Rejim, gazdan oksijen arayışında

Karadeniz'de bulunduğu ileri sürülen doğalgaz rezervi etrafında koparılan gürültü, ihtiyaç duyulan bir sahte zafer ve Doğu Akdeniz-Libya macerasındaki başarısızlığı perdeleme amaçlıdır.

Türk Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan'ın Cuma günü verdiği Karadeniz'deki doğalgaz 'müjdesi' pek çok tartışmayı da beraberinde getirdi. Yine bir cumaya denk getirilen Ayasofya'nın 'müjdesi'nden sonra bu son 'müjde' de AKP-MHP yönetiminin hem iç hem de dış politikada daha doğrusu agresif işgal politikasında yaşanan büyük çıkmazın, kendisinin her açıdan hissettirdiği bir döneme denk geliyor.

Sadece AKP döneminde değil, diğer hükümetlerin yaşadığı darboğazların olduğu dönemlerde de Türkiye'de yeni maden yatakları keşfediliyordu. Bir yerlerde altın ve gümüş rezervleri bulunuyor, ballandıra ballandıra anlatılıyordu. Örneğin; yıllarca bor madeninin hayatın her alanında iğneden ipliğe, iplikten uzay teknolojisine kadar çok geniş bir alanda kullanılacağı yazılıp çiziliyordu. Ülke insanı da sonu gelmez zengin bor yatakları üzerinde oturuyordu. Bu durumda dünya tabii ki Türkiye'yi kıskanıyordu. Bu tip Türk masalları gerçeklikten kopuk olduğu için bir süre sonra haliyle de unutuluyordu. Akdeniz'de aranıp da Karadeniz'de bulunan gaz da insanın aklına ister istemez böylesi masalları getiriyor.

REUTERS MURDAR ETTİ

Bu arada 'müjde' bir gün önce Reuters tarafından deşifre edilince, cuma günü Erdoğan tarafından yapılan açıklama da etkisini önemli oranda yitirdi. Ekonomik açıdan oldukça zor günlerden geçen Türkiye'de kamuoyu, ekonomik alana ilişkin bir adım beklerken, 'müjde’de gaz çıktı. Piyasalarda döviz, 'müjde' beklentisiyle biraz da olsa düştü. Ancak, Erdoğan'ın açıklamalarından döviz yine yükseliş eğilimine girdi. Şimdi ne numara çevrilirse çevrilsin, döviz girdisinin yoğunlaştığı yaz aylarında dolar 7.40'a, euro ise 8.80'e dayanıyorsa, sonbahar ve kış aylarında TL'de daha büyük çöküşü görmek, hiç de sürpriz olmayacak.

Yine ‘müjde’nin cuma gününe bırakılması, Ayasofya'nın cuma günü açılması gibi din istismarın bir sonucu olmasının yanı sıra AKP'nin etrafındaki çekirdek kitlenin korunmasına ilişkin bir hamle sayılabilir. Mevcut durumda AKP-MHP blokuna inanan, çevirdiği her numarayı yutan geniş halk kesimleri yok, etrafındaki çekirdek kitlenin de gitme olasılığı var.

Erdoğan'ın şatafatlı 'müjde' gösterisinde Damat da unutulmadı. Son dönemlerde ekonomideki berbat gidişatta rolü ve döviz kurundaki yükselişte işlediği gafları bertaraf etmek için Erdoğan, damadı Albayrak'ın da 'Türkiye tarihinin en büyük keşfinde' önemli bir rol oynadığına işaret etti, onu teşekkürüyle onore etti.

GAZDAN MÜJDE

Erdoğan-Bahçeli ikilisiyle iç politikada duvara toslayan Türkiye'de ekonomi, Covid-19 salgını, İstanbul Sözleşmesi'nden çıkma gibi kadın düşmanlığını ve katliamlarını meşrulaştıran uygulamalarda tümüyle bitkin düşen Türk kamuoyuna böylesi gazdan bir ‘müjde’ gerekiyordu ama bu 'müjde' daha çok diplomasi ve dış siyasetle bağlantılı.

Türkiye'nin Akdeniz ve Libya'da son birkaç seneden beri yoğunlaştırdığı ve kendisini yalnızlığa iten işgal durumu ile Karadeniz'de keşfedildiği ileri sürülen doğalgaz rezervi ve bunun şatafatlı bir gösteriyle kamuoyuna sunulması arasında bir paralellik görünüyor. Türkiye'nin meşru bir zeminden uzak şekilde Doğu Akdeniz'de yürüttüğü hidrokarbon arama faaliyeti ve buna ek olarak da Libya'daki işgalci pozisyonu, Akdeniz ülkeleri ve Avrupa Birliği'nin büyük oranda tepkisini çekti. Türkiye gerginliği tırmandırarak, pastadan pay sahibi olmayı amaçlarken, kendini büyük bir yalnızlık içinde buldu, buna karşın Fransa, İsrail, Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti, Mısır gibi ülkeler kendi aralarındaki sorunları çözdü ve Türkiye karşıtı ittifaklar kurdu.

Son birkaç aydan beri hem Akdeniz hem de Libya ile ilgili gelişmeler, açıklamalar ve diplomatik girişimlere baktığımızda Fransa, NATO ortağı Türkiye ile oldukça gergin günler yaşadı. Türk savaş gemileri, 10 Haziran'da Libya açıklarında Fransız savaş gemisi üzerine radarını kilitleyerek tacizde bulundu. Bu durum NATO'nun raporunda da yer aldı. Yine Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un, Türkiye'nin Akdeniz ve Libya'da işgalci olduğu ve istikrarı bozucu bir rol üstlendiğine dair birçok kez açıklamaları oldu.

FRANSA VE MISIR’IN HAMLELERİ

Fransa, Şubat’ta da Türkiye’ye karşı desteklediği Kıbrıs Cumhuriyeti'ne destek amacıyla savaş gemilerini göndermişti. Yine 13 Ağustos'ta Fransa'nın gönderdiği iki savaş jeti ve savaş gemisi, Yunanistan ile Girit açıklarında ortak tatbikat gerçekleştirdi. Fransa, Türkiye'nin işgalci pozisyonuna karşı bu süre zarfında Avrupa Birliği'ni (AB) de harekete geçirdiği gibi Macron, bu konuları Mısır Devlet Başkanı Abdulfettah El Sisi ile de görüştü.

ABD'nin de gerek Yunanistan gerekse de Kıbrıs Cumhuriyeti ile ilişkileri bu süre zarfında daha çok geliştirdiğini; Kıbrıs Cumhuriyeti'ne 2019'da silah ambargosunu kaldırdığını; Yunanistan ile ekonomik, askeri alanda işbirliğini daha önceki dönemlere göre oldukça ilerlettiğini ve Temmuz sonlarında da Yunan hükümetinin, Dedeağaç'ta ABD'ye askeri üs sağladığını belirtmek gerekiyor. Türk ırkçılığının Yunanistan’a karşı savaş çığırtkanlığı yaptığı, Ege ve Akdeniz'de iki ülke arasındaki gerilimin tırmandığı bir dönemde askeri üs konusu, elbette önemli bir mesajı olarak algılanıyor.

Akdeniz doğalgazını Avrupa'ya taşıyacak bin 900 kilometrelik EastMed boru hattının ortaklarından İsrail, Kıbrıs Cumhuriyeti ve Yunanistan arasındaki ilişkiler, bu süre zarfında daha çok Türkiye aleyhine ittifaklara dönüştü.

Bu dönemde bir başka önemli anlaşma da İsrail-Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasındaki ilişkilerin karşılıklı olarak normalleşmesi anlaşmasıydı. Geçen hafta oldukça gündeme gelen anlaşma, Filistin sorunundan dolayı İsrail ile çelişkileri bulunan bütün Arap dünyasını ilgilendiriyor. Anlaşmada, iki ülke arasındaki potansiyel iş birliği alanlarının başında güvenlik iş birliğinin geldiği kaydediliyordu. Ayrıca, normalleşme anlaşmasının Körfez ülkeleri arasındaki askeri ittifakı güçlendirmenin yanı sıra Kızıldeniz'in güvenliği konusunda işbirliğini artıracağı vurgulanıyordu.

Anlaşmaya karşı çıkanlar; Türkiye, İran, Filistin yönetimi ve Libya'daki AKP-MHP blokunun desteklediği Ulusal Mutabakat Hükümeti. Destek verenler; Batılı ülkeler, Körfez ülkeleri Umman ve Bahreyn ile Kuzey Afrika ülkesi Mısır'dı. Arap Birliği, Kuveyt, Suudi Arabistan'ın ise İsrail-BAE anlaşmasının başarısına göre İsrail ile ilişkileri normalleşmeye dönük adım atacağı belirtiliyor. Bu noktada şunu da belirtmek gerekiyor; İran karşıtlığı temelinde Suudi Arabistan-İsrail ortaklığı zaten var.

Dikkat edilirse Erdoğan aracılığı ve parasıyla Türkiye'nin kritik yerlerini ele geçiren ve Ortadoğu'da Türk ordusunu paralı askeri gibi kullanan Katar bile İsrail-BAE anlaşmasına tepki göstermiyor.

Burada dikkat çeken bir nokta ise en fazla Türkiye'nin tepki göstermesi oldu. Tayyip Erdoğan, 14 Ağustos'ta şu açıklamayı yapıyordu: "Tabii bir başka gelişme daha var. O da özellikle üçlü adım İsrail. İsrail'le şu anda burada gerek Mısır gerek Yunanistan arasındaki dayanışma ve bir taraftan da Filistin'e yönelik atılan adım yenilir, yutulur bir adım değil. Şimdi Filistin, büyükelçiliğini galiba kapatıyor ya da geri çekiyor. Şu anda aynı durum bizim için de geçerli. Ben de Dışişleri Bakanıma talimatı verdim. Dedim ki; Abu Dabi yönetimiyle özellikle diplomatik ilişkileri askıya almak veyahut da bizim de büyükelçiyi geri çekme gibi bir adımımız olabilir. Çünkü biz Filistin halkının yanındayız. Filistin'i de hiçbir zaman yedirmedik, yedirtmeyeceğiz."

Filistin-İsrail çatışması, Erdoğan rejimi ve onun desteklediği Müslüman Kardeşler için öylesine bir varlık ve manevra zemini sunuyor ki, bunun için Abu Dabi'den büyükelçiyi çekme ve tüm diplomatik ilişkileri askıya almaya kadar işi götürüyor.

Mısır ise şu anki Devlet Başkanı Abdulfettah El Sisi'nin 3 Temmuz 2013'te bir askeri darbeyle Müslüman Kardeşler kökenli Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'yi devirmesinden beri Erdoğan rejimi ile kanlı bıçaklı. Bu çelişki, son yıllarda Türkiye'nin Libya ile Doğu Akdeniz'deki işgal durumu nedeniyle doruğa ulaşmış durumda. Mısır'ın şimdiki yönetimi, Erdoğan-Bahçeli blokunun Libya ve diğer Avrupa ülkelerinde kendisine yakın çete oluşumları ile kendisine dönük bir tuzak kurulduğunu görüyor.

Mısır'ın son dönemlerde Türkiye karşıtı daha radikal bir çizgiye girdiği, bunu diplomasi sahasına da taşıdığı görülüyor. Geçen Ocak’tan bu yana Türk devletinin çeteleriyle büyük askeri destek sunduğu Ulusal Mutabakat Hükümeti'ne bağlı çeteler, General Halife Hafter yönetimindeki Libya Ulusal Ordusu'nun Trablus'taki ablukasını kırdığı gibi ülkenin batı sahilinden iç bölgelere doğru geniş alanı Hafter güçlerinden aldı. Bu durum karşısında kendisine güveni oldukça yerine gelen Erdoğan ve müttefiki, petrol için önemli kentler olan Sirte ve Cufra'yı almak için harekete geçti. Her iki kent, Erdoğan için hayati önem taşıyor. Zira Libya petrolüne tam anlamıyla sahip olmak bu kentleri işgalden geçiyor.

CUFRA-SİRTE HAYALİ VE MISIR’IN KIRMIZI ÇİZGİLERİ

Müslüman Kardeşler orjinli Ulusal Mutabakat Hükümeti tam da her iki kente yönelik saldırı hazırlığındayken Mısır Devlet Başkanı Sisi, Libya sınırına giderek Cufra ve Sirte'nin kendi kırmızı çizgisi olduğunu; bir saldırı durumunda ise Mısır'ın askeri müdahale bulunacağını açıkladı. Libya Temsilciler Meclisi ve Mısır Parlamentosu'nda karşılıklı olarak böyle bir saldırı durumunda Mısır'ın askeri müdahalesine onay veren tezkere kabul edildi.

Sisi'nin "kırmızı çizgi" ültimatomu, son olarak da 21 Ağustos'ta Libya Mutabakat Hükümeti'nin, ateşkes ve seçim konusunda Tobruk merkezli Libya Temsilciler Meclisi ile uzlaşmaya varması, Sirte ve Cufra'ya dönük bir askeri işgali de boşa çıkarmış gibi görünüyor. Mısır yürüttüğü diplomatik çalışmalar, Türkiye'yi yalnızlaştırdığı gibi, Libya'da tarafların uzlaşması durumunda Türkiye'nin Suriye'den devşirdiği çetelerle yürüttüğü işgali de çöp sepetine atabilir. Ancak tam da bu noktada Türkiye ve müttefiki olan Libya Mutabakat Hükümeti'nin çetelere Libya vatandaşlığı vereceği yönünde haberlerin ortaya çıkması da dikkat çekici.

Akdeniz'de Türk sondaj gemilerinin doğalgaz bulmaması, Libya'da da istenen hedeflerin tam olarak tutturulamaması, uluslararası arenada Türkiye karşıtı büyük cepheleşmenin meydana gelmesi ve birçok yerde AKP-MHP blokunun yürüttüğü işgal savaşlarının ekonomiye ağır yük getirmesi, Türk hükümetini zaman zaman farklı eğilimlere de yöneltmedi değil. Örneğin; Türk Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, 28 Temmuz'da yaptığı açıklamada Erdoğan'ın Akdeniz'de doğalgaz faaliyetlerini askıya aldığını söyledi. Ancak daha sonra yine sondaj faaliyetlerine devam edileceği açıklandı. Sondaj faaliyetlerinin askıya alınması, her ne kadar gerginliğin azaltılması için diplomasiye bir şans tanıma olarak pazarlansa da daha çok Erdoğan ortaklarından gelen itirazların daha etkili olduğu da düşünülebilir.

Tüm bu hengamenin ortasında Karadeniz'de bulunduğu ileri sürülen doğalgaz rezervi etrafında koparılan gürültü, daha çok ihtiyaç olan bir sahte zafer ve Doğu Akdeniz-Libya macerasında yaşanan başarısızlığı perdeleme amaçlıdır.