‘Tarımda kölelik düzeni oluşturuluyor’

Gazeteci Yusuf Gürsucu, tarımda yapılan yönetmelik değişiklikleriyle küçük üreticilere boyun eğdirildiğini, küçük çiftçiliğin ortadan kaldırılmaya çalışıldığını söyledi.

TARIMDA SÖMÜRÜ

Su ve toprak yoksa halkların gıda egemenliğinden, dolayısıyla gıda güvenliğinden söz edilemeyeceğin belirten Yeni Yaşam gazetesi yazarlarından Yusuf Gürsucu, “Halkların, suyuna ve toprağına sahip çıkmak dışında hiçbir geleceğinin olmadığını görmesi gerekir” dedi. 

Son iki aydır çiftçiler eylem yapıyor; girdi maliyetlerinin yüksekliğine rağmen ürünlerin fiyatlarındaki düşüklüğe tepki gösteriyor. Girdi maliyetleri altında ezilip tarlasını ekemeyen çiftçi, yeni yönetmeliklerle de üretimden iyice koparılıyor. Tarımdaki tüm bu gelişmeleri gazeteci Yusuf Gürsucu’ya sorduk.

Tarım alanlarıyla ilgili son günlerde iki tane yönetmelik çıktı. Tarım Bakanlığı iki yıl ekilmeyen tarlaları kiraya verebilecek bir yönetmelik çıkardı. Özellikle tarım tekelleri karşısında bitmeye yüz tutmuş küçük üretici açısından bunun sonuçları neler olur?

Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan ve ardından Resmî Gazete’de yayımlanan yönetmelik değişikliği ile adeta yangından mal kaçırır gibi yürürlüğe sokuldu. ‘İşlenmeyen Tarım Arazilerinin Tarımsal Amaçlı Kiraya Verilmesine İlişkin Yönetmelik’ başlıklı yönetmelikle tarımın üreticinin elinden alınıp şirketleri tamamen hâkim kılacak bir girişim olarak ortaya konurken, çiftçiler ya tarımdan uzaklaştırılacak ya da kendi toprağında ırgat olarak çalıştırılacak.

Diğer yandan geçtiğimiz yıl yayınlanan bir yönetmelik değişikliği ile yapılan son değişiklik birbirine paralel bir işleve sahip. Tarım Bakanlığı tarafından geçtiğimiz yıl hazırlanıp yürürlüğe sokulan “Tarımsal Üretimin Planlamasına Yönelik Usul ve Esasları Düzenleyen Yönetmelik” ile üretici, şirketlerin emrine verilen bir köle durumuna sokuldu. Son çıkan yönetmelikle çiftçilerin her yıl zarar edip toprağını işleyemez duruma gelmesini sağlayan iktidar, çiftçilerin toprağına el koymanın yolunu açtı.

Çiftçilerin üretimden uzaklaşması, sanki kendi tercihleriymiş gibi bir algı yaratılırken, çiftçinin tarlasının zorla başkasına kiralanacak olması farklı amaçlara işaret etmekte. Geçtiğimiz yıl yayınlanan yönetmelikte ise çiftçinin ekim yapacağı her yıl önceden ne ekeceği konusunda devletten izin alması zorunlu hale getirildi. Buna göre çiftçinin ne üreteceğine yönelik karar verme inisiyatifi ortadan kaldırılırken, her yıl devletin atadığı komitelere giderek ne ekeceğini öğrenecek olması, tarımsal üretimde kölelik düzeninin oluşturulmaya çalışıldığını göstermekte.

“2025- 2027 Yıllarında Yapılacak Bitkisel Üretime Yönelik Desteklemeler ile Diğer Bazı Tarımsal Desteklemelere İlişkin Cumhurbaşkanı Kararına” göre ise 2025’ten itibaren gübre ve mazot desteği ile 17 üründe verilen fark ödemesi (prim) desteği tamamen kaldırıldı. Bu medyaya mazot ve gübre desteği kaldırıldı diye yansıdı fakat bakanlık bunu reddetti. Resmî Gazete’de yayımlanan kararda mazot ve gübre sözcüğü geçmiyor. Tepkiler üzerine bakanlık “temel destek” kaleminin gübre ve mazot için kullanılacağını açıkladı. Son çıkan bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?

İktidarın ortaya koyduğu tüm politikalarda olduğu gibi desteklerin kaldırılacak olması, tarımı çiftçinin değil, şirketlerin yapacağını ve çiftçinin burada işçi olarak açlık ücretleriyle çalıştırılmasını içeriyor. İktidarın yayınladığı yasa ve yönetmeliklerin tamamı özellikle küçük çiftçiliği ortadan kaldırmaya yönelik. Avrupa’da 1960’larda uygulanan Mansholt Planı ile tarım topraklarının tekellerin elinde toplanması sağlandı. Bazı kesimlerin ‘tarımsal’ desteklere yönelik yaptıkları vurgularda Avrupa’da tarıma yapılan desteklerle Türkiye’deki destekler kıyaslanırken Avrupa örnek verilmekte. Oysa Avrupa’da küçük çiftçilik tamamen ortadan kaldırılırken halen küçük ölçekte tarım yapanlarsa şirketlerle sözleşme yaparak üretim yapmakta. Avrupa’da açıklanan desteklerin tamamı ise şirketlere yapılmakta. Üretimin tamamen sermaye eline verilmesi sürecine benzer bir süreç, Türkiye’de de uygulamaya konulmuş durumda. Küçük çiftçiliğin kökü kazınıp tekellere yol verilirken tarım arazileri maden, sanayi, inşaat, enerji vb. amaçlar için kullanımının da önü tamamen açılmakta.

Eski Tarım Bakanı Mehdi Eker yaptığı bir açıklamada, “Ya şirket köyler oluşacak ve toprak sahipleri şirketlere ortak olacak ya da toprak sahipleri toprağı bir bilene devredecek” diyordu. Son yıllarda yoğunlaşan arazi toplulaştırması da bu sürecin bir parçası. Şirketler geniş ve büyük arazileri tercih etmesi arazilerin toplulaştırılmasının başlıca nedeni. Bu süreci destekleyenlerin arazilerin çok parçalı ve küçük olduğunu belirtmeleri ise iyi niyetli gibi gözüken ancak sonuçta tarımın tekellerin elinde toplanmasına bilerek ya da bilmeyerek hizmet etmekte.

Günlerdir birçok küçük tarım üreticisi eylem yapıyor. Tüm bunlar birlikte ele alınabilir mi?

Çiftçi eylemleri, iktidarın politikalarına iyi bir cevap olurken diğer yandan çiftçilerin zarar etmesi ve nihayetinde arazilerini terk etmesini sağlamaya çalışması uygulanan politikaları çok net ortaya çıkarmakta. Çiftçiler, ürünlerini bir yandan toplamaya değer görmeyip tarlada bırakırken diğer yandan ürünlerini yaptıkları eylemlerde traktörlere alıp uygun alanlara dökmekte. Bu durumu düzeltecek hiçbir adım atmayan iktidarın, tarım desteklerini ortadan kaldırıp çiftçilerin ekemediği arazilere el koyma yönetmeliğini çıkarması, çiftçi düşmanı ve sermaye aşkını göstermekte. Tüm bu politikalar emekçi halkları açlığa mahkûm edip köleleştirmeyi hedeflemektedir.

En temel gıdayı dahi ithalata bağlayan iktidar, Türkiye’de iktidarın kolu kanadı altında büyüyen enerji vd. şirketleri de dolaylı besleyen özelliğe sahip. Bir ülkede enerji yatırımı yapmak isteyen bu şirketlerin önü, o ülkenin tarımsal ürünlerini ithal etme koşuluna bağlanmaktadır. Buna en yakın örnekler Sırbistan ve Bosna Hersek’le yapılan anlaşmalarda net olarak görülebilmektedir. Nihayetinde Türkiye’de uzun yıllardır hazırlığı yapılan GDO’lu üretimin önünün de açılacağı ve Türkiye coğrafyasının tamamında mono kültürel üretime geçileceğinin işaretlerinden başkaca bir şey değil.

Türkiye gıda enflasyonun yüksek en yüksel olduğu ülke. Özellikle iklim değişikliği ile birlikte gıda güvenliği dünyadaki önemli gündemlerden biri. Tüm bu tarım politikaları Türkiye’de gıdaya erişimi ne boyuta getirir?

Gıda enflasyonu, iktidarın ekonomi politikalarının sonuçlarından sadece birisidir. Enflasyonist politikalarla halklar yoksulluğun dibine itilirken öte yandan sermaye ise tarihinde görmediği büyümeyi yaşıyor. Kürdistan illerinde DEDAŞ eliyle süren baskıların bölgedeki diğer dağıtım şirketleriyle de genişlemesi, topyekun politikanın birer parçası. Türkiye sınırları içinde su zengini sayılabilecek Kürdistan coğrafyasında tüm sular, barajlar ardına hapsedilmesiyle başlayan süreç, çiftçilerin yeraltı suyuna mahkûm edilmesiyle sürdürülmekte. Diğer yandan TMO ve lisanslı depolar, Kürt çiftçisinin ürettiği buğdayları yerimiz yok gerekçesiyle almazken çiftçi üretim maliyetlerinin çok altında fiyata ürününü tüccara satmak zorunda bırakılmakta. Bu durum Türkiye’nin dört bir yanında çiftçilere yönelik ortaya konulan politikaların misliyle Kürt çiftçisi üzerinde yıllardır uygulandığı gerçeğini hatırlamamızı gerektiriyor.

Su, barajlara hapsedilip ticari bir meta olarak Ortadoğu’ya satma hazırlıkları sürerken, diğer yandan devasa büyüklükteki barajlar, dünyada süren iklim değişikliğini bölgede yıkıcı biçimde gelişmesine yol açmaktadır. Özellikle Türkiye coğrafyasını da kapsayan Ortadoğu yakın gelecekte kıtlığın, susuzluğun en çok artacağı bölgelerin başında geliyor olması, halkların bu gerçekleri görerek suyuna, toprağına sahip çıkmak dışında hiçbir geleceğinin olmadığının açık göstergeleridir. Su ve toprak yoksa halkların gıda egemenliğinden söz etmek mümkün değil. Gıda güvenliği ise ancak gıdaya egemen olmakla gerçekleşecek bir şeydir. Bugün karar verici konumda olan sermaye iktidarları yıkılıp yerine halk demokrasileri geçmediği koşullarda, geleceğimizin çok karanlık olacağını anlamamız gerekiyor.