40 yıl önce 19 ve 25 Aralık 1978 tarihleri arasında Maraş’ta Alevi Kürt halkı bir katliam yaşamıştı. Bu katliamda yüzlerce Alevi- Kürt hunharca katledilirken, yüzlercesi de yaralanarak, sakat bırakılmıştı. İçlerinde tecavüze uğrayanlar, malları eşyaları gasp edilenler, evlerine, barklarına el konulanlar, bununla da yetinilmeyerek alındıkları göz altılarda geçirildikleri ağır işkencelerin ardından çıkarıldıkları “mahkemelerde” ağır hapis cezaları ve idam istemleri ile yargılananlar olmuştu. Bu katliam katılanların içerisinde dışardan getirilen eli kanlı faşist katiler, kontrgerilla elemanları katliamı tetikleyen, yönlendiren ve gerçekleştirenler olurken, bu katliamda kullanılanların çoğu da Maraşın dağ köylerinde yaşayan yoksul Sünni Türk köylüleri olmuştu. Onlarda kandırılarak, vaatlerde bulunularak içerisine katıldıkları bu katliama ortak edilmişlerdi.
Dersim Soykırımından sonra o güne kadar ne Maraş’ta ne de Kürdistan’da böyle bir katliam, Alevi-Kürt kırımı yaşanmamıştı. Şimdi bu katliamın üzerinde 40 yıl geçti. Anıları, yaşanmışlıkları ve sergilen vahşet ile hala belleklerde ki canlılığını korumaya devam etmektedir. Bundan sonra da böyle kalmaya devam edecektir.
Üzerinden 40 yıl geçen bu katliamı üzerine o gün olduğu gibi, bugünde tartışmalar devam etmektedir. Hatta ortaya çıkan gerçeklikler ve uygulamaya konan politikalar bu tatışmalara daha farklı boyutlar kazandırmaktadır.
O günkü tartışmalar da, gerçekleştirilen bu katliam ile Kürdistan ve Türkiye toplumlarının adım adım 12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen askeri faşist darbeye hazırlanmış olduğu yönünde görüşler ve böyle bir katliamın neden Maraş’ta yapıldığına dair görüşler dile getirilmiş, tespitlerde bulunulmuştu ve bunlar doğru olanlardı da. Ama, o tartışmalar da fazla öne çıkmayan bir başka gerçeklik daha vardı. O da, 1915 Ermeni, 1938 Dersim soykırım da olduğu gibi katliamdan arta kalanlar için bir nevi sürgün anlamına gelen göç yollarının da açılmış olmasaydı.
Gerek Ermeni gerekse da Dersim Alevi-Kürt soykırımlarının ardından geri klanlar ya mecburi iskana tabi tutulmuşlar ya da sürgüne gönderilmişlerdi. Çoğunlukla da sürgüne gönderilenler yollar da katledilmişlerdi. Fırsatını bulanlar dışında, nerdeyse kimsenin yurduna, topraklarına geri dönmesine imkan bırakılmamıştı. Katliamın ardından özellikle de 12 Eylül faşist darbesinden sonra Maraşın Alevi Kürtlerini bekleyen de bu gerçeklik olmuştu.
Farklı yol ve yönetemler kullanılmakta olsa da, Ermeni ve Dersim soykırımında olduğu gibi, Maraş’ın Alevi Kürtleri’de ülkelerini, üzerinde yaşadıkları toprakları terk etmekle karşı karşıya bırakılmışlardı. Onlarda bazen birer birer, bazende kafileler şeklinde ülkerini, yaşadıkları toprakları terke zorlanmıştı ve bunun gerçekleşmesi içinde her türlü yol ve yöntem kullanılmaktaydı. TC devleti bunu sağlamak için elinden ne geliyorsa onu yapıyor ve bunun imkanlarını sunmaktan geri kalmıyordu. İnsan tacirlerini kullanıyor, sınır ve TC devletine giriş kapılarını gevşek tutuyor ve tüm bu ülkeyi terk edişleri görmezden geliyordu.
Bizzat TC devletinin yönledirmesi ve teşviki ile gerçekleşen bu “göçler” sonucunda ise Maraş’ta Alevi Kürtler eski nüfus yoğunluklarını kaybetmişlerdir. Köyler de nerdeyse bir kaç yaşlı ve çocuklardan başkası kalmamıştı. Çoğunlukta bulundukları ilçeler ve beldeler de nüfusları azalmıştı. Neredeyse şehir merkezinde varlıklarından bahsedilemez bir hale gelmişti. Öyle ki, herkesi imrendiren o verimli topraklar bile ekilmez-biçilmez bir hal almıştı.
Bu gerçekliğe rağmen, Maraşın Alevi Kürtleri ülkelerini, yaşadıkları topraklara, özgürlük ve demokrasi mücadelesine olan bağlılıklarını korumaya devam ettiler. Dağıldıkları dünyanın dört bir yanında bunun gereklerini yerini getirmekten de geri kalmadılar. Çocuklarını gerillaya gönderirken, maddi kaynaklarını/güçlerini paylaşmakta da hiçbir tereddüt içerisine girmediler. Mustafa Yöndem, Engin Sincer, Nucan, Ronahi, Nudem vb. lerinin de içerisinde yer aldığı onlarca yiğit evladını şehit vermekten geri kalmadılar.
Aslında soykırımcı TC devletinin katliam sonrasında Maraş’ta uygulamaya koyduğu bu politika, Kürdistan’ı Kürtsüzleştirme doğrultusunda atılmış olan önemli adımlarından biri olmuştu. Atılan bu adımın ardından benzerlerini önceden belirlediği Sivas vb. bazı şehirlerde uygulamaya koymuş ve buraları da demografik yapısını değiştirerek, Alevisizleştirmek ve Kürtsüzleştirmek için harekete geçmiş ve bunlarda da sonuçlar almıştı. Bu kentler de tıpkı Maraş gibi, adeta Kürdistan’daki sömürgeci karakollardan biri haline getirilmişlerdi.
Maraş katliamının üzerinde tam 40 yıl geçmiştir. Bugün bile hala acıları unutulmamıştır. Ancak bu açıların üzerine her gün yenileri de eklenmektedir. Soykırımcı TC devleti bugün Maraş’ta el koyduğu Alevi Kürtlerin köylerine topraklarına el koyarak, kendi işbirlikçileri ve çetelerini buralar yerleştirmektedir. Böylece, yurtsuz, topraksız bıraktığı Maraşın Alevi Kürtlerinin yaralarının üzerine yenilerini eklemektedir.
Maraş katliamının üzerinden 40 yıl geçti ve hala da soykırımcı TC devleti Kürdistanı Kürtsüzleştirme, Alevisizleştirme politikasından vazgeçmemiştir. Hatta bu politikaya hız kazandırmak için, katliamlarla, sürgünlerle, zorla yeni Maraşlar yaratmak istemektedir. Bunu da sadece Bakurê Kürdistan’ın Türkiye ile sınır kentleri ile de sınırlı tutmayarak iç bölgelerine kadar, hatta Rojava’da görüldüğü gibi Kürdistan’ın diğer parçalarında da yaygınlaştırma çabası içindedir.
Tüm Kürdistan halkı ve Aleviler de bu gerçeği görmektedir. Maraş katliamının 40. Yıl dönümünü de bu gerçekliğin bilinci ile karşılamaktadır. Onun içindir ki, bulundukları, yaşadıkları her yerde soykırımcı TC devletinin Kürdistan’ı Kürtzüleştirme ve Alevisizleştirme politikası karşısında mücadelelerini daha yükseltecek, gerçekleştirdiği tüm soykırım saldırıları, katliam ve işlediği cinayatleri büyük bir nefret ve öfke ile bir kez daha kınayacaktır…
Kaynak: Yeni Özgür Politika