Arcan: Çözüm demokratikleşmedir

Mevcut kısır döngüden ancak demokratikleşmeyle çıkılabileceğini vurgulayan İHD’li Sebla Arcan, aksi takdirde bu kirli ilişkilerin devam edeceğini söyledi.

İHD İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon Üyesi Sebla Arcan, Sedat Peker’in işaret ettiği suçların devlet kurumlarının iş birliğiyle gerçekleştirildiğini belirterek, “Tuğla çekilmek istenmiyor, çünkü çekilirse devlet altında kalacak” dedi.

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon Üyesi Sebla Arcan, çete lideri Sedat Peker’in faili meçhul cinayetler konusundaki ifşaatlarını ANF’ye değerlendirdi.

Arcan, insan hakları savunucuları olarak Peker’in işaret ettiği isimleri on yıllardır sürekli dile getirdiklerini ve gündemde tutmaya çalıştıklarını hatırlattı. Peker’in itiraflarından daha vahiminin önceki yıllarda Abdülkadir Aygan ve Ayhan Çarkın tarafından da yapıldığını anımsatan Arcan, ancak bütün bu açıklamalara rağmen yargının harekete geçmediğini, bu iddiaların etkin bir biçimde soruşturulmadığını ve üstünün kapatıldığını vurguladı.

MEHMET AĞAR 1980’DEN BU YANA VAR

Bugün Sedat Peker’in işaret ettiği şeylerin, özellikle Mehmet Ağar’a dair açıklamalarının, bildikleriyle örtüştüğünü kaydeden Arcan, Mehmet Ağar’ın kayıp yakınlarının hayatına 1980’de girdiğine dikkat çekti. Arcan, yaşanan süreci şöyle anlattı: “Ağar, 1980’de İstanbul Emniyeti’nde Siyasi Şube Müdür Muavini’ydi. O dönemde Hayrettin Eren, Süleyman Cihan, Mustafa Hayrullahoğlu gözaltında kaybedildiler. Aileleri hâlâ onların kaybedilmelerinin önemli aktörlerinden birinin Ağar olduğunu söylüyor. Deliller de buna işaret ediyor. Bu yıllarla da sınırlı kalmadı. Ağar, 1993’te Emniyet Genel Müdürü olduktan sonra gözaltında kaybetmeler Türkiye’de yeniden işlemeye başladı. Hasan Ocak, Rıdvan Karakoç, Fehmi Tosun, Düzgün Tekin bunlardan sadece dördüydü. İstanbul, Diyarbakır, Hakkari, Van gibi pek çok yerde yüzlerce insan onun döneminde kaybedildi.”

SON 41 YILINA DAMGA VURMUŞ

Bu cinayetlerin bir devlet politikası sonucu gerçekleştirildiğini kaydeden Arcan, ancak özellikle Mehmet Ağar’ın kayıp aileleri açısından farklı bir yeri olduğuna işaret etti. Ağar tutuklandığında, ailelerin cezaevi önüne gidip eylem yaptığını anımsatan Arcan, “Ağar kayıp yakınları açısından böyle bir figür. Çünkü Türkiye’nin son 41 yılına hep bu insanlığa karşı suçlarla, mafyatik ilişkilerle damgasını vurmuş birisi” dedi.

ÖZEL HAREKAT ENVANTERİNE KAYITLI SİLAHLARLA

Ağar’ın yargılandığı iki dava olduğunu; birinin Ankara JİTEM Davası, diğerinin de Susurluk Davası olduğunu belirten Arcan, iki davada da zaten bu iddiaların mahkeme kayıtlarına geçtiğini dile getirdi. Mehmet Ağar’ın mahkemeler tarafından silahlı suç örgütü kurma ve bu örgütün faaliyetleri kapsamında da cinayet suçlamasıyla karşı karşıya geldiğini söyleyen Arcan, bunların aynı zamanda devletin resmi kayıtlarına geçen tespitler olduğuna dikkat çekti.

Susurluk raporunu örnek gösteren Arcan, sadece Mehmet Ağar’a değil, Korkut Eken’e de bu raporda aynı suçlamaların yöneltildiğini belirtti. Ağar ve Eken’in, Ankara JİTEM Davası’nda da 18 kişinin gözaltında kaybedilmesi ya da infaz edilmesi suçlamasıyla karşı karşıya kaldığını dile getiren Arcan, şöyle devam etti: “Özel Harekat envanterine kayıtlı aynı silahlarla Ankara ve İstanbul’da cinayetler işlendiği, hem mahkeme kararlarında hem de Meclis’in raporlarında kayda geçti. Şimdi Peker’in gündeme getirdiği gazeteci Kutlu Adalı’nın katledilmesinde de benzer marka bir silah söz konusu. O dönemde Susurluk Komisyonu üyelerinden Fikri Sağlar, ‘Kıbrıs’a gidip araştırdık; oradaki güvenlik kuvvetlerinin envanterinde uzi marka silah yoktu’ demişti. Kutlu Adalı’nın da Özel Harekat envanterine kayıtlı olan ve başka hiçbir yerde bulunmayan bir silahla öldürüldüğü, Peker’in ağzından bir kere daha kamuoyunun gündemine geldi.”

DEVLET-MAFYA İLİŞKİLERİ DEĞİŞMEMİŞ

Bu beyanların hemen ardından Kıbrıs’ta bir meclis araştırma komisyonunun kurulduğunu belirten Arcan, oysa Peker’in aynı açıklamalarda hem gazeteci Uğur Mumcu’nun hem Kürt iş insanlarının katledilmesine işaret ettiğini, ancak Türkiye’de bu iddialarla ilgili meclis araştırma komisyonu kurulmadığı gibi, iktidarın bu suçları normalleştirmesi tavrıyla karşı karşıya kalındığını söyledi. Arcan, Susurluk dönemindeki aktörlerin bugünkü iktidar döneminde de hâlâ gündem olabilmesinin devlet-mafya ilişkilerinin iç içe geçmişliği konusunda bir şeyin değişmediğinin göstergesi olduğunu ifade etti.

Geçmişten bugüne işlenen bütün suçların devlet kurumlarının iş birliğiyle gerçekleştirildiğine işaret eden Arcan, “Tuğla çekilmek istenmiyor, çünkü çekilirse devlet altında kalacak. Bütün bu suçlar cezadan muaf tutuluyor. Bireysel suçlardan bahsetmiyoruz. Burada devletin bilgisi dahilinde işlenmiş suçlardan bahsediyoruz” dedi.

CEZASIZLIK GELENEĞİ DEVAM EDİYOR

‘Beyaz Toros’ların olmamasının bugün bu tür insanlığa karşı suçların işlenmediği anlamına gelmediğini vurgulayan Arcan, “Bizim dönemimizde faili meçhul yok” açıklamasını yapan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya şöyle tepki gösterdi: “Kendileri unuttu herhalde, biz hatırlatalım: Roboskî Katliamı’nın failleri nerede? Necip Hablemitoğlu suikastının failleri nerede? Gezi’de öldürülen gençlerin, Hrant Dink’in veya Tahir Elçi’nin failleri yargılandı mı? Hayır. Cezasızlık geleneği 1990’larda nasıl işliyorsa bugün de aynı şekilde işlemeye devam ediyor. Güvenlik güçlerinin yurttaşa karşı işlediği suçlar, adeta cezadan muaf tutulmaya devam ediyor. Bu yüzden de insanlığa karşı suçlar yeniden ve yeniden işleniyor.”

İŞKENCE SOKAĞA TAŞTI

Bu dönemde, gözaltında kaybetmelerin yerini zorla kaçırmalara bıraktığına dikkat çeken Arcan, 15 Temmuz’dan sonra İHD’nin 30’dan fazla insanın kaçırıldığını tespit ettiğini belirtti. Kaçırılan bu insanların yakınlarından 6 kişinin derneğe başvurduğunu anlatan Arcan, bu 6 kişinin yaklaşık 8 ay sonra Ankara Terörle Mücadele Şubesi’nde ortaya çıktığını hatırlattı. İçlerinden sadece birinin konuştuğunu, gizli gözaltı merkezinde tutulduğunu ve ağır işkence gördüğünü söylediğini anımsattı. Onun dışında çok sayıda gencin kaçırılıp işkence edilerek, ajanlık dayatmasıyla karşı karşıya bırakıldığını dile getiren Arcan, Gökhan Güneş örneğini verdi. Bu dönemde işkence olmadığını iddia eden Soylu’ya da cevap veren Arcan, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) raporlarına atıfta bulunarak, “AKP döneminde TİHV’e binlerce insanın başvurusu var. Üstelik bu sadece TİHV’e başvurabilenlerin sayısı. Şu anda işkencenin ortadan kalkmasını bir kenara bırakın, işkence sokağa indi. Anayasal hakkını kullanan, gösteri yapmak isteyen insanlar işkenceye maruz kalıyorlar. Bugün anayasal hakkını kullanarak gösteri yapmak neredeyse imkansız. Halbuki biz 1990’lı yıllarda bunu yapabiliyorduk” şeklinde konuştu.

BM’NİN KAYIPLAR SÖZLEŞMESİ İMZALANSIN

Bu kısır döngüden ancak Türkiye’nin demokratikleşmesiyle çıkılabileceğinin altını çizen Arcan, aksi takdirde bu kirli ilişkilerin böyle devam edeceği uyarısında bulundu. Dünyada bu tür suçların sadece anti demokratik ülkelerde işlendiğini belirten Arcan, insan hakları savunucuları olarak öncelikli bir taleplerinin de Türkiye’nin Birleşmiş Milletler (BM) tarafından hazırlanan kayıplar sözleşmesini imzalaması olduğunu ifade etti. Arcan, şöyle konuştu: “Kayıp yakınlarının haklarını koruyan, kaybedilenlerin akıbetini açıklama ve bu kaybetmelerin sorumlularını cezalandırma yükümlülüğünü getiren bu sözleşme bizim için çok önemli. Bir diğer konu ise, Türkiye’deki ceza yasalarında gözaltında kaybetme gibi bir suç tanımlanmamış. Gözaltında kayıplarla ilgili açılan çok az sayıda dava adli cinayet davası olarak açılıyor ve zamanaşımına tabi tutularak üstü kapatılıyor. Oysa gözaltında kaybetme insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur ve uluslararası hukukta süreğen bir suç olarak tanımlandığı için zamanaşımına tabi değildir. Bu hakkı güvence altına alacak yasal değişiklikler yapılmasını istiyoruz. Gözaltında kaybedilenlerin akıbetinin hem kamuoyuna hem ailelere açıklanmasını talep ediyoruz. Ve hukukun gerçekten işletilerek, etkin soruşturmalar yapılarak bu suçların faillerinin ve sorumlularının adil bir yargı önünde hesap vermesini istiyoruz. Biz aslında demokratik bir ülkede, hukukun üstünlüğüne dayanan bir devlette yapılması gereken şeyleri talep ediyoruz ve bunlar bizim anayasal haklarımız.”