Direniş Newrozu ve Kürt seçimi
Kürtler kendi seçimini zaten Newrozda yapmıştır, kadınlar da bu temelde özgür ve demokratik bir tutum göstermeyi başarırsa, o zaman 31 Mart seçimi AKP-MHP faşizminin tamamen tarihe gömüldüğü bir olay haline gelir.
Kürtler kendi seçimini zaten Newrozda yapmıştır, kadınlar da bu temelde özgür ve demokratik bir tutum göstermeyi başarırsa, o zaman 31 Mart seçimi AKP-MHP faşizminin tamamen tarihe gömüldüğü bir olay haline gelir.
Belki de tüm zamanların en yaygın, en anlamlı ve en coşkulu bir Newrozu yaşandı ve yaşanıyor. Dört parça Kürdistan’daki ve yurtdışındaki Kürtler, halklar ve tüm ezilenler Birlik, Direniş ve Özgürlük Bayramı Newrozu kutlamak için meydanları doldurdu ve hala da dolduruyor. Özellikle de kadınların ve gençlerin coşkulu ve heyecanlı katılımlarını görmek gerekiyor. Kürtlerin yaşadığı büyük coşku ve umutla, gözlerinden yansıyan derin öfke ve tepkiyi doğru anlamak gerekiyor. Özellikle Leyla Güven ve Nasır Yağız öncülüğünde yürütülen Büyük Açlık Grevi Direnişinin 2019 Newrozunun bu biçimde yaşanmasındaki büyük etkisini gözlemek gerekiyor. Başta Amed, Van, Batman ve Cizre-Botan olmak üzere tüm Kürt kent ve kasabalarındaki, dört parça Kürdistan, Ortadoğu’nun her tarafı ve dünyanın dört bir yanındaki bayram coşkusunu doğru anlamak büyük önem taşıyor.
Açık ki Kürtler Newroz kutlamaları vesilesiyle hem geliştirmekte oldukları “Tecridi kıralım, faşizmi yıkalım ve Kürdistan’ı özgürleştirelim” direniş hamlesini daha da büyüttüler, hem de taleplerini açıkça dile getiren somut mesajlar verdiler. Peki neydi bu mesajlar? Öncelikle ve çok açık bir biçimde, yine hep bir ağızdan İmralı işkence ve tecrit sisteminin parçalanmasını ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşmasını haykırdılar. Sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasete, faşist terör ve katliamlara karşı olduklarını ortaya koydular. Kadınların özgürlüğünü, halkların kardeşliğini ve demokratik birliği istediklerini söylediler. Kendi ülkelerinde demokratik bir toplum olarak özgür yaşama irade ve kararlılıklarını ortaya koydular.
Belli ki Kürtlerin bu tutumları ve mücadeleleri önümüzdeki günlerde de gelişerek sürecek. Bir yandan Newroz kutlamaları devam edecek, bir yandan da bu kutlamalar “Ulusal Kahramanlık Haftası” kutlamalarıyla birleşecek. Tarihsel olarak oluşmuş Ulusal Kahramanlık Günü Newroz ile son otuz beş yıllık tarihi gerilla direnişinin yarattığı 28 Mart birleştirilerek her gün Ulusal Kahramanlık kutlamaları yapılacak. Mazlum ve Agit çizgisinde partileşme, gerillalaşma ve yurtseverleşme tutumu geliştirilecek. Hatta bu süreç 30 Mart Kızıldere şehitleri ile birleştirilerek 31 Mart yerel seçimlerine taşınacak. Seçimden alınacak başarılı sonuçlarla da 1 Nisan Nuda Karker, Ferhat ve Halil Dağ’ın on birinci şahadet yıldönümlerine ve 4 Nisan Önder Abdullah Öcalan’ın doğum gününe gidilecek. Bu temelde Tecridi Kırma ve Faşizmi Yıkma direniş hamlesi zafer çizgisinde doruklandırılacak.
Bu noktada şu hususları netleştirmemiz gerekiyor. 2019 Newrozu gerçek anlamda bir Direniş Newrozu olmuştur. 2632’inci Newroz Yılı da aynı biçimde zafer yılı olacağa benzemektedir. Tecridi Kıralım ve Faşizmi Yıkalım özgürlük hamlesinin bu yılda tarihi bir direniş ve zaferi var edeceği görülmektedir. Diğer yandan, 31 Mart günü gerçekleştirilecek olan yerel seçimler için Kürtler seçimini Newroz'da yapmış durumdadır. Gerçekten de Newroz meydanları Kürt seçimine tanıklık etmiştir. 31 Mart yerel seçimlerinde Kürtlerin tutum ve tercihlerinin nasıl olacağı Newroz kutlamalarında çok açık bir biçimde görülmüştür. HDP’nin temsil ettiği Demokratik İttifak kendi cephesinden seçimi daha şimdiden kazanmıştır. Belli ki 31 Mart seçimi belirginleşen bu gerçeği sandıkta somutlaştıran bir formalite olacaktır.
Yaşanan Newroz kutlamalarının 31 Mart’ta gerçekleştirilecek olan yerel seçimler üzerindeki etkisini iyi görüp doğru okumak gerekir. Önümüzdeki günler bir yandan çeşitli anma ve kutlamalara sahne olurken, diğer yandan da 31 Mart yerel seçimlerinin hazırlandığı bir süreç olacaktır. Kuşkusuz Türkiye’de AKP-MHP faşist diktatörlüğü vardır ve bu nedenle adil ve eşit gerçekleşecek bir demokratik seçim ortamı yoktur. Dikkat edilirse, Erdoğan-Bahçeli faşist ortaklığı devletin ve ülkenin tüm gücünü ve imkânlarını yerel seçimleri kazanmak için kendi lehine kullanmaktadır. Demokratik ittifak ve diğer muhalefet üzerinde tam bir faşist baskı ve terör uygulanmaktadır. Biraz etkinlik sağlayan kişiler hemen tutuklanıp zindanlara doldurulmakta, etkinliği artan adaylar hakkında her türlü yalana dayalı propaganda geliştirilip mahkemelik edilmektedir. “Yine kayyum atarız” denerek özellikle Kürtlerin seçim sandığına gidişi engellenmeye çalışılmaktadır. İki yüzer gramlık çay dağıtımı temelinde kadınlara açıktan rüşvet verilip oyları satın alınmak istenmektedir.
Bunlar ve çok daha fazlası AKP-MHP faşist diktatörlüğü altındaki Türkiye’de demokratik seçim ortamının olmadığını açıkça göstermektedir. Bunu zaten birçok dış çevre de bu biçimde belirlemekte ve çeşitli eleştiriler geliştirmektedir. Ancak bu böyledir diye, kuşkusuz bunun karşısında seçime katılmama, sandığa gitmeme, boykot etme gibi bir tutum da benimsenemez. Hayır, böyle bir tutum kesinlikle doğru olmaz. Dikkat edilirse, zaten AKP-MHP faşist diktatörlüğünün kendisi muhalefetin, devrimci-demokratik güçlerin böyle davranmasını istemektedir. Bunun için her türlü tarike, hakarete, hileye baş vurmaktadır. Hatta “Çekip gidin” diyerek, neredeyse Kürtleri on bin yıllık yurtlarından bile kovmaya çalışmaktadır.
Bu nedenle, faşizmin seçim oyunu karşısında dar ve düz bir yöntemle doğru politika belirlenemez. Önce Türkiye’de bir faşist diktatörlüğün var olduğunu, demokratik ortamın bulunmadığını, bu nedenle eşit ve adil bir seçimin yapılamayacağını belirlemek ve bu temelde faşist diktatörlüğü her fırsatta teşhir etmek gerekir. Fakat bununla birlikte söz konusu seçim gerçeğini de AKP-MHP faşist diktatörlüğüne karşı bir mücadele süreci ve mevzisi olarak görüp ve bu imkanı da faşizme karşı mücadelede kullanmak gerekir. Faşizm topyekûn bir saldırı demektir, dolayısıyla faşizme karşı direnişin de topyekûn olması gerekir. Yani faşizme karşı mücadeleye tüm imkanların sevk edilmesi, her türlü yöntemin ve her mevzinin sonuna kadar kullanılması gerekir. Faşizm ancak böyle çok yönlü ve topyekûn bir direnişle darbelenip yenilgiye uğratılabilir.
Tüm bunların sonucu olarak şu gerçeklerin altını çizmemiz gerekiyor. Türkiye’de bir faşist diktatörlük var ve bu nedenle adil ve eşit bir seçim ortamı yoktur. AKP-MHP yönetimi seçimi kazanmak için devletin tüm imkanlarını seferber etmekte, her türlü baskıya ve hileye baş vurmaktadır. Dolayısıyla aldığı sonuçlar daha şimdiden kesinlikle meşru olmayacaktır. Öncelikle bu gerçeği sürekli ifade ve bu temelde faşist diktatörlüğü teşhir etmek gerekir. Buna rağmen ve bu temelde yerel seçimleri yine de faşizme karşı topyekûn mücadelenin bir parçası olarak görmek ve etkin bir biçimde değerlendirmek gerekli ve önemlidir. Bu açıdan da faşist şeflerin ve yalakalarının propagandalarına aldanmamak gerekir. Bunun için propaganda sürecinde aktif çalışarak faşizmi etkin bir biçimde teşhir etmek, “Kayyum atarız, oylarınız boşuna gider” propagandasına aldanmadan seçim günü sandığa gidip mutlaka oy kullanmak, yine boykot gibi hiçbir politik anlamı ve değeri olmayan sözlere aldanmamak önemli ve gereklidir.
Tabi faşizmin baskı, terör ve tehditlerinden korkmamak kadar, çeşitli rüşvet girişimleriyle oy satın alma oyunlarına da düşmemek gerekir. Özellikle iki yüz gram çayla oylarını satın alma yaklaşımına karşı kadınların çok daha örgütlü ve etkili tepkisinin gelişmesi önemlidir. Çünkü bu yaklaşım kadınlara dönük en ağır hakarettir. Adeta “Sizi istediğim gibi satın alabilirim” denmektedir. Kadınlar ve tüm kadın örgütleri bu zihniyet ve siyaseti şiddetle reddetmeli ve özgür iradeli kadın duruşunu bu erkek egemen faşist zihniyete göstermelidir. Kürtler kendi seçimini zaten Newrozda yapmıştır, kadınlar da bu temelde özgür ve demokratik bir tutum göstermeyi başarırsa, o zaman 31 Mart seçimi AKP-MHP faşizminin tamamen tarihe gömüldüğü bir olay haline gelir.
Kaynak: Yeni Özgür Politika