Kalkan: Bu, zafer direnişidir

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Leyla Güven öncülüğündeki direnişin, bir zafer direnişi olduğunu belirterek, “Basitten başladı, karmaşığa gidiyor; küçükten başladı, büyüyor, giderek keskinleşiyor ve sonuca gidecek” dedi.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Kürtlerin ‘demokratik özerklik’ deyip ortak yaşamı istediklerini ama tepelerine vurulduğu müddetçe bunun olamayacağını söyledi. “Çünkü hakkıdır; özgür yaşamak istiyor. Daha fazlası; senden ayrılıyorum da diyebilir” diyen Kalkan, Türk devletinin de toplumunun da dikkat etmesi gerektiğini belirtti. Kalkan, “Zorla güzellik olmaz, bunu da herkes bilmelidir. Öyle bir noktaya gider ki, senin yaptığın bir arada kalınmayı ortadan kaldırmıştır, diyebilirler. Böyle bir noktaya gidiyor” dedi.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Medya Haber TV’de yayınlanan Ülkeden programına katılarak, soruları yanıtladı. Kalkan ile yapılan söyleşinin tamamını paylaşıyoruz:

‘Tecridi kıralım faşizmi yıkalım hamlesi’ giderek siyasi, toplumsal bir çerçeveye oturuyor. Bir inisiyatif kazandı. Uluslararası arenada etkinlik oluşturmaya başladı. Hem dünyada hem de Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin tarihinde bunun örnekleri ve deneyimleri var. Bu anlamda hamlenin daha başarılı sonuç alması için neler yapılmalıdır?

Öncelikle Leyla Güven ve Nasır Yağız şahsında zindanlarda ve dışarıda açlık grevi direnişi içinde olan, yine ‘Tecridi kıralım faşizmi yıkalım devrimci hamlesine’ katılan, eylem yapan herkesi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Özellikle durumları önemli bir noktaya gelmiş olan Leyla Güven ve Nasır Yağız’a özel selamlarımı ifade ediyorum. Başardılar, zafer kazandılar. Şimdiden insan bunu net olarak söyleyebilir. Bütün saldırılara, baskılara, zorluklara karşı amaçta tam bir tutarlılık ve ısrar var. Tecridin kırılmasını istiyorlar. İmralı işkence ve tecrit sistemi diye bir sistem var ve bu bütün Türkiye toplumunu içine alıyor ve yönetiyor. Leyla Güven de açık söyledi. “Tecrit şimdi değil, 20 yıldır devam ediyor” dedi. Bu da 15 Şubat Komplosu oluyor. Önder Apo “Kürt Soykırım Günü” olarak ilan etti. Halkımız 20 yıldır “kara gün” diyor. 20 yıldır “Güneşimizi karartamazsınız” şiarı temelinde Önder Apo etrafında ateş çemberi olan bir fedai direnişçilik sürüyor.

20 YILLIK DİRENİŞİN ZİRVESİ

Bugünkü direniş, bu 20 yıllık direnişin zirvesinde seyretmedir. Artık Kürt halkı, Kürt kadınları İmralı tecrit ve işkence sistemiyle yaşamak istemiyor. Leyla Güven net ifade etti. “Hiç bir zaman beynime ve yüreğime bu komployu, İmralı işkence sistemini yedirmedim, yedirmeyeceğim de” dedi.

Artık şunu demek istiyorlar: Biz 15 Şubat komplosuyla İmralı tecrit ve işkence sistemiyle yaşamak istemiyoruz, bu son bulacak. “Güneşimizi Karartamazsınız” direnişçilerinin tutumu böyleydi. Bu temelde hareket ve halk olarak 20 yılda 10 binden fazla şehit verdik. Kürt halkı en dinamik, en cesur kızlarını ve oğullarını bu mücadelede şehit verdi. Dört parça Kürdistan’da çocuktan yaşlıya kadar, kadın-erkek binlerce insan şehit düştü. Bunlar tecridi kabul etmemişlerdi. İmralı tecrit ve işkence sistemini reddettiler, meşru görmediler. İmralı duvarlarının parçalanmasını istediler. Komployu kabul etmediler. Bu sistem 15 Şubat komplosuyla ortaya çıkartılmış sistemdir, bunu da çeşitli pazarlıklar çerçevesinde ABD-TC anlaşmasıyla yaptılar. İşin içerisinde ABD var.

VİYAN SORAN’IN BENZER TUTUMU

Komplonun 7. yıl dönümünde Şubat başında Viyan Soran yoldaş benzer tutumu takındı. “Ben bir daha İmralı tecrit ve işkence sistemi altında 15 Şubat’ı yaşamak istemiyorum” dedi ve bedenini ateşe verdi. Başta yoldaşları, kadınlar, Güney Kürdistan halkı olmak üzere tüm Kürt halkını gençlerini ve kadınlarını Önder Apo’yu daha çok sahiplenmeye, İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı daha güçlü mücadele etmeye çağırdı. Partimizin yeni inşa komitesi üyesiydi. Şehadetinin 13. yıl dönümünde parti yönetimimiz, Merkez Komitemiz adına saygı ve minnetle anıyorum; amaçlarını başarma, anısını yaşatma sözümüzü bir kere daha yineliyorum. Güney Kürdistan kadınlarını, gençlerini Viyan Soran gerçeğini –ki onun da ismi Leyla’ydı- Kürdistan’da Leyla olma gerçeğini doğru anlamaya ve bu öncülerinin izinden yürümeye, özgürlük mücadelesine daha güçlü katılmaya çağırıyorum.

ŞİMDİ BİR BAŞKA LEYLA

8. yıla girerken bir Leyla, 15 Şubat komplosuyla, onun ortaya çıkardığı İmralı tecrit ve işkence sistemiyle yaşamayacağım, dedi. Şimdi sürgüne götürülmüş asimile edilmek istenmiş, kültürel soykırıma tabi tutulmaya çalışılmış bir başka Leyla. Leyla Güven bu sefer aynı şeyi söylüyor. Devrimci duyarlılığın, yurtseverliğin, kadın duyarlılığının en üst zirvesini ortaya koyuyor, gösteriyor. “Tecritle yaşamak istemiyorum” diyor. “Yaşanmaz” diyor. Neden? Çünkü böyle bir şey gerçekten de yaşanır gibi bir durum değildir. TC, 12 Ocak’ta özel savaş kapsamında oyun oynamak istedi, bu oyunları bozdu. Şimdi neredeyse 80 güne yaklaşıyor. Tedavi edelim diyorlar, baskı uyguluyorlar, hepsini reddediyor. Lime lime olmuş hücre hücre erimiş ama amacında tutarlı, o fiziğe hakim bir irade var, bilinç var, inanç var. Bu nasıl bir bilinç, nasıl bir inanç? Bunu görmemiz lazım. Esas üzerinde durulması gereken noktalar bunlardır. Bu nasıl bir cesaret, fedakarlık? Nasıl bir inanç, iradedir? Özgür kişilik böyle bir kişilik olsa gerek. Örgütlü kişilik buna deniyor. Ne mi yapmamız gerekli? Önce böyle bir kişilik edinmemiz gerekiyor. Onun için de bu mücadeleyi doğru anlamak lazım. Mazlumlar, Kemaller, Ferhatlar ve Hayriler’i doğru anlamak lazım. Bu kahramanlık, 14 Temmuz 1982 Büyük Ölüm Orucu Direnişiyle başladı. Diyarbakır zindanında 12 Eylül faşist askeri rejimini yenilgiye uğratan büyük direniş ortaya çıktı. Direnme kararı Diyarbakır zindanında verildi. Ulusal onur günüydü. Onur kararıydı. Özgür kimliğiyle bir ulus olarak Kürtlerin yaşama kararıydı. Bugün de İmralı işkence ve tecrit sistemini kırarak böyle bir özgürlüğü sağlamayı istiyor Leyla Güven ve yüzlerce tutsağın zindandaki haykırışları.

HERKESE DERS VEREN TOPLUMSALLIK

Elbette Diyarbakır, Kürdistan’ın kalbi ve beynidir. Yurtseverliğin de bütün mücadelenin de esas alanıdır. Direnişin de merkezi olması çok doğal ve anlaşılır bir durumdur. Bütün toplumlar açısından böyledir. Kürtler de bir toplumdur. Böyle merkezleri var. Bu biçimde bir toplumsallıkları var. Belki de herkese ders veren toplumsallıktır. Eğer “toplum nedir?” diye birileri sorup incelemek, anlamak isterse ben Kürtleri incelemelerini, Amed’e, Serhat’a gitmelerini; Botan’a Zagros’a gitmelerini; Garzan’a, Urfa’ya gitmelerini öneririm. Yani toplum gerçeğinin ne olduğunu anlamak isteyen bilim insanları, toplum bilimciler varsa en iyi toplum gerçeğini buralarda bulurlar. Böyle bir toplumun elbette ki merkezleri gerekli tutumu gösterecekler. Kısaca şimdi artık İmralı tecrit ve işkence sistemi, buna yol açan inkar ve imha sistemi yok olsun, diyorlar. Kürt soykırımı artık bitmeli, Kürt toplumu özgür yaşamak istiyor. Demokratik haklarını kullanmak istiyor. Devlet Bahçeli ve Tayyip Erdoğan “vururum kırarım, bana hizmet edeceksin” diyor. Öyle diyemezsin, sana hizmet etmez. Belli bir gücü toplamış başka bir güce de yalvar yakar ediyor, ondan sonra vurarak despotlukla kendine bağlarım, diyor. Ama bu toplum kabul etmez, etmiyor. Çünkü hakkıdır özgür yaşamak istiyor. Daha fazlası; senden ayrılıyorum da diyebilir. Türk devleti de toplumu da herkes dikkat etmelidir. Kürtler “Demokratik Özerklik” dediler ve halkların bir arada yaşamasını doğru buluyorlar, istiyorlar. Ama tepelerine vurulduğu müddetçe olmaz. Zorla güzellik olmaz, bunu da herkes bilmelidir. Öyle bir noktaya gider ki, senin yaptığın bir arada kalınmayı ortadan kaldırmıştır, diyebilirler. Böyle bir noktaya gidiyor.

AMACI ANLAMAK LAZIM

Burada şunu söylemek istiyorum: Mücadeleyi ve bu kişilikleri anlamak için amacı anlamak lazım. Ne istiyorlar? Özgürlük ve demokrasi istiyorlar. Ağzını açtığında sözde dünyada hiç kimse özgürlüğe ve demokrasiye karşı değil ama Kürtlerin özgürlüğünü ve demokrasisini kimse kabul etmiyor. Bu ne biçim özgürlükçülük ve demokratlıktır. Böyle olmaz. Onun için bu iradeyi gösteriyorlar. Demek ki; özgürlük iradesi, demokrasi iradesi en güçlü iradeymiş. Bunu edinmemiz lazım. Böyle bir kişilik olabilmek için de çok güçlü amaç bağlılığı gerekiyor. Bu da özgür yaşama bağlılıktır. Demokrasiye, ortak yaşama, kardeşliğe, toplum olmaya bağlılıktır. Bunlar böyle bir mücadeleyi ortaya çıkartıyor. Her şeyden önce herkesin bu gerçekleri iyi anlaması ve kendisini bu çizgide devrimcileştirmesi, yurtseverleştirmesi, demokratlaştırması en doğrusudur.

HERKES BİR ŞEYLER YAPMALI

Böyle olursa gerisi ne olur? Leyla Güvenler, Nasır Yağızlar geçmişte Mazlumlar, Kemaller, Hayriler nasıl direndilerse özgürlük ve demokrasi için nasıl mücadele ettilerse “yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz” diyerek 12 Eylül faşizminin bütün çabalarına rağmen fiziki olarak yaşatamadıysa, inançlarıyla, amaçlarıyla özgürlüğe ve demokrasiye; Önderliğe ve partiye bağlılıklarıyla yaşadılarsa öyle yaşarsın, ona göre mücadele edersin. Bunun için de herkesin mücadele etmesi lazım, herkesin bir şeyler yapması gereklidir. Mücadele, mevcut durumda önemli bir noktaya geldi. Gerçekten de dört parça Kürdistan’da yurtdışında Kürt toplumunu, dostlarını, bütün demokratik güçleri, halkları, kadınları, gençleri uyardı. Zindanın o tecrit ortamında şimdi bütün dünya Leyla Güven’i, Nasır Yağız’ı duyar hale geldi, -ki bunu kendileri de biliyorlar. Bu temelde selamlarını da iletiyorlar. Büyük bir coşku yaşadıkları görülüyor- Bu mücadeleyi daha çok yaymak gerekiyor. Sürekli kılmak gerekiyor. Böyle bazı günler değil, geçici eylem değil, artık bir çok yerde sürekli eylem haline getirmek lazım. Daha çok yaygınlaştırmak gerekiyor. Herkesi harekete geçirmek lazım. Özellikle bazı uluslararası çevreler, bilim insanları tutum koydular. Sanatçılar, aydınlar devreye giriyorlar. Bu çok değerlidir. Bunların hepsini selamlıyorum. Partimiz adına da çabalarından dolayı teşekkür ediyorum, başarılar diliyorum. Görev yapıyorlar, onun bilincindeyiz. Onlar da insan olmanın, demokrat olmanın gereğini yerine getiriyorlar, çok daha fazla da getirmeliler. Bu tür çevrelerin hepsine gitmek gerekiyor. Her yeri harekete geçirmek lazım. Mazlum Doğan “Direnen gür sesimiz her yere ulaştırılmalı” diyordu.

KESKİNLEŞİYOR VE SONUCA GİDECEK

Şimdi Leyla Güven “Bu direnişimiz herkese her yere ulaştırılmalı” diyor. Gerçekten de herkese ulaştırılmalıdır. Herkese anlatılmalı, iyi taşırılmalı ve daha güçlü bir direnişe dönüştürülmelidir. Bu direniş bir zafer direnişidir. Basitten başladı, karmaşığa gidiyor; küçükten başladı, büyüyor, giderek keskinleşiyor ve sonuca gidecek. Yani bu tecrit şahsında AKP-MHP faşizmi yıkılacak. Bu kesindir. Ankara ve İstanbul’da, Türkiye topraklarında Devlet Bahçeli ve Tayyip Erdoğan’ın borusu ötmeyecek, sonları geliyor. Bunu çok iyi görmeliler. Sözde seçim yaparak iktidarı gasp edebilirler, kendilerini büyük saraylarda tutuyor olabilirler, şimdi yanlarında yardakçıları dolu olabilir ama diktatörler bir günde düşüyorlar. Öyle zirvede olurken birden bire gümbür gümbür düştüklerini görüyoruz. Bazı diktatörler düşmeye çalıştıkça “kardeşlerim iyi direnin” diyorlar. Tayyip Erdoğan da öyle söylüyor. Kimse direnemez. Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’nin yaşadığı korkudur. Çünkü hesap verecekler. 50-60 yıldır bizzat Devlet Bahçeli’nin kendisinin Türkiye toplumuna yapmadığı kalmadı. Bölmediği, parçalamadığı, çatıştırmadığı kalmadı. Bütün kanda eli var. Eli kanlı bir kişidir. Biliyor ki, hesap sorulacak. Onun korkusuyla şimdi vampir gibi “daha fazla kan emecem, nerede Kürt varsa bitirilmelidir” diyor. Her yere saldırıyorlar. Bunun sonu yoktur. Artık bu bir diktatörlüktür, deniliyor. Bunu herkes söylüyor. Böyle bir diktatörce duruş karşısında gördüler ki, Kürtler direniyor, Kürtler de PKK olarak direniyor. Herkes “PKK terör örgütüdür” diyerek bir sürü provokasyon yaptılar. 1986’dan beri Avrupa’da terör örgütü ilan ettirebilmek için uğraştılar.

FAŞİZMİN SÖZÜ KALMADI

Şimdi herkes, bir çok devlet yöneticisi de “PKK bu mücadelenin sahibidir, öyle terör örgütü filan değildir. Aslında karşıda faşist bir diktatörlük var. Faşist diktatörlüğün kararlarıyla, yargılarıyla biz hareket edemeyiz” diyor. Dolayısıyla artık AKP-MHP faşizminin sözü geçmiyor. Kimse ciddiye almıyor, dinlemiyor. İstedikleri kadar kendilerini pazarlasınlar, yalvar yakar etsinler, çok fazla itibar kazanma durumları yoktur. Biraz bazı çıkarcı çevreleri harekete geçiriyorlar, o kadardır. Bu direniş onları çökertecek. Böyle bir noktaya geldi. Onun için de çok daha güçlü bir direniş yürütmeye, hamle yapmaya, mücadele geliştirmeye ihtiyaç var. Kimse bundan geri durmamalıdır. Kürt halkı, kadınları ve gençleri ‘hepsini biz mi yapacağız’ dememeliyiz.

DİRENİŞİ KAYIP GÖRMEK, YANILGIDIR

Herhangi tereddütte kapılma olmamalı. Bedel verebiliriz, açlık grevleri o noktaya gitti. Bunu büyük bir başarı görmeliyiz. Çünkü biz her gün beş, bazı günler on şehit veriyoruz. Bu halk en değerleri kızlarını ve oğullarını 15 yaşında, 20 yaşında, 25 yaşında her gün şehit veriyor. Çoğunun mezarı yok. Mücadele gerçeğimizi iyi anlayalım. Dolayısıyla direnişi kayıp görmek, en büyük yanılgıdır. Direniş yaşamdır, var olmadır. Ozan ne dedi? “Direnmektir sana can veren” dedi. Amed’de direnen Mazlum Doğan ne dedi? “Direnmek yaşamaktır” dedi. “Teslimiyet ihanete direniş zafere götürür” dedi. “Pasifizim çökertir, direniş büyütür” diyor. Leyla Güven de “direnmek var olmaktır, yaşamaktır” dedi. Dolayısıyla direnenler en büyük değerlerdir. Direnişte bu noktaya geldiler, şimdi özgürlük mücadelesini, Kürt halkının, demokrasi davasının en büyük değerleri oldular, oluyorlar. Leyla Güvenler, Nasır Yağızlar, Strasbourg’da, Galler’de, cezaevlerinde direnen, her yerde dağda taşta faşist saldırılara karşı mücadele eden gerilla güçleri gerçekten de en büyük değer haline geliyorlar. Bizim değerlerimiz bunlardır. Bundan kopmamak gerekiyor. Direnmek geliştirir, pasifizm öldürür. Dolayısıyla bizi var eden, yaşatan değerler direniş değerleridir. Direnişin sonuçlarını, direniş gerçeğini böyle sahipleneceğiz. Yanılgı içinde olmamak gereklidir. Bu temelde herkes doğru bir yaklaşım içinde olmalı. Böyle olursa sonuç alacağız. Yani süreç ilerliyor. Gittikçe eylem yayılacak, derinleşecek, keskinleşecek, kimse bundan korkmamalı, çekinmemelidir.

HİÇ KİMSE DURMAMALIDIR

Özellikle her alan kendi özgünlüğüne göre geliştirmeli. Örneğin Bakur seçim de yapıyor, direniş mücadelesi de yapar. Çok iyi yürür. Rojava zaten TC saldırganlığına karşı 7’den 70’e kendini savunmaya hazırlanıyor ki, bunu 24 saat direniş halinde yürütebilir. Başûr, güçlü bir biçimde geliştirebilir, geliştiriyor. Yurt dışındaki halkımız önemli bir gelişme sağladı. Kadın-gençlik hareketleri daha aktif olabilirler. Gerilla kış koşullarına rağmen öldürücü darbeler vuruyor, önümüzdeki süreçte daha fazla da vuracak. Topyekûn bir direniş halindeyiz, bu bir zafer direnişi, bütünlüklü bir direniştir. Süreklidir, öyle kopuk ve parçalı değildir. Geliştireceğiz, geri durma kesinlikle yoktur. Leyla Güven’in ısrarı doğrudur. Herkes de “hepimizin kararıdır” diyor. Onlar başlattılar, bize düşen sahiplenmek, layık olmak ve gereğini yapmak. Onların ardından, onların izinden elimizden ne geliyorsa, bulunduğumuz ortamda mücadeleyi ne kadar geliştirebiliyorsak, hangi yöntemle ilerletebiliyorsak o yöntemle ilerletmektir. Şimdi yapılması gereken budur. Hiç kimse durmamalıdır. “Gün mücadele günü” derler ya, öyle bir gündür. An mücadele anı, gün mücadele günü, herkes olduğu yerde imkanlarını, fırsatlarını azami şekilde kullanarak bu tecridi kırıp faşizmi yıkacak, Kürdistan’ı özgür, Türkiye’yi demokratik yapacak direniş hamlesini zafere götürmek için katkı sunmalı.

Diğer bir direniş noktası Kuzey ve Doğu Suriye, Rojava. Efrîn’deki TC işgal saldırısı bir yılını doldurdu. Aynı zamanda Kürtlerin statü elde etmesi, Kürt ittifakının engellenmesine yönelik bir saldırıydı. Kürt basını sürekli bunu işliyor. Bu anlamda ulusal bir tehdit var. Bu saldırılara karşı hem Kürt halkı hem de Kürt partileri nasıl bir tavır almalıdır?

Direniş esastır. Direnmek gerektiğini zaten belirttik. Güçlerini, imkanlarını azami düzeyde geliştirmeliler, pratikleştirmeliler, kullanmalılar. Birlik olmalılar. Birlik esastır. Rojava diğer partilere birlik çağrısı yaptı, bazı çevreler gittiler. Türkiye içerisinde bazıları “Kürt kardeşlerimizi Efrîn’e de yerleştiriyoruz” diyorlar ama sanki çok öyle değildir. Çok fazla öyle bir güç yanlarında yoktur. Bakur seçim gerekçesiyle de Kürdistani bir birlik oluşturdu. Biz onu çok değerli buluyoruz. Başûr’da KDP-YNK’den kaynaklı bazı sorunlar var. Doğru bir tutum değil, iyi bir tutum değil. Bunu biz eleştirdik. Yanlış anlayıştan kaynaklanıyor. Gerçekten de yapılan ‘baltayı ayağa vurmaktır’ dedik. KDP’nin, YNK’nin tutumuna ilişkin bunu belirledik. Tutum belirlensin istedik, çünkü Başûr halkı, Efrîn direnişini desteklemişti. Mesela şimdi Bakur’a dönük mevcut tecridi kıralım faşizmi yıkalım hamlesine çok daha güçlü katılabilecek bir alan ama KDP-YNK’nin olumsuz tutumları nedeniyle böyle bir şey gelişmiyor. Bundan vazgeçilmesini istedik.

DEMOKRATİK BİRLİK OLMALI

Doğru olan şudur: Kürt partileri demokratik birlik içerisinde birlikte gelişirler, bu demokratik birlik olmalı. PKK geliştikçe KDP-YNK var olur gelişir, yoksa PKK geriler ben gelişirim, demek büyük yanılgıdır. Öyle olmadığını kendileri de biliyor, herkes biliyor. Basit çıkarlar ya da kısmi zorlanmalar nedeniyle böyle tutum takınılmamalıdır. İşte TC, Güney Kürdistan’ın her tarafını her gün bombalıyor. Dêralok’ta sivilleri şehit etti. Ben şehitleri saygıyla anıyorum. Birçok örgüt açıklama yapıyor. Açıklamalar doğrudur ama çok daha net ve kararlı tutum olmalıdır. Herhangi bir hakkı yoktur. Toplumu her gün vuruyor. Biraz yurtsever, biraz halk sever insancıl yaklaşım bile bunu kabul etmez. Kürt siyaseti buna evet dedikçe toplum üzerinde herhangi bir itibarı, değeri, otoritesi kalmaz. Böyle olmamalıdır. Kimse buna mecbur değildir. Bu bakımdan gerçekten de karşı çıkılmalıdır.

KDP VE YNK’YE TEKRAR ÇAĞRI

Güneyli örgütler “başka yerleri biz biliyoruz” diyorlar, tamam ama Türkiye’yi de biz biliyoruz. Bizi biraz dinleseler iyidir. Takip edemiyorlar. Türk basını dün tartışıyordu. Rusya görüşmelerinde tartışmışlar. Sözde QSD’den ya da Minbic Askeri Meclisi’nden Minbic’i alacaklar, kimi koyacaklarını tartışıyorlar. Birileri Pêşmergeyi öneriyor ama TC hemen reddediyor. KDP-YNK bunu duysun. TC tartışmasız “onlar olamaz” diyerek reddediyor. Tayyip Erdoğan’ın kendisi “fırsat bulursak güneydeki statüyü değiştireceğiz” dedi. KDP’nin 2017’de yaptığı referanduma ilk karşı çıkan Tayyip Erdoğan oldu. Bunlar birer gerçektir. Bu bakımdan gerçekleri görelim. Ciddi bir birlik olmaya herkes açısından ihtiyaç var. Özellikle Reşeva şehitlerinin anısına, PKK adına mevcut örgütleri tekrar tutarlı olmaya, birlik oluşturmaya çağırıyorum, davet ediyorum. Geçmiş ne olursa olsun, her şeyi bir yana bırakalım ama içinde bulunduğumuz koşullarda her partiye, her örgüte kazandıracak bir demokratik birlik yaratabiliriz. Buna zemin var, ortam uygundur. Hiç kimse bir şey diyemez, tam tersine Kürtler böyle bir birlik oluşturup büyük güçlerini ortaya çıkarırlarsa herkes bu güçle ilişki kurmaya, ittifak yapmaya ihtiyaç duyar, mecbur kalır. Dolayısıyla bölgede de dünyada da güçleri artar, etkinlikleri artar. O bakımdan birlik olmak önemlidir. Birlik olmaya çağırıyorum. Rojava açısından da diğer bütün parçalar açısından da böyle bir birliğe ihtiyaç var.

EFRÎN İÇİN SAVAŞILIR

Özellikle Efrîn için “Efrîn için konuşulmaz, Efrîn için savaşılır” demiştim. Efrîn sözün bittiği yerdir. Hala “Efrîn’de ne yapacağız, Efrîn ne olacak?” demek anlamsızdır. Hiçbir Kürt gücü, Kürt yurtseveri öyle davranmamalıdır. Efrîn’in sözü edilmez, Efrîn’de kurtuluş savaşı verilir. Şehitlerini saygıyla anıyorum. Savaşanları selamlıyorum, üstün başarılar diliyorum. Efrîn’in kurtuluşu için kim savaşıyorsa gerçek devrimci odur, gerçek yurtsever odur. Kürdistan’ın kurtuluşunun anlamış olan ve ona katılım sağlayan kesinlikle odur. Böyle bir yönelim var. Çok değişik yeni örgütlenmeler çıkıyor, mücadele gelişiyor. Bunları dikkatle izliyoruz ve önemsiyoruz. Efrîn, faşizme mezar olabilirdi, hala olabilir. Efrîn için konuşulmaz diyorum, savaşılır.

Son dönemlerde tampon bölge tartışmaları var. DAİŞ’in hamisi olan Türkiye, “Ben DAİŞ’le mücadele edeceğim” diyor. Sonrasında Minbic, Hesekê, Laskiye ve Şam’da DAİŞ’in üslendiği patlamalar oldu. En son Erdoğan Rusya’ya gitti. Adana Mutabakatı gündeme getirildi. Bu tartışmalarla bağlantılı olarak Adana Mutabakatı nedir, ne onlama geliyor? Özellikle ABD’nin tampon bölge çıkışından sonra Rusya’nın Adana Mutabakatı’nı güncelleştirmesini nasıl okumak lazım?

Görüşmeler var, basına yansıdığı kadar izleyebiliyoruz. Yeni durumları çok ayrıntılı bilemiyoruz. Fakat Rusya için şunu söyleyebilirim: Rusya Kürtlerden ne istiyorsa açık söylemelidir. Rojava Kürtlerinden ne istiyorsa Rojava Kürtlerine söylemeli, Türkiye üzerinden konuşmamalıdır. Türkiye üzerinden söyletmemelidir. Bu doğru olmuyor. Türkiye’yi kullanıp destekleyip tehdit unsuru yaparak Kürtlere ayar vermeye çalışmamalıdır. Bu doğru bir tutum değildir. Gerçekçi olmuyor.

ADANA, KOMPLO MUTABAKATIDIR

Diğer yandan Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin Esad yönetimiyle görüşmelerini teşvik ettiği yönünde basına çıkmış, güya Rusya heyeti görüşmelerde böyle söylemiş ama arkasından da Adana Mutabakatı’nı gündeme getirmiş. Adana Mutabakatı, uluslararası komplo mutabakatıdır. Rusya kraldan daha mı kralcı? Bir yandan özgürlükçü Kürtlerle görüşüyor, güya Esad yönetimiyle görüşmeye teşvik ediyor, diğer yandan Türkiye ile Adana Mutabakatı’nı gündeme getiriyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusudur. Rusya ciddi olmalı. Dikkatli de olmalı, biz aslında değer de biçtik, Ortadoğu’da da diğer alanlarda da güç olmasına bir karşıtlığımız yoktur. Bu kadar basit çıkarcı, böyle herkesi birbirine düşür, aradan fayda sağlama yaklaşımı da doğru değildir.

ADANA MUTAKABATI BU HALE GETİRDİ

Adana Mutabakatı, Rusya’nın çıkarına olabilir ama bir de Esad yönetimine soralım. Esad yönetiminin çıkarına mıdır? Suriye’yi bu duruma Adana Mutabakatı getirdi. Koskoca Suriye’ye, hakim olan Suriye devletinden ortada bir şey kalmadı. Bu neyin sonucunda oldu? Adana Mutabakatı’nın sonucunda oldu. Adana Mutabakatı temelinde yürütülen olaylar, gelişmeler şimdi Esad yönetimi yıkmadı ama yıkılmaya ramak kaldı. Suriye ne hale geldi, hepimiz gördük. Bunu Adana Mutabakatı getirdi. Bunu görmesi ve anlaması gerekir. Eğer bunu anlamıyorsa Esad yönetimi kördür, siyasetten bir şey anlamıyor, derim. Fakat anlamadığı kanaatinde değilim. Suriye yöneticileri akıllıdır, Şam’da siyaset yapmak kolay bir iş değildir. Tarihsel olarak bir yönetim merkezidir. Mevcut Suriye yöneticilerinin de öyle bir gerçekliği var. Başlarına gelenin, Adana Mutabakatı’ndan geldiğini, TC ile ilişkilerden geldiğini yaşayarak öğrendiler ve anladılar. Kürtlerle ilişkiler kendilerine hangi olumsuzluğu getirdi? 98’de Önder Apo’ya “ülkemizden çık” dediklerinde çıktı. Ama Önderlik çıkana kadar Suriye’yi güçlendirdi mi, yoksa bu hale mi getirdi? Ondan sonra Adana Mutabakatı temelinde Türkiye ile anlaştılar; Suriye bu hale geldi. Bu açık bir durumdur.

KÖPRÜNÜN ALTINDA ÇOK SULAR GEÇTİ

Suriye’nin bu duruma gelmesinden dolayı Rusya güçlenmiş olabilir, Suriye üzerinde Rusya’nın etkinliği artmış olabilir, öyle bir şeyi gündeme getirebilir. Suriye yöneticilerinin bunu kabul edeceklerini, tekrar o mutabakata döneceklerini sanmıyoruz. Kaldı ki, aradan 20 yıl geçti, köprünün altından çok sular aktı. Suriye’de 8 yıldır savaş var, paramparça oldu. Suriye’nin her şeyi harap olmuş durumda, fiilen üç parçaya bölünmüş haldedir. Şimdi bu durumla Adana Mutabakatı’nın yapıldığı durum arasında hiçbir benzerlik yoktur. O nedenle bitmiş bir şeyi bir daha yeniden canlandırmaya çalışıyorlar. Rusya’nın bunu ne kadar istediğini bilmiyoruz ama bunu aslında Türkiye istiyor. Türkiye’de de aslında basın zemin yaratmaya çalışıyor. Tayyip Erdoğan’ı Esad yönetimiyle görüştürmek için bunu yapıyor. Çünkü o kadar karşılıklı birbirine hakaret ettiler. Bir ‘U’ dönüşü yapabilmesi için zemin oluşturmaya çalışıyorlar. Ama Suriye yönetiminin etkileyeceklerini sanmıyorum, çünkü çok daha akıllı davranacak, o süreçler geçti. Adana Mutabakatı’nın içeriği bitmiştir.

SURİYE’YE FELAKET GETİRİR

Şimdi Suriye’de demokratik bir Suriye sistemi tartışılıyor, görüşülüyor. Ademi merkeziyetçilik temelinde, yerel özerklikler temelinde, kültürlerin, dillerin, halkların, kendilerini özgürce örgütlediği yerel demokratik yönetimlerle kendi kendilerini yönettikleri bir bütün demokratik Suriye yeniden nasıl yapılandırılır. Bu tartışmalar var ki, gelişecek olan bence bu tartışmalardır. Eğer küresel ve bölgesel düzeydeki müdahaleleri bir kenara itebilirlerse kendi içlerinde böyle bir şey geliştirebilirler. Olması gereken bu budur. Eğer Suriye’de bir yeniden siyasi yapılanma, yeniden bir çözüm, istikrara doğru bir gidiş olacaksa ancak böyle bir demokratikleşme temelinde olabilir. Onun dışındaki hiçbir yaklaşım Suriye’de birlik yaratmaz. Çatışma yaratır. Adana Mutabakatı demek, 8 yıl önceki savaşın bir benzerinin Suriye’de yeniden başlatılması demektir ki, bu Suriye’ye de başta yönetim olmak üzere felaket getirir. Biz öyle olacağını sanmıyoruz, Hareket olarak olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun zemini vardır. Özellikle Fırat’ın doğusunda gerçekten de Kürt-Arap ilişkileri iyi bir düzey kazandı. Diğer halklarla demokratik bir sistem ortaya çıktı. Bunun ne kadar birleştirici olduğu ortadadır. Ne kadar güç yarattığı da ortadadır. Biz umut ediyoruz ki, bütün Arap güçleri, aşiretleri, partileri, mevcut yönetim bu gerçekleri iyi görür. Şu veya basit çıkar ya da dış etkilenmelere çok fazla dikkat etmez, esas almaz, böyle bir demokratik yaklaşımın değerli olduğunu görür ve öyle bir çözüme doğru gider. Yoksa diğerinin, Türkiye’nin dayattığı savaştır. Diğer güçler çatışma yaratmaya çalışıyorlar. Zaten şimdi olması gereken işgal ettiği yerlerden Türkiye’yi çıkartmak için bir genel ittifak oluşturmak, öncelik bunun olması gerekiyor.

QSD’YE TÜRKİYE’Yİ VURMA HAKKI

Türkiye saldırır mı? Evet, saldırabilir. Rusya, Amerika ilişkileri-çelişkileri, Avrupa, İran, TC’nin provokasyonları hep çatışma etkeni yaratıyor. Çatışmalar Suriye’nin iç yapısından kaynaklanmıyor. Küresel ve bölgesel düzeydeki çelişki ve çatışmalar çıkar hesapları Suriye üzerinden görülüyor. Suriye yöneticileri herhalde bunu iyi görüyorlar. Suriye’de politika yapanlar iyi anlıyorlar. Bu temelde TC de içte sıkışmış kuşatılmış, devrimci hamle tarafından, toplum tarafından, seçim var kazanamayacak, milletin yönünü dışarıya yöneltiyor. Şoven, ırkçı, milliyetçi söylemi geliştirerek 31 Mart 2019 seçimini kazanmak istiyor. Bunun için fırsat yakalamaya çalışıyor. Rusya’dan, İran’dan, Amerika’dan biraz yeşil ışık alır destek bulursa bazı yerlere saldıracak, bu çok açıktır. Şimdiden saldırıyor, top atışları yapıyor. Sınırda vuruyor, iç kesimlere kadar vuruyor. Aslında QSD’ye de Türkiye’yi vurma hakkı doğuyor. Ellerindeki silahlarla İstanbul’u da vurabilirler, Ankara’yı da vurabilirler, bunun böyle bilinmesi lazım. Kendisi vuran bilmeli ki, karşıdaki de kendisini vurur. TC zaten öyle bir fiili savaş pozisyonundadır. O alana dönük fırsat yakalamaya çalışıyor. Yakalayabilir mi? Buna bir şey diyemem, ABD’de Trump yönetimi yalpaladı. Şimdi bazı yöneticileri istifa ettiler, DAİŞ’i Türkiye besliyor diye de açıkladılar. Bunu açık söylesinler herkes bilsin, zaten bilinen bir durumdur. O halde o kadar savaşılarak DAİŞ’ten kurtarılan Minbic’i, Kobanê’yi tekrar DAİŞ’e mi vereceğiz. Amerika bunu istiyor mu, Amerikalılar bunu kabul ediyor mu? Mesela Amerika toplumu bu konuda görüş belirtsin, söz söylesin. Böyle olabilir mi?

RUSYA BASİT VE ÇIKARCI DAVRANIYOR

Diğer yandan Avrupa biraz daha uyanık; TC’yi, Erdoğan-Bahçeli yönetimini biraz daha iyi anlamış durumdadır. Onun faşist karakterini, Kürt düşmanı karakterini daha iyi görmüş durumdadır. Bir de DAİŞ tehlikesini iyi biliyorlar. Bütün istihbarat örgütleri DAİŞ’in nasıl Avrupa’dan Türkiye üzerinden Suriye’ye götürüldüğünü biliyor. Bu nedenle Avrupa biraz daha net tavır aldı. Daha fazla da tavır alabilir.

Rusya basit ve çıkarcı davranıyor. Tehlikeli işler yapıyor. Öyle olmamalıdır. Rusya o temelde gelişemez. Aslında Doğu Akdeniz’de belli bir gücü var ama TC’nin arkasına sığınarak, TC ile birlikte bir şeyler yapmaya kalkarsa Kürt soykırımının suç ortağı olur. Bugün AKP-MHP faşist sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasete sahiptir. Eğer Putin yönetimi, TC ile iş yapacaksa o zaman AKP-MHP yönetiminin kuyruğuna takılmış olur. Yaptıklarını yapar, onun suç ortağı haline gelir. Kürt soykırımının bir suç ortağı olur. Olmamalı. Biz ne Rusya toplumuna ne de Rusya devletine böyle bir suç ortağı olmasını yakıştıramıyoruz. Olmamalı diyoruz. Kürtlerin bu duruma gelmesinden Rusların da payı var. TC’ye hakim olan yönetimin bu kadar soykırımcı, katliamcı olmasından Rusya’nın da payı var, çünkü destek verdiler. İttihat ve Terakki’yle de, daha sonra da cumhuriyetle de ilişkili oldular. Bugün de öyle olmamalıdır. Biraz özeleştirel yaklaşım, biraz tarihsel olumsuzlukları affettirici politik tutum gereklidir. Biz bunu bekliyoruz.

TÜRKİYE’NİN HER ŞEYİ PAZARA SÜRÜLMÜŞ

Eğer böyle olursa Türkiye, AKP-MHP faşizmi saldırı imkanı bulamaz. Zaten şu an bulamıyor. “Bize fırsat, imkan verin” diye kırk takla atarak herkese yalvar yakar oluyorlar. Şu ana kadar bulamadılar. Fakat oynak bir durum var. Bir de daha fazla taviz veriyorlar. Öyle ki Türkiye’nin her şeyini pazara sürmüş durumdalar. Bundan dolayı Türklüğü bitirme noktasına getirdiler. O tavizlerin cazibesine kimse kapılmamalı, belki kısa sürede bir şey kazanıyor gibi olur ama sonucu herkes için kötü olur. TC’nin işgalini arttırıcı bir konuma girmesi Ortadoğu’yu içinden çıkılmaz bir duruma getirir. Bu dünyaya da yayılır. Herkes bunu bilmeli. Kürt-Türk savaşını bu kadar çok yayar, tırmandırırsan bu katar çete grubu var, hepsi Ortadoğu’yu kan gölüne çevirdikleri gibi onun sonuçları Avrupa’ya taşınır, Amerika’ya da taşınır. İşte bir çok güç orada toplumu rahatsız ediyor. Bunu DAİŞ’e, El Kaide’ye karşı Kürtler öncülüğündeki mücadele zayıflattı. Dolayısıyla insanlığı tehdit eden faşist belaya karşı savaşan, onu zayıflatan gücü dikkate almak lazım. Biraz saygı duymak gereklidir. Eğer o da kaybedilirse o zaman daha fazla içinden çıkılmaz, çok daha karmaşık ve çatışmalı bir durum ortaya çıkabilir.

Siz biraz belirtiniz ama şu ana kadar Kürtlerle Şam’ın bir ortak paydada buluşamamasının nedeni nedir?

Tabi irade, güç ve hakimiyet meselesidir. O düzeyde bir irade yoktur. Libya, Irak gibi Suriye’de merkezi yapıyı parçalamadılar. Mısır’da da parçalamadılar. Parçalanacakken darbelerle ayakta tuttular. Suriye’de de başta BAAS yönetimine, Esad yönetimine karşı onu yıkmak üzere bir mücadele, saldırı başlattılar fakat diğer ülkelerde yaşananlardan çıkan sonuçlara da dayanarak gördüler ki, o tutum daha büyük bir kargaşa, iç çatışma ve içinden çıkılamaz bir çatışma durumu yaratabilir. O nedenle gittikçe politika değişikliği yaptılar. ABD politika değiştirdi. ABD ile TC’nin politikalarının farklılaşması, giderek Suriye’de karşıtlaşması bundan dolayı geldi. ABD korktu. Libya’ya, Irak’a, Afganistan’a baktı, Suriye’yi de öyle yaparsa artık hiçbir şeyi denetleyemez, kontrol edemez hale gelir. O nedenle biraz yumuşak geçişi öngördü. Merkezi yapıyı dağıtmamayı öngördü.

SURİYE YÖNETİMİNİN İRADESİ ZAYIF

Fakat dış güçler çok fazla müdahale ettiler. Evet Suriye’de eskiden beri içte çelişki ve çatışmalar vardı. BAAS yönetimi ve muhalifleri vardı ama bu kadar güç yoktu ve bu denli çatışma da olmuyordu. Bütün bunlar dış müdahalelerle oldu. Dış müdahaleler hakim oldular. İç iradeyi zayıflattılar. Mevcut durumda Suriye yönetiminin iradesi zayıftır. Fırat’ın doğusunda bir irade var. Bir çizgi de var. Bir çözüm projesi de var. Biz bunu görüyoruz. Bir sistem de oluşturuluyor. En barışçıl, demokratik yaşanan, hiç çatışma olmayan yer Efrîn’di. TC’nin işgali olana kadar böyleydi. Bu hale TC getirdi. Efrîn’de ortaya çıkan kendi iç yapısından ortaya çıkmadı, dış saldırıyla oldu. Dolayısıyla dış etkiliyor. Onu belirtiyorum. Bu noktada iç iradede zayıflık var. Mevcut yönetim zayıf düştü. Rusya kendisini daha hakim görüyor. İran öyle görüyor. Şimdi savaşla birlikte açığa çıktı ki, aslında bir aşiret konfederasyonu gibiymiş, bir parti var ama bu aşiretleri bir araya getirerek yönetiyorlarmış. Anladığımız kadarıyla köylerde toplum içinde yönetimin çok fazla etkisi yokmuş. Şimdi ise toplumsal yapılar parçalandı. Çeşitli toplumsal kesimleri temsil eden partiler yok, dolayısıyla iç dinamikler örgütlü değil, zayıftır. Özellikle Fırat’ın batısında kesinlikle öyledir. Ondan dolayı gelişme olmuyor.

TC GERİLETİLMEZSE BİR ŞEY OLMAZ

Bu çerçevede şu söylenebilir: Suriye’de toplumun örgütlenmesi gerekiyor. Suriye’nin aydınlarına, siyasetçilerine büyük rol düşüyor, görev düşüyor. Yurtsever, demokrat olan kesimler gerçekten de öne çıkmalılar. Halklar birbirlerini daha iyi tanımalılar. Birlikte yaşamayı kabul etmeliler. Yoksa dışarıdan canavar gibi saldırılıyor ve hiçbir şey bırakılmıyor. Bu dış müdahale nedeniyle Suriye toplumu büyük acılar yaşadı. Ona fırsat vermemelidirler. Bu ne kadar gelişir? Zordur. Öyle bir irade çok fazla yoktur. O nedenle “Suriye’de çözüm olacak, görüşmeler oluyor dikkatimizi hep oraya verelim” demek, yeterli değildir. Örneğin TC geriletilmezse Suriye’de bir şey olmaz. Yine bölgesel güç olarak İran orada etkilidir. Dış müdahaleler çok fazladır. ABD “çekiliyoruz” dedi. Biz “bütün bölgesel ve küresel güçler çekilse yerel güçler kalsa daha iyi çözüm bulabilirler” dedik. Yine de o görüşteyiz. En hayırlısı öylesi olur.

HEMEN ERKEN ÇÖZÜM ZOR

Suriye kendi başına bir alan değil, bölgeden de kopuk değildir. Arapların bir parçası, Kürtlerin bir parçası, Ermenilerin bir parçası, Asuri-Süryanilerin bir parçası, Dürzilerin bir parçasıdır. Suriye’de bir çok halk var. Suriye halk topluluğunun belli kesimlerini içine almış bir güç tarafından denge olarak kurulmuş bir sistemdir. Bu denge şimdi parçalandı. Yeniden bölgede bir denge olursa Suriye’de bir çözüm olabilir. Ya da içeride çok güçlü bir demokratik irade, bilinç, örgütlülük gelişirse bunu yapabilir. Mevcut durumda ikisi de yok, o nedenle dikkati çok fazla öyle hemen Suriye’de erken bir çözüm olacak değil de bölgesel mücadeleye kaydırmak yerelde toplumu eğitmeyi, öz savunmayı esas alarak örgütlemeyi temel görev olarak esas almak en doğru tutumdur.

Son olarak yeniden açlık grevlerine dönmek istiyoruz. Neler yapılabilir?

Açlık grevleri, mevcut hamlemiz içerisinde önemli bir yer tutuyor. Oldukça etkili olmuş durumdadır. Çözümü dayatıyor. Gittikçe yayılıyor. Basına yansıyan sadece süresiz-dönüşümsüz olan açlık grevleridir. Süresiz-dönüşümlü açlık grevleri dışarıda da zindanlarda da bildiğimiz kadarıyla çok daha fazladır. Çok daha yaygın da olmalı, kitleselleşmeli. Açlık grevleri etrafında kitle eylemliliği daha çok gelişmeli. Bu temelde sahip çıkılmalıdır.

BU MÜCADELE DE BEDEL ALACAK

Süresiz-dönüşümsüz açlık grevlerinde önemli noktaya gelindi. Leyla Güven, Nasır Yağız da öyle giderek diğer zindandaki direnenler de 40 günü aşıyor. Hepsi kritik noktadadır. Önemli bir durum ve dayatıcı oluyor. Oldukça etkilidirler. Onu söyleyebilirim. Düşmanı zorladığı kesin ama bu böyle hemen kolay çözüm bulacak düşüncesine de kapılmamak lazım. Düşman gerçeğini doğru anlamak gerekiyor. Direnişi bu anlamda doğru kavramak lazım. Başarı için ne kadar cesaret ve fedakarlık gerekiyor, onu görmek gereklidir. Biz her mücadelede bedel veriyoruz. Bellik ki, böyle bir mücadele de bedel alacak. Hareket olarak da halk olarak da bunu vermekten de çekinmiyoruz, buna açığız ve hazırız. Hepimiz baştan bu mücadeleye böyle girdik. Mücadeleye karar verip açlık grevlerine başlayanlar zaten başlangıçta “biz bu çizgideyiz” diye ilan ettiler. Doğru olan tutum budur. Herkes böyle yaklaşmalıdır.

DİRENİŞ FAŞİZMİ TEŞHİR ETTİ

Şu görülüyor: Etkilidir. Şu an inisiyatif, “Tecridi kıralım faşizmi yıkalım Kürdistan’ı özgürleştirelim” direniş hamlesindedir. İnisiyatif kesinlikle bu hamlededir. Eğer AKP-MHP faşizmi hala Rojava’ya saldıramadıysa bir çok güç tarafından alaya alınıyorsa, destek bulamıyorsa bu direnişin sonuçları nedeniyledir. Direniş gerçek yüzünü açığa çıkardı. Nasıl bir faşist soykırımcı saldırı var, onu ortaya koydu. Bir milletvekili halk seçmiş, hiçbir suçu yoktur. Sadece siyasi nedenlerle cezaevine konmuş ve orada tutuluyor. Bunu herkes görüyor. Milletvekilini hapse koyup siyasi nedenlerle ezmeye çalışan bir rejim var. Bunun adı faşist diktatörlüktür. Bu bakımdan çok ileri düzeyde AKP-MHP faşizminin gerçek yüzünü açığa çıkardı, maskelerini düşürdü, faşizmi teşhir etti. AKP-MHP faşizminin yaptıkları konusunda, Kürdistan’da uygulanan soykırım konusunda, Türkiye genelinde yürütülen faşist baskı ve terör konusunda bir çok gücü uyardı. Bütün bunlar önemli gelişmelerdir.

HERKES TEDBİRLİ OLMALIDIR

AKP-MHP faşizmi bunun zorlaması nedeniyle çok zayıf ve sıkışık duruma geldi. Eğer bazı yerlere saldıramadıysa bunu içindir. Fakat daha çok zorlanınca ne yapabilir, saldırabilir. Bunu bilelim, direnişçilere de saldırabilir. Buna herkes hazır olmalıdır. Açlık grevinde, zindanlarda saldırılar yapabilirler. Dışarıda halka dönük zaten her zaman saldırı oluyor. Herkes tedbirli olmalıdır.

Rojava’ya saldırabilir. Başûr’a sadırıyor. Reşava’yı vurdu. Köyleri ve sivilleri vuruyor. Tehdit ediyor. İrade kırmaya çalışıyor. Kürtlere ‘nerede olursanız sizi vururuz, kimse de bize bir şey diyemez’ demek istiyor. Kürt toplumunda böyle bir zayıflık psikolojisi oluşturmak istiyor. Bunu görmeliyiz. Bu oyuna gelmemeliyiz. Bu bir psikolojik savaştır. Hiç kimse bu psikolojik savaşın oyunlarına gelmemelidir. Evet, zalimdir zulmediyor ama yalan ve hileyle yapıyor. “Yalancının mumu yatsıya kadar yanarmış” derler. Hileyle bir yere kadar gidersin, zalim zulmü arttırdığı yerde çöker. Şimdi AKP-MHP faşizminin zulmü o kadar yükseldi ki, artık çöküş noktasındadır. Çökmesi için “zulmün artsın” derlermiş. Bütün faşist diktatörlükler zaten böyle çöktü. Şimdi AKP-MHP faşist diktatörlüğü de benzer diktatörlükler gibi çöküş sürecine geldi. Artık çöküş yaşanacak. Bunu herkes görmelidir. Bedel ödeyebiliriz. Zorluklar yaşayabiliriz. Fakat biz kazanacağız. Faşizm çöküş sürecindedir. Önümüzdeki haftalar ve aylar AKP-MHP faşist diktatörlüğünün çöktüğü süreç olacak. Öyle çok şatafatlı gösterişler yapmalarına bakılmasın, bunu bütün diktatörlükler yapıyor, en şatafatlı olduğu yerde bir de bakıyorsun gümbür gümbür düşmüştür. Böyle bir düşme noktasına çıktı. Onun için en zayıf konumundadır. Çökecek, çözülecek.

ÇÖKMEZ, MÜCADELEYLE ÇÖKERTİLİR

Zaten 24 Haziran seçimini hileyle, baskıyla bir de CHP’nin tutarsızlığıyla kazandı. “Kazandık” dedi ama kazanmadı da. 1 Kasım 2015 de benzerdi. Baskı ve hileyle aynı sonucu almışlardı. Yani bunu görelim. O nedenle zayıf konumdadır. Elbette kendiliğinden çökmez, mücadeleyle çökertilebilir. Mücadele edildikçe çökerteceğiz. O bakımdan daha çok mücadele etmek, daha sonuç alıcı mücadele etmek gerekiyor. Mücadelenin istediği cesaret ve fedakarlığı göstermek, bedeli ödemek gerekiyor ama mücadele eden, direnin kazanacak. Direniş bizi başarıya götürecek. Bunu herkes görmeli ve inanmalıdır. Direnmek zafere götürür, direnmek yaşamaktır. Mazlum Doğan nasıl ki 82’de Newroz’da böyle bir çizgi başlattı ve 40 yıldır bu çizgi temelinde kazandıksa şimdi de büyük zaferleri bu çizgi temelinde kazanacağız.

Bu temelde ben bir kere daha bütün direnenleri sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Daha çok direniş diyorum. Direnerek kazanacağız. Daha çok direnelim, zafer bizim olacak.