Kürdistan halkı 2019 yılını direnişle karşıladı. Bu da demektir ki, 2019 yılına damgasını vuranda bu gerçeklik olacaktır. Zindanlarda yükselen bu direniş daha önce de olduğu gibi, demir parmaklıkları, taş- beton duvarları, tel örgüleri aşarak tüm Kürdistan’ı, başta metropolleri olmak Türkiye kentlerini sararak AKP-MHP faşizmini dize getirecek ve Önder Öcalan üzerinde kurulan tecrit çemberini kıracaktır. Zindanlar da yaşanan bu direnişin Kürdistan halkının direniş çizgisini, geleneğini temsil ediyor olması da daha önceleri olduğu gibi, bunu kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıkaracaktır.
Kimileri zindanlarda yaşanan direnişi, sadece gerçekleştikleri mekanla sınırlı sanabilirler. Tabii bu tamamen onların bakışı açılarıyla ilgilidir ya da bunun yansıması olarak dışa vuran bir gerçeklik olmaktan öte bir anlam ifade etmemektedir ki, bunun yanlışlığı da defalarca ispatlanmıştır. 12 Eylül 1980 askeri faşist cuntası sonrasında zindanlarda yaşanan direniş gerçeğini bilenler, hatırlayanlar da bunu çok iyi bilmektedirler. Herkesten daha çokta bu gerçekliğin öncelikli olarak zindanlara alınanlar ve Kürdistan ile Türkiye’yi zindana çevirenler için geçerli olduğunu hatırlatmakta yarar vardır.
12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi ile ardından içerisine girilen dönem ve yaşananlar ile bugün arasında bir farkın olmadığını belirtebiliriz. Hatta “boynuz kulağı geçermiş misali” bugün içerisinde olan dönem ve yaşananların 12 Eylül dönemini kat be kat aştığını bile söyleyebiliriz. Kürdistan ve Türkiye’de var olan zindanlar gerçeği de bunu doğrulamaktadır.
Bugün Kürdistan ve Türkiye’de bulunan hem zindanların hem de buralarda tutulanların sayısı 12 Eylül dönemini kat be kat aşmıştır. Devrimciler, demokratlar yine AKP-MHP faşizmine kim karşı ve muhalefet ediyorsa, zindanlara alınmıştır ve hala da alınmaya devam etmektedir. Öyle ki, AKP-MHP faşizmi kendine karşı siyaset yapacak, söz söyleyecek hiçbir kimse bırakmak istememekte ve bunun içinde kimi bulursa zindanlara almaktan geri kalmamaktadır. Böylece AKP-MHP faşizmi Kürdistan’da, Türkiye’de kendileri, yandaşları ve işbirlikçileri dışında kimseyi bırakmak istememektedir.
AKP-MHP faşizmini o günlerden bugünler için hazırlayan 12 Eylül’ün faşist generalleri de böyle yapmışlardı. Ama bunu yaparlarken de “Rüzgar eken, fırtına biçer” misali büyük bir yıkımla karşılaşmaktan da kendilerini kurtaramamışlardı. 12 Eylül’ün faşist generallerini böyle bir yıkımla karşı karşıya getiren ise zindan direnişleri ve onun çaktığı kıvılcımın büyük bir yangına dönüşmesi olmuştu. Tam da “her şey bitti”, “bir daha kafalarını bile kaldıramazlar” dedikleri bir anda böyle bir yıkımla karşılaşmışlardı.
AKP-MHP faşizmi de aynı akıbeti paylaşmaktan kurtulamayacaktır. Bundan başka bir seçeneği de kalmamıştır. Böyle bir gerçekliğe rağmen, kendilerini kandırmalarına neden olabilecek bir çok etmen de olabilir. Hatta kendilerini çok güçlü de sanabilirler. Hala sokakların, meydanların ateşe verilmemiş olmamasından cesarette alabilirler. 12 Eylül’ün faşist generalleri de böyle düşünmüşlerdi. Ancak sonra ne oldu? Zindanlar da çakılan direniş kıvılcımının neden olduğu yangın tüm Kürdistan’ı sardığı gibi, Türkiye’de devrimci, demokratik güçlerin, ezilen, sömürülen, ötekileştirilen kimliklerin, inançların, kültürlerin de kendilerini ifade etme arayış ve mücadelelerinin önünü açmıştı ve böyle de olması gerekiyordu.
Bugün de, Kürdistan ve Türkiye’de benzeri bir gerçeklikle karşı karşıya gelinmiş bulunmaktadır. Kürdistan ve Türkiye bir bütün olarak zindana çevrildiği gibi, toplumun, hakların farklı inanç, kimlik ve kültürlerin, kadınların, gençlerin, emekçilerin öncüleri, siyaset yapanları, devrimci, demokratik güçler oluşturulan bu zindanın mahzenlerine/kör kuyularına alınmışlardır.
Şimdi buralar direniş merkezleri haline gelmişlerdir. Bunun dışında bir gerçekliğin yaşanması da mümkün değildir. Önder Apo 20 yılı aşan esaret içerisinde böyle bir direnişin sahibi olmuş görev ve sorumluluklarını yerine getirmiştir. Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven ise, Önder Apo’nun İmralı’da sergilediği emsalsiz direnişi, bir kıvılcımın bozkırı tutuşturması misali tüm zindanlara, Kürdistan’a, Türkiye’ye ve başta Avrupa olmak üzere Kürdistanlıların üzerinde yaşadıkları coğrafyalara taşırmıştır.
Leyla Güven başlattığı açlık grevi 60’lı günleri içerisinde bulunmaktadır. En önde olanı olarak Leyla Güven’in başlattığı bu Açlık Grevi, 60’lı günleri içerisinde yüzlerce tutsağın direnişi haline gelerek kitleselleşmiş ve yankısını zindanların dışında da bulmuştur. Bununla da sınırlı kalmayarak daha da yaygınlaşacak ve 12 Eylül 1980 sonrasında ve 2012 yılında olduğu gibi 2019 yılına rengini verecektir. Bununla da kalmayacaktır. 9 Ocak 2013 yılında Paris’te katledilen üç Kürdistanlı devrimci kadın; Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez’i katledilişlerinin yedinci, 4 Ocak 2016 yılında Silopi’de katledilen; Sêvê Demir, Fatma Uyar, Pakize Nayır’ı da üçüncü yılında selamlayarak anılarına nasıl bağlı kalınabileceğinin de yolunu gösterecektir.
Tüm sosyalist, devrimci, demokratik, özgürlükçü güçlerin, Kürdistan ve Türkiye halklarının, ezilenlerin, sömürülenlerin, emekçilerin de bu gerçekliği görerek, zindanlarda yaşanan ve yankısını; demir duvarların, taş- beton duvarların, tel örgülerin dışına taşıran direnişin içerisinde yerlerini alması ve bunu da bulunulan, yaşanılan her yerde, oranın koşullarına ve özgünlüklerine göre; AKP-MHP faşizmini yıkacak olan, özgürlüğe daha da yakınlaşılmasını sağlayacak ne olması ve yapılması gerekiyorsa, onu yaparak bir mücadeleye dönüştürmeleri gerekmektedir.
Kaynak: Yeni Özgür Politika