‘Cezaevlerindeki hukuksuzluk İmralı’dan başlayarak yayıldı’

Cezaevlerinde son dönemlerde artan baskı ve işkencelere değinen ÖHD üyesi Abdullah Azad Gürbüz, “Tecridin, ahlaksızlığın, hukuksuzluğun İmralı’dan başlayarak yayıldığı gerçeği bir kez daha yüzümüze çarpıyor,” dedi.

İMRALI TECRİDİ

Türkiye cezaevleri, özellikle siyasi tutsaklar için birer işkencehane görevi görüyor. Özellikle son yıllarda cezaevlerinde yaşanan ölümler, cezaevi idaresinin ve cezaevinde görevli kişilerin siyasi tutsaklar üzerindeki baskılarının giderek arttığını gösteriyor.

Cezaevleri, özellikle siyasi tutsaklar için bir rehin alma merkezi olarak işliyor. Devrimci tutsaklara yönelik düşman hukukuna göre hareket ediliyor. Hasta tutsakların tahliye edilmemesi, işkenceler ve katliamlarla anılan cezaevlerinde son dönemde ise hak ihlalleri ve işkenceler devlet tarafından artık rutin hale getirilmiş durumda. Kamuoyunda ‘Kuyu tipi’ olarak bilinen yeni tecrit cezaevlerinin açılması, tutsakların sadece fiziksel olarak değil, ruhsal olarak da yok edilmelerinin açık bir göstergesi olarak değerlendiriliyor.

Özgürlükçü Hukukçular Derneği üyesi Avukat Abdullah Azad Gürbüz, cezaevlerinde artan baskı ve işkencelerin özellikle siyasi tutsakların yalnızlaştırılması amacı güttüğünü belirtti. Cezaevlerinde yaşanan son durumu ANF’ye değerlendiren Gürbüz, cezaevlerinin bir ehlileştirme mekanına dönüştüğünü ifade etti.

Türkiye cezaevlerinde özellikle son dönemde işkence ve hak ihlalleri haberleri geliyor, cezaevlerinde neler yaşanıyor?

Hapishaneler, özü itibariyle baskı ve keyfiyetin had safhada olduğu devlet mekanlarıdır. Ancak son dönemde bu durum daha da ileri bir noktaya ulaştı. Basına yansıyan haberler, tutsak ailelerinin aktarımları ve bizzat yaptığımız tutsak görüşmeleri doğrultusunda, yalnızca Marmara bölgesinde son birkaç haftadır yaşanan pratiklere baktığımızda durumun ciddiyeti anlaşılabilir.

Örneğin, Kocaeli 2 Nolu F Tipi Hapishanesi'nde bir başgardiyan, tutsaklara “Benim adımı dilekçelerinizde yazarken soyadıma 'başkan' yazacak ve bana bu şekilde hitap edeceksiniz” şeklinde tahrik edici ifadeler kullanıyor. Devamında, odada bulunan diğer iki gardiyan, tutsak Adem Dinç’in kollarını tutarken, bir diğer gardiyan arkadan boğazını sıkıyor. Bu esnada başgardiyan tokat atmaya başlıyor. Yapılan işkence sonucunda, Adem Dinç’in göz çevresinde şişlikler oluşuyor ve gözünün içi kan topluyor.

Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Hapishanesi'nde tutsak Abdulkadir Bozkurt, hapishane müdürü, başgardiyan ve psikolog tarafından ölümle tehdit edildiğini ailesine bildiriyor. Bir hafta sonra, yaklaşık 10 gardiyanın fiziksel saldırısına uğruyor. Bu saldırı sonucunda vücudunda darp izleri oluşuyor ve bu işkence dışarıya yansımasın diye, o gün kendisine verilmesi gereken telefon hakkı da kullandırılmıyor.

Türk devleti, özellikle siyasi tutsaklara yönelik uyguladığı baskı ve işkenceleri her geçen gün artırıyor. Yeni cezaevleri de açılıyor. Kuyu tipi olarak bilinen bu cezaevlerinin açılma sebepleri nelerdir?

Birer tecrit ve izolasyon mekanları olan hapishaneler eliyle yapılmak istenen, siyasi tutsakları mensubu oldukları toplumsallıktan kopartıp yalnızlaştırarak intikam almak.  Siyasi tutsaklar ise buna karşı hep üreterek, büyüyerek cevap oldu. Son yıllarda sayıları gittikçe, ‘Kuyu Tipi’ olarak adlandırılan S ve Y tipi hapishanelerle tutsakları toplumdan koparmakla kalmayıp, birbirinden de kopartıp, tek başına daha ağır koşullarda tutarak istediklerini almak istiyorlar.

Bu hapishanelerin şartlarına kısaca değinmek gerekirse, tutsaklar günün 22-23 saatini 12 metrekarelik hücrelerinde geçiriyorlar. Diğer hapishanelerde sabah sayımıyla açılıp akşam sayımıyla kapatılan hücreye bitişik havalandırma bölümü burada mevcut değil. Günlük 1 saatlik havalandırma haklarını, infaz koruma memurları eşliğinde 8 metre yüksekliğinde bir duvara sahip alanda kullanmak durumundalar. Bunun dışında gökyüzü ile başka bir temasları yok. Hücrelerde yalnızca apartman boşluğu gibi bir alana bakan tek bir pencere mevcut.

TECRİT VE HUKUKSUZLUK İMRALI’DA BAŞLADI       

Kısacası, hapishanelerde tecrit gittikçe ağırlaşıyor. Kendimize, bir insan bu şartlarda yaşayabilir mi veya hapishanelerdeki tecrit koşulları daha fazla ağırlaştırılabilir mi gibi sorular sorduğumuzda elbette aklımıza İmralı Ada Hapishanesi ve sayın Abdullah Öcalan geliyor. Tecridin, ahlaksızlığın, hukuksuzluğun İmralı’dan başlayarak yayıldığı gerçeği bir kez daha yüzümüze çarpıyor. Zira henüz ortada S veya Y tipi hapishaneler yokken, benzer ve daha ağır tecrit yöntemleri Sayın Abdullah Öcalan üzerinde uygulanıyordu ve uygulanmaya devam ediyor.

Son dönemde kamuoyuna yansıyan, Kürtçe zılgıt çekme, Kürtçe konuşma ve Kürtçe kitap isteme gibi eylemler nedeniyle cezalar ve baskılar arttı. Kürt siyasi tutsaklara yönelik baskıların artma sebepleri nedir? Ayrıca, son dönemde özellikle yaşlı ve hasta kişilerin tutuklanmasına şahit olduk. Kamuoyunun tepkilerine rağmen, yaşlı ve hasta tutsaklar serbest bırakılmıyor veya ölümüne yakın bir dönemde serbest bırakılıyor. Hasta tutsaklara yönelik bu tavrın sebepleri nelerdir?

Dışarıdaki atmosfere baktığımız zaman hapishanelerde yaşananları anlamak daha kolay olacak. Zira aynı egemenin eliyle yapılan bu baskıcı politikalar, egemenin görünürlüğünün ve teşhir olma ihtimalinin daha az olması sebebiyle, dışarıda yaşananların kat be kat ağır biçimleri ile hapishanelerde yaşanıyor. Son zamanlarda dışarıda yaşanan, yaya geçitlerine yazılan Kürtçe yazıların silinmesine, düğünlere yapılan baskınlara, ulusal kıyafetleriyle halay çeken insanların tutuklanmasına, hapishanelerde ise; tutsakların halay çekerken zılgıt çekmesinin suç sayılmasına, Kürtçe yazılı kaynaklara el konulmasına kadar yaşanan olaylara bir bütün olarak bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Yine, Elih’in Gercüş ilçesinin Derecik köyünde gözaltına alınıp serbest bırakıldıktan birkaç gün sonra savcının itirazı üzerine tekrar yakalanıp akabinde tutuklanan 6’sı hasta ve yaşlı olan 9 kişinin ‘kaçma şüphesi’ veya ‘delilleri karartma ihtimalleri’ bulunmamasına rağmen tutuklanmalarının hukukla açıklanabilir bir yanı bulunmuyor. Tıpkı, Metris R tipi kapalı hapishanesinde tutulan ALS hastası Abdulkadir Kuday’ın, cezaevinde kalamaz raporuna rağmen tahliye edilmemesi gibi. Abdulkadir Kuday, hali hazırda görüşlere sedye ile getiriliyor ve doktorların aktarımına göre son günlerini yaşıyor olma ihtimali yüksek. Yaşlı ve hasta annelerin hapishanelere gönderilmesi de yaşlı ve hasta tutsakların tahliye edilmemesi de Kürt dili ve kültürüne yönelik saldırılar da aynı zihniyetin ürünleridir. Yaşanan tüm bu durumlar, 10 yıldır uygulamada olan çöktürme planının bir parçası ve ileri bir adımıdır. Hepsinde de ortak nokta, bu saldırıların toplumun en değerlilerine- değerlerine yapılıyor olması. Burada güdülen amaç; toplumun uçlarına basarak normalleştirmek, faşizmi kurumsallaştırmak.

Türkiye, dünyada bilinen sivil toplum kurumlarının ve örgütlerinin tepkilerine de gözlerini kapatmış durumda. Bu durumun sebebi nedir ve bu baskıların, işkencelerin durması için dışarıda neler yapılabilir?

Benim yorumuma göre, ülkeyi yönetenlerin önünde 2 seçenek vardı: Ya evrensel ahlaki-hukuki kurallara uyup Kürt halkı ve diğer ezilen halklarla ortaklaşıp demokratik bir yaşamı kurma ya da egemenlikçi ulus zihniyeti daha ağır koşullarıyla devam ettirme. Yönetenler her fırsatta tekçi- otoriter seçeneği seçti. İstedikleri düzeni sağlayabilmeleri için, elbette farklı sesleri ve tepkileri duymazdan gelmeleri, demokrasiyi rafa kaldırmaları gerekiyor. Mevcut durumda da yapılan budur. Ancak bunların sonucu olarak uluslararası alanda dışlanmayı, içeride de gittikçe güç kaybetmeyi, büyük kaoslara kapı araladıklarını ve ülkeyi yaşanılamaz bir hale getirdiklerini es geçmemek gerekiyor. Kürt halkının varlığını tanımamak uğruna Türkiye halklarını ne noktaya getirdiklerinin daha fazla teşhir edilmesi, demokratik mücadele ve itirazın büyüyerek sürdürülmesi gerektiğini düşünüyorum.