Kalkan: Uluslararası komploya karşı mücadeleyi daha çok küreselleştireceğiz

İmralı sisteminin parçalanması bilincinin giderek daha çok yayıldığına işaret eden PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, “Bu mücadeleyi çok yönlü kılarak küresel özgürlük mücadelesi, temel bir demokrasi mücadelesi haline getireceğiz” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün ve uluslararası komplonun tümüyle yenilgiye uğratılmasının Kürt sorununu yaratan, uluslararası komployu ortaya çıkartıp yürüten güçlerin maskelerinin düşürülmesine, Kürt sorununun çözümü, Türkiye'nin ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi demokratik devriminin gelişmesi için mücadele edilmesine bağlı olduğunu vurgulayan Kalkan, “İmralı, işkence, tecrit ve soykırım sistemi varoldukça komplo devam ediyor demektir. Ancak Önder Apo'nun fiziki özgürlüğüyle uluslararası komplo yok olur. Bu da Kürt sorununun çözümü demektir” diye kaydetti.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Medya Haber televizyonunda yayınlanan özel bir programda 25’inci yılına giren tecride ve sonuçlarına, Dağlık Karabağ’da Ermenilere yönelik soykırım saldırısına, Gezi Davası’nda aktivistlere verilen ağır cezalara ve Kurdistan’daki savaşa ilişkin çarpıcı tespitlerde bulundu.

Kalkan’ın değerlendirmelerinin tamamı şöyle:

Ben öncelikle tarihi İmralı direnişini ve Önder Apo'yu saygıyla selamlıyorum. İmralı, tecrit, işkence ve soykırım sistemine karşı mücadele her düzeyde sürüyor. Fakat 31 ay oldu, herhangi bir bilgi yok. Bir bilgi de alınamıyor. Bu yönlü hiçbir hukuki kural işlemiyor. Hükümler işlemiyor. Varolan durum sürüyor. Benzeri olmayan bir durum bu. Kürt halkında da, kadınlar da da, gençlerde de, insanlıkta da öfke uyandırıyor.

Bu yönlü hukuku girişimler var. Çok çaba harcanıyor. En son avukatlar açıklama yaptı; CPT’ye, diğer yerlere başvurularda bulunuyorlar. Geçenlerde son görüşmeden sonra 449 başvurunun yapıldığı ve bunlara herhangi bir yanıt verilmediği ifade edilmişti. Aileler ve avukatlar başvuru yapmışlar; herhangi bir cevap yok.

Mevcut durumda ne olduğu bilinmiyor ama dışarıdaki uygulamalar ve AKP-MHP faşizminin saldırıları dikkate alınırsa, insan İmralı'da nelerin yaşandığını anlayabiliyor. Bu konuda geçmişte yapılanlar da vardı, Önder Apo'nun ifade ettikleri de vardı. Dolayısıyla duyarlı olmak lazım, saf olmamak, son derece dikkatli yaklaşmak gerekli. Bu anlamda bir duyarlılık var. Gittikçe gelişen bir duyarlık, tepki, öfke var. Bir mücadele yükselişi de var. Dört parça Kurdistan'da da yurt dışında da eylemler var. Kürtler de, dostları da, özellikle de dünyanın değişik alanlarındaki aydınlar, siyasetçiler, sanatçılar büyük ilgi duydular, eylemler yapıldı. 

PATLAMAYA HAZIR BİR BİRİKİM VAR

Önder Apo'nun tezleri tartışılıyor birçok alanda. Rojava’da halkımız sürekli ayakta. Bakur’da büyük patlamaya hazır birikim var. Bu gözle görülebiliyor. Diğer parçalarda da öyle. Yani mücadele sürüyor. Daha fazla sürecek.

Tartışmalarda var. Son dönemlerde bize de yansıdı. Önder Apo'nun durumu, direnişinin doğru anlaşılması yönünde, rolü-misyonuna doğru yaklaşılması yönünde tartışmalar var. Bazı çevreler sıkışmışlar; komplo ve tecrit sıkıştırıyor. Bu sıkışıklıktan nasıl kurtulacaklarını arıyorlar ve kendi durumlarına göre, kendilerini biraz öne çıkarmaya çalışıyorlar. Öyle anlaşılıyor ki savaştan, tecritten sıkılanlar var. İmralı'daki mutlak tecrit durumu, işkence ve soykırım durumu artık herkesi çok derinden etkiliyor. Bu bakımdan herkes kendine göre bazı öneriler yapıyor, açıklamalarda bulunuyor. Bunlar anlaşılır durumlar. Fakat komplonun yeni bir yıl dönümünü yaşarken bir kere daha bazı şeylerin altını çizmekte fayda var.

KÜRT-TÜRK BARIŞI OLACAKSA ADRESİ ÖNDER APO’DUR

Biz hep şunu ifade ettik. Olacaksa bir Kürt-Türk barışı, bunu sağlayacak tek kişi Önder Apo’dur. Onun dışında böyle bir rol ve misyon sahibi hiç kimse yok. Böyle bir süreci geliştirebilecek hiç kimse yoktur. Bunu Kürtler de, Türkler de, devleti de, toplumu da, kadınlar da, gençler de, bütün insanlık da, dünya siyaseti de iyi bilmeli. Gerçek olan bu. Biz mücadele ederiz, savaş yürütürüz, savaş yönetimiyiz, mücadele yönetimiyiz. Baştan beri de böyle oldu. Ama bir siyasi çözüm olacaksa, siyaset işleyecek ise, demokratik çözüm gerçekleşecek ise bunun tek adresi var; Önder Apo. Bunu halkımız da her gün sokaklarda haykırıyor. Toplum bu konuda son derece duyarlı, bütün çevreler de duyarlı. Dolayısıyla herkes kendi görev ve sorumluluğuna sahip çıkmalı. Kendilerinin üzerine olmayan işlere girilmemeli, sözler söylememeli, tutumlar takınmamalı. Bu konuda çok dikkatli ve duyarlı olmak lazım. Herkes böyle olmalı. Böyle olmayanlar kaybederler. Bunu bir kere daha altını çizerek net ifade edelim, herkes de bilsin. PKK’den olur, Kürtlerden olur, başka çevrelerden olur; hiç kimse o rolü oynayamaz. Önder Apo'nun misyonunu, rolünü, konumunu üstlenemez. Bu konuda tam bir duyarlılık var. Toplumun da tam bir desteği var.

9 Ekim komplosunun yeni bir yıl dönümüne yaklaşıyoruz. 9 Ekim'e doğru gidiyoruz. Eylül bitiyor. Ekim ayına giriyoruz. Önemli bu durum. Mücadeleyi bu yıl dönümünde de, yeni yılda da daha çok yükseltmek gerekli. 25'inci yılda gerçekten de duyarlılık çok oluştu. Tartışmalar çok fazla gelişti. Önderlik tezleri, İmralı'daki durum, 25 yıldır İmralı, işkence, tecrit ve soykırım sistemi altında yaşamanın ne anlama geldiği hukuki açıdan da siyasi açıdan da çok tartışıldı, değerlendirildi. Bunlar önemliydi. Mücadele belli bir düzeyde gelişti.

Son dönemlerde şu daha çok öne çıkıyor, vurgu yapılıyor; bu 25'inci yıl dönümünde, 26'ncı yıla, komplo ve komploya karşı mücadele yılına girerken, İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemine karşı Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen mücadeleyi her alanda daha çok yükseltmek gerekir. Çağrılar oluyor. Bu yönlü doğru bu. Bu önemli ve anlamlı. Anlaşılır bir durumdur da. Fakat mücadeleyi yükseltebilmek için İmralı direniş gerçeğini doğru anlamak lazım. İmralı direnişini doğru anlayabilmek için de İmralı sistemini doğru anlamak lazım. Şimdi gittikçe herkese dokunuyor bu sistemin etkisi. Bazıları kendilerine dokununca ses çıkarmaya başlıyorlar. Ama 25 yıl geçti; neredeydin 25 yıldır, diye sorarlar insana. Ancak kendine dokununca mı hatırladın, bunun olumsuzluğunu gördün? Böyle olmamalı. Bu doğru bir tutum değil. Bu neyi gösteriyor? Demek ki İmralı sistemi anlaşılmamıştır. Tecrit deniyor sadece. Tecrit bir boyutudur. Fakat İmralı sistemini sadece tecride indirgemek, tecrit olmazsa İmralı olmaz dememek lazım. O doğru değildir. Orada büyük bir işkence var, imha süreci var, soykırım sistemidir bu sistem. Bunu arkadaşlarımız da defalarca ifade etti, ediyorlar da. Kürt soykırım saldırısı İmralı'dan yürütülüyor, yönetiliyor.

ULUSLARARASI KOMPLO SALDIRISI İMRALI SİSTEMİ OLARAK DEVAM EDİYOR

Kürt sorununu Lozan'da ortaya çıkardılar. İngiltere, Fransa, Türkiye anlaşmalar yaptı. Türkiye'yi, diğer ulus devletleri oluşturdular. Bunların üzerine yüklediler, her bir parçayı verdiler. Ama her zaman bu sorun bir ortak yönetime dayandı. Kürt soykırımını sadece TC ve Arap devletleri, İran uygulamıyor. Ortak bir yönetim vardı hep. Lozan’da bu anlaşma oldu. Ardından bu ortak yönetim, Sadabat Paktı, dönemin kapitalist modernite öncüleri olan İngiltere, Fransa bu devletlerle anlaşma yaptılar. Daha sonra Bağdat paktını yaptılar. Yine bunlar oldu. Sonra İkinci Dünya Savaşından sonra ABD katıldı. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra CENTO’yu örgütlediler. NATO’ya paralel Kurdistan’ı yönetmek için özel askeri pakt kuruldu. Bu, İran-Irak savaşıyla, İran'daki gelişmelerle kırıldı. 1980'de sistem telaşa düştü. Hemen ardından ne yaptılar? 1987'de Olağanüstü Hal yönetimini ortaya çıkardılar. Olağanüstü hal denen yönetim, aslında Kürt soykırım yönetimi idi. Onun içinde herkes vardı. Kürt sorununu ortaya çıkaran bütün güçler vardı. Kürt soykırımı o yönetimle yönetiliyordu. Türkiye hatta küresel sistem bile o yönetimi esas alıyordu. Türkiye de öyle yönetiliyordu. Şimdi ortak yönetim, 25 yıldır İmralı sistemidir. İmralı, Kürt soykırımını yürütme ve yönetme sistemi demektir. Yani soykırım oradan yönetiliyor. Dolayısıyla uluslararası komplo saldırısı, İmralı sistemi olarak devam ediyor. Bu çok açık ve net.

Dolayısıyla tecrit, bu saldırının bir yöntemi, işkence yönteminin esası aslında soykırımdır. Çünkü Kürtlere dayatılan soykırım saldırısı İmralı'dan yönetilmektedir. İmralı sistemi bir ortak yönetim. Böyle bir mutabakat var. Onun için dikkat edin, her türlü hukuksuzluk var. Her şey oluyor. Yani hiçbir kural, kaide, ahlak, hukuk ölçüsü işlemiyor. Hiç kimseden ses çıkmıyor. Herkes kör, sağır, dilsiz. Görmedim, duymadım, bilmiyorum’u oynuyorlar. O kendini demokrat sayan bütün uluslararası kurumlar… Kimseden ses çıkmıyor. Dolayısıyla şimdi Kürtlere saldırı İmralı sistemi temelinde yönetiliyor. Sadece Kurdistan’ı yönetmiyor, Türkiye’yi de bu sistem yönetiyor. Türkiye'ye gelince katı faşist diktatörlük oluyor; ırkçı, şoven, milliyetçi saldırılar oluyor. Türkiye'de seyreden birçok kesim, şimdi “bu nereden geldi, niye böyle oluyor” diye yakınıyorlar. İmralı sisteminden dolayıdır. O halde ona karşı çıkacaksın, İmralı sistemine karşı çıkacaksın. Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü için mücadele edeceksin. Başka yolu yok bunun. 

Bunu yeterince anlamama, mücadeleyi geliştirmeyi engelliyor işte. Bu mücadele Türkiye'ye çok fazla yayılmalı. Kürt toplumu, kadınları, gençleri bu gerçeği iliklerine kadar hissetti. Baştan itibaren biliyorlardı, daha fazla da bildiler ve İmralı işkence, tecrit sistemine karşı yoğun mücadele içinde oldular ama Türkiye'de birçok çevre öyle olmadı. Bazı kesimler öyle yaklaşmadı, uzak durdular. Demokratik görevlerini yerine getirmediler, demokratik tutum sahibi olmadılar. Şimdi kendilerine değince bunu hatırlıyorlar. Biraz geç kaldılar ama yine de zararın neresinden dönersen kardır misali, herkes bu gerçeği görmeli, bilmeli, dikkat etmeli. Dolayısıyla İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı, soykırım sistemine karşı herkes duyarlı olmalı. Herkes doğru anlayarak, bunun kendine dönük bir saldırı olduğunu bilerek, İmralı işkence ve tecrit sisteminin parçalanmasının, kendisinin özgür yaşama, demokratik yönetime ulaşması olarak görüp kendi mücadelesi olarak sahip çıkıp yürütmeli.

25 YILLIK SALDIRI DA DİRENİŞ DE BENZERSİZDİR

Komploya karşı bu 25 yıllık büyük direnişi selamlıyorum. Halkımızın, tüm hareketimizin, dostlarımızın Önder Apo öncülüğünde yürüttüğü tarihin en büyük, en anlamlı mücadelesi bu. Güneşimizi Karartamazsınız fedai direnişinin kahraman şehitleri şahsında da uluslararası komploya karşı 25 yıldır direnerek şehit düşen herkesi saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Önder Apo'yu, İmralı sistemini, İmralı direnişini en iyi anlayanlar onlar oldular. Zamanında en doğru tutumu onlar geliştirdiler, ortaya koydular. Önder Apo'nun etrafında ateşten çember oluşturdular. Ve gerçekten de uluslararası komplonun başarısız kalmasında, Önder Apo'nun güvenlik, sağlık sorunlarına sahip çıkmada en temel rolü oynadılar. Şimdi de bu rolü oynamaya devam ediyorlar.

Şimdi 25 yıl, çeyrek asır! 9 Ekim 98 komplosu çeyrek yüzyılı doldurdu. Artık onun ötesine geçecek, 26'ncı yıla girilecek. 25 yıldır İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi temelinde Kürt toplumuna küresel kapitalist modernite sistemi mevcut devletler eliyle saldırı yürütüyor. Buna karşı da Kürt halkı, hareketimiz, gerilla güçlerimiz, tüm dostlarımız; aslında insanlık direniyor. 25 yıllık bu saldırı da benzersizdir, buna karşı direniş de benzersizdir. Yani Kürt sorununun bir benzeri yok. Dolayısıyla Kürt sorunundan çıkan İmralı sisteminin de bir benzeri yok. Benzetme yapabilenler en çok  Mandela’ya benzetiyor ama onu değerlendirenler de “Mandela’ya böyle davranılmadı” diyor. Doğru. Benzemiyor yani. Kısmen, çok az benziyor. Büyük çoğunlukla benzemiyor. Bu gerçeğin görülmesi lazım.

Komployu kimler tezgahladı? Kürt sorununu kimler yarattıysa, Kürt sorununun çözümsüzlüğünü kimler istiyorsa onlar yarattılar. Bunlar çok açıktır. ABD yönetimi üstlendi, zaten yürüttü de. ABD, İngiltere, İsrail karar verdi, planladı; ABD öncülüğünde de yürüttüler. Yani bütün iktidar ve devlet sistemini de bu komplonun içine kattılar ihtiyaç duydukça.

ÖNDER APO O DUVARLARI ÇOKTAN PARÇALADI

Hedefi neydi? Önder Apo'nun imhası idi. Bir günde, 9 Ekim'de Önder Apo'yu imha ederek PKK'yi tasfiye edebileceklerini ve bu temelde Kürt soykırımını başarıya götüreceklerini umut ediyorlardı. Böyle hesap etmiş ve anlaşmışlardı. Şimdi aradan geçti 25 yıl. 25 yıl kaç gün ediyor, hesaplayalım. Bu kadar yıl geçti, başarısızdırlar. İmhayı boşa çıkardı Önder Apo. Kim vurduya getirme temelinde idamı boşa çıkardı. İmralı çürütme politikasını boşa çıkardı. Tecridi boşa çıkardı. Geliştirdiği yeni düşünceyle, paradigma değişimiyle, üçüncü önderlik doğuşuyla ve bunu en kıt imkanlarla harekete, halka, insanlığa ulaştırarak, kendisini dünyanın her tarafına yaydı. Şunu söyledi; savunmalar nerdeyse ben oradayım. Savunmalar şimdi dünyanın dört bir yanındadır. O halde Önder Apo, dünyanın dört bir yanındadır. İmralı duvarları içerisinde tutulmuyor. Yani bazıları öyle tuttuklarını sanıyorlar ama o çoktan aşıldı. O duvarları çoktan parçaladı Önder Apo.

Şunu ifade etmek istiyorum; 25 yılda uluslararası komplo defalarca boşa çıkartıldı, başarısız kalındı, yenilgiye uğratıldı. Bu gerçeği görmek lazım. Tekrar tekrar saldırı planları yaptılar ve uygulamaya koydular. Ne yaptılarsa başarılı olamadılar. Başarısızdır. Komplo amaçlarını gerçekleştiremedider. Fakat tabii ki İmralı sistemini Kürt soykırımını yürütmenin ve yönetmenin sistemi haline getirdiler. Ortak yönetimi İmralı sistemi temelinde sürdürüyorlar. Böylece Kürt soykırımını uygulamada kararlılar, ısrarlıdırlar, çıkarları onu gerektiriyor. Kürt sorununun çözümünden ödleri patlıyor, korkuyorlar. Kürt sorunu çözülürse, Kürtlere özgürlük tanınırsa, o zaman bu yüzyılda söylediklerinin hepsinin yalan, yediklerinin hepsinin haram olduğu ortaya çıkacak. Suçlu oldukları görülecek, hesap verecekler. Böyle bir hesap vermekten kurtulmak, kaçmak için Kürt sorununu devam ettiriyorlar.

25 YILLIK SALDIRIDAN KİMLER, NELER KAZANDI?

Kürt özgürlüğünü engelliyorlar. Bir de çıkar sağlıyorlar buradan, kazanç sağlıyorlar. Bu 25 yılda uluslararası komplo temelindeki saldırıdan kimler neler kazandı? Hangi tekelci güçler, sermayedarlar ne kadar kazanç sağladılar? Araştırmaya değer.

Şimdi 25'inci yıl dönümünde dönüp 25 yıla bakıldığında Kürt sorunuyla Kürtlere dayatılan soykırım zihniyet ve siyasetiyle tümüyle bağlı olan bir durum bir dünya gerçeğiydi. Dolayısıyla yaşanan Üçüncü Dünya Savaşı denen süreçle de bağlantılıydı. 25 yılda Ortadoğu kan gölüne döndü. Kurdistan, Türkiye kan gölüne döndü. Bunu komplocu güçler, komplocu saldırı yaptı. Ne kadar kan döküldü, ne kadar imkan harcandı? Bunların aslında araştırılıp bir iyi bir dökümünün yapılması, uluslararası komplo saldırısının ne anlama geldiğini, nelere yol açtığını göstermek, ortaya koymak lazım. Dikkat edelim, Saddam Hüseyin yönetimini paramparça ettiler. Onunla bağlantılıydı. Ortadoğu'ya ne tür askeri müdahalelerde bulundular? Suriye'nin haline, Irak'ın haline bakalım. Afganistan ne duruma geldi? Kurdistan'ın ve Türkiye'nin durumu ne? Paramparça olmuşlar. Toplumsal dokular ortadan kalkıyor, yok oluyor neredeyse. İş o noktaya kadar getirilmiş. Sorunlar ağır, ulaşacağı kadar ağırlaşmış. Her türlü şoven milliyetçilik, bölünme, parçalanma, çelişki, çatışma had safhada. Yani ulus devlet sisteminin aslında bir savaş, çatışma, faşist diktatörlük, düşmanlık olduğu, topluma ve başka toplumlara düşmanlık, savaş demek olduğu bu 25 yılda daha iyi görüldü.

Bir de şöyle diyelim. Mesela uluslararası komplo olmasaydı ya da ilk anda başarısız kılınsaydı durum ne olurdu? Kürt özgürlüğü ve demokrasisi Güney Kurdistan'a yayılıyordu. Irak üzerinden Arabistan'a yayılacaktı. Bütün bu çelişki ve çatışmaların hiçbirisi olmayacaktı. Kardeşlik, halklar arasında daha iyi ilişkiler gelişecekti. İmkanlar, fırsatlar bu temelde kullanılacaktı. Yani insanların, kadınların, gençlerin özgür yaşamlarını, demokrasilerini geliştirmeleri için kullanılacaktı.

Şimdi Ortadoğu'nun durumu ortada. Türkiye'nin durumu çok daha fazla ortada. Tüm Türkiye ne hale geldi bu süreçte? Evet, bir Tayyip Erdoğan kişiliği çıktı. İstanbul sokaklarında futbol topu peşinde koşan bir kişi semirdi semirdi; şimdi Türkiye'nin tek sahibi haline geldi. Yani komplodan bir beslenen oyduysa 25 yılda Türkiye neler kaybetti? Ülke, toplum neler kaybetti, ne kadar kan döktü? Ne kadar milyar dolar bu savaş için harcadı? Dış ilişkileri, iç ilişkileri ne duruma geldi? İşte eskiden, Anadolu’ydu. Bu Asya ile Avrupa arasında köprü olarak görülüyordu. Stratejik konum pazarlanıyordu sürekli. Tarihi İpek Yolu, Asya Avrupa arasındaki ticaret buradan geçiyordu. Ne oldu? En son Hindistan'daki G20 toplantısı, ardından imzalanan anlaşmalar, ilan edilen anlaşmalarla İpek Yolu gerçekten de tarih oldu. Yeni Asya ile Avrupa arasında yeni enerji yolları ortaya çıktı, ticaret yolları oluştu. Karadeniz'in kuzeyinden bir de Hindistan, Suudi, İsrail, Güney Kıbrıs ve Yunanistan üzerinden... Türkiye stratejik konumunu da kaybetti, köprü olma konumunu da kaybetti. Tarihsel rolünü kaybetti. Artık askeri ve ticari olarak çok fazla anlam ifade edemez bir konuma geldi. Neden? Bu soykırımcı zihniyet ve siyaset nedeniyle, uluslararası komplo saldırısı nedeniyle, yürütülen savaş nedeniyle istikrarsızlık var, savaş var diye herhangi bir sermaye gelmiyor. Gördünüz; Tayyip Erdoğan Amerika'ya gitmiş, neredeyse sokakta çağrılar yapıyordu; Türkiye'ye gelin yatırım yapın diye. Kimse gelmiyor, gelmez. Sermaye de istikrar istiyor, güven istiyor. Bu kadar savaş, çatışma ortamında kimse yatırım yapmaz tabii.

TÜRKİYE’Yİ SEVENLER 25 YILLIK GEÇMİŞİ BİR İRDELESİN

İşte Türkiye'yi bu noktaya getirdi. Yani tarihsel önemini, rolünü de kaybetti. Türkiye sistemden ciddi dışlanır hale geldi. Devlet diye bir şey ortada yok zaten. Devlet çözüldü, dağıldı. Geriye Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli çeteciliği kaldı. Bir çete sistemine dönüştü. Mustafa Kemal'in çabalarla kurmak istediği, özen gösterdikleri o devletin d’si bile kalmadı ortada. Gerçek bir çöküş halindeler. Biz şunu hep ifade ettik. Yani bu yönetim Türkiye'yi çöküşe götürüyor, felakete götürüyor. Şimdi insanlar felaketin içinde yaşıyor ama farkında değil. Dikkat edelim, böyle bir durum ortaya çıktı. Basın, herkes uydurma gündemler yaratarak bu gerçeği hep gizlemeye çalışıyor. Tayyip Erdoğan hala başarılıymış gibi reklam yapmak istiyorlar. Halbuki hepsi uydurma, yalan. Önder Apo şunu söyledi; komplo Kürtlerden çok Türkleredir. Komplodan Kürtler kadar Türkler de zarar görecek. Bu komplo Kurdistan'a dönük olduğu kadar Türkiye'ye dönüktür de. O zaman, zamanın Başbakanı Bülent Ecevit de bundan etkilenmişti. Kuşku duymuştu. Apo'yu bize niye verdiler, anlayamadım diye. Adam söylendi, öldü gitti sonra. Bir türlü anlayamadı. Gerçekten de niye verilmişti?  Şimdi 25'inci yıl dönümünde Türkiye'yi sevenler, 25 yıllık geçmişi bir irdelesin. Niye verildiğini görsünler, anlasınlar. Türkiye'yi bu hale getirmek için verdiler. Ve bu hale de getirdiler. Uluslararası komplo saldırısını yaparak, arkadan destek vererek, hep “biz destekleyeceğiz, siz saldırın, şunu bunu yapın” diyerek… İşte bu noktaya getirdiler.

9 EKİM KOMPLOSU ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞININ ÇOK ÖNEMLİ BİR AŞAMASIDIR

O halde 25 yılda tabii ki kazananlar oldu. Para babaları, tekelci sermaye güçleri, küresel düzeyde de bölgesel düzeyde de kazandılar. Baskı ve sömürü sistemini savaşla yürüten güçler bundan yarar gördüler. Saddam Hüseyin yönetimini yıkabilmek için ABD'nin böyle bir saldırıya ihtiyacı vardı. En temel Üçüncü Dünya Savaşı saldırılarından bir tanesi, 9 Ekim uluslararası komplosuydu. Önder Apo, Üçüncü Dünya savaşının çok önemli bir aşaması, hamlesi olarak değerlendirdi, ki doğru olan buydu. Bu yönünü kazananlar oldu.

Büyük Ortadoğu Projesi vardı; ABD örgütüleyemedi. Evet, Irak, Suriye bilmem diğer yönetimleri zayıflattı. İsrail'in güvenliğini bu zayıflamaya bağladı. Öyle bir durum ortaya çıkardı ama istikrarlı bir sistem oluşturamadı. Suriye'de, Irak'ta yaşananlar ortada. Herkes tetikte, anında kan gövdeyi götürüyor işte. Musul'da, Kerkük'te olanları görüyoruz; insanları yakıyorlar, yıkıyorlar, zehirliyorlar. Ortada bir yönetim de kalmadı. Toplumlar arasında herhangi bir ilişki, güven de kalmadı. Bu duruma getirdiler. Kazandıkları, bir enerji yolu örgütlemek oluyor. O, projeye dönüştü. Onun dışında amaçladıklarını gerçekleştiremediler. Bu anlamda komplo saldırısından kazanç sağlayanlar oldu. Savaştan, kandan beslenenler komplo saldırısından beslenirler. Ama onun dışında öyle kimse çok yarar görmedi.

KÜRTLERDE ÖZGÜRLÜK BİLİNCİ EN BÜYÜK KİTLESEL DÜZEYE ULAŞTI

Kürtler evet büyük acı çektiler, ağır bedeller ödediler ama büyük devrimsel gelişme de yaşadılar. Özgürlük bilinci, komploya karşı mücadelede en büyük kitlesel düzeye ulaştı. Kürt toplumu, üçüncü önderliksel doğuş, bütün ezilenlerin önderi olarak kendi içinden önder çıkardı. Önder Apo'nun paradigma değişimi, 5 bin yıllık iktidar ve devlet sisteminin ortaya çıkardığı tüm toplumsal sorunlara; başta Kürt sorunu ve kadın sorunu olmak üzere bir çözüm projesi, çözüm zihniyeti olarak ortaya çıktı, ki bu sorunlara çözüm üretebilen başka hiç kimse yok.

Rojava devrimi gelişti. En önemlisi Jineoloji gelişti. Kadın özgürlük devrimi böyle bir bilimsel temele dayanarak gelişti ve bugün dünyaya yayılıyor. Jin jiyan azadî devrimi bütün dünya kadınlarını etkisi altına alıyor. Öyle anlaşılıyor ki geçmişte de sosyalistler hep dünya devriminden beklediler. Bu devrimin öncü gücü, motoru, esası kadın özgürlük devrimi olacak. Jin Jiyan Azadî'nin bu kadar etkileyici olması, diğer yandan sistem açısından da erkek egemen zihniyet ve siyaset açısından da bu kadar korkutucu olması bundan ileri geliyor, bu gerçeği gösteriyor.

Kan döktüler, bedel ödediler, acı çektiler ama Kurdistan özgürlük ve mücadelesi gelişti, örgütlülüğü gelişti. Kürt toplumu kendini dünyaya tanıttı, insanlığa tanıttı. Kürt kadınları, gençleri kendilerini dünya kadınlarına ve gençlerine tanıttılar. Özgürlük bilinci ve eylemi, küreselleşti, bütün insanlığa ilham veren, coşku, heyecan kazandıran bir mücadele haline geldi.

DAİŞ faşizmine karşı mücadele bunu ortaya koydu. Aslında DAİŞ’in bir tarafı da AKP ile MHP'dir. Bunu herkes de biliyor ama bazıları çıkarı gereği saklıyor. Ama DAİŞ’i saklayamadılar. DAİŞ’e karşı mücadele, kadın özgürlük devrimi, Rojava'daki-Kuzey ve Doğu Suriye'deki demokratik ulus örgütlülüğü, aslında insanlık için yeni bir umut kaynağı oldu. Türklerle Kürtler birbirlerinin yüzüne bakıyorlarsa bu mücadele sayesindedir. Türkiye'de, Ortadoğu'da küresel düzeyde insanlığın hala bir umut taşıma durumu varsa bu mücadele sayesindedir. Herkes ilhamını buradan alıyor ve bu umudunu burada yeşertiyor. Coşku, heyecan, moralini bu mücadeleyle sağlıyor. Bundan daha büyük gelişme olamaz. Yokluğun sınırındaki Kürtlük, 25 yılda uluslararası komploya karşı Önder Apo öncülüğünde, İmralı direnişi öncülüğünde direnerek, bedel ödeyerek böyle büyük bir küresel güç haline kendisini getirdi.

ÖNDER APO’NUN FİZİKİ ÖZGÜRLÜĞÜYLE ULUSLARARASI KOMPLO YOK OLUR

25 yıl önemliydi. Hukuki açıdan da önemliydi. Biz onun üzerinde durduk, hala da duruyoruz. Hala da hukuki çevreler kesinlikle üzerinde durmalılar. Yani bütün Türkiye'nin bağlı olduğu, daha doğrusu Kürt sorununu yaratan, uluslararası komployu ortaya çıkartıp yürüten güçlerin hukukları bunu reddediyor, görmezden geliyorlar. Yalanla, hileyle durumu gizlemeye çalışıyorlar. Maskeleri düşürmek lazım, Gerçekleri açığa çıkartmak gerekiyor. Araştırmak, incelemek, bilince çıkartmak gerekli.

Tabii yalnız başına onunla sonuç alınmaz. Kürt sorununun çözümü için, Kürtlerin özgürlüğü için, Türkiye'nin demokratikleşmesi için, bu temelde Ortadoğu demokratikleşmesinin, demokratik devriminin gelişmesi için mücadele etmektir. Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü, uluslararası komplonun tümüyle yenilgiye uğratılması buna bağlı. İmralı, işkence, tecrit ve soykırım sistemi varoldukça komplo devam ediyor demektir. Ancak Önder Apo'nun fiziki özgürlüğüyle uluslararası komplo yok olur. Bu da Kürt sorununun çözümü demektir. Kürtlere dayatılan faşist, sömürgeci, soykırımcı zihniyetle siyasetten uzaklaşmak demektir. Aşmak demektir bunu. Bunun kötü olduğu, yanlış olduğu, insanlık suçu olduğunu kabul ederek buradan kendini çıkartmak demek, yani kurtarmak demek. Bu suçtan uzaklaşmak demek. Bu gerekiyor. Bunu böyle bilenler, anlayanlar, bu suça karşı olanlar daha fazla mücadele eder, çaba harcarlar ise gelişme olur.

MÜCADELE KAZANDIRIYOR, KÜRESELLEŞTİRECEĞİZ

Mücadele İmralı duvarlarına çarpıyor, fazla sonuç vermiyor diye düşünenler varsa 25 yılda ortaya çıkan kazanımlara baksınlar. Neler oldu neler. Bu 25 yılda mücadeleyle insanlık tarihinin en büyük özgürlükçü, demokratik, insani gelişmeleri yaşandı, ortaya çıkartıldı. Demek ki mücadele kazandırıyor. Hem de çok büyük kazandırıyor. Bu bakımdan 26'ncı yılda 9 Ekim 98'de başlayan bu uluslararası komplo zihniyetine, siyasetine, pratiğine karşı topyekun direnişi her alanda, her düzeyde geliştirmek lazım. Dört parça Kurdistan'da, bütün Ortadoğu'da, dünyanın dört bir yanında bunu yürütmek gerekiyor. Hukuki, siyasi her boyutta, her yöntemle, imkanla, araçla kesinlikle Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü, Kürt sorununun çözümünü hedefleyen mücadeleyi geliştirmemiz lazım. Daha etkili, daha radikal mücadele yöntemleri, daha bütünlüklü toplu mücadele yöntemleri bulup geliştirmemiz gerekli. Bu mücadeleyi kendi mücadelemiz olarak görerek daha çok birlik yapıp, güç ortaya çıkartıp mücadeleyi büyütmemiz gerekli. Yeni bir hamle, yeni bir çıkış, büyük çıkış gerekiyor. Bu yönlü çağrılar var. Umut veriyor. Herkes duyarlı. Şu ortaya çıktı. 25'inci yıl hem bir bilinç yarattı hem de 25 yıllık saldırıda artık insanlar biraz şuna ikna oldular. Bu hepimize dönük bir saldırı, merkezi saldırı sistemi. Hepimiz zarar göreceğiz. İmralı sisteminin parçalanması, uluslararası komplonun yenilgiye uğratılması, ortadan kaldırılması bilinci gittikçe daha çok yayılıyor. Herkes görüyor. Böyle bir mücadeleye yönelim daha çok gelişiyor, gelişecek. Hareket olarak biz mücadelemizi daha doğru, daha etkili yürüteceğiz. Gerilla, savaşını bu faşist, sömürgeci, soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı başarı çizgisinde her zaman geliştirecek. Kadın, gençlik hareketlerimiz, tüm halkımız, yurtsever insanlarımız nerede olurlarsa olsunlar, Önder Apo'nun özgürlüğü hepimizin özgürlüğüdür diyerek, her türlü cesaret ve fedakarlığı gösterip mücadele ediyorlar, edecekler. Daha çok büyütecekler. Bu mücadeleyi daha çok yayacağız, daha çok yönlü kılacağız, daha zengin yöntemlerle geliştireceğiz, daha çok küreselleştireceğiz, bölgeselleştireceğiz ve gerçekten de bir insanlık mücadelesi, küresel özgürlük mücadelesi, temel bir demokrasi mücadelesi haline getireceğiz.

ULUSLARARASI KOMPLO BESLEMELERİNİ ÇÖKERTECEĞİZ

En başta da demokrasi düşmanı olan, uluslararası komplodan beslenen, bu komplonun türettiği kesimlere darbeler vurarak, onları yenilgiye uğratarak, çökerterek bunu yapacağız. Kim beslendi bu uluslararası komplodan? Geçen 25 yıl içerisinde Türkiye'de Tayyip Erdoğan beslendi. Bu uluslararası komplo beslemesidir. Uluslararası komplo olmasaydı Tayyip Erdoğan hiç olmayacaktı.

Kurdistan'da kim beslendi uluslararası komplodan? Kurdistan'ın Tayyip Erdoğan’ı kim? Barzaniler. Onlar beslendi, ihanet beslendi. Uluslararası komplo özgür Kürtlere, özgür Kürt iradesine, özgür Kürt duruşuna saldırarak Kürt’ü, özgür Kürt’ü yok etmek istedi. Kürt posa olarak kalsın, dedi. Posa olarak kalan, kendine ihanet etmiş, ulusal varlığına, ülkesine ihanet etmiş, basit maddi çıkarlar için, bireysel ailesel çıkarlar için her şeyini satan sözde Kürt, özde Kürtlüğünü de insanlığını da Kürt halk değerlerinin tümünü kaybetmiş insana benzer yaratıklar kalsın dediler. Böyle yaratıklar da ortaya çıkardılar günümüzün ihanetçileri. Türkiye'de komployu sürdürenler, Kurdistan'da komployu sürdürenler bu kesimlerdir. Her türlü özgürlüğü, demokrasiyi engelleyenler bu kesimlerdir. O halde komploya karşı mücadele Türkiye'de faşist diktatörlüğe karşı mücadeledir, Kurdistan'da işbirlikçilere ve ihanete karşı mücadeledir. Komploya karşı mücadele, İmralı işkence ve tecrit sistemine, soykırım sistemine karşı mücadele, faşist diktatörlüğe ve işbirlikçilik ile ihanete karşı mücadeleden ayrılmıyor. Komploya karşı komployu yenecek mücadele geliştikçe faşist diktatörlükle, işbirlikçi ihanetçilik yenilecek, İmralı sistemi parçalanacak, faşizm yıkılacak, Önder Apo fiziki özgürlüğüne kavuşacak, Kürt özgürlüğü ve Türkiye'nin demokratikleşmesi sağlanacak. 26'ncı mücadele yılında bunu her düzeyde, her alanda, bu ruhla, bu bilinçle, hedefle geliştireceğiz. İnanıyoruz, mutlaka kazanacağız.

SOYKIRIMCI ZİHNİYET ULUSLARARASI DESTEKLE KARABAĞ’DA SÜRÜYOR

Karabağ’daki gelişmeler soykırımla bağlantılı. Birinci Dünya Savaşı içerisinde bu soykırımcı zihniyet ve siyaset ortaya çıktı. Küresel kapitalizmin, emperyalizmin zihniyeti ve siyaseti olarak ortaya çıktı. Savaş içerisinde bu, İttihat Terakki yönetimine, ardından Kemalistlere yedirildi. Onlar eliyle uygulanır hale getirildi. 1915’te Kilikya’da başlatılan Ermeni soykırımı şimdi Karabağ'da sürdürülüyor. 110 yıldır devam ediyor bu. Ermeni Soykırımı oldu, Rum Soykırımı oldu, Asuri Süryani Soykırımı oldu, Kürt soykırımı oldu. Bu halkları hedefleyen, İttihatçı ve Kemalist yönetimler tarafından yürütülen, küresel kapitalist modernite sistemi tarafından da desteklenen, beslenen bir soykırımcı zihniyetle siyaset var, saldırı var. Bu halklar 100 yıldır, 110 yıldır böyle soykırımcı bir saldırı altındalar.

Bugün Karabağ'da olan da budur. Yani göçertiliyor, tehcir ediliyor. Tehcir, zorla yerinden yurdundan bir toplumu göçertmedir. Bu soykırımın temel ilkelerinden bir tanesidir. Bir tanesi fiziki katliamdır, bir tanesi demografi değiştirme, bir tanesi asimilasyon, kültürel soykırım, bir tanesi de tehcir; yani toplu göç ettirmedir. Toplu göç ettiriyor, yolda da katlediyorlar. 1915'te Kilikya Ermenilerinden başladılar ve Ermenilerin bulunduğu her yere İttihatçı yönetim tarafından yayıldı bu. Önce yerlerinden yurtlarından sürdüler. Sonra da yolda bir çoğunu katlettiler. Şimdi Karabağ'dakine bakınca, olup bitenlere bakınca insan onu anımsıyor, hatırlıyor. Ne çıkıyor ortaya? Soykırımcı zihniyet ve siyaset varlığını sürdürmeye devam ediyor. Bir yandan Ermeni soykırımına karşı çıkıyoruz diyen devletler oldu. Kararlar çıktı ama onların gözü önünde, hem de onların desteğiyle, isteğiyle başka yerdeki Ermeniler, ama birbiriyle bağlı olan Ermeniler aynı durumu yaşıyorlar.

Bu, soykırımcı zihniyet ve siyaseti anlamak açısından çok önemli. Şu ortaya çıkıyor. Bu iktidar ve devlet sistemi, soykırımcı zihniyetle siyasete sahip artık. Faşisttir, dolayısıyla bununla yüzleşmesi gerekiyor. Şu bu devletin Ermeniler için soykırıma uğramışlar diye dil ucuyla söylemeleri bir şey ifade etmiyor. Soykırım suçuyla yüzleşmeyen sadece Türk egemenleri, TC yöneticileri değil; diğerleri de buna ortaktırlar. Bu devletlerin hepsi ortak. İngiltere, Fransası, Amerikası, Almanyası hepsi ortak ama hiç birisi yüzleşmiyor. Soykırımı insanlık suçu diye yazıyorlar ama bir yerdekine diyor, diğer tarafta da uygulamaya yeni soykırımlar yapmaya devam ediyorlar. Dolayısıyla yüzleşmediler. Bu soykırım suçunu mahkum etmediler. Soykırımcı zihniyet ve siyasetten arındırmadılar. Bu siyaset, düşünce yapısı, ideoloji, özellikle de devletçi-iktidarcı zihniyet ve siyasetten kendisini kurtarmadı. Dolayısıyla günümüzde olan, görülen bu. Demek ki değişen bir şey yok. O Ermeni soykırımı diyerek gözyaşı döken ellerin gözyaşları, timsahın gözyaşı dökmesine benziyor. Onun ötesinde bir anlam ifade etmiyor. Hem de bugün göz önünde en basit çıkarlar için yapıyorlar.

SUÇ ORTAĞI ERMENİLER DE VAR

Aslında kendisine Ermeni yönetimi diyen de bunun ortağıdır. Hem de en başta gelen ortaklarından. Öyle onlar da dışında değiller. Türkiye işin içerisinde. Basit bazı çıkar mücadeleleri için bir toplum tümüyle yerinden yurdundan sürülüyor. Bunda hiç kimse herhangi bir olumsuzluk görmüyor. Bir karşı çıkış yoktur mesela.

Sadece orada yerel düzeyde olanlarla bağlantılı değil bu. Demek ki aslında 1915 savaşı devam ediyor. Arada bazı dönemler geçmiş ama değişen hiçbir şey olmamış. Bugün Üçüncü Dünya Savaşı dediğimiz süreç, zihniyet ve siyaset olarak Birinci Dünya Savaşının doğrudan bir devamı konumunda. Çünkü soykırımcı uygulamaları, zihniyetleri, siyasetleri devam ediyor.

Buna karşı duruşları selamlıyorum. Bu soykırım karşısındaki kendi yerinde, yurdunda durup özgür yaşamak isteyenlerin çabalarını, tutumlarını selamlıyorum. Bu uğurda şehit düşenleri saygıyla anıyorum.

O alanda Kürtler de vardı. Hiç kimse Kürtlerden söz etmiyor. Laçin koridoru vardı mesela. Kızıl Kurdistan diyorlardı bir dönem ismine. Daha önceki çatışmalarda öne çıktı, sürüldü, bir kısmı katledildiler, biliyoruz. Ama şimdi her nedense Kürt'ten hiç söz edilmiyor. Kürtler tümden yok mu edildiler orada?

Diğer yandan Azerbaycan'da da Kürtlerin olduğu söyleniyor. 600 bin Kürt, 1 milyon Kürt asimile olmuş deniliyor. Hatta bu Aliyev ailesine de Kürt diyorlar. Yani bir Barzani hanedanı da demek ki orada var. Böyle başkalarına dönüp de soykırımcı saldırı yapıyor. Kendilerine dönük de soykırımları destekliyor, ortağı oluyor. Yeter ki basit maddi çıkarlar kazansınlar, kendilerini yaşasınlar. Dolayısıyla gerçekten de yüz karası bir durum  Karabağ'da yaşananlar, Ermeni toplumuna yapılanlar. Ermeni toplumu bunu iyi değerlendirmeli. Önder Apo, Savunmalar’da çok temel bir değerlendirme ortaya koydu. Herkesi doğru anlamaya, eleştirel, öz eleştirel yaklaşmaya, doğru sonuçlar çıkarmaya çağırdı. Kürtler olarak biz yapıyoruz dedi. Ermeniler de yapmalılar. Bu böyle bir şeye alet olanları anlayış olarak, tutum olarak, içlerinden atabilmeliler. Yargılayabilmeliler. Çünkü suç ortağı olan Ermeniler de var.

BU SAVAŞIN HEDEFİ SADECE GERİLLA DEĞİL

Bugün yapılan açıklamada vardı. Zap Direnişi'nde şehit düşmüş yoldaşlar var; Egîd, Serdar ve Mahir Başkale yoldaşlar. Bu yoldaşları ve onların şahsında tüm Zap, Avaşîn, Metîna; Medya Savunma Alanları direnişinin kahraman şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum.

Kurdistan'ın dört bir yanında faşist, sömürgeci, soykırımcı saldırılara karşı kahramanca direnen bir gerilla gücü var, öncülüğü var. YJA Star ve HPG komuta ve savaşçı gücü, özgürlük savaşçı gücü var. Kuzey Kurdistan'ın her alanında da bu geçen dönemde çatışmalar oldu. En son Amed'de Axîn Mûş yoldaş ve grubu şehit düştü. Axîn yoldaş şahsında da Kuzey Kurdistan'ın dört bir yanında Serhat’tan Mardin'e, Botan'dan Dersim'e kadar, yine kentlere, ovalara yayılma temelinde AKP, MHP faşist saldırganlığına karşı direnerek şehit düşen tüm kahraman şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum.

Büyük mücadele yürütüyor gerilla. Medya Savunma Alanlarında da böyle, Kuzey Kurdistan'ın dört bir yanında da böyle. Amed direnişi nasıldı? Axîn yoldaşların direniş gerçeği iyi incelenmeli, anlaşılmalı. Tarih yazdılar, insanüstü davranışlar gösterdiler. Bu kadar ağır baskı zulüm altında gece gündüz demeden günlerce, aylarca, yıllarca faşist, sömürgeci, soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı savaş halinde oldular. Özgürlük bilinciyle, özgürlük ruhuyla, özgürlük tutkusuyla bunu yaptılar.

Axîn yoldaş gerçekten de yeni ve büyük bir direnişçiydi. Daha önce Botan sahasında da kaldı. Gabar’da uzun süre mücadele etti. Yeni dönemde gerillanın gelişmesi, kendini yenilemesi, değiştirmesi, anlayış olarak, teknik olarak, tarz olarak yeni dönem gerillacılığı denen düzeyin ortaya çıkartılmasında en önde mücadele etti. En çok katkısı olan yoldaştı. Mücadeleye her zaman kadın özgürlük çizgisinde fedaice katıldı. PAJK’ın YJA Star'ın öncü militanı oldu, komutanı oldu. Özgür yaşamı, özgür tutumu, özgürlük ruhunu her zaman en önde tuttu, özgürlük aşkıyla yaşadığı hiçbir zorluğu engeli tanımadı. Bu büyük mücadelenin, kahramanlığın sahibi oldu, yaratıcısı oldu. Anlamak lazım. Yani bütün kadınlar, gençler iyi anlamalı, hepimiz iyi anlamalıyız. Öyle şehit düştüler deyip geçmemek lazım. Nasıl yaşadılar, neyi duydular, ne istediler, aradılar, neyi ön gördüler, geleceğe nasıl bakıyorlardı? Duyguları neydi, tutkuları neydi? İşte Kemal Pir yoldaşın “yaşamı uğruna ölecek kadar sevmek” sözü var. Özgür yaşama nasıl bir tutkuyla bağlıydılar? Apocu özgürlük çizgisinde nasıl bir ruh, bilinç, irade kazanmışlardı? Nasıl yaşadılar, nasıl savaştılar ve nasıl şehit düştüler? Bunların hepsini tabii doğru anlamak, doğru takip etmek gerekiyor.

Bir kere daha bu kahraman şehitlerimizi anıyor, amaçlarını başarma sözünü yineliyorum. Savaş Medya Savunma Alanlarında daha şiddetli sürüyor. Bu konuda aylık bilançoyu da birkaç gün içerisinde Merkez Karargah Komutanlığı, HPG BİM kamuoyuna açıklayacaktır. Bunu aylık olarak da, günlük olarak da sürekli yapıyor. Sonuçlar orada görülecektir. Savaş Kuzey Kurdistan'ın her tarafında. Aslında Rojava, Başûr da savaş içerisinde. Savaş sadece dağda değil şehirde, ovada. Her alanda HBDH milislerinin, YPS savaşçılarının çeşitli biçimlerde kendisini örgütleyen güçlerin eylem haberleri geliyor. Kürt gençliği, Türkiye gençliği direniyor sömürgeciliğe karşı, soykırıma karşı, faşizme karşı, AKP-MHP faşist diktatörlüğüne karşı devrimci değerlere sahip çıkarak direniyor, kahramanca savaşıyor. Bu direnişlerin tümünü saygıyla selamlıyorum, Başarılar diliyorum. Başarılı olacaklarına da inanıyorum.

Savaşın düzeyi için çok bir şey belirtmemiz gerekmiyor. Merkez karargahımız açıklamalar yaptı, sürekli değerlendiriliyordu. Bugün de açıklamalar vardı. Tıkanıp hareket edemez hale gelince hava saldırılarını daha fazla artırıyorlar, kimyasal silah kullanıyorlar, taktik nükleer bomba kullanıyorlar. Bugünkü haberlerde vardı, yerlerde yeniden bunları yaygınca kullanmaya başladılar diye. Bu biçimde kendini ayakta tutmaya, işgal etmek için saldırdığı alanlarda hezimete uğramaktan, yenilip geri kaçmaktan kendini kurtarmaya çalışıyor. İhanetten destek alıyor. İşte KDP’nin Bradost  alanına dönük özel hareket halinde olduğu ifade edildi. Çatışmalar çıkınca durmuştur. Behdînan alanında daha fazla bu AKP-MHP faşist soykırımcı saldırganlığına destek veriyorlar. Direniş tünellerinde ve tim hareketiyle etkili bir biçimde sürüyor. Her gün onlarca eylem yapıyor gerilla. Faşist işgalci çetelere ve darbe vuruyor. Ölü ve yaralı bilançoları veriliyor. Bugün de vardı, her gün var. Çok yoğun bir savaş var. Bu savaş TC sınırlarının dışında olabilir ama TC devletiyle var. Bu devlet sınırlarının dışına çıkmış, işgalci konumda ve bu işgale karşı direniş oluyor. Bunun görülmesi lazım.

Tabi savaş sadece böyle cepheden olan bir saldırı da değil. Özel savaş var yani. Psikolojik savaş var, ekonomik savaş var, ideolojik savaş var, siyasi savaş var. Fakat hepsini bağlayan tabi askeri saldırılar var. Kültürel savaş var. Çok yönlü, çok boyutlu, toplum yaşamının tüm alanlarını hedefleyen bir savaş yürütüyor, saldırı yürütüyor düşman. Özel savaş bu demektir. O halde özel savaşa karşı mücadele topyekün direniş demektir. Yani bu savaşın hedefi sadece gerilla değil. Savaş sadece bazı alanlarda sürmüyor. Savaş başta kadınlar ve gençler olmak üzere bütün toplumu hedefliyor. Savaş her yerde sürüyor. O halde herkesin kendini savaş içinde görmesi lazım. Herkesin kendini birer özgürlük savaşçısı olarak tanımlaması lazım. Eğitmesi lazım, örgütlemesi lazım. Silahlandırması lazım.

BAŞTA KADINLAR OLMAK ÜZERE HERKES SİLAHLANMALI

“Herkes silahlanıp savaşsın demiyoruz” dememek lazım. Başta kadınlar olmak üzere herkes silahlanmalı. Çünkü erkekler silahlı, devletler silahlı. Hem de dünyayı onlarca kez yok edecek nükleer silahlara sahip. Karşıt güçler bu kadar silahlanırken niye ezilenler, emekçiler, kadınlar, gençler, işçiler silahlanmasın. Onlar neden savaş araçlarına sahip olmasınlar? Elbette onların da savaş araçları olacak. Kuşkusuz silahları, savaş araçlarını egemenler gibi sömürgeciler, soykırımcılar, katliamcılar gibi kullanmayacaklar. Onların kullanma yöntemi, tarzı farklı olacak. Ama bu savaş herkesin, savaş hepimizin savaşı, bazı insanların değildir. Herkesindir. Çünkü savaş herkesi hedefliyor. Dolayısıyla herkesin güvenliği tehdit altındadır. O halde özgür yaşamı tehlikededir. Güvenlikle özgürlük arasında kopmaz bağ var. Güvenlik başkasına devredilemez. Herkes kendisi sağlar. Her birey, her toplum, her kesim kendisi kendi güvenliğini kendi sağlar. Kendi güvenliğini sağladığı oranda özgürdür. Özgür yaşama ulaşır. Başka türlü özgür yaşama elde etmenin, ulaşmanın imkanı yok. O halde savaş sadece bir gerillanın savaşı değil. Zap’ta Avaşin, Metina’da, Botan’da, Mardin’de, Amed'de, Serhad’da savaşan gerillanın değil. Yani gerilla buna öncülük ediyor, bilinç veriyor. Ama herkes, kadınlar, gençler, tüm emekçiler, ezilenler, tüm halklar kendilerini eğitmenler, örgütlenmeler donatmalılar. Kendi öz savunmalarını yapmalılar. Kendilerine yönelen her türlü saldırı karşısında kendilerini savunma gücüne, imkanına sahip olmalılar. Silahlı saldırılar karşısında da kendilerini savunacak güce, araca sahip olmalılar. Böyle bir direniş olmalı, böyle bir örgütlülük ortaya çıkmalı. Toplumsal yapılanma, halk olarak örgütlenme bu düzeye ulaşmalı. Savaşan halk gerçekliği dedi. Önder Apo. Bunu gerçekten de savaşan, direnen halk gerçekliği ortaya çıkarmalıyız. Böyle bir bilinç, örgütlülük ve donanım kazandığımız ölçüde bu bu faşist, sömürgeci, soykırımcı saldırıları kırabiliriz. Özgürlük için direnebilir ve kazanabiliriz. Özgürlüğü güvenliğimizi sağlayarak kendi özgür yaşamımızı elde ederiz. Güvenliğimizi başkasına verirsek o bizim üzerimizde egemenlik kurar. Orada biz bizim köleleşmemiz başlar.

Silah güç demektir. Çünkü silah başkasına verilmez. Hareket olarak, birey olarak biz bu dünyada bir tek mermi, bir tabanca bile kalmasın istiyoruz. Önder Apo'nun felsefesi bu zihniyeti bu. Ne dedi Önder Apo? Dünyayı yenecek gücümüz olsa hiç kimseye saldırmayacağız. Dünya birleşip üzerimize gelse meşru, özgürlükçü, demokratik haklarımızdan asla vazgeçmeyeceğiz. Bunun için direneceğiz. Bizim çizgimiz bu, felsefemiz bu. İstiyoruz ki bir silah, bir mermi bile olmasın. Hepsi yok edilsin. Bunlara hiç bir para harcanmasın. Ama bu bir hedef, bir felsefe, anlayış. Bunu elde etmek için mücadele lazim, çaba lazım. Somut gerçekliği görmemiz gerekli. Bu dünya mevcut haliyle böyle değil. Bu kadar silahlanmış dünyayı onlarca kez yok edecek silaha sahip olmuş kesimler, güç güçler, devletler ortada varken silahsızlanma çağrısı yapmak topluma kölelik çağrısı yapmaktan başka bir şey değildir. Köleliğe boyun eğin demekten başka birşey değil. Bunu egemenler yapsınlar. Zalimler, sömürücüler yapsınlar ama ezilenler adına kimse yapmasın. Sol sosyalistler adına, devrimci demokratik güçler adına kimse yapmasın. Yapamayız. Böyle gerçekçi olmak, doğruyu söylemek durumundayız. Doğruyu söyleyecek isek o zaman bir silahı ve mermi bırakmayacak bir dünyaya ulaşmak için bugün büyük mücadele yürütmeli. Biz bu mücadeleyi yürütebilmek için de bilinçle, örgütle, donanımla her türlü mücadele aracına sahip olarak, onları kullanarak böyle bir mücadele yürütmeliyiz, yürütmek zorundayız. O halde herkes yani böyle bir bilinç almalı ve mevcut mücadeleye bu düzeyde katılmalı. Özellikle özel savaş kapsamında yürütülen saldırılar karşısındaki mücadele için ben bu çağrımı bir kere daha yineliyorum.

TÜRKİYE’DE NEDENLER HİÇ SORGULANMIYOR

Gezi Direnişi davasında cezalar gelmişti. Yargıtay onayladı. Geriye Anayasa Mahkemesi sonra da AİHM’e gidecek. Türkiye'de tartışılıyor. Konumuzla da bağlantılı bir durum bu. O açıdan önemli. Tartıştığımız hususlarla bağlantılı bu gerçekliği görmeliyiz. Ben önce bu Gezi direnişinin şehitlerini saygıyla anıyorum. Gezi direnişini de selamlıyorum. Yani gerçekten de önemliydi, anlamlıydı. Bir de doğaya, yeşile sahip çıkma temelinde gelişti. Herkesi birleştirdi.

Şimdi iki temel şey var. Dikkat edilirse; kadın özgürlük mücadelesi, çizgisi, bilinci ile ekolojik bilinç, ekolojik mücadele birleştirici rol oynuyor. Yeşile, ormana, doğaya sahip çıkma mücadelesi herkesi birleştiriyor ve büyük bir coşku ve heyecan ruhu yaratıyor. Gezi böyle bir direnişti. Tayyip Erdoğan gece rüyasında uykuda rüyasında hala Gezi'yi görüyor, sayıklıyordur. Çünkü çoğu zaman sayıklarcasına tepki gösteriyor. Faşizmin yüreğine ve beynine bu düzeyde korku saldı. Demek ki Türkiye direnebilirmiş. Aslında Türkiye özgürlük ve demokrasi geliştirebilir. Türkiye'nin gençleri, kadınları, işçileri, emekçileri, halkları birleşirse, gerçeği görürlerse ve örgütlenirlerse büyük bir mücadele gücü ortaya çıkarabilirler. Bilinç, örgüt yaratabilirler yani. Gezi bunu ortaya koydu.

Şimdi akıl alır gibi değildir. Ağırlaştırılmış müebbet ceza veriyorlar. Bu idam demek yani. PKK mücadelesi idamı kaldırdı. Önder Apo'nun mücadelesi idamı kaldırdı. Onu ağırlaştırılmış müebbet hapse dönüştürdüler. Öyle olmasa yani şimdi Osman Kavala'ya mesela Gezi'deki eylemden dolayı idam vermiş olacaklardı. Akıl alıyor mu? Faşizmin zihniyetini, tutumunu görelim, hukukunu görelim, adaletini görelim. Bu niye böyle oluyor? Bu uluslararası komployla bağlı. Bu İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemiyle bağlı. Bu Kürt sorunuyla bağlı. Şunu ifade edebilirim ben; Türkiye'de Kürt sorunu olmasa, dolayısıyla İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi olmasa, Kürtlere dönük böyle bir saldırı olmasa kesinlikle Osman Kavala'ya da, diğer Gezi tutuklularına da böyle cezalar vermezlerdi. Zindanlar şimdi bu biçimde dolu olmazdı. Zindanlarda bu kadar işkence ortaya çıkmazdı. Türkiye bu kadar hukuksuzluğa, hukukun ve ahlakın ortadan kalktığı bir rejimle yönetilir olmazdı. Böyle bir yönetime mecbur kalmazdı. Bunların hepsi Kürt sorunuyla bağlantılı, İmralı tecrit, işkence ve soykırım sistemiyle bağlantılı.

Önder Apo uyardı bu konuda, “Ben bir şey demiyorum. Bana düşmanlık yapıyorsunuz. İyi de benim yüzümden birçokları hiç de bu bu konumda olmayanlar, herkes zarar görüyor. Bu bana acı veriyor “dedi. Hiç olmazsa bunu görün, bunu önleyin. Türkiye'nin insanları, gençleri, kadınları, işçi emekçileri, aydınları, siyasetçileri, devrimcileri iyi düşünsünler. Topluma gerçekler iyi götürsün, doğru bilinç verilsin.

FAŞİZMİ YIKACAK BÜYÜK BİR EYLEMİN SAHİBİ OLMAYA ÇAĞIRIYORUM

İşte sadece bir protesto etmek, birkaç eleştiri yapmak yetmez. Nedenlerini iyi bulmamız lazım ki sonuçları ortadan kaldıralım. Türkiye'de nedenler hiç sorgulanmıyor  ya da yanlış sorgulanıyor. Hep sonuçlara bakılıyor. Yanlış bu. Bununla bir yere gidilemez. İşte bu cezaların verilmesi de Yargıtay'da onaylanması da bu kadar Gezi düşmanlığı yapılması da hepsi Kürt sorunuyla, İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemiyle bağlantılı. O halde demek ki Gezi davasında adaleti, hakkı, hukuku savunmak, İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemine karşı çıkmaktan geçiyor.

Merdan Yanardağ bunu söyledi; kıyamet kopardılar. Şebnem Korur Fincancı bunu söyledi; kıyamet kopardılar. Sezgin Tanrıkulu benzer şeyi ifade ediyordu; linç girişimi geliştirdiler, geliştiriyorlar. Azcık gerçek söyleniyor diye. Öyle ki gerçekler söylenmesin, yalanların üstü açılmasın, maskeler düşmesin, yalan, haram, hırsızlık her şeye hakim olsun diye. Bugünkü yönetimin ruhu, duygusu, yasası bu. Bunu da işte Kürt sorununa, Kürt soykırımına dayandırarak yapıyor. Kürtlere dönük Tunç yasası denen yan işte “Kürt öldürülmeli, Kürt yoktur, hepsi Türk’tür” biçimindeki anlayışa dayanıyor. Yani bu anlayışa, bu sisteme karşı çıkmadıkça bu adaletsizlikler, hukuksuzluklar kesinlikle önlenemez. Özgür yaşam ve demokratik sistem gerçekleşmez.

Bu temelde bir kere daha selamlıyorum Gezi direnişçilerini. Türkiye'nin en önemli demokratik direnişi olarak bir kere daha selamlıyor, herkesi doğru anlamaya ve böyle bir direnişin etrafında toplanıp faşizmi yıkacak, tecridi kıracak, Türkiye'yi demokratikleştirecek büyük bir eylemin sahibi olmaya çağırıyorum.