bakımdan 15 Ağustos umut yarattı; yeni duygular ve heyecan yarattı, geleceğe inancı yarattı.

Toplum canlandı. Kürt yeniden kendini görmeye başladı. Kürt halkı, Kürt toplumu yeniden kendisinin bir ulus olduğunu, bir toplum olduğunu, özgürleşebileceğini, demokratikleşebileceğini, gelecek umudunu yaratabileceğini ortaya koydu.

Bu bakımdan, 15 Ağustos'un duygu, umut, değerler açısından yarattığı etki çok büyüktür. İnsan yaşamı bir yönüyle de sanat, edebiyat, kültürle yaratılır. Anlamlı yaşam budur. Yaşamın anlamını esas olarak da sanat, edebiyat, kültür ortaya çıkarır. Ama sanatın, edebiyatın ve kültürün ortaya çıkması için de umudun olması lazım. Geleceğe inancın, yeni duyguların olması lazım. Toplumda değişim, dinamizm yaratan yeni etkenlerin olması lazım.

İşte, 15 Ağustos hamlesi bunu yarattı. Büyük duygu patlaması, heyecan, coşku, geleceğe inanç yarattı. İnsanların gözleri parladı; bakışları değişti.

Ve bunun sonucu da kültür, sanat ve edebiyatta bir patlama ortaya çıktı. İşte MKM'nin ortaya çıkması; MKM 1991'de kuruldu. O kuruluşu yaratan 15 Ağustos hamlesidir. Onun yarattığı değerlerdir, serhildanlardır.

Bunun üzerine müzik gelişti; bunun üzerine edebiyat gelişti, şiir gelişti. Kürtler her yerde gerçekten coşkuyla yaşamaya başladılar. Yaşamanın farkına vardılar. Kürt gibi yaşamaya başladılar. Önceden Kürtlüğünden kaçan bir süreç başlamıştı, bir dönemdi.

Evet, Kürtlük ölmemişti ama umutsuzdu, inancı yoktu. Bu bakımdan Türk Devleti'nin soykırım politikası, Türkleştirme politikası belli bir etkide bulunuyordu. İşte, 15 Ağustos hamlesi yarattığı duygularla, düşüncelerle, değerlerle büyük bir toplumsal dinamizm yaratarak sanat ve kültürde büyük gelişmeler yarattı. Zaten insanlık tarihine bakın; sanat ve edebiyatın en fazla geliştiği dönem, büyük devrimlerin, mücadelenin olduğu dönemlerdir. Derler ya; Fransız edebiyatı. Fransız edebiyatı, Fransa’daki, Rönesans reformundan sonra o aydınlanma döneminde ortaya çıkmıştır.

Rus edebiyatı en çok hem devrimden önce hem de devrimden sonra toplumun yaşadığı dinamizm o edebiyatı yaratmıştır; yeni bir yaşam ortaya çıkmıştır.

Bu yönüyle önemli kitaplar var. Aleksandr Puşkin’in Nasıl Yaşamalı denen romanı aslında Rus toplumundaki yeni düşünceleri, duyguları ortaya çıkardığı için daha sonra büyük gelişmeleri ortaya çıkarıyor. Bu bakımdan tabii ki Önder Apo'nun 15 Ağustos'a ve Kürt Rönesansı demesi çok önemlidir.

Önder Apo, Kürt toplumunda duyguların nasıl öldürüldüğünü, kırıldığını ve yok edildiğini; Kürtlerin moral ve umut taşıyan bir yaşamdan nasıl uzaklaştığını ortaya çıkarmıştır. 15 Ağustos, bu durumu değiştirdiği, büyük bir değişim yarattığı için, Önder Apo bu süreci Kürt Rönesansı olarak adlandırmıştır. Şimdi ise Türk Devleti, bu dönüşümü engellemek amacıyla edebiyatına, sanatına, kültürüne ve diline saldırıyor.

Çünkü bir toplumu var eden etkenler bunlar. Duygulu yaşam, yeni duygular, duyguların derinleşmesi, duygulara göre hareket etme. Anlamlı yaşama göre hareket etmeyi sağlayan edebiyat, sanat, kültürdür. Onun için Türk Devleti şimdi halayına saldırıyor, müziğine saldırıyor, diline saldırıyor, konserlerine izin vermiyor. Onun yerine, kendi Kürt Soykırımı'na hizmet edecek konserlere izin veriyor. Biz duyuyoruz bazı Kürt sanatçıları bu devletin, bu özel savaşın yaptığı konserlere katılıyor. Onları şiddetle kırıyoruz. Öyle Kürt sanatçısı olmaz. Öyle Kürt edebiyatçısı olmaz. O zaman sanatın anlamının farkında değillerdir. Sanatın ne olduğunu bilmiyorlardır. Sanatı sadece bir eğlence olarak görüyorlardır ya da para kazanma olarak görüyorlardır. Böyle olabilir mi? Bu, sanat da sanatçılık değildir. Bu yönüyle böyle yapan sanatçılar varsa kesinlikle bundan vazgeçmelidirler. Yoksa Kürt tarihinde lanetlenirler.

15 Ağustos hamlesi ilk kurşun tanımlanmasıyla gerilla savaşının başlangıcı oluyor. Bugün binlerce kadın erkek gerilla, Kurdistan’ın birçok yerinde tarihi bir direniş yürütüyor. Halk Savunma Merkezi Karargâh Komutanı Murat Karayılan, savaşın geldiği boyut konusunda kamuoyuyla önemli bilgiler paylaştı. Siz süren bu savaş için neler belirtebilirsiniz? Hamlenin 41’inci yılında bizi neler bekliyor?

Her şeyden önce bu büyük mücadeleyi yürüten tüm HPG komutanlarını ve tüm savaşçıları saygıyla selamlıyorum. Şehitleri de saygı ve minnetle anıyorum. Gerçekten, genç yoldaşlarımız tarihi bir mücadele veriyorlar. Bu yönüyle aslında bir halkın duygusunu, bir halkın direniş ruhunu yaratıyorlar. Bir halkı yaratıyorlar. Her mücadele, halkın direniş karakterini güçlendiriyor; daha da yenilmez kılıyor. Bu, sadece bir kişinin, on ya da elli kişinin direnişi değildir. Bir halkın direnişi ve değeri haline geliyor.

Ve en zor koşullarda bunu yapıyorlar. Böylelikle, Kürt halkını en zor koşullarda direnen ve direnecek bir halk haline getiriyorlar.

Bu çok önemli; şu anda Medya Savunma Alanlarında tünel ve hareketli tim savaşını veren yoldaşlarımız gerçekten tarihi ve örnek bir mücadele yürütüyorlar. Bu yönüyle, bütün Kürt halkı bunları görmeli. Bunlar gerçekten her türlü saygıyı hak etmiş yoldaşlarımızdır.

Medya Savunma Alanları’ndaki direnişlerden söz etmeye geçmeden önce, bu son süreçte Bakur'da da çok önemli direnişler oldu. Çok önemli çatışmalar oldu. Değerli arkadaşlarımız da şehit düştü. Bu yönüyle, Bakur'da şehit düşen tüm arkadaşlarımızı, tüm değerli yoldaşlarımızı da saygı ve minnetle anıyorum. Onların o kararlı mücadeleleri tabi ki toplumun mücadelesini de kararlılıkla sürdürmesini sağlayacaktır.

Medya Savunma Alanlarındaki direniş, gerçekten boyutlandı.

Son zamanlarda Doğan Zınar Hava Birlikleri'nin yaptığı çok önemli eylemler oldu. Düşmana önemli darbeler vurdu. Tabi ki düşman da KDP desteğiyle artık karadan, eskiden çatışa çatışa adım adım geliyordu. Şimdi öyle değil; Habur'dan çıkıyor, KDP alanında, asfalt yoldan gerilla alanlarının güneyini kuşatıyor, güneyine güç getiriyor ve yığıyor.

Şu anda sadece Zap, Metina ve Avaşîn’e değil, güneyden öyle geldikleri için o yol hattı üzerinden Derelûk oranın üzerinden de Garê’ye saldırıyorlar. Şu anda Bergarê’nin her tarafına saldırıyorlar. Hava saldırıları yapıyorlar, köyleri yakıyorlar, yıkıyorlar. Bu yönüyle tabi ki savaş 3 Temmuz'dan sonra yeni bir boyuta ulaştı. 3 Temmuz'da tamamen artık KDP'nin desteğiyle yeni bir aşamaya ulaştı. Artık bir nevi Türkiye, Başûrê Kurdistan’ı kendi bölgesiymiş gibi kullanmakta, kendi bölgesi gibi hareket etmekte.

ORMANLAR YANIYOR, KDP SEYREDİYOR

Eskiden Bakûr'dan, sınırdan, sınır hatlarından, yollardan ya da araziden saldırarak geliyordu. Uçaklarla, helikopterlerle, sihalarla böyle adım adım geliyordu. Şimdi öyle değil. Şimdi tamamen gerilla alanlarını, Metina’yı, Zap’ı, Avaşin’i güneyden kuşatan bir saldırıya dönüştü. Öte yandan, Garê de hedeflenmiş bulunuyor. Bergarê'deki köyler şu anda yakılmış durumda.

Şu anda aslında Medya Savunma Alanlarında her yerde yangın var. Ormanlar yanıyor. Şimdi kamuoyu ve dünya şöyle bilsin; her gün uçaklar onlarca defa saldırıyor. Her uçak saldırısı yangın demektir. Bu bakımdan şu anda Medya Savunma Alanları’nda, mücadelenin olduğu yerde sürekli yangın var. Kurdistan yanıyor. KDP ise seyrediyor. Yurtseverlikleri öyle, vatan sevgileri o kadar. Tüm Kurdistan cayır cayır yanıyor. Evet, bunu öyle bilsin. Özellikle bahardan sonra, bahar ve kışa kadar altı ay boyunca her uçak saldırısı yangın demektir.

Düşün, şu anda Türkiye'de yangınlar var. En ufacık bir şeyde yangın çıkıyor. Yunanistan'da yangınlar çıkıyor. Her gün uçak saldırılarının olduğu yerde ne olur peki? Her taraf yanar, yanıyor da. Durum böyle.

Savaş var. Xakurkê’de de var tabii. Savaş her tarafta var.

Zaten Türk Devleti her tarafı ele geçireceğim diyor. KDP desteğiyle artık birlikte yapıyoruz demektir bu. Birlikte o alanları tümden kontrol edeceğiz. Son zamanlarda bu kadar şöyle yapacağız, böyle yapacağız demenin nedeni, KDP ve Irak’la birlikte artık Başûrê Kurdistan’ı kendi alanları gibi, kendi hakimiyet alanları gibi, Mardin, Siirt gibi değerlendiriyor. Onun için öyle konuşuyor. Ama buna karşı tabii ki direniş sürüyor, sürecek. Gerilla Türk Devleti'nin saldırılarına uygun taktikle, tünel ve hareketli tim taktiğiyle bunlara cevap veriyor. Çünkü; tünellere dayalı hareketli timler olduğunda her tünel bir kale gibidir. Ve oradan hareketli timler sürekli savaşıyor. Düşman güçlerine darbe vuruyor. Hareketli timler oradan her gün çıkarak arazide darbe vuruyorlar. Öte yandan, tünellerin bir özelliği de alana hâkim olması. Tünellerin olduğu alanlara askerler yaklaşamıyor. Böylece, hareketli timler de harekete geçerek düşmana darbe vuruyorlar.

Yazın da darbe vuruyorlar; eskiden yağışlı zamanlarda oluyordu. Şimdi ister yağış olsun olmasın her koşulda arkadaşlar Türk Devleti'nin hedeflerine saldırılar yapıyor. Bu yönüyle bu savaş sürecek. Çünkü bu direniş, Kürt halkının özgürlük direnişi, var olma yok olma direnişi. Yok edeceğim diyor. Kürdü yok etme savaşı yürütüyor. Kürdü soykırıma uğratma savaşı yürütüyor. Kürdün varlığını tanımıyor.

KDP’nin de varlığını tanımıyor. Şimdi, sadece PKK'ye karşı kullandığı için onlarla ilişkileniyor. Yani PKK'nin varlığının olmadığı ortamda zaten KDP'nin de işi bitmiştir. Yapacağı hiçbir şey yoktur. Ulus devlet anlayışıyla Kürdü yok etmek istiyorlar. Tüm Kurdistan'ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek istiyor. Şu andaki Türkiye'nin aklı bu. Bütün Kürtler bunu görmeli. Yani Türk devletinin düşmanlığı sadece Kürt soluna, sosyalistine değil. Kürtler’i inkâr açısından Kürtlerin hangi siyasi düşüncede olduğu önemli değildir. Sağcısı da İslamcısı da tasfiye edilmesi gereken güçlerdir Türk devleti için. Yani hiç kimse şöyle düşünmesin;

Türk devleti, şu Kürtlere düşman. Bütün Kürtler’e düşman. Sadece o anda güçlü olan, Kürd'ü ezmek için zayıf olan Kürt’ten yararlanıyor.

Bu bakımdan Türk devletinin, Kürtlere yönelik düşmanlığının siyasi rengi yoktur. Siyasi renginden dolayı, bilmem şu politikadan, bu politikadan dolayı değil. Sadece Kürt olduğundan, Kürt kimliğine sahip olduğundan, kendi kimliğiyle, kültürüyle yaşamak istediğinden bütün Kürtlere düşmandır Herkes bunu böyle bilsin. Kendini kandırmasın.

Bu vesileyle tabi ki yoldaşların direnişi sürecek. Onların direnişini selamlıyoruz. Tabi ki burada şunu belirtelim. Halkımız daha fazla sahiplenmeli, aydınlar daha fazla sahiplenmeli, Kürt siyasi partileri daha fazla sahiplenmeli; böyle bakamazlar.

Bakûr Kurdistan'daki, Rojhilat’taki, Başûr'daki, Rojava'daki partilerin sahip çıkmaları gerekiyor. Bu mücadeleye destek vermeleri gerekiyor. Halkın, gençlerin, kadınların bu mücadeleye her türlü desteği vermesi gerekiyor. Böyle büyük bir var olma yok olma mücadelesi veren bir gerilla böyle seyredilemez. Yani şöyle denilemez: Gerilla ne güzel vuruyor ne güzel direniyor ne büyük direniyor, böyle denilemez. Bu, gerilla sorunu değil ki, bir halkın varlık yokluk sorunu; herkesin sorunu. Bu bakımdan, bu mücadelenin daha fazla sahiplenilmesi gerekiyor.

Bu işgal saldırılarında belli bir rol üstlenen Irak'ın son Ankara ziyareti ve imzalanan anlaşmayla bu tutumunu sürdüreceği, hatta daha da ilerletebileceği görülüyor. Şu anki Irak hükümeti Irak'ı ve Irak halkının ne tür tehlikelerle karşı karşıya bırakıyor?

Tabii bir anlaşma yaptılar, daha da ilerletiyorlar, öyle anlaşılıyor. Irak'ı bu noktaya getiren, esas olarak KDP'nin politikalarıdır. Türkiye ile KDP, birlikte Irak üzerinde baskı yaparak Irak'ı bu savaş içine çekmişlerdir. Bize karşı savaşın parçası haline getirmişlerdir.

KDP her zaman şunu söylüyordu Türk Devleti'ne, işte Irak'ı da bu işin içine katalım, YNK’yi de bu işin içine katalım, böyle sonuç alırız. Şimdi Irak'ı savaşın içine çektiler, sıra YNK üzerinden bu politikayı büyütmeye çalışıyorlar. KDP zaten şöyle bir güç, herkes biliyor: KDP, sömürgecilerle kurduğu, Kürt düşmanlarıyla kurduğu ilişkiyle kendisine rakip gördüğü Kürt örgütlerini tasfiye ediyor. KDP'nin bütün yaşamı, siyasal yaşamı böyledir. YNK’yi Hewler'den nasıl attı? Saddam'la iş birliği yaptı.

Saddam'ın tankları, askerleri geldi, Hewler'de YNK’lileri çıkardı, KDP yerleşti. Şimdi de Türk devleti eliyle bunu yapmaya çalışıyor. KDP her zaman zaten başından itibaren hep YNK’yi tasfiye etmek istemiştir.

Sonra PKK tarih sahnesine çıkıp güç olunca PKK’yi tasfiye etmek istemiştir. Bunun için de hep düşmanlarını kullanıyor. Irak'ı da bu işin içine şantaj yaparak kattı. Irak'a şantaj yapıyor; sen bu politikaları izlemezsen ben Türk devletiyle daha fazla iş birliğine girerim, Irak'a sorun çıkarırım diyerek, zorlayarak Irak'ı bu işin içine kattılar. Evet, Türk devletinin baskısı, dayatması var ama KDP işin içinde olmasaydı Irak bu noktaya gelmezdi. Tevger’in kapatılmasını en fazla isteyen KDP'dir. Şengal'da PADÊ’yi kapattıran KDP'dir. Yine Irak'taki demokratik partiyi kapatmasını isteyen KDP'dir. Türk devletine bilgi veriyor, Türk devleti de baskı yapıyor. Böyle gerçekleştiriyorlar. Yani bu olayı biraz böyle görmek lazım. Evet, şu anda Irak içine girdi, Irak onaylıyor. Irak Dışişleri Bakanı gitmiş, heyetin başı, Ondan sonra, Başûr’un Dışişleri Bakanı gitmiş, KDP'li bazı heyet üyeleri var. Tabi Fuat Hüseyin'in KDP politikası. Fuat Hüseyin niye gitmiş? Niye KDP’nin Dışişleri Bakanı gitmiş? Açıkça "PKK’ye karşı savaş nasıl yürütülecek?" konusunda da danışman gibiler, Irak'a danışman gibiler. Türk devletiyle işbirlikçilik yapıyorlar.

IRAK YÖNETİMİNİN TARİHİ OKUMASI ZAYIF

Ama şunu söylemek gerekiyor. Şu andaki Irak yönetiminin gerçekten tarih bilgisi ve okuması zayıf. Böyle anlaşılıyor. Türk devletini tanımıyor. Günlük politika üretiyor. Şu anda Türk devleti şantaj yaptı; suyu şantaj olarak kullandı. Şimdi gevşetiyor. Irak da bu oyuna geliyor. Kesinlikle Irak'ın çıkarına değil. Şu andaki o iktidar, Sudani ve yardımcıları bin pişman olacaklar Türkiye ile bu ilişkiler sürdürdükleri için. KDP'nin şantajına böyle boyun eğdikleri için pişman olacaklar. Irak tarihi onları nasıl anacak? Şunu söyleyebiliriz. Hayırla anmayacak. Bu kadar Türk devletini tanımama, Türk devletinin bir nevi havuç sopa politikasına boyun eğme. Tam havuç sopa politikasına teslim olmuştur Irak. Türkiye’yle ilişkiden dolayı ekonomik alan biraz rahatlayacakmış. Bu, satmadır. Bunun başka anlamı yok. Biraz ekonomik rahatlatma, biraz şu imkânı bulma temelinde Türk devleti ile bu anlaşmayı yapmak, Irak'ı satmaktır. Bu anlama geliyor. Günümüz kapitalist modernite dünyasında günlük ve maddiyatçı düşünme çok fazla.

Halkçı, toplumcu, ulusal ve uzun vadeli düşünme zayıf. Şu andaki Irak yöneticilerinin durumu böyle. Tarih bilincinden yoksunlar, günlük politika üretiyorlar.

Ya sen PKK’yi nasıl düşman ilan ediyorsun? Bilmem yasaklı örgütmüş. Haydar Abadi Başbakandı ve birçok Irak yetkilisi PKK’ye teşekkür etmiştir. DAİŞ’i yenilgiye uğrattığı için. DAİŞ yenilgiye uğramasaydı şu andaki Irak'ın durumu ne olurdu? Rojava, Kuzey Doğu Suriye'de de DAİŞ’in yenilgisinde PKK’nin rolü çok büyüktür. Birçok savaşçısını gönderdi, şehit düştü. DAİŞ böyle yenilgiye uğradı.

Evet, Kuzey Doğu Suriye'de, Rojava'da on beş bin şehit vermişler. On binlerce yaralı vermiş, DAİŞ öyle yenilgiye uğratılmış. Şengal’de kim durdurdu DAİŞ’i? Soykırımın sebebi olacaktınız, PKK onurunuzu kurtardı.

Şengal’i soykırımdan kurtardı, Irak'ın onurunu kurtardı yani. E şimdi kalkıp, bilmem PKK yasaklı örgütmüş. Bu kadar ilkesizlik, bu kadar vicdandan, ahlaktan, siyasa ahlaktan yoksunluk olur mu ya? Türkiye'nin hoşuna gidecek, KDP'nin hoşuna gidecek. KDP şantaj yapıyor, KDP'yi güya memnun edecek. Ya Türkiye'yi, KDP'yi memnun ettikçe batarsınız ya. Onları memnun etmek demek, Irak'ı batırmak demektir.

Tayyip Erdoğan, Maliki'ye ne dedi? Maliki iktidardaydı. Maliki, Türkiye’yi biraz eleştirdi. Erdoğan, “sen kim oluyorsun, seni kim ciddiye alır?” dedi. Senin neyin var dedi. Irak sorunu ya, hala sorunlarla yaşıyor. Sen böyle bir ülkesin, seni kim ciddiye alır? Hakaret etti yani, Irak Başbakanı'na.

Şimdi yüzünüze gülüyor biraz, hele Türkiye karşısında durun, onurlu duruş gösterin bakalım size ne diyecek. Onurlu duruş göstermediği için yüzlerine gülüyor Iraklılar’ın. Onları ne yapalım, tarihe bırakıyoruz. Ne yaptıklarının farkında değiller, gerçekten tarih bilincinde yoksunlar.

SÜNNİ BİR İKTİDAR TÜRKİYE’YE BU KADAR TESLİM OLMAZDI

İşte, Şii iktidarı diyorlar. Açık söyleyeyim, bir Sünni iktidar olsaydı Türkiye'ye bu kadar teslim olmazdı. Ayrı, şu anda Sünniler Türkiye'ye dayanarak mevcut iktidarı sıkıştırıyorlar, bu doğru. Ama diyelim tamamen bir Sünni iktidar olsaydı, Türkiye'ye bu kadar teslim olmazlardı. Onlar da tarih bilinci daha yüksektir. Türk devletini daha tanıyorlar. Çünkü bir yönüyle Şii'ler Irak tarihinde çok siyaset içinde olmamışlar. Siyasi hakimiyet, siyasi etkinlik hep dışında kalmışlar.

Irak siyasetinin, Irak toplumsal mücadelesinin, ekonomik ve askeri yapısının çoğu zaman dışında kalmışlar Şii'ler. Bu nedenle, öyle anlaşılıyor ki, tarih bilinçleri ya da politik bilinçleri diyelim gerçekten zayıf.

Şimdi buna karşı tabii ki Irak halkları ve Irak'taki siyasi güçler direnmeli.

Bunun tehlikesini görmelidirler; Başûrê Kurdistan'daki Kürt halkı görmeli, siyasi partiler görmeli, Irak'la Türkiye'nin bu anlaşmalarına karşı çıkmalıdırlar. Kürt siyasi partileri karşı çıkmalı. Bu, aslında bir nevi teslim olmadır. Bu bakımdan YNK de tehdit altındadır.

Iraklılar demiş ki Başika'da Türkler eğitim alacak, kendileri de etkili olacakmış. Kendinizi kandırıyorsunuz. Türklerin işgalini meşrulaştırdınız yani. Kim çıkaracak Türkiye'yi oradan? Çıkacağını mı sanıyorlar? Yarın diyecekler ki biz burayı kan dökerek aldık. Şöyle aldık, böyle aldık.

Zaten tarih olarak da bizimdi. Zaten öyle diyorlar; Misak-i Milli diyorlar ya.

Evet, Misak-i Milli içinde Kerkük, Musul ve Suriye’nin kuzeyi. Tek fark var tabii, önemli. O Misak-i Milli kabul edildiği zaman bir Kürt inkârı yok. Osmanlı'da bir Kürt inkârı yok. Bunlar öyle değil, Kürt inkarcısı.

Abdullah Cevdet, İttihat Terakki’nin kurucularından, hatta Kemalizm'in felsefi temelinde Abdullah Cevdet'in düşünceleri var. Abdullah Cevdet, Arapgirli bir Kürt. Kürt Teali Cemiyeti kurulduğunda Abdullah Cevdet gidiyor, kutluyor. “Çok iyi yapıyorsunuz. Kürtler de gelişmeli, çalışmalısınız” diyor. Bunu söylüyor. Çünkü Kürt inkârı yok. İttihat Terakki kurucuları içinde olurken Kürt inkârı olmadığı için bunun içindeler.

Kürt inkârı olsaydı içine girmezlerdi. Yani şu andaki Türk devleti Kürt inkârı yapıyor. Osmanlı'da böyle bir şey yok. Bu yeni bir durumdur. Lozan Anlaşması'ndan sonra ortaya çıkan bir durumdur. Bu bakımdan kendi tarihlerine de ters düşüyorlar.

Faşist Türk devletinin Kürt halkına karşı soykırım savaşını sürdürmesi bir etken ve içeride muhalefetin durumu oluyor. Oysa yerel seçimlerden sonra AKP-MHP faşizmi oldukça sıkışmış bir duruma gelmişti. Muhalefetin şu andaki tutumu sadece tıkanma veya pasifizm olarak ele alınabilir mi?

Şimdi Türk devletinin politikasının ne olduğunu bilmek önemli. Geçen gün bir sokak röportajından dolayı bir kadın tutuklandı. Herhangi birisi bir şey konuştuğu zaman, AKP'ye muhalif olduğu zaman tutukluyorlar. Zaten bütün Kürtleri tutukluyorlar. Her gün Kurdistan'da siyasi soykırım operasyonları var. Bunlar sadece Kürt olduğu için, Kürt kimliklerini savundukları için, HDP'de siyaset yaptıkları için tutuklanıyorlar.

Şimdi, Türkiye'deki muhalefetin bir sorunu var. Muhalefet şunu görmezse, bu konuda politika üretemezse hiçbir sonuç alamaz. AKP iktidarının bu kadar demokrasi düşmanlığının nedeni, Kürt düşmanlığıdır.

KÜRTLER DEMOKRASİDEN YARARLANIR DİYE DEMOKRASİ DÜŞMANLIĞI YAPIYORLAR

Kürtlere yönelik tasfiye, ezme politikası yürüttüğünden bu kadar demokrasi düşmanlığı yapıyor. Hem demokrasi isteyeceksiniz hem demokrasi mücadelesi diyeceksiniz, AKP ve MHP iktidarının demokrasi karşıtlığına tepki göstereceksiniz ama tutarlı bir Kürt politikanız olmayacak. O zaman o demokrasi tutumunuz da AKP'ye tepkiniz de boşunadır, bir anlamı yoktur. Bu bakımdan muhalefet bu gerçeği görmeli. Kürtler demokrasiden yararlanır diye demokrasi düşmanlığı yapılıyor.

Demek ki demokrasi düşmanlığının nedeni, Kürt sorununun çözümsüzlüğü. O zaman, Kürt sorununun çözümü konusunda politika üreteceksiniz. AKP ve MHP iktidarının Kürt politikasına karşı çıkacaksınız. Ancak böyle tutarlı demokrasi mücadelesi verebilirsiniz. Bazı sol örgütler var. Ne kadar bu gerçeği görüp AKP ve MHP'ye tutum alıyor? Sol partiyi tanıyoruz, biliyoruz. Sol partideki arkadaşları, bizim kuşaktakilerini biliyoruz.

Bakıyorsun gazetelerine, dergilerine Kürt sorunuyla ilgili bir şey yok. Niye? Kürt sorununu gündeme getirirse AKP ve MHP iktidarı rahatsız olur.

Kendilerine dokunurlar. Böyle olabilir mi? Televizyona çıkıyor, kendisine sosyal demokrat diyor ama Kürt sorunu söz konusu olduğu zaman gözü dönüyor. AKP'lilerden, MHP'lilerden farkı yok. Böyle demokrasi mücadelesi olmaz, sahtedir bu. Bu yönüyle, tüm demokrasi güçleri, gerçekten doğru, tutarlı demokrasi mücadelesi vereceklerse Kürt sorunu konusunda duyarlı olsunlar. Kürt halkı üzerinde yürütülen baskılara açık tutum alsınlar.

Gündemlerinin önemli parçası olsun. Beşinci sırada, altıncı sırada gündem olmaz ya. Kim AKP iktidarına muhalefet ediyorum diyorsa o zaman AKP-MHP iktidarını politikanı belirleyen Kürt düşmanlığına da karşı çıkmalıdır.

Kürt sorunu konusunda doğru bir yaklaşımı ortaya koymasan, AKP-MHP iktidarına karşı olsan da politik bir anlamı yok, sonucu yok. Bu yönüyle ben çok fazla bir şey söylemek istemiyorum. Tüm muhalif güçleri AKP-MHP veya faşizme karşı mücadele veriyorlarsa doğru Kürt politikaları olması gerektiğini vurguluyorum. Doğru demokrasi mücadelesi ancak bu temelde verilebilir.

İsrail'in Filistin halkına yönelik katliam saldırıları sürerken Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas Türkiye'ye gitti. Türkiye Meclisi'nde bir konuşma yaptı. Filistin'de yaşananlar ve Mahmut Abbas'la ilgili neler belirtebilirsiniz?

Filistin büyük bir acı çekiyor. İsrail'in şu anda izlediği Filistin politikasını şiddetle kınıyoruz. Gerçekten büyük bir katliam var. Artık bu katliam soykırım düzeyinde. Orada Filistin bırakmak istemiyorlar.

Tabii, FKÖ’nün liderlerindendir Mahmut Abbas, onların mücadelesini tabii saygıyla karşılıyoruz. Fakat bu AKP-MHP iktidarından bir şeyler beklemek, AKP-MHP iktidarının Filistin mücadelesine destek verdiğini sanmak büyük bir yanılgıdır. Biz, Filistin mücadelesi içinde yer almışız, şehit vermişiz. Öte yandan Filistinlilerin katkısını, desteğini de almışız.

Bu yönüyle bizimle Filistin halkının mücadelesi arasında bir bağ var. Bir duygu bağı var, bir tarihsel bağ var. Şunu söylemek istiyorum.

Mahmut Abbas da herkes de bilmeli. Filistin sorununun dünyada bu kadar etkili olması, dünya halkları tarafından sahiplenmesini sağlayan, daha önce de vurguladık, sol güçlerin yürüttüğü mücadeledir. Sol güçlerin Filistin'i sahiplenmesinin sonucudur. Bütün dünyada bugün Filistin'i bu kadar sahiplenme varsa, 1960'larda, 60'ların sonunda, 70'lerde Türkiye'de sol güçler, devrimci güçler Filistin mücadelesini sahiplenirken, Erdoğan'ın dayandığı çevreler sol güçlere saldırıyorlardı.

Amerika askerini denize döken sol güçlere saldırıyorlardı. Şimdi AKP-MHP iktidarı Filistin meselesini gerçekten kullanıyor. Ben, onun dışındaki İslami çevreler için söylemiyorum. Ama Erdoğan ve MHP, Filistin halkının mücadelesini kullanıyor. Kürt soykırımını örtmek için, Kürt soykırımını daha kolay gerçekleştirmek için Filistin mücadelesini kullanmaya çalışıyor. Böylelikle Kürt soykırım saldırısı, politikası örtülecek.

Niye? Filistin'e sahip çıkıyor. Böyle bir şey yok. Ticareti de kısa sürede bırakmadı. 7-8 ay sonra bıraktı. Saadet Partili vekil bunu mecliste onlara söylerken, AKP’liler ona saldırdı adam düştü, kalpten öldü. Hala da bırakmış değiller ticareti.

Bu yönüyle, Mahmut Abbas'ın AKP-MHP gibi faşist bir iktidara alet olmaması gerekiyordu. Önceden çağırmış, gitmemiş. Doğru tutum takınmış. Güya Netanyahu'nun ABD'deki konuşmasına misillemeymiş. Böyle olmaz ya. Filistinler, Kürt soykırımı yapan bir iktidarın parçası olamazlar. Onu meşrulaştıramazlar, onu normalleştiremezler. Burada şunu bir daha vurgulamak istiyoruz.

Türkiye tarih boyu İsrail'le en iyi ilişkide olan ülkedir. Orta Doğu'da ilk tanıyan da Türkiye'dir. Türkiye, İsrail'le hep iyi ilişki içinde olmuştur.

Aslında 7 Ekim olayından önce de geliştirmek istiyorlardı. Niye? Diyorlardı, biz İsrail'le ilişkiyi geliştirirsek, Kürt soykırımı konusunda Avrupa'nın, ABD'nin desteğini alırız. Kürt soykırımında ABD'nin ve Avrupa'nın desteğini almak için hep İsrail'le iyi ilişkiler içinde olmuşlardı.

Şu anda sadece kendi iktidarını ayakta tutmak için, çünkü çok sıkıştı. Saadet Partisi sıkıştırdı, Yeni Refah sıkıştırdı, demokrasi güçleri sıkıştırdı. Mecbur kaldı; İsrail'le ticareti kesti.

İsrail karşıtlığı yapmaya başladı. Kendi iktidarını ayakta tutmak için. Bu yönüyle Filistin halkı, Filistin siyasi güçleri böyle soykırımcı bir devlete, iktidara alet olmamalı. Türkiye halkına seslenebilirler. Türkiye halkıyla, Türkiye'deki siyasi güçlerle ilişkide olabilirler. Ama böyle bir iktidarın bu politikasının örtüsü haline gelmemeliler. Ben bu konuda gerçekten Filistinleri duyarlı olmaya çağırıyorum.

Türkiye'de her şey iktidarın siyasetiyle şekillendiriliyor. Spor da bu alanlardan biri. 2024 Paris Olimpiyatları gerçekleştirildi, tamamlandı. Türkiye yüzden fazla sporcu ile katılmasına karşın, bir tek altın madalya bile alamadan geri döndü. Bu durumu nedenleri üzerine ciddi tartışmalar yürütüldü. Siz bu durumu nasıl ele alıyorsunuz?

Aslında bu durum AKP-MHP iktidarının ne olduğunu ortaya koyan bir sonuçtur. AKP-MHP iktidarı Türkiye'de her şeyi çürütmüştür. Ahlakı, vicdanı, kültür ve sanatı çürütmüştür. Sporu da çürütmüştür. Spor artık spor olmaktan çıkmış. Bir yarışma olmaktan çıkmış. Her ülke yarışmak ister, kendi ülkesinin sporcusunun kazanmasını ister. Bu doğal yani.

Ama AKP-MHP iktidarı bunu bir savaş haline getirmiştir. Her sporcu bir savaş kazanacak. Onlar kazanırsa Türkiye bir savaş kazanmış olacak. Onlar kazanırsa Türkiye Kürtler’e karşı yürüttüğü savaşta bir başarı kazanacak. Bütün her şey; siyaseti, sanatı, her şeyi özel savaşa hizmet ettirmiştir. Sporu özel savaşın parçası haline getirmiştir. Futbolu zaten getirmiş. Futbolda bir adalet yok. Futbol da bir özel savaştır. O da Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşın, özel savaşın gereği 1990'lardan sonra uygulanan politikanın sonucudur. Biz bunu iyi biliyoruz.

Şimdi gerçekten o sporculara insan üzülüyor. O kadar emek veriyorlar, çalışıyorlar, stres içindeler. Kaybettikleri zaman hain olacaklar, illa kazanmaları gerekiyor. Savaş ya? kaybettin mi büyük bir yenilgi yaşıyorsun. Rahat değiller. Yani onları bir savaşa sürüyorlar, yarışa değil.

Bu nedenle kaybediyorlar. Sağlıklı düşünemiyorlar. Kaygı içinde yarışıyorlar ve kaybediyorlar. Özellikle AKP iktidarı döneminde, özellikle de son 20 yılda böyledir. Bu baskı ortamında, sporu savaş haline getiren, özel savaş haline getiren, Kürt halkına karşı yürütülen savaşın parçası haline getiriliyor. Vatan milleti Sakarya. Evet kazansınlar. Türk halkı da sevinsin, herkes sevinsin. Ama spor bu hale getirilemez. Bundan, bu hükümet sorumludur.

Kalkmış spor bakanı, federasyonu suçluyor. Utanmaza bak ya. Zaten onların hepsi senin adamın. Zaten AKP artık işçileri bile başkasından almıyor. Memuru alırken bile kendisine bağlı olanı alıyor. Federasyonlar hep sana bağlı. Onları suçluyor. Sen suçlusun, bu hale getiren sporu AKP'nin MHP iktidarıdır, Onun bakanlarıdır. Onların bu spor üzerinde kurdukları şovenizmdir. O sporcular emeği veriyorlar, harcanıyorlar.

Sporcu yaşamına dikkat ediyor, ömrünü ve her şeyini veriyor ama böyle kullanılıyor; kötüye kullanılıyor. Hepsinden savaş kazanması isteniyor.

Dünyaya karşı savaş. Bu kadar yükü o gençlerin üzerine yüklersen o psikolojiyle altın madalya alabilecekken bronz bile alamazlar. Bu yönüyle öyle federasyon değil, o spor bakanı sorumludur. Bu hükümet sorumludur. Bu bakımdan Türkiye'de bu vesileyle bu iktidarın spor politikası irdelenmeli, eleştirilmelidir. Bu özel savaşın aracı olmaktan çıkarılmalıdır.