Türkdoğan: CPT görevini yapmıyor, AK politik davranıyor

İHD Genel Başkanı Türkdoğan, İmralı’daki tecridin artık işkenceye dönüştüğünü belirterek, CPT’nin görevini yapmadığını, Avrupa Konseyi’nin buradaki hak ihlallerine siyasi yaklaştığını kaydetti.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecridi, HDP’li tutsak vekil Leyla Güven’in eylemine destek amaçlı başlatılan açlık grevlerine yönelik baskıları, Türk devletinin savaş politikaları ve Batı’nın tutumunu İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan ile konuştuk.

-Sayın Türkdoğan, bir insan hakları savunucusu olarak sizin de yakından takip ettiğiniz gibi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a üzerinde uygulanan ağırlaştırılmış bir tecrit söz konusu, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

İmralı hapishanesinde Abdullah Öcalan’a yönelik uygulanan tecrit ve izolasyon politikası gelinen aşamada Türkiye’nin bütün cezaevlerine yayıldı. Öcalan’a uygulanan tecrit artık tamamen bir izolasyona dönüştü. Bu tecrit aynı zamanda Öcalan’ın düşüncelerine ve fikirlerine karşıda uygulanıyor. Görüşmelerde Öcalan’ın söyleyeceği sözlerin kamuoyuna yansımasının önüne geçilmek isteniyor. Öcalan’ın düşüncelerinin kamuoyuyla paylaşılması engellenmek isteniyor.

‘TECRİT TÜM TOPLUMA UYGULANIYOR’

Şimdi siz barış konusunda bu kadar caba sarf eden bir insanın toplumla buluşmasını engelliyorsanız, uygulanan bu tecrit, aynı zamanda bu topluma yönelikte bir tecrit politikasıdır. Nitekim belediyelere el konulması, belediye başkanlarının, seçilmişlerin, barış isteyen akademisyenlerin cezaevinde olması veya ihraç edilmesi veya haklarında davaların açılması, bunun bir sonucudur. Yani bir bütün olarak toplumun tamamına bir tecrit politikası uygulanıyor. Tüm bunlar barış sürecinin çökmesiyle başladı. O halde Öcalan üzerindeki tecrit ile toplum üzerinde uygulamaları birbirinden bağımsız ele alamayız. Öcalan üzerinde başlatılan tecrit toplumun geneli üzerinde yapılmaya başlandı. Bu iki durumu birbirinden bağımsız ele alamayız.

-Öcalan üzerindeki tecridi aynı zamanda toplumsal barışa yönelik bir tecrit olarak mı görmek gerekir?

Tabi ki; belki de tecrit uygulanmamış olsaydı, Öcalan kamuoyuna çok farklı şeyler söyleyebilirdi. Kamuoyu da bunu öğrenmiş ve tartışmaya açmış olurdu. Aynı zamanda buradan doğru iktidarı eleştirebilir veya barış noktasında zorlayabilirdi. Tecridi böyle değerlendirmek gerekir, yoksa Öcalan üzerindeki bu keyfi uygulamalar bu kadar sistematik olmazdı.

-Yine son dönemde Leyla Güven’in eylemine destek amaçlı başlatılan açlık grevlerine dönük baskı ve saldırılara tanık oluyoruz. Bunu nasıl okumak gerekir?

Öcalan’a yönelik uygulamalara karşı toplumda bir tepki var. Toplum bu noktada duyarlı Leyla Güven’in eylemine sahip çıkıyor. Diğer taraftan bunu kırmak için yoğun bir baskı yapılıyor ve bu eylemler kırılmak isteniyor. Dolaysıyla, Öcalan’ı sahiplenmeye yönelik meşrutiyeti kırmaya dönük operasyonlar yapılıyor diyebiliriz. Öcalan toplumdaki meşrutiyetinin önüne geçilmek isteniyor.

-Tecride yönelik CPT’nin tavrı da çok eleştiriliyor, CPT’nin bu noktadaki sorumluluğu ne, veya ne yapmalı?

Avrupa Konseyi’nin (AK) CPT gibi kurumları bazı şeyleri birbirine karıştırmaya başladı. Türkiye tecrit noktasında CPT’ye mutlaka bir şeyler söylemiştir. Fakat; CPT kendisine söyleneni değil, kendi görevi gereği gidip yerinde inceleme yaparak, durumu tespit etmeli ve aynı zamanda Öcalan’ın haklarının çiğnendiğini açık açık kamuoyuna duyurmalıdır. Sonuç olarak CPT’nin görevi bu zaten. CPT’nin görevi işkenceye karşı etkili mücadele etmek. Kesintisiz süren tecrit, izolasyon aşamasına varmışsa bunun kendisi artık doğrudan bir işkencedir. Çünkü Birleşmiş Milletler (BM) İşkenceyi Önleme Komitesi, bunu böyle tarif ediyor. Eğer uluslararası yasalar bunu böyle tanımlıyorsa, CPT’nin görevi İmralı’daki bu işkenceyi önlemek olmalıdır. Eğer CPT’i bunu önlemek yerine, durumu geçiştirmeye dönük bir pozisyon alıyorsa bu görevini yapmadığı anlamına gelir.

-Peki, bu durumu sadece CPT’nin tutumuna mı bağlamak gerekir yoksa bu yaklaşımın politik bir yönü de var mı?

Burada Avrupa Konseyi’nin Kürt meselesine yönelik sorumluluğuna da bakmak gerekir. AK Türkiye’de barışçıl politikanın geliştirilmesi noktasında daha ciddi inisiyatifler alabilirdi, ama bu inisiyatifi almadığını görüyoruz. Avrupa Konseyi’ni oluşturan devletlerin bazıları NATO üyesidir. AK'yi oluşturan devletlerin bazıları AB üyesidir. Kürt meselesi söz konusu olduğunda geçmişe Lozan’a kadar geri gitmek gerekir. Dolaysıyla Lozan’da kimlerin imzası varsa, Kürt meselesinin bu kadar büyümesinde de bunların katkısı olmuştur.

-Bu nedenle Kürt meselesinde uluslararası güçlerin sorumluluğu çok açık. 40 milyonluk bir halkın hiçbir statüsü yoksa burada şunu sormak gerekmiyor mu; siz nasıl insan haklarından yana topluluklarsınız?

Kürtler bugün yaşadığı ülkelerde kendi öz yönetimlerini oluşturmak istiyorlar. Yani yönetime katılma hakkını kurmak istiyorlar. Uluslararası güçler, Fransa’da, İngiltere’de buna tamam diyorsunuz, benzer bir çözümü Türkiye’ye tavsiye edebilirsiniz. Türkiye’nin de bunu hayata geçirmesini isteyebilirsiniz bu şekilde ne Türkiye bölünür ne de parçalanır.

Yani devletlerin Kürt sorununa yönelik bu yaklaşımını eleştirmek gerekir. Kötü olan devletlerin bu tutumunun Avrupa Konseyi’ne yansımasıdır. Oysa Konsey devletlerin bu tutumundan bağımsız olarak kendisini oluşturan konseyin kurucu sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve bu sözleşmenin protokollerine uygun davranması gerekir. Ama Konsey kendi görev alanının dışına çıkıp politik davranıyor. Böylelikle kendisinden beklenen amacı gerçekleştiremiyor. Avrupa Konseyi, Rusya’ya, Azerbaycan’a ve Türkiye’ye büyük ve çok tavizler verdi.

‘AVRUPA KONSEYİ DEVLETLERİN TUTUMUNA BAĞLI KALIYOR’

Gelinen noktada verilen tavizler, bu ülkelerde insan hakları ve demokrasi sorununun giderilmesine hiçbir katkı sunmadı tam tersine bu ülkelerde insan hakları ve demokrasi sorunu daha da büyüdü. Konseyin bu yanlış politikası iflasla sonuçlandı. Şu anda Rusya, Avrupa Konseyi'nden çekilmeyi tartışıyor. Dolaysıyla konseyde egemen olan bu anlayış, yanlış bir anlayış.

Devlet tutumuyla, konseyin tutumu ayrı olması gerekir. Konsey kendisi için tanımlanan görevi yapmak zorundadır. Bu görevini yapmayıp, devletler gibi politik tutum almaya kalkarsanız böyle tavizler verirsiniz bu tavizlerin sonu belli. Bakın Türkiye’ye verilen tavizler, iyi bir şey getirmedi, Türkiye’yi daha kötüye götürdü.

ERDOĞAN'IN TEHDİDİ SADECE SEÇİMLERLE BAĞLANTILI DEĞİL

-Erdoğan Rojava’ya yeniden saldıracağını duyurdu, bu savaş politikası önümüzdeki seçimlerde bir etki yatır mı?

Salt seçimlere yönelik bir siyaset olarak algılamak doğru değil. Zaten 2015’te silahlı çatışmaların başlamasıyla birlikte Türkiye Kürtlerin Suriye’de statü sahibi olmasını istemediğini defalarca ifade etti. Dolaysıyla bu savaş politikası başından beri belli. Fakat; yeni saldırıların zamanlamasını seçimlere göre tahin ediliyor. Böylece hem kendi tabanını kontrol ediyor hem de milliyetçi ve muhafazakâr çevreleri kendi etrafında tutmaya çalışıyor. Ve yine MHP ile olan ittifakı da buradan güçlendirmeye çalışıyor. Bunlar seçim için yapılan operasyonlar değil, ama zaten, bu operasyonlar yapılıyordu ama yeni operasyonların zamanlaması seçimlere denk getirilmek isteniyor. Böylelikle bir taşla iki kuş vurma taktiği izleniyor. Savaşın yeni hamlelerini seçime endeksli olarak yürütüyor.

-Daha önceki bir konuşmanızda 'Türkiye’de barış olmazsa Ortadoğu’da barışı sağlamak çok zor olur' demiştiniz…

Elbette, Türkiye Ortadoğu’nun en güçlü ülkelerinden bir tanesidir ve batı ittifakındaki tek ülkedir. Böyle olunca Türkiye’nin iç barışının sağlanması, aynı zamanda Suriye’ye, Irak’a doğrudan doğruya yansıyacaktır. Bu ülkelerde barış olunca diğer ülkelerde bundan etkilenecektir. Bu bakım dan Türkiye’de barış çok önemlidir, Türkiye’de yaşanacak bir barış Ortadoğu’yu da rahatlatacaktır. Çünkü coğrafi olarak Kürdistan sorunu, sadece Türkiye’yi, İran’ı, Irak’ı ve Suriye’yi ilgilendiren bir sorun olmaktan çıkmıştır. Bu ülkelerin dahil olduğu paktlar, ekonomik birlikler, çeşitli ikili ve çok taraflı antlaşmalar gereği daha çok ülkeyi ilgilendiren noktaya gelmiştir.

Eğer Türkiye’deki barış süreci çökmeseydi, emin olun Suriye iç savaşı bu kadar uzun sürmeyecekti ve belki de Suriye iç savaşı daha kısa sürede bitecekti. Aynı zamanda Irak’ta bu kadar iç istikrar sorunu yaşanmayacaktı.

-Türkiye’nin barışı bu kadar önemliyse o zaman barış sürecinin muhatabı Öcalan’a yönelik tecride karşı bu sessizlik neden?

Kürt Hareketinin barış noktasında her defasında Öcalan’ı muhatap göstermeleri çok önemlidir. Bir taraf benim temsilimi Öcalan yansıtıyor diyorsa siz buna saygı duymak zorundasınız, nitekim barış süreci bunu kanıtladı. Muhataplardan birisi doğrudan Öcalan’dır. Ama diğer önemli Türkiye devletinin başındaki insan Erdoğan’dır. Hem Avrupa Birliği, hem AK, hem de NATO, 2013 sürecini daha yüksek sesle ve daha kararlı bir şekilde savunmuş olsaydı belki süreç inişli çıkışlı da olsa sürdürülebilirdi.

Savaş bu kadar yaşanmayabilirdi. Bu durum Türkiye’nin savaş politikasını etkileyebilirdi. Devletler Türkiye’yi destekleseydi barış süreci başarılı olurdu demek istemiyorum, ama Türkiye’yi barış masasına kalmaya zorlayabilirdi. Tabi ki sorumluluk elbetteki taraflara aittir. Ama devletler destekleyici bir rol oynayabilirdi.

Niçin Öcalan söz konusu olduğunda uluslararası sözleşmeler uygulanmıyor sorusuna cevabı tam da buradadır. Yani bu devletler barış konusunda, Kürt sorunun çözümü noktasında biraz daha samimi olsalardı, bugün İmralı'da tecritte olmazdı, uluslararası sözleşmelerde tam olarak uygulanırdı. Türkiye sözleşmeyi uygulamadığı zaman da Türkiye’yi de ciddi anlamda uyarıp, sözleşmenin uygulanmasını sağlatabilirlerdi.