Başlamamış yaşamlar...

Ölüm düşüyor o küçük gözlerine çocukların bu kaderi yeniden yazılmak istenen coğrafyada. Mardin’den Şırnak’a, Amed’den, Van’a hep aynı adresten geliyor katiller; devlet.

Yarım kalan yaşamların yanına ekleniyor yaşamları, henüz başlamamış olarak notuyla. Teknolojinin ve iletişim araçlarının bu denli geliştiği dönemde nasıl, kim tarafından öldürüldüklerine dair bir emare bulunamıyor çoğu zaman.

Bilenen tek şey katillerin hepsinin aynı aileden oldukları. Hepsinin bir nedeni olur genelde, ‘teknik ya da tahrik’ edilmişlerdir; gözlerindeki kin ve nefreti görmezsek tabi. Bu nedenler mahkemeler için, asla vicdanlardan geçmez bu sebepler. Silinmez çocuk katilliğinin kokusu ellerden.

Esmer tenli olmak yeterliydi bu ülkede öldürülmek için belki de. Ama bomba; ama kurşun; ama panzer. Hepsinde ortak nasıl olsa ölüm.

Bütün katiller düşmandır kadın ve çocuklara. Ya çıplak bedenleri teşhir ederler ya da çocukları acımasızca öldürürler. Toplumun en hassas yerinin orası olduğunu geçmişten bilirler çünkü. En savunmasızlara çocuklara yönelirler her zaman.

Çocukların kanların üzerinde kurarlar iktidarlarını; ama battıklarının farkında olmadan.

Acıyoruz ölenlere bir süre, sonra da kaldığı yerden devam ediyoruz yaşamımıza. Acıdığımız için vicdanlı olduğumuzun rahatlığı sarıyor ruhumuzu. Modern toplumun vicdani şimdilik twit ve tag açmanın ötesine geçemiyor ne yazık ki.

Onlar için yazılan bir şiir, bestelenen bir türkü yok şimdilik. Ülkenin “entelektüel yazarları” daha önemli konularla meşguller şu an. Değer görmüyorlar öldürülen çocukları, hele bir de esmer tenliyse çocuklar. Kısa köşe yazısı ve haberlerde yer buldu Muhammed ve Furkan. Coğrafyanın getirdiklerini yaşadı onlar da Ceylan, Enes Ata ve Roboskili 19 çocuk gibi...

Kim bilir ne hayalleri vardı küçük bedenlerin. Büyüyünce ne olmak isteyeceklerdi? Babalarından bisiklet istemişler miydi acaba? Hiç denizi görmüşler miydi ya da hiç sinemaya gitmişler miydi? Dondurma için kavga etmişler miydi hiç...

Ölüm haberleri aldıkça kunt bir acının oturması gerekirken üzülüp önümüzdeki işe devam etmekte buluyoruz çareyi. Faşizmin yarattığı koyu karanlığın karamsarlığı kayıtsız kalmamıza neden oluyor belki de. Bir çocuğun öldürülmesine nasıl tepkisiz kalır bu kadar insan anlamlandıramıyorum başka.

Biraz daha fazla gökyüzü, belki de biraz daha fazla yaşam için görmek, duymak istemiyoruz belki de müdanasız olanları.

Halbuki şiirden bile korkan hale gelmiştir muktedir ve çevresi. Sorumluluk almadığımız ve oluruna bıraktığımız için güçleniyor levithanın ordusu.

İsimlerini hatırlamayacağız bir hafta sonra muhtemelen. Mahkeme açılırsa duruşma günlerinde haberlerden okuyup hatırlayacağız belki.

‘Görevlerini yaptıklarını’ iddia edecekler, onları öldürenler. Son yüzyılda en büyük kötülüklerin sığınma yeri oldu bu iki sözcük.

Kötülük sıradanlaşıyor ülkedeki ‘iyi insanlar’ sayesinde ağır ağır. Bizim de sığındığımız yerlerden oluyor iyilik. Bu ölümlerin paydasında büyük kayıtsızlığımız yatıyor olabilir mi?

Tepkimiz, günlük rutin işlerimizin bitim sonrasına kalıyor. Eskiden mesai sonlarındaydı tepki amaçlı basın açıklamaları yapılırdı en azından.

“En büyük zulümlerin gerçekleşmesi için birçok iyi insana ihtiyaç vardır” der Hannah Arendt. Şiddet ve merhametsizlik bizim yüzümüzden devam ediyor olabilir mi ey iyi insanlar?

Görev ve prosedür gereği birileri tetiğe basıyor olabilir kötülüklerde özne olarak; ama gizli özne olan bizler nerede duruyoruz bu cümlelerde. Ses çıkarmadıkça değil, tepkisiz kaldıkça, hareket etmedikçe, hayatı durdurmadıkça büyüyor kötülük. Bizler büyütüyoruz...

Şimdi, iyi misiniz hala...